Tumgik
#yılmaz duru
billkill · 1 year
Text
Berk, Ali çıktıktan sonra birkaç dakika bocaladı. Ondan sonra, alelacele paraları toplamaya başlayarak babasının yanına çıktı. Kenan ile, salonda karşılaşmıştı.
"Ne söyledin çocuğa?" diye sordu adam. "Apar-topar kaldırdı anasını götürdü..."
"Hi-Hiçbi' şey," dedi Berk.
"Bana yalan söyleme. Ben yalan söylediğin zaman senin gözünden anlarım..."
"Baba, vallahi billahi benim bi' suçum yok!" diyen Berk, inandırıcı ve doğal olmaya çalıştı. Fakat bu gecenin sonunu görebiliyordu. O odaya geri dönmek...
Ama çalan bir kapı zili, Berk'e Hızır gibi yetişti. "Derya," diyerek yanından ayrıldı Kenan, ama gelen Ayla'ydı. "İyi akşamlar Kenancım," diyordu.
"Ayla teyze..." diye kekeledi Berk. "Cemre geldi mi?"
"Hayır, canım," diye cevap verdi kadın. "Evde uyuyor o. Biliyorsun, reçetesine bulimia ilaçları eklenince iyice ağırlaştı uykusu, her gün kış uykusuna yatıyor neredeyse... Kenan... bu... dört kadeh de neyin nesi?"
"Ben sizi yalnız bırakayım, konuşacaklarınız vardır," diyen Berk, odasına hamle yapmaya çalıştı.
"Kaç bakalım, kaç odana," diye kızdı Kenan. "Bunu sonra konuşacağız!"
"Asıl sen kaçamak yanıt verme Kenan, kim bur'daydı!"
Ayla'nın kıskançlıkları sağ olsun, odasına kapanmayı başaran Berk, önce gözleri dalarak yatağına oturdu. Aslında, telefon çalana kadar telefonun varlığını unutmuştu, ama arayan Arap'tı. Bu çağrıyı sessize aldı önce, ve bir his kaplamaya başladı kendisini. Bu hissi biliyordu, bu, Pandora'nın başına gelen histi, Psyche'nin başına gelen şeydi, bu his... meraktı. Her ne kadar vicdanı, başka birinin telefonunu karıştırmamasını söylüyorsa da, elinde kilidi açık bir telefon vardı ve, Berk'in parmakları onun üstüne gitti.
Arka plan duvar kâğıdını Hato süslemekteydi öncelikle. Eskiden, insanlar birbirinin en çok mesajlaşmalarını merak ederdi, ama artık telefonların içine bir dünya sığabildiği için, Berk önce galeriye baktı. Tahmin ettiği gibi Vefa, Arap ve Zeyno'yla bir sürü selfie buldu... Ama bunlardan daha çok, Derya Hanım'ın fotoğrafı vardı. Bir futbol arşivi vardı Ali'nin, en çok Messi görülüyordu bu arşivde. Cemre'yle selfie'leri de vardı, Berk kıskanıp kıskanmadığı konusunda kalbini yokladı. Cemre'nin, Ali'ye nasıl baktığını görmüştü... Berk'e, hiç bakmamıştı Cemre böyle.
Bir video vardı, onu açtı delikanlı. Dörtlünün, Vefa yaşarken denize gittiği bir gündendi... kamera Ali'nin elindeydi. Vefa'nın doğum günü olduğu anlaşılıyordu. Vefa, suya atlamaktan korkmuş, şu Arap'ın abisi olan kro adam, onu tekmeyle denize göndermişti... Video bitince uygulamadan çıkan Berk, notlar bölümüne baktı. Çeşitli filmlerden replikler vardı, bir tanesini yıldızlamıştı Ali:
"Şeytanın asıl numarası, yokluğuna inandırmasıdır."
Sonra, bir sürü klasör buldu. Büyük harflerle adlandırılmış olan, VEFA'NIN CİNAYET DOSYASI idi. Bunu açtı Berk. Bunun içinden, her biri hakkında minik minik klasörler çıktı. Ege Şimşek için şöyle yazıyordu:
"Çok rahat bir tip... Vefa ile neden sorunu olsun ki? Uyuşturucuya bile bulaşmamış..."
Berk, okumaya devam etti:
"Çağrı Koçak: Uyuşturucu sorunu en çok öne çıkan tip. Fıstığa alerjisi var... aşırı doz kullandığı bir günün gecesinde, Vefa'ya saldırmış olabilir mi?
"Hazal Küçük: Paragöz... ama para için bile bu cinayeti işlediğini düşünmüyorum. Genel olarak kızlar, katil adaylarım arasında değiller. Hem Vefa'nın gücünün onlara yetebileceğini düşünüyorum...
"Cemre Yılmaz: Kızların içinde, Vefa'nın katili olmak için son adayım. Cemre'de bir şey var, onun böyle bir şey yapabileceğine inanmıyorum... annesi, bu okulun en büyük bağışçısı... Cemre'yi popüler kılan da bu... babası, kardeşi Emre'yi kaybettikten sonra gitmiş.
"Duru: Zararsız bir tip, onun da Vefa ile sorunu olmasa gerek.
"Mavi Güneş: Başlarda Vefa'nın davasıyla çok ilgileniyordu, son zamanlarda bu alakasını kaybetti, ama çok normal, Vefa'yı bizim gibi çocukluktan beri tanımıyor... alt tarafı bir sınıf arkadaşıymış işte onun için...
"Leyla: Uyuşturucu sorunu var, ama Vefa'yla sorunu yok."
Berk, öğretmenlerle ilgili notları atlayarak nihayet kendisinin anlatıldığı mini-klasöre ulaşabildi:
"Uyuşturucu sorunu var... onu kaçırmaya geldiğim gece dikkatlice inceleme fırsatı bile bulamadığım fotoğraflarda, şimdikinden daha mutlu görünüyordu. Eğer onun ölümüne neden olsaydım, kendimi ömrümün sonuna affedemezdim... Bir katili ararken, kendisi katil olan insan, asla aklayamaz vicdanını..."
Sonra, yine Vefa... Berk, Vefa'ya adanan bu son mini-klasörde, şu cümleleri buldu:
"... Sen öldün kardeşim. Babamı kaybettikten sonra, bunu anlamak için çok küçüktüm ama, şimdi çok iyi anlıyorum ki, ben bir kardeş istiyorum... Evet, Osman amcanın gözlerinde fark ettim bu dileğimi. Senin başına gelen benim başıma gelse, annem n'apar? Tutunacak bir dalı mı var? Ben tek çocuğum... ama bir kardeşim olsaydı, şöyle benden küçük bir erkek çocuk, abilik taslayabileceğim, o sahip çıkardı anneme, koruyup kollardı... Şimdi diyorsundur ki, 'Arap da senin kardeşin, Zeyno da,' evet, Vefa'm, onların kardeşim gibi olduğunu biliyorum, ama istersen bana 'bencil' de, onlarla kan bağım olmadı ki hiçbir zaman... Kan bağı farklıdır. Gerçek bir kardeşe sahip olmanın nasıl bir his olduğunu merak ediyorum, bunu anlamak için Arap'a bakıyorum bazen. Evet, Bilal gibi bir abi ama yine de bir abi... Zeyno'ya gelince... sekiz yaşında bir kardeşi olduğunu öğreniyor, adını öğrenmeye bile tenezzül etmiyor. Evet, biz Zeyno'muzu hep dik başlı olarak biliyoruz, elbette yumuşayacaktır, ama şu an... ne bileyim, bir kardeşinin olduğunu öğrenir öğrenmez ona koşmak istemedi mi merak ediyorum. Boynuna sarılıp, 'Sen benim kardeşimsin,' demek istemedi mi hiç? Bilemiyorum Vefa. Bildiğim tek şey, seni çok özlediğim."
