Tumgik
#tek bir göz yaşı yok
ruhumbipolar · 1 year
Text
birine derdini anlatmak istiyorsun içini dökmek ne biliyim insansın bazen olur öyle, ama o ya kendinden örnekler vermeye başlıyor ya da başka sorunları dertleri örnek göstererek senin derdini küçümsüyor anlamıyorsunuz anlamayacaksınız o yüzden basitsiniz işte kimi için yolda giderken ayağına taş değse o onun için sorundur bu onun derdidir kimi için o yolda yuvarlansa bile dert etmez devam eder yoluna, ne olursa olsun hiçbir sorun hiçbir sıkıntı ne alçak ne basit ne hor görülemez bazen bir insan için kahrolanı görüyorum ben bazen annesini kaybedip tek damla göz yaşı dökmeyeni bilemezsiniz kim nasıl ne hallere geliyor nasıl bir kaosun içinde bambaşka şeylere dönüşüyor size içini açan bir insanı kendi boş ağzınız yüzünden incitmeyin hevesini kırmayın zar zor konuşan pek bahsetmeyen insanlara hele bunu yapmayın böylece saygı görmeyi hak eden bilinçli birine dönüşürsünüz. hayatında ne yaşarsa yaşasın etkilenmeyen içinde taşıyan birisi gün gelir tek bir kelimeye günlerce ağlayabilir sen buna mı ağlıyorsun diye ona bu salakça kelimeyi kıyası yaparsın ama bilemezsin o hangi doluluğa patlamış kahroluyor benim de susma nedenim bu aslında pek anlatmama konuşmama geçiştirme çünkü durum bundan ibaret kıyaslarla bak senden daha kötüleri var şükür et diyen iğrenç 5 kuruş etmez kalbe sahip insanlara anlatacak tek kelimem yok benim.
168 notes · View notes
banacandiyin · 1 month
Text
Oturup ağlamak istiyorum bir gece her şeye. Kendimi kaybedene kadar, nefes alamayacak hale gelene kadar. Unutamadıklarıma, unuttuğum her şeye. Yok ettiğim, öldürdüğüm kendim için. Yaşadıklarıma, yaşayamadıklarıma, en çokta yaşayamayacaklarıma. Bir zamanlar ki hayallerime, asla bitmeyen rüyalarıma. Kimsesizliğime ağlamak istiyorum belki de, unutulduğuma. Ama ağlayamıyorum, yapamıyorum. Akmıyor tek bir damla göz yaşı, olmuyor. Onu da yapamıyorum. Bunu bile.
28 notes · View notes
feudecendres · 1 year
Text
sokaklarda dolaşıyor, bir sinemaya giriyorsun; sokaklarda dolaşıyor, bir kafeye giriyorsun; sokaklarda dolaşıyor, trenlere bakıyorsun; sokaklarda dolaşıyor, daha yeni izlediğin bir filme benzeyen başka bir filmi gördüğün bir sinemaya giriyorsun, dışarı çıkıyor; fazla ışıklandırılmış sokaklarda dolaşıyorsun. odana geri dönüyor, üzerindekileri çıkarıyorsun. çarşafların arasına giriyor, ışığı söndürüyor, gözlerini kapatıyorsun. i̇şte çabucak soyunan hayali kadınların etrafında toplanma vakti. daha önce yüz kez okuduğun kitapları tekrar okuyup bıkma vaktin. gözüne uyku girmeden bir sağa bir sola dönme vaktin geldi. gözlerini karanlıkta fal taşı gibi açıp bir küllük, bir kibrit kutusu, son bir sigara bulabilmek için döşeğinin bacağını elinle yoklayıp üzerine yapışan mutsuzluğunu sakince ölçüp biçme vaktin geldi. gece uyanıyorsun. sokaklarda geziniyorsun, gidip bar taburelerine oturuyor ve kapanana kadar, saatlerce önünde bir bardak birayla ya da koyu kahveyle ya da bir kadeh kırmızı şarapla orada duruyorsun. yalnız ve ipsiz sapsızsın. ıssız caddelerde yürüyor, bodur ağaçların, boyası dökülen duvarların, karanlık sundurmaların yanından geçiyorsun. şehrin sonsuz çirkinliğinde kayboluyorsun. tek görebildiğin yıllar önce kuruyan çeşmeler, viran olmuş kiliseler, bitap düşmüş yarım kalan inşaatlar, solgun duvarlar, parmaklıkları seni hapseden parklar, kanalizasyon ağızlarında oluşan bataklıklar, fabrikaların devasa kapıları. meydanlarda ya da bulvarlarda sabırsız kalabalıklar, gözlerini cennete doğru çeviriyor.
mutsuzluk, üzerine çökmedi. neredeyse usulca sokuldu sana. titizlikle girdi hayatına, hareketlerine, saatlerine, odana. tavanındaki çatlakları, kırık aynanda gördüğün yüzündeki çizgileri, iskambil desteni eline geçirdi. bir hırsız gibi musluğundan damlayan suya sızdı. tuzak, bazen neredeyse seni neşelendiren, kibirlendiren, coşturan o duyguydu; tek ihtiyacının şehir, taşları ve sokakları, seni sürükleyen kalabalıklar olduğunu zannediyordun. tek ihtiyacının mahalle sinemanızda önden bir koltuk olduğunu, sadece odana, o barınağa, o kafese ihtiyacın olduğunu sanıyordun. elli iki kağıdı bir kez daha dağıtıyorsun döşeğinin üzerinde. güçlerin terk etti seni. tuzak: anlaşılmaz olmanın, dış dünyaya bir şey sunmamanın, her şeyi algılayan ama hafızasında tutmayan, yalnızca önüne bakan iki gözle erişilemez şekilde sürüklenmenin tehlikeli illüzyonu. bir şey hatırlamayan, bir şeyden korkmayan. ama çıkış yok, mucize yok, gerçekler yok. ayırıyorsun asları elli iki kağıdın içinden. aynı hareketleri, hiçbir yere varmayan aynı yolculukları kaç kere tekrarladın? fakirhanenden, budala sabrından, yanlışa mahal vermeden seni her seferinde en başa döndüren binbir dolambaçlı yoldan başka sığınacak yerin kalmadı. parktan müzeye, kafeden sinemaya, denizin doldurulan kısmından bahçeye; istasyonların bekleme salonları, büyük otellerin lobileri, süpermarketler, kitapçılar, metronun koridorları, ağaçlar, taşlar, su, bulutlar, kum, kiremit, ışık, rüzgar, yağmur: aslolan yalnızlık: ne yaparsan yap, nereye gidersen git, gördüğün hiçbir şeyin önemi yok. yaptığın her şey boşu boşuna. aradığın hiçbir şey gerçek değil. tek var olan yalnızlık, her karşına çıkışında kendinle yüzleşiyorsun. konuşmayı kestin ve sadece sessizlik cevap verdi sana. ama o kelimeleri, boğazına dizilen o binlerce, o milyonlarca kelimeyi, boş lafları, sevinç göz yaşlarını, aşk fısıltılarını, aptalca gülüşmeleri bir daha nereden bulacaksın? artık sessizliğin dehşetinde yaşıyorsun. ama en sessiz sen değil miydin zaten?