Berk'in, bundan sonraki istasyonu, Ali'nin en çok dinlediği müzikler oldu. Bir tanesi vardı ki içlerinde, hem adı büyük harflerle yazılmıştı, hem yıldızlanmıştı, hem de listenin en tepesindeydi, Ali'nin favori şarkısı olduğu anlaşılıyordu... Berk, kulaklıklarını takarak, o şarkıya bir şans vermek istedi, hiç tarzı olmamasına rağmen. "Gökyüzünü Tutamam" çalmaya başlayınca, Berk, Ali'nin müzik seçimlerinin de hiç fena olmadığını düşünmeye başladı. Evet, o gün zıt düşmüşlerdi. Vefa'nın bisikletinin kırıldığı o uzun gün... Berk, o yarım saati hatırlamaya cesaret edebiliyordu şimdi.
Bisikletçinin karavanından çıktıktan sonra, yakınlarda bir park bulmuşlardı. "Yarım saatte ne yapılır ki?" diye sormuştu Berk.
"Sana, en sevdiğim anime'nin, en sevdiğim bölümünün, en duygusal sahnesini açabilirim..." demişti Ali.
"Sen ciddi misin ya, bana çizgi film mi izleteceksin? Aç bir sit-kom bölümü..."
Berk, Ali'nin halen yas içinde olduğunu göz ardı etmişti o ara. Vefa'nın kırkı çıkmamıştı henüz. Ama Ali, Berk'i kırmayarak, "The Office"in bir bölümünü açmıştı. Yirmi dakika boyunca, akıllarını her şeyden uzaklaştırarak, Michael'a gülmüşlerdi... sonra da bisikleti emanet bırakıldığı yerden almaya gelmişti sıra. Ve şimdi, Ali'nin telefonunun şarjı bitiyordu. Neyse ki, şarkı sonlanana kadar kapanmadı telefon.
"Bu vazgeçişimin, suçlusu onlar," sözleri son kelimeleri oldu telefonun.
*****
O sırada Derya, "Eee, nerede Bilal?" diye soruyordu oğluna. Ali, kendilerini alelacele, "Ne, baban abini mi evden kovdu? Senin elin armut mu topluyor oğlum, yapsana babanla abinin arasını! Tamam, tamam, iş yine başa düştü, gönder bizim evin bahçesine gitsin, sen babanla kal, biz görüşürüz abinle. Şu işin aslını-astarını bi' anlayalım, ama ateş olmayan yerden duman tütmez, içimden bi' ses, Kader ablayla Bilal abinin arasında gerçekten bi' şey olabileceğini söylüyor, sevmek suç değil Arap! Senle Duru'ya kimse bir şey diyor mu, benle Cemre'ye kimse bir şey diyor mu...!" sözleriyle Kenan'ın evinden uzaklaştırmıştı. Ali,
"Şu anda hiçbir şey sorma anne," dedi. "Yarın açıklayacağım, söz..."
Ondan sonra, o da odasına kapandı. Öylece bilgisayarına takmıştı gözünü. Önce, biraz kafa dağıtmak için onu açtı, sonra, bir yeni mail bildirimine dikkat etti.
"Yedeklemiş... yedeklemiş... YEDEKLEMİŞ!" diye bağırdığında, Derya'nın ödü koparak odasına daldı.
"Oğlum ne bu haller, önce Kenan Bey'e blöf yapıyorsun, sonra beni başından savsaklıyorsun, şimdi de odanda kıyameti mi koparıyorsun!"
"Özür dilerim, anne," dedi Ali, heyecanını saklamaya çalışarak. "Yarın her şeyi tastamam anlatacağım sana, şimdi lütfen yalnız bırak beni."
"Bak, eğer bi' acayipliğini daha görürsem, gelir anne terliği, ona göre!"
"Tamam, tamam," diyen Ali, kendisini otomatik yedeklemeye programlamış telefonundan, bilgisayarına aktarılan videoyu kontrol etti ve sonra kendini yatağına bıraktı.
Tavanda, kendisine çocukken babasının aldığı yapıştırma yıldızların fosforlarına gözlerini dikerek uyumaya çalıştı.
*****
2 EKİM 2022
Bu iğrenç his bitmemişti. Bitmiş gibi rol yapmıştı, inandırıcı da olmuştu, ama içinde halen dolaşan bir köstebek vardı sanki. Bilirsiniz, köstebekler yeraltında yaşar, onun da içi yeraltı gibiydi. Karnında gereksiz bir ağrı vardı, ağzı kuruyordu, iki yıl kadar önce o da herkes gibi korona olmuştu ve o zamanlar hissetmişti en son böylesini, fakat bu sarı ışıktı. Biliyordu, kırmızı ışık değildi henüz. Elindeki aynadan görebiliyordu bunu. Gözaltları tertemizdi, böyle mi olurdu bir bağımlının gözaltları?
"Ben bağımlı değilim, iyiyim ve daha da iyi olacağım," dedi kendine.
Israrları meyve vermiş, babasına kendini okula getirtmeyi başarmıştı, üstelik, okula en erken gelen kişilerden olmuştu. Şimdi de gözleri Leyla'ya takılıydı.
"Bi' sorun mu var?" diye sordu Leyla.
"Biraz... konuşabilir miyiz?" dedi Çağrı.
"Peki," diyen kız, önden yürüdü. Tadilat halindeki spor salonuna geçtiler, burada onları kimse göremezdi. Çağrı, "Cemre'yle Berk'i gördüm..." diye konuşmaya başladı. "Dostça ayrılıklarını yaşamaya karar vermişler. Biz de öyle olabiliriz, diye düşündüm."
"Öyle mi, peki Ege'yi kayırıp, beni rezil ederken aklın ner'deydi?!"
"Berk'in kararıydı..." dedi Çağrı. "Ege'nin rezil olmasını istemedi. Ama sen de beni merak ettiren bi' şey yaptın açıkçası... neden Ege'yle birlikte değilsin? Artık ben aradan çekildiğime göre, yeterince zaman da geçtiğine göre, niçin beraber olmuyorsunuz?"
"Senin sormak istediğin başka bir soru var..." dedi Leyla. "Dökülsene. Ha'di, burada Ege ve benim için bulunmadığın ortada. Sen ne söylersen söyle, ben senin ciğerini biliyorum Çağrı..."
"Tamam, pes ediyorum," dedi Çağrı. "Sen kazandın. Ben... pişman olduğum bir şey yaptım. Bunu itiraf etmek çok zor, ama beni en iyi sen anlarsın. Ben, şey... Serhan'ı içeri tıktırdığımız için pişman oldum."
"Biliyordum," dedi Leyla, "Benim gibi bir sürü gencin alışverişine çomak soktun..."
"Ve şimdi yeni bir satıcıya ihtiyacım var."
"Tanıyorum böyle birini," dedi Leyla. "Ama sana pahalıya patlar."
"Ver adresini, ne kadara mal olursa olsun."
"Sadece o da değil... salt hap yok bu adamda. Bu, daha çok tozun ticaretini yapıyor... emin misin?"
Çağrı emin değildi, ama öyle olduğunu söyledi. Belki de bir adım ötesine geçmenin zamanı gelmişti.
Leyla'dan adresi aldıktan sonra, ellerini ovuşturarak spor salonundan çıktı.
*****
Ali, sınıftan içeriye girdiğinde, Hazal'ı cırlarken buldu. "Ya, Berk yok, diyorum arkadaşlar ya, ne kadar tasasızsınız!" Artık, Berk'e âşık olduğu, bütün okulun malumu olduğu için, kimse yadırgamıyordu onun bu endişesini. Telefonunu kaldırıp Berk'i bir daha arama teşebbüsünde bulundu. Yine sesli mesaja düşmüştü. "Ben niye zaman kaybediyorum ya?" diye sordu genç kız. "Sen kaçırdın Berk'i, di mi Ali?"
"Saçmalama Hazal, aynı hatayı neden bir daha yapayım?"
"Yalan söylüyorsun, öncekinde de söylediğin gibi. Ben inanmıyorum sana, Berk'i kaçıran da sensin, ona yalan ifade verdirten de. Söyle Berk'in yerini!"
Hazal'ı hiç umursamayan, ve, "Bilmiyorum, bilsem de sana söylemezdim! Ben kendim giderdim yanına," diye sınıftan çıkan Ali'nin, gerçekten de bir tahmini vardı. Oraya gitti, tadilattaki spor salonundan bile tahmin edilemeyecek o kuytu köşeye. Berk'i, "tahmin ettiği" gibi orada buldu. Delikanlı, geldiğini fark etmemişti, halen başı, kollarının arasında duruyordu, dizlerinin üstünde. Ali, ses çıkarmadan yanına oturdu, ondan sonra korkutmamak için, önce boğazını temizledi. Başını kaldıran Berk'e, "Sende benim bir emanetim var..." dedi. "Onu almaya geldim."
Berk, şarjı bitmiş telefonu ona iade ederken, bu durumu paylaştı. "Yani aklın kalmasın... Hiçbir şeyini karıştırmadım içindeki." Gözlerinin içine bakmıyordu.
"Karıştırdığından endişe etsem, dün dönerdim telefonumu geri almaya. Hem benim hiçbir sırrım yok, telefonun içindekiler, öğrenmeni istemeyeceğim şeyler değil. Hiçbir şey saklamıyorum ben. Hiçbi' şeyi silemezsin bu arada, çünkü her şey çoktan yedeklendi..."
"Niye sileyim ki?" Berk halen gözlerini kaçırıyordu. "Vefa'nın katil adayları arasından bir numaraya oturmak için mi?"
"Yok, artık son numara bile olamazsın," diye cevap vermişti Ali. "Yükseklik korkun varmış ya..."
"Ne duruyorsun?" dedi Berk. "Ha'di gitsene, geç bile kaldın. Anlat herkese bütün korkularımı; herkesi bir bakışıyla muma çeviren Berk'in, evinde küçük bir çocuk gibi ceza odasına kapatıldığını... O herkesin korkulu rüyası Berk Yağızoğlu'nun, on yedi yaşında bile bir çocuk gibi cezalandırıldığının görgü tanığı oldun sen, bunun için de hiçbir görsel kanıta ihtiyacın yok..."
"Saçmalama Berk, niye böyle bir şey yapayım? Hem... değil sen, küçük hiçbir çocuğa böyle ceza verilemez. Benden önce kalkıp, kendini göstermesi gereken sensin. Herkes seni merak ediyor."
"Gidemem," diyen Berk, ağlamıyordu ama gözlerinin dolmasına da engel olamıyordu, "Rezilce bir durum bu, kimsenin gözünün içine bakamam."
"Dinle, Berk..." dedi Ali. "Ben bu durumun bilinmesini istiyorum, ama babanın yaptığı şey yanlış olduğu için. O yüzden ben, hiç kimseye söylemeyeceğim. Senin, hazır olduğunda söylemen için sabırla bekleyeceğim... Şimdi, senden rica ediyorum, lütfen gel. Bak sen ortalardan kaybolduğunda ilk şüpheli ben oluyorum tamam mı, bi' daha yaşamak istemiyorum bu durumu."
Berk, nihayet sırıtmıştı.
"En azından gözlerimin içine baksan..."
Berk dediğini yaptığı için, Ali'nin içi rahatlamıştı. Kalktı, yürüdü. Berk, Ali'yi takip etmedi; ama Ali geride bıraktığı delikanlının kendisine katılacağını biliyordu. Er ya da geç...
*****
Derslerde, gözleri fal taşı gibi açık olan Çağrı, aslında başka bir dersin hocasının yokluğunu telafi eden babasına her şeyin normal olduğunu kanıtlamaya çalışıyordu. Fakat başında bir ağrı vardı ve, dayanmakta güçlük çekiyordu. Cemre ise, tam tersi durumdaydı. Uyuyup duruyordu derslerde.
"Çocuklar, arkadaşınızı uyandırır mısınız," diye uyarmak zorunda kaldı Önder. "Tamam, biliyorum, boş ders gibi geçiyor ama, kural kuraldır."
Cemre, uyandığı ortamda biraz afalladı. Bu vakitsiz uykulardan nefret etmeye başlamıştı, ama bunu engellemenin tek yolu, ilaçlarını bırakmaktı. Çünkü psikiyatrik ilaçlar da tek başına uyku yapmıyordu, Bulimia ilaçları da. İkisi birbirine karışınca, ilaç etkileşimi oluyordu ve bu neden oluyordu kızın günde on iki saate varan uykulara dalmasına.
Cemre, hemen o öğle vakti dozlarını almayı bıraktı.
Tabii bunun, etkileri hızlı oldu. Cemre, Arap'la Duru'nun samimiyetlerine sinirlenmeye başladı artık. Aşk, Cemre'nin bu hayatta en çok değer verdiği olguydu ve Duru'nun, bunu kirletmesine dayanamıyordu. Yeni âşıkların yanında bitiverdi.
"Durucum, müdür odasından bekleniyorsun," dedi.
"Neden ki?"
"Okuldaki uyuşturucu muhabbetleri üzerine, her öğrenciyi çağırıp tek tek sorguluyorlar..."
"İyi de, benim ne alakam olur?"
"Olmasına gerek yok, ha'di git Duru," diyen Cemre genç kızı göndermeyi başardı. Ondan sonra Arap'a, "N'aber," dedi.
"Zıpkın gibi, fişek gibi," diye cevap verdi Arap. "Senden?"
"Benim canım sıkılıyor," dedi Cemre.
"Hayırdır inşallah, bizim kerata mı bir eşeklik yapıyor...?"
"Hayır, sorun Ali değil..." dedi Cemre. "Ben de değilim. Sorun, Duru..."
"Duru mu?" diye sordu Arap. "Nesi varmış sevgilimin?"
"Açıkçası bekleyip durdum sana itiraf etsin diye, ama kız o kadar yüzsüz ki... iş bana düştü... Öncelikle senden duymalıyım... Arap, acı gerçekleri işitmeyi mi tercih edersin, yoksa yalanlara inanıp sonsuza kadar mutlu olmayı mı...?"
"Yenge, ne demeye çalıştığını anlamıyo'm ama, 'Acı gerçekleri,' diyeyim..."
"Doğru olanı seçtin. Duru'nun, Amerika'da bir sevgilisi var, Arap."
"Cemre, müdürün beni çağırdığı falan yok, niye yalan söylüyorsun ya?" diyerek geldi Duru. Arap, gözleri dolu dolu soruyu yapıştırdı:
"Asıl sen bana yalan mı söyledin?" Duru, anlam vermeye çalışarak baktı. "Amerika'da bir sevgilin olduğu doğru mu senin?"
"Arap, ben... ben..."
"Ben, senin gibi bir Tozluyakalıyı yanımda sevgili diye dolaştırmak bir kenara, süs köpeği olarak bile dolaştırmam, mı diyecektin?" diye sordu Cemre. "Amerika'da bir sevgilim varken, senin gibi bir varoş ancak geçici bir heyecan olur benim için... neticede uzak mesafe ilişkileri böyledir, böyle mi söyleyecektin Duru?"
"Ya sana ne Cemre, seni ne ilgilendirir, neden karışıyorsun bizim ilişkimize!"
"İyi ki de karışmış!" diye bağırdı Arap. "Bi' daha bana selam bile verme, yoluma çıkma, sakın bana bi' daha Arap deme!"
Duru, Arap'ın koşarak kaçmasına engel olamadı. Ondan sonra, ağlayarak Cemre'ye baktı. "Beğendin mi yaptığını?"
"Şimdi sana kötülük yaptığımı düşünüyorsun ama..." dedi Cemre. "Gün gelecek, Arap'la ilişkiniz sağlamlaştığında bana teşekkür edeceksin."
*****
İstanbul'da havalar soğuklarına biraz ara vermiş, lodos esmekteydi şimdi. Bu, Derya'ya da baş ağrısı vermişti. Dükkânının önünde, işlerine biraz mola verirken, Arap'ın koşarak geçmekte olduğunu gördü. "Oğlum, senin ne işin var bu saatte bu mahallede!" diye bağırdı...
"Öğleden sonrası için izin aldım Derya teyze, kendimi biraz kötü hissediyorum da!"
"Lodostandır..." diyen Derya, dün kendi oğlundaki acayiplikleri de hatırladı. "Umarım Zeyno'ya da esmez bu kötü havalar..."
"Merhaba," diyen bir ses ortaya çıktı. "Kader'di, di mi?"
"Yok, ben Derya..."
"Ah, nasıl da anlayamadım..." diyen Nesrin, dükkânın tabelasına baktı: Derya'nın Unlu Mamulleri. "Ben de Nesrin, Çağrı'nın annesi."