canavarlar girdi hayatına. fareler, türdeşlerin, biraderlerin. onlarca, yüzlerce, binlerce canavar. bilinçaltından gelen işaretlerle, şüphe çeken gidişlerinden, sessizliklerinden, seninkiyle karşılaşınca başka yere çevrilen kurnaz, çekingen, korkak gözlerinden tanıyorsun onları. iğrenç odalarının tavan arası pencerelerinde gece yarısı olmasına rağmen ışık yanıyor. ayak sesleri yankılanıyor. ama yaşı olmayan bu yüzlerin, bu kırılgan ve çelimsiz çehrelerin, bu kambur, gri sırtlıların sana ne kadar yakın olduğunu hissedebiliyor, gölgelerini takip ediyor, gölgeleri oluyor, saklandıkları o küçük deliklere gidiyorsun; sığınakların, mabetlerin onlarınkilerle aynı: dezenfektan kokulu mahalle sinemaları, meydanlar, müzeler, kafeler, istasyonlar, metro, sebze-meyve halleri, senin gibi parkların banklarında oturup kumun üzerine aynı bozuk çemberi bir çizip bir silen umutsuz yığınlar, çöp kutularındaki gazetelerin okurları. çemberleri aynı seninki gibi beyhude, aynı seninki gibi ağır. metrodaki haritaların önünde senin gibi duraklıyorlar. senin gibi çöreklerini yiyorlar nehrin kenarındaki banklarda. yerinden edilenler, dışlananlar, sürgün yiyenler, yürürken duvarlara sürtünüyor, gözleri önlerine bakıyor ve omuzları düşüyor. savaşta kaybedenlerin, topu dikenlerin, bezgin hareketleriyle duvar cephelerine tutunuyorlar. onları takip ediyor, izliyor, onlardan nefret ediyorsun.
tavan arasındaki canavarlar, kokuşmuş pazar yerlerinde terlikleriyle sürtüne sürtüne yürüyen canavarlar, ölü balık gözlü canavarlar, robot gibi yürüyen canavarlar, boş boş konuşan canavarlar, onlarla omuz omuzasın, birlikte yürüyorsun, aralarından kendine bir yol buluyorsun: uyurgezerler, yaşlılar, berelerini kulaklarına kadar indiren sağır ve dilsizler, ayyaşlar, boğazlarını temizleyip kasılmalarını kontrol etmeye çalışan bunaklar, büyük şehirde kaybolan köylüler, dullar, sinsiler, eski topraklar sana geldiler. kolundan tuttular seni. kendi şehrinde kaybolmuş bir yabancı olduğun için sadece diğer yabancılarla görüşebilirmişsin gibi. yalnız olduğun için, üzerine gelen diğer yalnızları takip etmeliymişsin gibi. o hiç konuşmayanlar, kendi kendine konuşanlar, yaşlı kaçıklar, ayyaşlar, sürgün yiyenler. ceketinin etekleri yapışıyor, nefeslerini yüzüne veriyorlar. o güzel gülümsemeleriyle, ellerindeki kitapçıklarıyla, bayraklarıyla sana yanaşıyorlar.
büyük davaların zavallı savaşçıları, arkadaşları için para toplayan hüzünlü şarkıcılar, tabak altlığı satan sömürülmüş yetimler, hayvanları koruyan sıska dullar, sana yaklaşanlar, seni alıkoyanlar, sana pençesini geçirenler, o iyi niyetli gerçeklerini gözüne sokanlar, ebedi sorularını, hayır işlerini, kendi bildiklerini yüzüne tüküren herkes, taşıdıkları pankartlarla dünyayı kurtaracak olan imanlı insanlar, soluk benizliler, yakası yıpranmışlar, sana hayatını anlatan, hapishanede, tımarhanede, hastanede geçen günlerini anlatan kekemeler, hecelemeyi bir düzene oturtmaya çalışan eski öğretmenler, stratejistler, su falcıları, üfürükçüler, aydınlananlar, takıntılarıyla yaşayan herkes, kaybedenler, yorgun düşenler, barmenlerin dalga geçmek için sonuna kadar doldurduğu kadehlerini dudaklarına götüremeyen zararsız canavarlar, ve onlardan da beter olanlar, kendini beğenmişler, çok bilmişler, benciller, bildiğini sananlar, şişmanlar ve hep genç kalanlar, sütçüler ve süslü püslüler, sefahat düşkünü alemciler, kokuşmuş zenginler, aptal piç kuruları.
haklılıklarından aldıkları güçle senden açıklama bekleyen, tanıklık etmeni isteyenler, geniş aileli, çocukları ve köpekleri de canavar olan canavar aileleri, trafik ışıklarında sıkışan binlerce canavar, bıyıklı, yelekli, askılı canavarlar, berbat anıtların önünde dağılan bir otobüs dolusu canavar, pazar kıyafetlerini giyen canavarlar, canavar kalabalık. başıboş dolaşıyorsun ama kalabalık sürüklemiyor. gece korumuyor artık seni. hâlâ ileri doğru, yorulmadan, ölümsüz olarak yürüyorsun. arıyor, bekliyorsun. fosilleşmiş şehirde dolaşıyor, yenilenmiş bina cephelerinin el değmemiş beyaz taşları, put gibi duran çöp tenekeleri, bir zamanlar kapıcıların oturduğu boş koltuklar: hayalet şehirde dolaşıyorsun, bitap düşmüş apartmanların terk edilmiş iskeleleri, sis ve yağmurda sürüklenen köprüler, kokuşmuş, çirkin, itici şehir, mutsuz şehir, mutsuz sokaklardaki mutsuz ışıklar, mutsuz müzikhollerdeki mutsuz palyaçolar, mutsuz sinemaların önündeki mutsuz kuyruklar, mutsuz mağazalardaki mutsuz mobilyalar, karanlık istasyonlar, kışlalar, ambarlar, sahil boyunca sıralanan kasvetli barlar, gürültülü ya da terk edilmiş şehir, solgun ya da isterik şehir, virane, harap, kirli şehir, engellerle, demir parmaklıklarla, çitlerle çevrili şehir, toplu mezarların şehri, kokuşmuş sebze halleri, şehrin göbeğindeki varoş mahallesi, polisler ortaya çıktığında bulvarların dayanılmazlaşan korkunçluğu.
hücresindeki bir mahkum, bir deli gibi, labirentinden çıkış yolu arayan bir fare gibi şehir boyunca yürüyorsun. açlıktan kırılan bir adam gibi, adresi olmayan bir mektubu ileten bir postacı gibi artık kaçacak yerin kalmadı. korkuyorsun. her şeyin durmasını bekliyorsun; yağmurun, zamanın, trafiğin, hayatın, insanların, dünyanın, her şeyin çökmesini bekliyorsun; duvarların, kulelerin, zeminin ve tavanın, erkekler ve kadınların, yaşlılar ve çocukların, köpeklerin, atların, kuşların, felç geçirip, vebaya yakalanıp yıkılmalarını; mermerin param parça olmasını, odunun toz haline gelmesini, evlerin çıt çıkarmadan yıkılmasını, tufan gibi yağmurların, tabloların boyasını dökmesini, yüz yıllık gardıropların ahşap bölmelerinden ayrılmasını, kumaşların paramparça olmasını, gazetelerin mürekkebinin akmasını, alev alev yanan ateşin merdivenleri kül etmesini, sokakların ortadan ikiye ayrılarak kanalizasyonlardan oluşan labirenti ortaya çıkarmasını, sis ve pusun şehri ele geçirmesini bekliyorsun.