"Memnun oldum, başınıza gelenler için çok üzgünüz... biz de müsaitseniz sizi ziyaret edecektik evinizde bu akşam," diyen Derya, "eviniz"le kastettiği şeyi düşünerek elini başına götürdü. Nesrin'in evi değildi ki teknik olarak, Önder'le Çağrı'nın eviydi.
"Lodostandır..." diye gülümsedi Nesrin, ve izin almadan yanına çöktü. "Ben buraya Kader Hanım için gelmiştim aslında, ikidir Çağrı için beni arıyor, ama ben onun telefonunu kaydetmemek gibi eşeklikler yapıyorum... Mahcubum kendisine karşı..."
"Sorun etmeyin, Kader benim kırk yıllık dostumdur, böyle şeyleri dert etmez. Ben kendime sert bir kahve yapacağım, bana eşlik eder misiniz?"
"Hayhay," diyen Nesrin, gülümsedi.
*****
Zeyno, Arap'ı kendisini odasına kapatmış halde buldu. "Neden çağrılarımızı açmıyorsun, Arap?" diye yanına oturdu. "Cemre her şeyi anlattı Ali'ye... bir kız için kendini bu kadar helak etmeye değer mi? Dünyada aldatan ilk kız Duru mu? Leyla da Çağrı'yı aldatmış, Hazal'la Berk de Cemre'yi aldatmış..."
"Senin hiç sevgilin olmadığı için anlayamazsın..."
"Aman, senin sevgilin oldu da n'oldu? Yine benim tesellime kaldın. Bak, ne zaman Ali'yi düşünsem, bu şarkıyı açıyorum," diye gülümsedi. Arap, artık Vefa gibi olmuştu, yanında özgürce sevdiği adamın ismini telaffuz edebiliyordu.
"Veda ediyorum, hatıralara..." diye başlayan şarkıya, Zeyno da eşlik etmeye başladı. "Bu ayrılık seni, ağlatır belki..."
"Kızım, kapat şu concon müziklerini!" diye bağırdı Arap.
"Concon falan değil, Aydın Kurtoğlu bu."
"Concon işte."
"Yahu, Cengiz Kurtoğlu'nu sevmez misin sen, bu da onun oğlu!"
Arap'ın ilgisi çekilmişti, kulağını şarkıya verdi. Şarkı, sadece kendisinin dikkatini çekmemişti, Bilal de gelmişti içeriden. Zeyno, onu görünce bozuldu, ama yine kendisinden çok arkadaşlarını düşündüğü için, ses çıkartmadı.
"Oğlum, bu şarkı böyle dinlenmez," dedi ve elindeki bira şişesini Arap'a uzandı. "Seneye on sekiz olacaksın, şimdiden içiyo'sundur, bilmiyo' muyum sanki, en azından gözümüzün önünde sarhoş ol..."
Arap, şişeyi kaptığı gibi kafasına dikti. "Yavaş git, Arap," dedi Zeyno.
"Yapılır mı bu bana be..." dedi Arap. "Benim gibi Anadolu çocuğuna yapılır mı bu... benim neyim eksik elin Amerikalısından? Aynı mavi göz bende de yok mu?"
"Sende daha güzeli var aslanım!" dedi Bilal.
"Bana müsaade..." dedi Zeyno. Artık daha fazla Bilal'i çekmek istemiyordu. Bilal de gidişine memnun oldu aslında, o da artık Arap'la daha özgürce konuşabilir olmuştu. "Kardeşimsin sen benim... benim yüzüm güldü mü aşkta ki, seninki gülsün..."
"Beni aldatsa, inan daha az üzülürdüm abi..." dedi Arap. "Ama aldatan kişi ben oluyorum bu durumda, hem de bilmeden! Metres gibi kullanmış beni abi ya, metres gibi!"
"Gururlu kalbim sana... hayırlı günler diler!" diye biten şarkı, Arap'a Zeyno'nun telefonunu kendine bıraktığını fark ettirdi. Burası Tozluyaka'ydı, kimsenin kimseden gizlisi-saklısı yoktu, o yüzden kapılar bile kilitlenmeden uyunurdu, ama bu telefonu Zeyno'ya iade etmesi gerekiyordu Arap'ın. Ayakları sekiz çizerek, çıktı odasından. "Arap, yardıma ihtiyacın var mı la?" diye sordu Bilal.
"Yok, abi, ilk kez gittiğim yer mi Zeyno'nun evi..." diyen Arap, Bilal'in bahaneyle Kader'i görmesine engel olmuştu.
*****
Derya'ya, Nesrin'le sohbet çok iyi gelmişti. "Sizin bu kadar medeni olabileceğinizi tahmin etmiyordum," dedi kadına giderken...
"Benim hayatımın çoğu Avrupa'da geçti..." dedi Nesrin de. "Ama oğluma düzgün annelik yapamadıktan sonra, ne fark eder...?"
"Lütfen kendinize haksızlık etmeyin. Biri bana bir keresinde demişti ki... 'Eminim harika bir çocuk yetiştirmişsinizdir...' Şimdi aynı sözleri benim de size iletmeme izin verin."
"Çok naziksiniz, ama ben suçu hep Önder'de aramıştım... oysaki suçlu olan benmişim. Bakın, ben Önder'i sildim. O sadece benim, müşterek bir oğlumun olduğu bir arkadaşım artık... Hayatında ne istiyorsa onu yapabilir, evlenebilir de, ama oğlumun velayeti halen onda... Öğrencilerini düşünmekten oğlunu ihmal etmesin yeter."
"İyi de bunları bana neden anlatıyorsunuz Nesrin Hanım?"
"Sizin Önder'e anlatacağınızı biliyorum," diye gülümsedi Nesrin.
Derya bir kez daha elini başına götürdü.
Bu kez lodostan değildi, Nesrin'in her şeyden haberi vardı, Önder'le iptal olan akşam yemeğinden, her şeyden...
*****
Lodos, Berk'i de vurmuştu. Ali'yle konuşmasından sonra biraz mutlu hisseden gencin başına çarpıyordu şimdi esen rüzgâr. Berk, bunu geçirmek için sığındığı teknesinde biraz içmeye karar verdi. Çağrı'nın, aynı nedenle kendine toz verecek torbacıyı aradığı saatlerde, Berk babasını düşünüyordu. Yarası iyileştikten sonra, adamın davranışları kendisine karşı sertleşmeye yüz tutmuştu ama, bu geceyi teknede geçirmesine izin vermeyecek kadar da katılaşmamıştı henüz.
"Berk," diye bir ses geldi.
"Hazal, yine mi sen..." diye ofladı Berk, şişeyi dudaklarına götürürken Arap gibi. "Babamın beni bu gece rahat bıraktığını düşünüyordum, ama Kenan Bey bu, hiç durur mu, göndermiş belamı arkamdan..."
"Elbette seni babana soracağım, Ege ner'de olduğunu bilmiyorsa başka kime sorabilirim...?" diyen Hazal, gelip yanına oturdu. "Berk..." dedi. "Şimdi seninle açık açık konuşacağım. Etrafına bir bak ya... kim kaldı senin yanında? Şu anda köpeğin bile seninle değil, babanın yanında. Yapayalnızsın, tıpkı benim gibi."
"Eee?" diyen Berk, sözlerinin acıttığını çaktırmamaya çalıştı.
"Seni benden başka seven kimse yok," dedi Hazal. "Herkes gitse de, ben buradayım işte. Bütün arızalarına rağmen seviyorum seni..."
"Seviyorsun da n'oluyor?" diye sordu Berk. "Bir gün benimle evlenebileceğinin hayalini mi kuruyorsun?"
"Berk, 'Seni seviyorum,' diyorum... 'Bir gün bunu sen de anlayacaksın,' diyorum... 'Anladığında, çok geç olmasın,' diyorum..."
"Biliyor musun Hazal..." diye ayağa kalktı Berk. "Özür dilerim, aslında ben seni çok yanlış anlamışım. Duygularının bu kadar büyük olduğunu anlayamamışım bile..." Hazal, Berk'in gözleri önünde diz çöktüğüne inanamıyordu. "Ben de seni seviyorum."