ölmedin, daha bilgili birisi de olmadın. gözlerin, güneşin yakıcı ışınlarına maruz kalmadı. yeteneksiz, iki yaşlı aktör, seni almaya gelmediler. sana sıkı sıkı sarılıp diğer hepsine diz çöktürmeden birisini yıkamayacakları bir üçlü oluşturmadılar seninle. merhametli yanardağlar sana dikkat etmedi. annen yeni elbiselerini katlamadı. deneyimin gerçekliğiyle milyonuncu kez karşılaşıp ırkının yaratılmamış bilincini dövmeyeceksin ruhunun örsünde. ne büyüklerinin, ne de eski ustaların bir faydası dokunmayacak sana. yalnızlığın sana bir şey öğretmediğinden, kayıtsızlığın sana bir şey öğretmediğinden başka hiçbir şey öğrenmedin: yalnızdın ve dünyayla arandaki tüm köprüleri yıkmak istiyordun. ama sen öyle önemsiz bir noktayken dünya o kadar uzun bir sözcük ki: binaların, vitrinlerin, parkların ve rıhtımların önünde kilometrelerce yürümekten başka bir şey yapmadın. kayıtsızlık beyhude. i̇nkarın beyhude. tarafsızlığının bir anlamı yok. sadece oradan geçtiğini, caddede yürüdüğünü, şehirde turladığını, kalabalıkları takip ettiğini, gölgelerin ve çatlakların oyunlarına daldığını sanıyorsun. ama hiçbir şey olmadı: ne bir mucize ne de bir patlama.
her geçen gün, sabrın giderek tükendi. zamanın durması gerekiyordu ancak kimse zamanla mücadele edecek cesareti bulamadı. hile yapmış, birkaç zerre, birkaç saniye kazanmış olabilirsin: ama musluktan tahmin edilebilir şekilde damlayan su, saatleri, dakikaları, günleri ve mevsimleri hesaplamayı asla bırakmadılar. uzun süre kendine mabetler kurup, yıktın: düzen ya da eylemsizlik, sürüklenme ya da uyuma, gece devriyeleri, tarafsız anlar, gölge ve ışığın kaçışı. kendini kandırmayı, kendini uyuşturmayı bir süre daha devam ettirebilirdin. ama oyun bitti. dünya yerinden oynamadı ve sen de değişmedin. kayıtsızlık, kayda değer bir değişiklik yaratmadı sende. ölü değilsin. deli değilsin. üzerinde dolaşan bir musibet yok. seni bekleyen hiçbir bela yok. tepende uçan, kem gözlü bir karga yok. sabah, öğlen ve akşam karaciğerine yumulmak gibi hazmı güç bir görev, hiçbir akbabaya verilmedi. kimse suçlamıyor seni, bir suç da işlemedin zaten. her şeyi izleyen zaman, sana rağmen çözümünü sundu. cevapları bilen zaman, akmaya devam etti. yine böyle bir gün, biraz daha geç, biraz daha erken, her şey en baştan başlıyor, her şey en baştan başlıyor ve devam ediyor.
hayal gören bir adam gibi konuşmayı kes. bak! onlara bak. nehir kenarındaki, rıhtım boyundaki, yağmurda ıslanan kaldırımlardaki binlerce ve binlerce sessiz nöbetçi, okyanus hayallerine dalarak deniz serpintisini, setleri aşan dalgaları, deniz kuşlarının tiz çığlıklarını bekliyor fani insanlar. dünyanın isimsiz kahramanı değilsin sen, tarihin, üzerinde hükmünü yitirdiği kişi, yağmurun yağışını artık hissetmeyen, gecenin gelişini göremeyen adam değilsin. ulaşılmaz, saydam, şeffaf değilsin artık. korkuyorsun. bekliyorsun. yağmurun dinmesini bekliyorsun.
275 notes · View notes
yasamsallik · 9 months
Text
Yıllar var ki şu ülkede;
şöyle sıcak,
şöyle mutlu,
şöyle yürek soğutan
tek bir haber değmedi kulağıma..
Tek bir olay yaşamadım.
Hep kan gölü,
hep göz yaşı,
hep gar-gış sanki.!
Yunus yaşamamış bu topraklarda..
Hacıbektaş diye biri geçmemiş buralardan.
Değil dostlar bu değil.!
Güzel günler görünürde yok daha. 😔
Hasan Hüseyin Korkmazgil
47 notes · View notes
soolipsistt · 4 months
Text
Yol arkadaşının anlamı bazen çok farklı olabiliyor...
Bir kadın sevdim ve başka bir kadın ile evlendim... Aslında önce başka bir kadın ile evlendim (şartlar ve zorunluluklar) fakat sonra başka bir kadını sevdim...
Hemen öyle "şerefsiz" filan, ayıp oluyor! Keşke önce bir dinlesen...
Daha sonra esas beni sana anlatacağım söz... Sadece güncel olaya değinmek istiyorum.
Hepimizin kaderi çizilmiş, bir yol üzerinde kaderin bize sunduğu neşe ya da hüzün kasabasına doğru ilerliyoruz, hepimizin yönü, yolu, hedefi biz daha doğarken belirlenmiş, en nihayetinde de son buluşma noktamız olan ortak ve nihai son şehrimize, kabrimize doğru gidiyoruz...
İşte, kimimiz için bu belirli şehirler arasında geçen zaman, kullandığımız yol bir diğer insandan farklı olabiliyor, kimimiz koşarak mutluluk bölgesine giderken, kimimiz de oraya yalınayak ve dikenli bir yoldan yavaşça yürümek zorunda kalabiliyoruz...
Kimimiz ömrünü mesut bir şekilde sürdürürken, bazımız hüzün köylerinde zincirlenmiş bekleyebiliyoruz... Kimse eşit değil, kimsenin eşit olması da mümkün değil, doğarken bile farklıyız, bir tek ölürken tüm şartlar aynı... Ölüm şekli olarak değil, gideceğimiz yer olarak, yaradana doğru tek yol var...
Neyse... Şimdi önemli olan gidilecek yer değil, gidilen yol aslında. Benim için bu yol şehirlerarası bir otobüsün içerisinde geçiyor, camdan izliyorum anılarımı, gideceğim yeri hiç de heyecanla beklemiyorum, aynı otobüsteki insanlara bakıyorum, onların anılarına, öfkelerini, beklentilerine, çabalarına tanıklık ediyorum fakat gördüklerimi paylaşabileceğim kimse yok. Hevesle konuşabileceğim, ağlayıp gülebileceğim kimse yok... Bazı insanların yolculuğu bir kitaba dönüşüyor, okuyorum, siz o insanlara yazar diyorsunuz, bazılarını dinliyorum, bazılarını izliyorum, fakat benim gibi onları dinlemeyen, izlemeyen, okumayan biriyle ömür geçirmem gerektiği için, tüm altını çizdiğim alıntılar bana yankı gibi geri dönüyor...