Berk'in elleri arasına aldığı elleri, titriyordu: Hazal'ın gözleri buğulandı. "Berk..." dedi. "Seni en iyi ben tanırım, bunu sen de biliyorsun... ben artık bu hislerimizi herkes bilsin istiyorum, bütün okul duymalı artık."
"Neyi?" diyen Berk, ona tekrar söyletmeye çalıştı. O an, o kelimeleri duymak istiyordu, kimden geldiğinin önemi yoktu, sadece o anı, sonsuza kadar tekrarlanması için kalbine kazımaya çalışıyordu.
"Seni çok seviyorum..." sözleri üzerine gözlerini kapattı Berk, ondan sonra elini Hazal'ın ellerinden çekerek, yüzünü kapattı. Hazal, Berk'in yüzünü tekrar gördüğünde, ifadesinin değişmiş olduğunu gördü. "İşte bu yüzden..." diye konuşuyordu. "Biz birlikte olamayız."
"Ya Berk, sen hasta mısın...!"
"Hazal, sen, benim yanımda uyandıktan sonra sana yaptığım şeyi unuttun mu?"
"Hayır, ama benim için bir önemi yok!"
"Ya Cemre'yi sadece sen aldatmışsın gibi sana tokat attım Hazal!" diyen Berk, ayağa kalktı. Sol eliyle, sağ elini işaret ediyordu. "Ben, bir kadına el kaldırdım! Bu konuda ben bile kendimi affedemezken, sen kendini nasıl affedebiliyorsun?! Sana şiddet göstermiş bir adam için gurursuzluk yapmaya nasıl devam edebiliyorsun?!"
"Ben gurursuz değilim, seni de anlayabiliyorum, beklemek istiyorsun sen... zamana ihtiyacın var senin; vakti gelince elimi tutacaksın... utanmadan okulda el ele yürüyeceğimiz an gelene kadar, ben de bekleyeceğim işte. Şimdilik bir ilişki istemiyor olabilirsin, ama sen de sabrımı takdir ederek, 'Hazal benim sevgilim,' diye gururla söyleyebilir duruma geleceksin. O zaman benim gurursuz olmadığıma ikna olacaksın işte..."
"Dünya üzerinde son kalan kadın sen olsan da öyle bir zaman gelmeyecek Hazal," dedi Berk. "Ve bunun bir sürü sebebi var. Birincisi, sen gurursuz değilsen bile, benim kendine saygısı olmayan birine saygım yok... Yani bu seninle ilgili değil, benimle ilgili."
Berk'in her bir kelimesi, Hazal'da şok etkisi yarattı. "Ama sen bana az önce dedin ki..."
"Yalandı. Ve sen de kolayca inandın..."
"Beni metres gibi kullanıp bir kenara atacaksın yani..."
"Bak..." dedi Berk. Hazal'a kötü davranmanın çözüm olmadığını görebilmişti, o da tek bir açıklamayla bu konuyu kapatmaya karar verdi. "Belki çok klişe olacak -hangimiz klişelerden kaçabiliyoruz ki- ama belki de aradığın kişi yakınlarda bir yerdedir. Gözünün önündedir yani, ama sen fark etmiyorsundur. Bu, benim dışımda herkes olabilir. Yani sen bir etrafına bak, ama o baktığın çevrede ben olmayayım tamam mı, yani Berk'i aramak için bakma, okay?... Berk'i unut, benim dünyada var olduğumu unut, çünkü benim gözümde Cemre'den başka hiç kimse yok..."
"Sadece hak edene, verilmeli sevgiler... Ulan ne takıldı dilime ya!" diye bağırarak biri geldi. Berk, Hazal'dan sonra bir varoşu hiç çekemeyecekti. "Ulan senin ne işin var bur'da ya!" diye bağırdı, teklifsizce teknesine atlayan Arap'a.
"Parti mi var gangs, ben de alırım bir dal," diyen Arap, Berk'in şişesine davrandı.
Onu umursamayan Berk, "Teşekkür ederim Hazal," dedi. "Gerçekten. Şimdi teknenin anahtarını sana bırakıyorum, nasıl kapatacağını biliyorsun. Ben bundan daha tenha bir yer bulmaya gidiyorum, tabii varsa öyle bir yer!"
Ve Hazal'la Arap'ı baş başa bırakarak gitti.
*****
Derya, Çağrılardan dönüşte, "Ali, bana o konuyu anlatacak mısın artık?" diye sordu.
"Anlatamam, görmen lazım," dedi Ali. "Şimdi sana bir video göndereceğim, ama bunu evde tek başına izlediğine emin ol tamam mı..."
"Sen nereye?"
"Bi' Zeyno'ya bakayım, Çağrı'nın durumunu o da merak ediyordu."
"Geç kalma, artık iyice gece kuşu olmaya başladın!" diyen Derya, evine doğru yöneldi.
Ali, Zeyno'yu çöp atarken buldu. "Bana mı öyle geliyor, yoksa kardeşimin gözleri mi yaşlı?" diye sordu.
"Arap'a dedim..." diye mırıldandı Zeyno. "Ağlama, beni de ağlatacaksın, dedim..."
Ali, Zeyno'nun yalan söylediğini biliyordu. Üstüne varmadı: "Arap böyle zamanlarda yalnız kalmak ister. İyi yapmışsın yanından ayrılmakla."
"Hiçbir şeyi iyi yapmadım!" dedi Zeyno. Ali'nin gözlerinin içine baktı, söyleme isteğiyle, bağırma dileğiyle... ama dedi ki: "Ben korkağın tekiyim."
"Neden böyle düşünüyorsun ki?"
"Anlamıyorsun, değil mi... hiçbir zaman da anlamayacaksın..."
"Evet, sanırım öyle," diyen Ali, başını kaşıdı. "Çünkü benim öz kardeşim yok, o yüzden empati yapabileceğim bir durum değil. Ama biliyorum ki, benim Zeyno'm, benim kardeşim, içten içe istiyor küçük kardeşiyle tanışmayı... onu bağrına basmayı, 'Ben senin ablanım,' demeyi..." Zeyno'nun elini kaparak, intihar izlerini öptü. Zeyno, kendisi basan heyecanı saklamak için, "Çağrı'nın durumu nasıl?" diye sordu.
"Evet, bi' de Çağrı vardı di mi, doğru..." dedi Ali, Zeyno'nun ellerini bırakarak. "Valla ben de çok şaşırdım, çok iyiydi. Bütün gece video oyunları oynadı benle. Annem o sırada içer'de, Önder hoca ve eski karısıylaydı. Nesrin Hanım'a ne kadar bayıldığını görmen lazım, bütün gün konuşmuş, yine de sohbetine doyamamış Derya Sultan..."
"Önder hoca n'apmayı düşünüyormuş Çağrı konusunda?"
"Şimdilik kendi haline bırakma taktiğini uyguluyorlarmış. Böyle çocukları, ilk bir-iki hafta sıkboğaz edersen, 'Kliniğe yat,' falan gibisinden, ters tepiyormuş. Daha çok kopuyorlarmış ailelerinden, arkadaşlarından, Allah muhafaza, daha büyük zehirlere dalabiliyorlarmış... Öyle, uzaktan uzaktan izleyeceklermiş Çağrı'yı. Şüpheli bir hareketini yakalarlarsa, o zaman gözünün yaşına bakmayıp kliniğe yatıracaklarmış..."
Zeyno, daha fazla dinlemek isterdi ama, Ali'nin telefonu çalıyordu. Arayan Derya'ydı.
"Kırmızı alarm, kusura bakmazsan Zeyzey..." dedi Ali.
"Bir şartla..." diye gülümsedi Zeyno. "Daha sonra bana rapor vereceksin."
*****
Derya, Nesrin'le beklenmedik gelişen arkadaşlığından bu saatlere kadar, her şeyin ne kadar değiştiğini düşünüyordu... Ali'yi kapıda görünce, normal zaman olsa, zorla yatağına yatırır, hatta süt içirirdi, ama şimdi normal zamanlardan geçmiyorlardı... "Yürü, polise gidiyoruz," dedi.
"Hayır, anne, Berk buna hazır değil."