Tüm o müzikler, şiirler, resimler, birbirini kovalayan kediler gibi kafamın içinde, duygusunu paylaşamıyorum, hani film izlersin ya biriyle, ikinizin de referans olacağını bildiğiniz ortak bir sahneniz olur, aynı anda dönüp birbirinize bakarsınız, sonra kahkaha atarsınız ya da sahneye göre duygulanırsınız... Hah işte, benim bırakın bir sahneyi paylaşmayı, aynı tür bir filmi izleyebileceğim kimse yok...
İşte böyle bir yolculukta, arka koltuğumda oturan bir kadın o, benimle aynı sesleri duyduğunu fark ettiğim, aynı alıntı yerlerin altını çizen, aynı resime aynı gözle bakabilen...
Önce bunun hüznünü çok yaşadım... Çok geç kalmıştı, ben de çok erken varmıştım ilk durağa, karşılaşamadık o yüzden daha öncesinde... Çok ağladım, çok ağladı... Ama o kadar, aramızdaki kuvvet sadece ortak duygulardan ibaret kaldı, ne ben fiziken aldattım başka bir canı, ne de o... Ama ruhum artık ne bana aitti, ne de ondan önce beni bulana...
Neyse... Uzun hüzün yıllarının ardından, göz yaşı da tükenip kabullenmenin dibine varınca biraz daha net anladım kaderin hiç bir şekilde değişmeyeceğini... Hedefler belliydi, varılacak nokta belliydi, değişmezdi...
Fakat sonra fark ettim, o kaderimde bir durak değildi belki ama, aynı yolda yolculuk eden bir ruhtu, sonra ona dedim ki;
"Nereye nasıl gittiğimizin bir önemi yok artık, yol zaten çizilmiş, Gideceğimiz yerler belirlenmiş, ama yol neden gittiğimiz yerlerden daha güzel olmasın ki, gidene kadar keyfimize bakalım, sen bana yoldaş ol, ben sana sırdaş. Sen bana cam kenarı ol, ben başını koyacağın yastık... Gidene kadar..."
Sesim ona henüz yetişmedi, ne diyeceğini bilmiyorum, ama kendisini ifade edemediği için kaçıp gidecektir, ya da sessiz kalıp varacağı noktaya ulaşmayı bekleyecektir... Farkında değil ama çok uzun zamandır yol arkadaşıyız. Birimiz otobüsten inene kadar... Varacağımız yere gidene kadar...
7 notes · View notes
koalaarya · 6 months
Text
İsimsiz bir kitaptan alıntı.
"Kendim gibi değildim ben,Kendimi sevdiğim gibi olamadım Alev. " Gözyaşlarını akıtmamak için verdiği çaba kalbinin kilidini kırmak için verdiği savaştan daha kolaydı. Sigarasını ağzına götürdü Ve derdini çekti içine, dumanı üfledi sanki acısını üflercesine. " Hayatımda hiç kendimi görmedim aynada, başkasıydı gözlerimi gözlerine diktiğim, söylesene Alev ben kendimi nasıl severim? Bir tek fotoğrafım yok dört tahta arasında. Söyle Alev ben nasıl kendimi sevemezken sevdiğim insana kendimi sevdirebilirim?" Kadın derin bir nefes aldı. Sigarasını tekrar ağzına götürürken eline baktı ve acıyla dudağı yukarı kıvrıldı. "Baksana,yanındaki kadınların elleri güzel, narin, bakımlı. Benim ellerimde ise çıkmayan boya lekeleri var. " Ellerindeki boyayı gözyaşını silercesine ovuşturdu. Ne boya çıktı, nede kadının acısı azaldı. "Bu elleri tutacak değil ya Alev. Bu saçı sevecek değil ya. Bu yüzü özleyecek değil. Daha topuklu ayakkabı bile giyemeyen bir kadını sevecek değil Alev. " Sigarasını söndürdü ve ayağa kalktı aleve bakıp ona teselli vermek için gülümsedi " Olsun ondan beni sevmesini bekleyemem. Bencillik olur zaten bende beni sevemiyorum ki. O yüzden Alev bana onun adını söyleme. Kalbim bu hoyrat bedenime yük oluyor " Gitmeden önce son kez güldü ve arkasında bütün acısını tuttuğu bir damla göz yaşı bırakıp gitti... Ne adam onu sevdi... Nede kadın sevmeyi bıraktı.
11 notes · View notes
yazan-kalem-siyah06 · 6 months
Text
Ne demek "canım hiç bir şey istemiyor!" "Hiç halim yok, elim kolum kalkmıyor!"
Saçmalama, kalk ayağa!
Ayıp olacağını bilmesen kılığına kıyafetine de dikkat etmeyeceksin galiba?
Peki o saçlarının hali ne?
Kıranlardan çok daha değerli, zamanında annenin öperek taradığı o "ipek" saçlarının tek bir teli unutma!
Hem sen nasıl vefasızlık edersin, değmeyecek insanlar için, annenin dudaklarının değdiği saçlarına?
Püskül mısırda güzel durur tarlada, kim dedi "saçlarda püskül moda" diye sana.
Kendine gel!
Ayrıca göz yaşı hiç yakışmıyor yanaklarına ve artık özen göstermelisin kırılan şu tırnağına.
Birazda kendini düşünsen her şey nasıl da güzel olacak aslında. Geçecek bitecek gidecek!
Ama sen, saçlarına bakmıyorsun, tırnağına özen göstermiyorsun, öyle bir "bitkinlik hali" televizyonu bile yatarak izliyorsun.
Canını sıkan her ne zıkkımsa geçmemesi için elinden geleni yapıyorsun!
"Canım hiç bir şey istemiyor" diyip duruyorsun!
Ne yani canın şimdi dondurma bile mi istemiyor?
Bi nefes al, rahat bırak kendini, göreceksin geçmez dediğin şeylerin nasıl da geçtiğini.
Mesela şimdi başla kalk elini yüzünü yıka.
Bu akşam da rimelle uyuma!
Zaten canın yanıyor, bir de gözlerin yanmasın sabah uyanınca...!
Tumblr media
12 notes · View notes
alkolikreaksiyonlar · 2 months
Note
Can dostum. Sana arada sırada anonim olmayı planlıyorum. Hayatımda birçok şey değişti nişanlandım ama hep bir tarafım buruk. En çok mutlu anımda seni görmek isterdim ama seninle iyi bir şekilde yolları ayırmadık,belki de böyle olması daha iyidir ikimiz içinde. Bir yerde okumuştum bazı insanların vadesi hayatınızda dolar rolleri biter diye bizde seninle öyle olduk. Üzüldüğün insanların isimlerini vermeyeceğim ama senin uğruna göz yaşı döktüğün o kimseler hiçbir şeyi hak etmiyor. Bu hayatta tanıdığım en dürüst ve en mert adamlardan birisin. Hep öyle kal. Herkesin yaşantısı zor seninde öyle biliyorum ama bu zorlukların altından kalkabilecek gücün de var bunu biliyorum. Her daim kalbinin ekmeğini ye,sana tokat vurana öteki yüzünü çevir ki karşında ki insan pişman olsun. Seni her daim iyi bir şekilde hatırlayacağım her daim yolun ışıklarla olsun.*
Her zaman yazabilirsin bir konuda destek almak istersin buralardayım her zaman istediğim şeylerden biri insanlar tarafından kötü anılmak değildi hep bir güzel izler bırakmaktı arkamdan hani şöyle şöyle biri vardı diyip adımla seslenip çok iyi biriydi ama çok kalbi kırıktı çok üzülüyordu ama ona rağmen etrafındaki insanlara hele sevdikleri için sürekli bu uğraşa devam ediyordu tek derdi kendine yetmezmiş gibi tüm sevdiklerinin sorumluluklarını omuzlarına yüklerdi. Beni tanıyan ve bunca yıl hayatımı bilmiş olarak birlikte güzel zamanlar geçirmiş olarak düşüneceğim elbette ki kötü anlar da insanın önüne gelecek fakat eninde sonunda güzel hatırlanmak birileri için bir zamanlar zamanımı geçirdiğim dostum için hatırlanacağım hatırlayacağım hayatımızdaki değişiklikler içimizdeki ukteleri değiştiremez bir tarafın eksik ve boşlukta hissetmeye devam edeceksin bir bakıma mutlusun bir bakıma da tam olarak mutlu değilsin o eksikliğinin altında yatanı yok edemiyorsun nişanlanmana ayrıca sevindim umarım bir sorun olmadan ilişkiniz ilerler bir zamanlar insanların hayatındaydık bitmesi gerekliymiş ki bitmiş kötü sonuçlar doğurabilirdi devamında arada geçen yıllarla aylarla olumlu zamanlarımızı düşünelim olması gereken buymuş değiştiremeyiz o zaman geri gelince de değiştiremezdik görevimizi yerine getirdik buraya kadarmış ve bitmiş kimin için üzülüp üzülmeyeceğimi yakın zamanda tekrar anladım insanlara artık nasıl davranmam gerektiğinin bilicini yaşaya yaşaya öğrendim öğrenmeye devam ediyorum unutmayacağım dostlarımdansın her zaman mutlu olman dileğiyle teşekkür ediyorum tanımımı ve benim kim olduğumu bana gösterdiğin için.
Saygılar can dostum 🖤
3 notes · View notes
bulutlariziyaret · 5 months
Text
Nerden başlamalıyım bilmiyorum ancak ipin bir tarafından tutmak faydalı olacak sanırım. Artık tamamen tükendiğimi hissediyorum kafamı kaldırmaya bile gücüm yok gibi ve bu günden güne daha da şiddetleniyor, kendimi bir kutunun içinde tek başıma gibi hissediyorum. Sürekli duvarlar ile konuşuyorum belki de artık gerçekten kafayı yemeye başlıyorum bilmiyorum. Hatalar üstüne hatalar, problemler üstüne problemler yarattım ve bu böyle devam etti ama artık çok sıkıldım. Ağlıyorum, gülüyorum, kahkaha atıyorum, sinirleniyorum, kriz geçiriyorum ve bunların hepsi 5-10 dakika içerisinde oluyor. Anlık duygu değişimleri, bitmeyen krizler, geçmeyen psikoz ve geçmeyen sanrılar. Bişey var anlatamadığım, bişey var kimseye söyleyemediğim kalbimi ve bedenimi acıtan ne olduğunu ben bile bilmiyorum belkide biliyorum bilmiyorum. Anksiyetem ve bipolarım bu sıralar daha da fazla artmaya başladı, ilaç bağımlısıyım aynı zamanda... Denedim bazı şeyleri düzeltemiyorum, eksik hissediyorum, yetersiz hissediyorum. Bu dört duvarın içerisinde ölücem ve belkide kimsenin haberi olmayacak bu durumdan, belkide kimsenin haberinin olması daha iyi sonuç olarak kimse göz yaşı dökmemiş olur. Aynaya bakmayalı kaç gün oldu acaba bilmiyorum 3 gün? 1 hafta? 2 hafta?, bilmiyorum. Artık iyice güvensizleştim, sürekli paranoya yaşıyorum ve sürekli tehdit altında hissediyorum. Bazı anlar intihar etme isteği aşırı fazla baskın oluyor ve sakinleştiğimde geçiyor. Çok yoruldum, bazı şeyleri değiştirebilmek için çok çabalıyorum ancak olmuyor elimden gelmiyor ve yapamıyorum. Artık kendimi tanıyamıyorum, yaptığım hareketler, söylediğim şeyler ve daha niceleri bazen kendimi kaybedip saçma sapan şeyler yaparken buluyorum kendimi. Kurtulmak istiyorum, bedenim çok acıyor ve çok acı çekiyorum
3 notes · View notes
umuttsuuuzvakaa · 6 months
Text
gece geçiyordu,saatler 4ü gösterirken ay'a baktığımı hatırlıyorum. ilk defa bu kadar geç saatte uyanıktım,ya da öyle olduğumu sanıyordum. çünkü uyanık olunca düşüncelerim kafama hücum ederdi. fakat o gece öyle değildi. garip bir sessizlik vardı kafamda,hiç olmadığının aksine. sessizdi,tamamen sessiz. çıt bile yok. hayatım boyu kafamda susmayan o ses yoktu bu gece. hava ılıktı,ne sıcak ne soğuk. normal temmuz ayıydı. etrafımda ağlayan insanları duyuyordum. insanlar,evet. kimisi bağıyor,kimisi baygınlık geçiriyor. insan ölümüyle barışmakta zorluk çekiyorlar gibi. oysa insan yaşarken de ölürdü,demek ki,anlamamışlar. hayatları boyu üzdükleri,belki de hayattan soğuttukları insanın ölümüne göz yaşı döküyorlardı. hayır, ona değildi göz yaşları,kendilerineydi. insan bencildir,bu onların doğasında vardır. çiçek güzel koktuğunda çiçeğin kokusunu severler,koparırlar ve solunca da çöpe atarlar. o gece de kendilerinin var olmasıyla olmaması arasında pek fark olmayan vicdanları sızlamıştı diye ağlamıştı bazıları. bazıları rol yapıyordu tabii ki de,onları da unutmamak lazımdı. oysa ne aptallardı,onların hiç biri gerçekten ölen kişini kaybettiği için ağlamıyordu. o kişinin şefkatini, sevgisini,dikkatini bir daha göremeyecekleri için ağlıyorlardı. dediğim gibi çoğuysa vicdanları sızlamıştı diye ağlamıştı. gerçek şuydu,insanın ölümüne ağlanmamalıydı,onun yaşarken ölmesine ağlanmalıydı. yaşayarak ölmek ödül gibiydi,fakat yaşamadan ölmek. felaket. bense suskundum,hisslerim bu gecelik beni terk etmişe benziyordu. bu haberden 14 saat önce emeğimin çöp olduğu haberini almamış gibi,terasa yaslanmış ay'ı izliyordum. yıldızlar yok-,diye düşündüm. sahi,neredeydi onlar? umursamam gereken tek şey şuan onlardı. büyük ihtimalle şokun etkisinden çıktıktan sonra büyük bir çöküş yaşayacaktım,farkındayım ama umursamadım. gökyüzü çok temiz ve güzeldi. haksızlıktı, ay asla ölmüyordu,fakat ölen insanları görmeye mecbur edilmiş gibiydi. en çok acı verende yaşayarak ölen insanları görmesi,fakat hiç bir şey yapamıyor olmasıydı. rüzgarı saçlarımda hissettim,gözlerimi kapadım. derin bir nefes aldım ve acıyla yüzleştim.