"Berk'in neye hazır olup olmadığı beni ilgilendirmiyor!"
Ali için başka bir çare kalmamıştı. Her zaman cebinde tuttuğu notları gösterdi: "Yanlış yaptın... Berk'e güvenmen gerekiyordu, arayı bozdun. Ama Vefa'nın katilini ortaya çıkarmak için, sana bir şans daha vermeye karar verdim. Notları gönderen kişiyle tanışmak istiyorsan, yarın on ikide Vefa'nın mezarına gel."
"Bu da ne?!" diyen Derya, Hazal gibi bir şok geçiriyordu.
"Bizim o okula gitmemiz bir tesadüf değildi, anne..." diyen Ali, her şeyi itiraf etti. Öyle ki, bunu nasıl olup da bu kadar kısa sürede yaptığına inanamadı: "Bize bursluluk sınavının sorularını verdiler, dönemin başından beridir de böyle notlar yolluyorlar. Düşünsene, üçümüzün birden Yağızoğlu Koleji'ne burslu girebilmesi... nasıl bir tesadüf olabilirdi ki? Ve en sonuncusu da işte bu not... Vefa'nın bir cinayete kurban gittiğini bilen biri var, fakat kendisinin katili tanıdığını sanmıyorum. Katili bulma işini, bize bıraktı. Önce ben, Zeyno ve Arap'a... en son da, Berk'i dâhil etti bu dedektifçilik oyununa. O yüzden, Berk'le arayı bozmamam lazım. Benim yüzümden camla yaralanması, onda ilk güvensizliği oluşturdu, ama eğer babası konusunda onu köşeye sıkıştırırsam... artık aramızdaki bağ tamamen kopar. Ve belki de Vefa'nın katilini hiç bulamayabilirim..."
"Oyun bu," diye kekeledi Derya. "Seni kandırıyorlar çocuğum, kim ne bilsin Vefa'nın katilini, ortada bir cinayet varsa tabii... arkadaşlarından birinin eşek şakasıdır Aliciğim, insanların başka insanların acıları üzerinden ne kadar çirkinleşebileceğini bilemezsin..."
"Anne, anlamıyorsun!" dedi Ali. "Beni Truva atı olarak o okula sokan biri var, gerçekten var. O yüzden, bırak da oyununu oynasın Yunanlar... bakalım savaşı onlar mı kazanacak, Truvalılar mı?"
Derya, o gece pes etmemişti, sadece dileğini askıya asmıştı.
Berk'i mutlaka o canavarın elinden kurtarmanın bir yolunu bulacaktı, Ali'yi kurtardığı gibi.
8. BÖLÜMÜN SONU
2 notes · View notes
genckocaeli · 1 year
Text
Karate Türkiye Şampiyonası’na Kocaeli damgası
Tumblr media
Kocaeli İl Takımları, 3-7 Ağustos tarihleri arasında Nevşehir'de düzenlenen Anadolu Yıldızları (ANALİG) Türkiye Şampiyonası'nda göz kamaştırdı ve genel klasmanda önemli bir başarıya imza attı. Kocaeli'nin karate kız ve erkek takımları, mücadele dolu günlerin ardından ANADOLİG Türkiye Şampiyonası'nda büyük bir çıkış yakaladılar ve her iki cinsiyet kategorisinde de Türkiye ikincisi olarak yüksek bir konum elde ettiler. Kız takımımız, Leylanur Yıldırım, Ecrin Yıldız, Esmanur Hümeyra Eraslan, Simay Işık, Elif Berre Doğan, Yadigar Egin, Duru Nazlı Osanmaz ve Kübranur Hanne Eraslan'ın önderliğinde sahada üstün bir performans sergiledi. Leylanur Yıldırım, Esmanur Hümeyra Eraslan, Yadigar Egin ve Elif Berre Doğan'ın birincilik, Ecrin Yıldız'ın ise üçüncülük madalyalarıyla taçlandırılan bu başarı, takımımızı genel klasmanda ikinci sıraya taşıdı.
Tumblr media
Erkeklerde ise Kocaeli İl Karması Karate Takımı, Ebubekir Binici, Haktan Köse, Ertuğrul Pestil, Ege Kayra Yılmaz, Yusuf Öztürk, Deniz Tunç, Boran Kural, Eren Ertuğ ve Utku Taha Kütük'ün muhteşem performansıyla parladı. Ertuğrul Pestil ve Boran Kural'ın birincilik, Haktan Köse ve Ege Kayra Yılmaz'ın üçüncülük, Yusuf Öztürk'ün ise beşincilik derecesi, erkek takımımızın genel klasmanda da ikinci sırayı hak ettiğini gösterdi. Kocaeli kafilesi, bu büyük başarıyla gurur duyarken, Kafile Başkanı Kocaeli Karate İl Temsilcisi Soner Açıkyol önderliğinde Şaban Ağaya, Yunus Erşeker, Akmet Akçay, Osman Özdağ ve Zeynep Betül Yazıcı gibi değerli antrenörlerin katkıları da unutulmazdı. Kız ve erkek sporcularımızın elde ettiği bu kıymetli başarı, Kocaeli'nin spor arenasındaki yükselişini bir kez daha kanıtladı. Takımlarımızın bu mükemmel performansı, kulüp ve antrenörlerine büyük teşekkür borçlu olduğumuzu bir kez daha gösterdi. Bu başarının gelecekte daha da artarak devam edeceğine olan inancımız tam. Kocaeli takımı ve sporcuları, bu kutlu yolda ilerlemeye kararlı bir şekilde devam edecekler. Read the full article
0 notes
thekerimkucuk · 1 year
Text
U14 Milli Takım 3. Etap Ara Seçmeleri Aday Kadrosu Açıklandı
Tolga Sancak Ve Metin Yumak Göztepe Ata Yanık Ve Bilal Demirağ Mustafa Duru Altınordu Kıvanç Kocamanoğlu Pınargücü Berker Yılmaz Bucaspor Kerem Gündüz Bergama Gençlerbirliği Davet Edildi. Kerim Küçük.
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
deliklicinar · 2 years
Text
En çok kitap okuyan çocuklar onlar!
Tumblr media
Öğrencileri kitap okumaya teşvik etmek amacıyla Sarayköy Belediyesi tarafından düzenlenen “Kitap Bilginleri Yarışıyor” yarışması sonuçlandı. Okudukları kitaplardan hazırlanan soruların yer aldığı sınavda başarılı olan öğrencilere ödüllerini Belediye Başkanı Ahmet Necati Özbaş takdim etti. Sarayköy Belediyesi, eğitime yaptığı desteklerini sürdürüyor. Öğrenciler için eğitici etkinlikler ve yarışmalar düzenleyen Sarayköy Belediyesi,“Kitap Bilginleri Yarışıyor” yarışmasının sonucu açıkladı. İlk ve ortaokul öğrencilerinin sosyal gelişimlerine katkıda bulunmak, okuma alışkanlığı kazandırmak, düşünme kabiliyetlerini geliştirmek, anlama ve algılama düzeylerini yükseltmek, hızlı düşünme ve kendini ifade edebilme yetisini geliştirmesine katkıda bulunmak amacıyla düzenlenen “Kitap Bilginleri Yarışıyor” yarışmasına 300 öğrenci katılmıştı.
600 KİTAP HEDİYE EDİLDİ
Sarayköy Belediyesi tarafından öğrencilere 3. ve 4. sınıf öğrencilerine Alev Saçlı Çocuk, Piri Reis, 5. ve 6. sınıf öğrencilerine Masal Dolu Anadolu, Pertevcan’ın Akıllara Zarar Maceraları, 7. ve 8. Sınıf öğrencilerine ise Son Kelime, Rüzgârı Dizginleyen Çocuk olmak üzere 600 kitap hediye edildi.
SINAV OLDULAR
Öğrenciler, 31 Ocak’ta Sarayköy Belediyesi Sosyal Etkinlik Merkezi öğretmenleri tarafından hazırlanan klasik ve test içeren 50 soruluk sınavda ter döktü.