13.07.23
3 notes · View notes
doriangray1789 · 7 months
Text
Çiftler dışarıya çıktığında Bir erkeğin görevleri nelerdir?
WC ye giden eşi WC kapısında beklemek diğer bekleyen erkeklerle mümkünse göz göze gelmemek ( hani göz göze gelsen, içeride toplu bir eylemin farkındalığını paylaşmış olacaksın- followship)
yapılan alış veriş torbalarını taşımak
eşinin mağaza ziyaretlerinde rahat prova yapsın diye onun çanta mont vb eşyalarını taşımak
1,5 m2 lik incik boncuk mağazalarında bir kaç saat vakit geçirmesini anlamaya çalışmak ( 1,5 m2 - iki adımda mağaza kapısından mağaza sonuna gelinebiliyor )
Özellikle yemek yenecekse sıraya girmek yemekleri almak masaya getirmek
Eve döndüğünde, bir erkeğin rutin görevleri nelerdir?
-çöpü atmak. -WC’ye gittikten sonra mutlaka temiz tutmak…koku varsa gidermek için havaya üfff lemek dahil bilimum önlemler almak -hafta sonu kahvaltısı hazırlamak. -ütülenen kendine ait kıyafetleri katlayıp yerine yerleştirmek. -pazar, market, kasap alışverişini yapmak. -ızgara, et, balık, kızartma, salata, güveç türevi yemekleri yapmak. -çayı demlemek, kahve yapmak. -akşamları çerez-meyve tabağı hazırlamak. -bulaşık makinesini boşaltmak. -kapıya bakmak. -ufak tefek tamiratları yapmak yada tamirci çağıracak derecede bozmak. -perdeleri asmak. -iade olacak ürünleri kargoya vermek. -tertiplenen eşle dostla sosyalleşme planlarına ayak uydurmak. -gereğinde çamaşır asmak yada toplamak. (bu rutin değil.) -eşinin işiyle ilgili bitmek tükenmek bilmeyen şikayet ve eleştirilerini ilgiyle dinlemeye çalışmak. (bu allah'ın emriymişçesine rutin!) neyseki artık bizimle çalışıyor şikayetlerini yerinde dinliyoruz eve iş taşımıyor yani 😁
bunlardan hariç, kendince başkaca görev icat eden erkişiler varsa, biliniz ki onlar çölde su arayan bahtsız bedeviler gibi…
Emeklilik yaşı da yok…
ataerkil bir bakış açısıyla davranmadan, hayatın müşterikliğine göre davranmak en güzeli, tek tek görevleri saymanın manası da yok. elinde kumanda, atletle göbeğini kaşıyarak tv karşısında pinekleme de olmasa 😁 şaka şaka sorumluluk sahibi ol, empatik ol. hepsi bu…
Yazı ironi içeriklidir
Yoksa evin erkeğinden şikayet mi !!! Asla
🗣🗣🗣🗣🗣
Efendim canım… 😱
Erkekliğin %90 kaçmak % 10 u hiç ortalıkta görünmemektir
Karısından korkmayan erkeğin anlatımları da askerlik anıları gibidir
ulan eve girdim bir bağırdım
sktir lan bizde ev boşken heyt diye giriyoruz ufak at civciv 🐥 ler de yesin
erkek dediğin vurdu mu masaya bir tek kendi sesi çıkar…
kılıbık erkek ile kılıbık olmayan erkek arasında on dakikalık bir fark vardır.
kılıbık erkek karısının istediğini hemen yapar.
kılıbık olmayan erkek ise on dakika sonra
daima haklısın karıcım diyerek son sözü söyleyen cesur erkek profili önemlidir. bu profillerden bazıları etrafındaki arkadaşlarına “happy wife happy life” diye nasihat ederek, filozofik yönlerini de ortaya koyarlar.
Tumblr media
3 notes · View notes
Text
Bazen bi kolye, bazense bir saç teli.. anılar her şekilde biriktirilir. Karşınızda değer verdiğiniz biri bileğinize ip bile bağlasa kopana kadar çıkarmazsınız. Hiçbir anınız yoksa.. onun tek bir şeyi bile yok bende ne kadar acı verici değil mi.. özlüyorsun,sürekli onu düşünüyorsun, onun için göz yaşı döküyorsun ama yok.. senden kilometrelerce uzakta. Korkuyorum sesini unutmaktan, onu unutmaktan, en çokta onun beni unutmasından. O varken ışıklar yanıyordu, şuan ışıklarım söndü,karanlıkta kaldım..
Hala aynı yerdeyim,hala aynı yerde aynı sessizlikte bekliyorum. Sessizlikte insan belki aradığını duyar dedim,ama şarkıları hiçbir zaman kapatamadım. Zira ben seni şarkı dinlerken daha iyi duyuyorum. Senin bana söyleyebilecek kelimelerin kalmadı, senin yerine şarkılar dinliyorum. Çünkü biliyorum,sende öyle güzel konuşursun,bir farkın yoktur şarkılardan,bir şarkı gibi seninde notalarını ezberlemişim, her çalan notada bir sonrakini bile tahmin edebiliyorum. Oysa şimdi sen neredesin,ben neredeyim. Notalar kadar yakın değiliz birbirimize ama bil ki bizde notalar gibi yan yana olsak bir şarkı çıkar ortaya. Ben her şekilde aynı yola çıkıyorum. Hala aynı yerdeyim, hâlâ aynı yerde bekliyorum. Dönüp dolaşıyorum,bir sürü sokağa giriyor bir sürü caddeyi geçiyorum. Dünya mı Yuvarlak gerçekten yoksa ben mi çıkmazdayım...
2 notes · View notes
biredebi · 2 years
Text
Geldi, oturdu karşıma. Gözlerinde öfke ve heyecan karışık bir şekilde sordu; “ Sen ne yapmaya çalışıyorsun? “ Hiçbir şey söyleyemedim. Kalakaldım öylece. Sadece bir hafta önce bana aşkla gülümseyen masmavi gözleri, öfkeden siyaha bürünmüştü sanki. O tutamadığım elleri bir yumruk olmuş, sıkmaktan kıpkırmızı olmuştu. “ Bir şey söyle “ dedi bana. “ Öyle bir şey söyle ki yaptığın şeyi unutayım hemen. Söyle! Ben ne yapmadım da o yaptığına mani olamadım. Ben ne yaptım da seni bu hale getirdim. Tanıdığım adam bu değil. Benim tanıdığım adam kalbini avuçlarıma bırakırdı. Ağzından dökülen her kelam benim için çıkardı. Ben ne yaptım da bu adam susuyor şimdi? “ 
Yanımda yarı öfkeli, yarı sevgili otururken; ne yaptığımı idrak ettim. Yaptığım şeyin bir izahı yok elbet. Çocukluk desen o da değil. Lakin benim sevdiğim kadına değil başka bir erkek kendi öz babası dahi el kaldırıyorsa, bunun cezasını misli ile öder! 