BAŞARILI ÖĞRENCİLER ÖDÜLLENDİRİLDİ
Sınav sonuçlarının açıklanmasının ardından başarılı öğrencilere ödül töreni düzenlendi. Sarayköy Belediyesi meclis salonunda düzenlenen törene Sarayköy Belediye Başkanı Ahmet Necati Özbaş, Kültür ve Sosyal İşler Müdürü Murat Özsoy, öğrenciler, öğretmenler ve veliler katıldı. Konuşma yapan Belediye Başkanı Özbaş, “Çok acı günler geçiriyoruz. 6 Şubat’ta meydana gelen Kahramanmaraş merkezli depremlerle tüm Türkiyemiz etkilendi. Okullarımız uzun süre kapalı kaldı. Sizlerle birlikte deprem bölgeleri için yardım topladık ve gönderdik. Öğretmenlerimizindestek vererek birkaç gün içerisinde gönderdiği binlerce adet kitap ile depremden etkilenen illerden birisi olan Hatay’da çok güzel bir kütüphane kurduk. Okullarımızın ilk dönemindemünazara ve kitap okuma yarışması düzenlemiştik ancak yaşanan deprem felaketi sonrasında ara vermiştik. Bugün kitap okuma yarışmamızı sonuçlandırıyoruz. Yoğun bir katılım ile gerçekleştirdiğimiz kitap okuma yarışmamızın sonucunda başarılı olan tüm öğrencilerimizi tebrik ediyorum” dedi.
DERECEYE GİREN ÖĞRENCİLER
3. ve 4. sınıf kategorisinde 77 puanla Eylül Aksu birinci, 76 puan alan Demir Demirışık üçüncü olurken Duru Yılmaz ve Simay Höl 76,6 puan alarak ikinciliği paylaştı.  5. ve 6. Sınıf kategorisinde 74 puan alan Ekin Yılmaz birinci, 66 puan alan Sinem Rızaoğlu ikinci, 64 puan ile Kerem Deniz Yaman üçüncü oldu. 7. ve 8. kategoride 58 puan alan Esra Soyalp birinci, 52 puan ile Ayşenur Cavlak ikinci, Havin Çakır ise 48 puan ile üçüncü sırada yer aldı. 
PARA ÖDÜLÜ VERİLDİ
Başarılı öğrencilere ödüllerini Sarayköy Belediye Başkanı Ahmet Necati Özbaş takdim etti. 3 kategorinin birincilerine 1.000 lira, ikincilerine 750 lira ve üçüncülerine 500 lira para ödülü verildi.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Read the full article
0 notes
serdalguzel · 2 years
Photo
Tumblr media
here is a lineup of artists who will be donating their artwork to our fundraiser at @theamershamarmsofficial on saturday the 18th. come along to buy our artwork with all proceeds going directly to victims of the earthquake. I’ll be joining with my A4 mettallic prints. 🧿tattoo vouchers, original paintings and stickers by pelin su güzel @teaglitch 🧿live portrait commissions and original paintings by gina rosvold-haghpanah @gina.rosvold 🧿live typewritten poetry commissions by yılmaz @tattoosandwords 🧿embroidery evil eye coasters by iris akdal @irisakd22 🧿jewellery and knitwear by zeynep ağırbaş @zeynepagirbas 🧿jewellery, knitwear, prints and clay work by eda ira tecer @_watercol0r_ 🧿 macrame by rüya arroyo-kalin 🧿handmade ottoman style jewellery by ilke rojin kartal @r0jika 🧿wooden/found materials jewellery by katrina gostanian @shykxt 🧿prints and jewellery by deniz bol @denzibb 🧿original paintings by gültekin uzuner @mr_uzuner 🧿original artwork by niki kohandel @niki.kohandel 🧿photography by olivia kurowska @countryqu33r 🧿photography by selina moussa @selina_moussa 🧿photography by selin nisa acikel 🧿photography by serdal güzel 🧿handmade notebooks, riso prints and zines by ayşe-mira yaşın @illustrationwitch (me!!) artists bringing prints: 🧿 sandra polat @zanx7 🧿 emre kulaç @emrekulac_ 🧿 lora elkaza @lor4_3lk4za 🧿 ceylin @ceylin.designs 🧿 nurtane karagil @nurtane 🧿 hayfaa al-chalabi @hayfaachalabi 🧿 osman ashroff @osmanashroff 🧿 berfin şimşek @berfindoingstuff 🧿 duru bebekoğlu @durubebekoglu 🧿 cherin sanih @cheri.png 🧿 anil yılmaz @yilmaz_designs 🧿 lin özbaş @selin.ozbas 🧿 arianne linnea @ariane.linnea https://www.instagram.com/p/Cosr0nJrutZ/?igshid=NGJjMDIxMWI=
1 note · View note
Text
Ekonomi Toplantısında OSB'ye Arıtma ve doğalgaz yapılması gündeme geldi 
Tumblr media
Ekonomi Toplantısında OSB'ye Arıtma ve doğalgaz yapılması gündeme geldi Dinar ilçe Kaymakamı Kemal Duru başkanlığında kaymakamlık toplantı salonunda Dinar Belediye Başkanı Nihat Sarı sivil toplum örgütleri başkanları ve daire müdürlerinin katılımıyla ilçe ekonomi değerlendirme toplantısı yapıldı bu gerçekleşen toplantıda Bizim de üzerinde hassasiyetle durduğumuz canlı radyo programlarında dile getirdiğimiz defalarca haber yazdığımız Dinar organize ve sanayi bölgesi doğalgaz ve arıtma tesisi sorunu gün yüzüne çıkarak artık bu yatırımların yapılmasının şart olduğu belli oldu toplantıda bir konuşma gerçekleştiren Dinar Kaymakamı Kemal Duru ilçede akşam 17.00'dan sonra büyük bir sessizlik oluştuğu esnafların dükkanlarını çok erken kapattığı ve bu kapatma süresinin nasıl uzayabileceği ile alakalı istişareler gerçekleştirdi konu ile alakalı toplantıda konuşan Dinar Esnaf ve sanatkarlar kredi ve kefalet Kooperatifi yönetim kurulu başkanı Veysel Topçu yerel esnafa sahip çıkılması ile alakalı önceden güzel bir proje hazırladıklarını Bu projenin de başarılı bir şekilde gerçekleştiğini eğer yine buna benzer bir oluşum olduğu takdirde kendilerinin de destek verebileceğini söyledi. Afyonkarahisar iyi Parti il genel meclis üyesi Murat Orhan ise osb'deki doğalgaz ve arıtma tesisi sorununu üstüne basarak belirtti Orhan ilçede herkesin birlik ve beraberlik içerisinde olarak Dinara yapılması gerekenlerin yapılmasını istedi. Toplantı daha sonra karşılıklı fikir alışverişleri ile devam etti. Belediye Başkanımız Nihat Sarı konuşmasında; "İlçemizde faaliyet gösteren esnaflarımızın ekonomisini iyileştirmek adına bugün sizlerle birlikteyiz. Malum İlçemizde saat 17.00 den itibaren esnaflarımız dükkanlarını kapatıyor. Çarşı Merkezimiz akşam saatlerinde sessizliğe bürünüyor. Esnaflarımızın dükkanlarını daha fazla süre açık tutması ve vatandaşlarımızın alışverişlerini akşam saatlerinde de yapabilmesi çarşımızda da hareketliliği arttıracaktır. Belediye olarak bizler esnaflarımızın satışlarının artması noktasında yapılabilecek proje ve çalışmalarda üzerimize düşeni yapmaya hazırız."dedi İsmail Yılmaz DinarHalkHaber 
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Read the full article
0 notes
k-1imparatorluk · 5 years
Text
Tumblr media
Türkan Şoray & Yılmaz Duru
6 notes · View notes
greta-birmelek · 6 years
Text
Tumblr media Tumblr media
"Hayatta ilk defa cesurum"
24 notes · View notes
masumcetin · 6 years
Photo
Tumblr media
Açardın,   Yalnızlığımda   Mavi ve yeşil,   Açardın.   Tavşan kanı, kınalı - berrak.   Yenerdim acıları, kahpelikleri...      
Gitmek, Gözlerinde gitmek sürgüne. Yatmak, Gözlerinde yatmak zindanı Gözlerin hani?
 "To be or not to be" değil.   "Cogito ergo sum" hiç değil...   Asıl iş, anlamak kaçınılmaz'ı,   Durdurulmaz çığı   Sonsuz akımı.