Dün yanıma vardığında yüzünün sağ yanı kızarmıştı. Gözlerinden yanaklarına akıyordu gözyaşları. O güzel, bana aşkla bakan bir çift göz, üzüntüsünü bir şelale gibi atıyordu göğsüme. Ne olduğunu sorduğum da hıçkıra-hıçkıra “ Babam benim seninle birlikte olduğumu öğrenmiş. Önce tokat attı sonra da kemeriyle dövdü “ dedi. O son kelimeyi söylediğinde ki pişmanlık, göğsüme gözyaşları ile kendini bırakışı beni öyle etkiledi ki; ne yapacağımı şaşırdım bir süre. Ağla dedim sevdiğime; yalnızca bana ağla. Ama meraklanma seni ağlatan da ağlar nasıl olsa. Bir süre ağladıktan sonra rahatlattım sevdiğimi. Sildim gözünden akan yaşı, kondurdum en güzel öpücüğümü dudaklarına. Gel dedim. Yürüyelim biraz el-ele. Görsün bütün şehir bizim aşkımızı, bizim sevdamızı. Önce utandı elbet. Ama sonra bıraktı kendini kollarıma. Sığındı belki de aşkımıza. 
Leyla teyzenin dün altın günü varmış. Mahallenin bütün kadınları ondaymış. Balkonlarının önünden geçtik el-ele. Önce “ Aşkınız daim olsun gençler “ dedi, ardından hemen babasına yetiştirdi. Daha köşeyi dönmeden ufaklıklar koştu “ Ağabey, ablayı babası eve çağırıyor. Sizi biliyorlar. Kaçın! “ dediler. O an elimi bir sıkışı vardı ben işte o an, tam da o an; kendimi gerçek bir erkek, gerçek bir aşık gibi hissettim. “ Korkma” dedim. “ Ya herro ya merro. Bundan sonra başımıza ne gelecekse beraber gelecek. Bende seninle geliyorum “. Ellerimizi hiç ayırmadan evinin önüne kadar geldik. Babası camda bekliyor elbet. “ Ayrılın Laaan!!! “ diye bağırdı bizi görünce. “ Gel ulan aşağı “ diye bağırdım. Mahalle inledi sesimden. “ Bu kızı artık üzemeyeceksin. Üzersen karşında beni bulursun. Adamsan bırak kemeri in aşağı görelim bakalım hangimiz daha delikanlı “ diye inlettim sokağı.
İndi aşağı babası. Kapıda belirdiği anda daha sıkı yapıştı elime. Sağ elimin tersiyle çıkarttım tokadı babasına. Yere yığıldı oracıkta. Zaten sinirden şişenin yarısını görmüş. Ayakta duramıyordu. Bende o ��zgüvenle vurunca uzattım adamı yere iki seksen. Ve kendimi durduramadım sonra. Yerde yatan o adama öyle bir giriştim ki ayıramadı beni kimseler. Bir sağdan bir soldan giriştim bir güzel. Ne burnu kaldı, ne ağzı. Bir yandan yumruk atıyorum, bir yandan da kan fışkırıyor vurduğum yerden. Güzelim babasını öyle görünce dayanamadı elbet. Tuttu omzumdan, çevirdi gözlerimi gözlerine. Dur!!! Yeter!!! diye haykırdı suratıma. Öldürecektim az kalsın adamı. Evet ölmedi hala yaşıyor ama komaya sokmuşum adamı. Yüzünde ki tüm kemikler kırılmış. Bir ara yerden kalkmaya meyletmişti, o arada da parmaklarını kırmıştım. Yerde yediği darbelerden kaburgasında çatlak, omurgasında zedelenme olmuş. Aşk insanı bu kadar kör edebiliyor işte. Aşkın uğruna adam bile öldürmeye teşebbüs edebiliyorsun.
Babası hastane de, o aşkının yanında bir cevap bekledi benden. Ağzımdan tek bir cümle dökülebildi: “ Benimle evlenir misin? “
11 notes · View notes
aynodndr · 1 year
Text
Tumblr media
BENİM GÖZÜM
UYGARLIKTA DEĞİL;
MUYGARLIKTA
Şöyle demiş Koca Şair:
“Hayat, mayat diyorlar
Benim gözüm mayat'ta
Hayatın eksiği var
Hayat eksik hayatta…”
Ben de diyorum ki:
“Uygarlık, muygarlık diyorlar
Benim gözüm muygarlıkta.”
Neden mi?
Çünkü uygarlık, yani medeniyet,
çağın insanını mutlu etmiyor.
Çünkü o, tek dişi kalmış bir canavar.
Çünkü onda kültür yok, irfan yok.
Çünkü şehircilik denilen medeniyet,
Bedevileri de, dağ ve çöl adamlarını da
magandaları da barındırıyor içinde.
Çünkü bu çağın medeniyeti “MİM”ini yitirdi;
Dünyamızı DENİLEŞTİRDİ (alçalttı.)
Çünkü bu medeniyet, bir örtünün adı;
Emperyal güçlerin gizli emellerini
bizlerden gizleyen bir örtünün adı…
Çünkü bu medeniyet, sanki bir sihirbaz,
Birilerinin gözlerini kamaştırarak
Müstağripler (Batıcılar) üretiyor;
Aydın sınıfını, kökü mazide olan
âti (gelecek) olmaktan uzaklaştırıyor.
Çünkü bu tek dişli canavar,
Ortaçağ karanlığını aydınlatan,
birilerinin engizisyonlarını bitirten
öz be öz medeniyetimizi unutturdu bize.
İnsanlığa, çeşitli ırk ve kültürleri
bir arada yaşama örneğini sunan
Son Peygamberin imzaladığı
“Medine Sözleşmesi”ni de unutturdu.
Bir başka deyişle Hz. Peygamber(s.a.s)’in
MEDİNE’sini unutturdu.
Temellerinde, istişare ve istiharenin;
adalet ve mizanın;
irfan ve vicdanın;
Güzel ahlak ve erdemin;
Huzur ve sükûnun bulunduğu
dev bir medeniyeti unutturdu.
Onu şehir efsanelerine,
Hurafe ve batıl inançlara
kehanetlere büründürdü.
Bizlere Semaniye, Süleymaniye
medreselerini değil,
Selimiyenin, Süleymaniye’nin
kubbelerini değil;
Loncaları, kervansarayları,
şifahâneleri ve sebilleri değil;
kan ve göz yaşı kokan savaşları,
taht kavgalarını, saray sefalarını
ve entrikalarını, kardeş katlini gösterdi.
Evet, ben böylesi bir medeniyet istemiyorum.
Ben İbn-i Haldun’un Mukaddime’sinde
anlattığı ÜMRAN’ı istiyorum.
Merkezinde “Mükemmel insan” olarak
Hz. Peygamber’in bulunduğu ÜMRANI.
Sadece teknoloji ve bayındırlığı barındıran değil;
Kültürü, irfanı, vicdanı, mizanı,
adaleti, eşitlik ve kardeşliği de kanatları
altında barındıran ümranı istiyorum…
Ne dersiniz;
Böylesi bir ÜMRAN için dualar edelim mi?
2 notes · View notes
fakatmuzeyyen · 1 year
Text
Bazen bazı şeyler kelimelerle anlatılmaz. Seni sevme çabamı hiçbir lügat karşılayamaz. Hiçbir lisanda sende kalma gayretimi açıklayacak tek bir söz bulunmaz. Haykırışlarım ve içime döktüğüm onca göz yaşı bazen bir karşılığa sahip olmaz. Beni sev diye uğruna verdiklerimdir nabız diye bileğimde vurup duran. Adın dilimde migren ağrısıdır çünkü sevgilim. Gülüşünü unutan hafızam reva mıdır bunca çabaya? Vazgeçmeyi kabul eden yüreksiz yüreğim elzem midir artık bu vücuda? Gözlerimi kapattığım zaman yok olacağını sandığım bi aşk büyüttüm ben. Arkamı dönünce görmem, kulağımı kapatınca duymam sandım. Kaçabilirim sandım ama yapamadım. Yapamam. İçimde hala sana uğrayan duraklar var. Hala sesini yankılayan duvarlar. Sana geldim. Issız durakları geçip sana geldim sevgilim. Sonu olmayan bi sefere bilet alıp kayboldum. Sana geldim. İnan uğruna hiç olmak zoruma gitmedi. Epey önce senden sonra kimsenin beni öldüremeyeceğini anladım çünkü sevgilim.
6 notes · View notes
keemlenyekun · 1 year
Text
Lazarus Morell
Köleleri özgürleştirme ayağına daha da köleleştiren dolandırıcı Lazarus alçağına sevgiler saygılar.
Ah ulan kapitalist düzen. Herkesi köleleştirdin özgürlük yalanlarınla. Ben kapitalizm diyeyim sayın defter sen günlük siyasete uyarla.
Misalen ben sana zam yapayım, zam yaparken alacağım vergimi de artırayım ama. Ne güzel iş değil mi? Gelir vergisi dilimlerini değiştirmeyen kapitalist düzen neyi amaçlamaktadır? Amaaaannnn. Bana ne? Çok da fifi. Borca batmışım, iş yok, avukatlık bitmiş. Ama bu tip saçmalıklara verdiğim tepki net: bana ne? Bu tepkisizliğin seçimle de ilgisi yok, bu benim zaten dışlandığım toplumdan kendimi acısı ve tatlısıyla soyutlama şeklim.
Acısını dedik de sayın defter, tatlısında nasıl soyutluyorum kendimi? Misal geçen Galler maçında stattaydım. Mehterle gaza gelmeler, ne mutlu türküm diyeneler, şehitler ölmez vatan bölünmezler, bu anları yaşasa idi 2016 yılındaki serco, muhtemelen ağlardı. Öyle de ağlak bir tipti. Ama şimdi saygı duymakla birlikte, saçma bulup gülümsüyordu. Hakeme küfür ettiysem de, milli takımın gollerinde aşırı sevinmişsem de beni üzen bir şey vardı maçta. Onca kalabalığın içerisinde, -kalabalık insanı güçlü kılar biliyorsun, suçtan azade kılar- bu insanlara gönül koymak, tek kalmak, yanisi dışlanmış olmak beni üzdü. Nedendi ki? Neden dışladınız oğlum beni? Hain olmayan beni neden kör kuyulara attınız?
Tumblr media
Şurada tribünde defalarca aynı gole sevinmiş, göz yaşı dökmüş adamım neden yani? Devletin yatılı okulunda kara şimşeğe ben de kaşık salladım ulan! Yurtta yanmayan kaloriferlerin dibinde hasta olup ben de titredim, vatanımı gezmek yerine çok çalışacak kadar çok sevdim. Hala da seviyorum, yalan değil. Ama neden yani? Kurunun yanında yaş da yanıyormuş. Amk böyle işin. Yanmasın birader? Bu hikayede yanan neden ben oluyorum? İşte bu gönül kırgınlığı ömrümün sonuna kadar geçmeyecek. Ah bu gönül kırgınlığı. Arkadaşlık bağıyla kimseye bağlanamama sorunsalı. Bu gönül kırıklığından hep.
Bankalarda blokeliymişim. Nedeni belli değil. Vakıfbank beni reddedince dedim bir de şansımı garantide deneyeyim. Başvurular tamam ama kredi kartı sekmesine sokmuyor gişedeki kadını. O da diyor ki ilk defa rastlıyorum bu duruma. Onlara da beraat kararlarını attık. Cevap bekliyorum. Vakıfbqnkı BDDK'ya şikayet ettim bakalım ne sonuç çıkacak. Doğru düzgün cevap veren bile yok. Kredi kartı meraklısı değilim ama haksızlık içerisinde boğulmaktan bunaldım. Üzerime üzerime geliyor tüm kanunlar, tüm kurallar. Sorun kredi kartı kullanmak değil. Kullanmıyorum ki. Hanımınki yetiyor da artıyor. Kredi de çekmeyeceğim. Ama bu his var ya. Bu adaletsizlik hissi. Bu his. Bu ezilme hissi. Boğuluyormuşum gibi nefes almamı engelliyor. Tam da bu boğulma anında şu şarkı suyun derinliklerinde çalmaya başlıyor.
youtube
Loş karanlık gibi her yer işte.
Değişik hisler içerisindeyim. Avukatlık zor iş, kimsenin yanında çalışmak istemiyorum, kendi işimi yapacak ne vaktim ne param var. Cmk atamalarına gidiyorum. Gecenin bir yarısı sarhoşla uğraştım misal. Sarhoş olsa yine iyiydi adam haplanmıştı. Ah benim güzel şehrim. Uyuşturucu öyle bir seviyede ki. Şuan ıslık çalsam torbacı bulurum. Bir de buna üzülelim. Yetmiyor gibi buna da üzülelim.
Bein sports aboneliğimi yaptım. Samsun maçlarına stata da gidebilirim ara ara. Kitap okumaya başladım yine. 2014 yılında aldığım kitabı yeni bitirdim. Ahahaha. Biraz hızlı okuyorum sanki. Sonra kütüphanemde farkettim ki bazı kitaplarım kayıp. Cemil meriç bu ülke yok misal. Hanımınkiyle idare edicez. Ama notlarımı okumak isterdim. Bir kaç kitap daha yok. Çile yok misal. Nfkya kızgın olsam da kitaplarımın kaybolmasından hiç hoşnut değilim.
Hayat akıyor. Allah sağlık versin herşeye sabrederiz gibi.
Gibi mi sence sayın defter?
Bir gece, avluda sigara bidonuna yağmur suyu damlıyor, damladıkça pıt sesi duvara çarpıp paaat sesine dönüyor. Gece boyunca bu sesin altında düşünmek. İşte o sabrın gibisi budur.
Vesselam.
4 notes · View notes