İçmek,   Gözlerinde içmek ayışığını.   Varmak,   Gözlerinde varmak can tılsımına.   Gözlerin hani?
Canımın gizlisinde bir can idin ki   Kan değil sevdamız akardı geceye,   Sıktıkça cellad,   Kemendi...
Duymak,   Gözlerinde duymak üç - ağaçları   Susmak,   Gözlerinde susmak,   Ustura gibi...   Gözlerin hani?   
Ahmed ARİF, Hasretinden Prangalar Eskittim s.58-60 "Unutamadığım"  Fotoğraf: Yılmaz Duru'nun 1967 yapımı, "İnce Cumali" filminden, (Yılmaz Güney & Tijen Par).
youtube
56 notes · View notes
altinovaguncel · 2 years
Text
Türk sinemasının 'Sarı bıyıklı, kız babası': İhsan Yüce
Türk sinemasının ‘Sarı bıyıklı, kız babası’: İhsan Yüce
Sinema ve tiyatro oyuncusu, senarist, yönetmen ve şair İhsan Yüce, vefatının 31. yıl dönümünde anılıyor. Tam adı Mehmet İhsan Yüce olan oyuncu, 23 Ocak 1929’da Elazığ’da Kafkasya Dağıstan göçmeni 7 çocuklu ailenin 3 oğlundan biri olarak dünyaya geldi. Yüce, ailesinin İzmir’e göç etmesiyle İzmir Atatürk Lisesi ile İzmir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde öğrenim gördü. Bir süre özel…
Tumblr media
View On WordPress
1 note · View note
ozamanbenyokum · 2 years
Text
TÜRK DİZİLERİ
Hayatta en sevmediğim tiplerden biri “Ay ben hiç türk dizisi izlemem ya” diyenlerdir. Neden peki diye sorduğum zaman doğru düzgün cevap veremez. Yabancı dizi izlemek entelektüelliktir ona göre. Entelektüelliği dizi ayrımı olarak gören biriyle de konuşmak zor gelir bana da. Ne yapacaksın.
Çocukluğumdan beri severek yaptığım iki aktivite var. Birini artık biliyorsunuzdur. Kitap okumak. Okumak hakkında o kadar yazdım ki yoruldum. O yüzden şimdilik es geçiyorum. Diğeri ise dizi izlemek. Hem de ne izlemek. Zamanında dizi tv diye bir kanal vardı. Yazın neredeyse 4, 5 dizi bitene kadar döner döner dururdu gün içerisinde. Sabah izleyemedim mi hop öğlen başlardı tekrar. Öğlen arkadaşlarla, kuzenlerle oyun oynadım, yetişemedim mi akşam ne de olsa tekrarı vardı. Çok güzel bir kanaldı. Ah ah.
Yazmaya kalksam izlediğim dizileri, bitiremem bu yazıyı. Ama en sevdiklerim arasından birisini diyeyim size: Kaygısızlar. Jeneriği hala aklımda. Halit Akçatepe, Ayşen Gruda, Ercan Yazgan, Ülkü Duru, Yılmaz Köksal gibi usta oyuncuların yer aldığı diziden bahsedeyim hemen. Memnun Kaygısız, üç eşi ve 36 çocuğuyla beraber İstanbul’un yolunu tutar. İsmail ‘in yani asker arkadaşının yanına gitmek, geçim derdine düşen Memnun’un aklına gelen son çaredir. Kısa bir süre İsmaillerde kalan Kaygısız ailesinin başka bir eve taşınmaya hiç niyeti yoktur. Ve böylece olaylar başlar. Dizide en sevdiğim karakterse Şoray Uzun’un canlandırdığı Memnun’un büyük kızı Hostes’e yanık olan mahallenin delikanlısı Kültigin. Kültigin ve iki arkadaşının bazı sohbetlerini hatırlamıyorum desem yalan olur. Yazarken özlediğimi fark ettim, gidip izleyeceğim. Ama daha söyleyeceklerim var.
Kara Melek, Çılgın Bediş, Ayrı Dünyalar, Ekmek Teknesi, Gülbeyaz, Yılan Hikayesi, Deli Yürek ve daha ismini şu an hatırlamadığım onlarca dizi. Pardon Türk Dizisi. Ne diyeceğim biliyor musunuz. Bazı insanları dinlemekten sıkılırsınız yahut hani konuşmak istemezsiniz ya. Evet, işte o anlarda benim gizlice açıp bu dizileri izleyesim geliyor. Bazen izlediğim sahnelerden daha çok şey öğreniyorum sanki. Çünkü karşımdaki kişi ya kendini övüyor oluyor ya da gittiği, gezdiği bir yeri. Fazla abartılan şeylere gelemem. Ah, evet bu konu hakkında da konuşayım azıcık.
Yıllar önce GoT çıktığında o kadar övdüler ki. Size anlatamam. Herkes ama herkes izlemişti ve övüyordu. Abarttıkça abarttılar. Ve ben hala izlemedim. Nedense yoksunluğunu da çekmiyorum. Canım isterse oturur izlerim. Şu an istemiyor. Fazla abartılan durum, olay, dizi, mekan, kişi ben de hayranlık uyandırmıyor. Tam tersine itiyor. O ortamdan uzaklaşmak istiyorum. Ya da söylenilenleri yapmıyorum.
Bu kadar kitap okuyan bir insan nasıl bu kadar dizi izler diye sorabilirsiniz. Ya da siz de yukarıda bahsettiğim kişiler gibi entelektüelliği yabancı dizi izlemek olarak algılayabilirsiniz. Ben de size entelektüel olmanın bununla ölçülemeyeceğini söylerim. Bir şeyleri yüceltirken diğerlerini dibe itmek değildir entelektüellik, üzgünüm. Böyle düşünüyorsanız, çok yanlış yerlerde olabilirsiniz.
Diziler hakkında da yazmaya, eleştirmeye devam edeceğim. (Türk dizisi) Bunca senedir bir izleyici olarak bırakın da yorumlama hakkımı kullanayım. Zeytin Ağacı’nı da bitirdim. Yakın zamanda yazısı gelir. Sevgiyle kalın…
2 notes · View notes
mustafasalihbozok · 3 years
Text
90’lı yılların başı.
Tıp doktoru. Aynı zamanda, heykeltıraş. Tatile giderken, Afyon’da mola verir.
Oturduğu çay bahçesine kalabalık bir grup insan gelir. Üstleri başları perişan, alayı
gariban, ağlamaktan gözleri şişmiş... Hayrola diye sorar? Şehit cenazesi taşıyan
köylülerdir.
*
Üç yaşında olan ve ortalıkta neşeyle hoplayıp zıplayan kızına bakar, bir de
köylülere... Bir yanda saçının telini dünyaya değişmeyeceği evladı, beri yanda
evladını vatan için toprağa vermiş baba... Utanır. Bi şey yapmalıyım diye düşünür,
bu çocukları ölümsüzleştirmeliyim... “Şehit Ağacı” projesi hazırlar.
*
Terör şehitlerini künyelere yazacak, künyeleri ağaca takacak, çocukların birer
yaprak gibi ebediyen salınmasını sağlayacaktır o ağacın dallarında.
*
Projesini hayata geçirmek için aradığı fırsatı, anca 2003’te bulur. Resim Heykel
Müzesi’nin açtığı yarışmaya katılmaya karar verir. İstanbul’a gelir. Künyeleri almak
için Tahtakale’ye gider. Sorar soruşturur. Herkes aynı adresi gösterir... Ermeni bi
usta.
*
Mısır çarşısının hemen arka sokaklarından birinde bulur küçücük dükkânı, girer,
meramını anlatır. Ermeni usta dinler. Ve, o güne kadar heykeltıraşın hiç
düşünmediği detaya dikkatini çeker, “Asla paslanmaması lazım” der,
“Evlatlarımız ebediyete kadar ışıl ışıl olmalı”.
*
Olmalı ama, en pahalısıdır o bahsettiği paslanmaz künyeler, tanesi 1 lira 25
kuruş... “Ticari iş değil bu, parayı dert etme” der Ermeni usta, “vatan işi” der.
*
Beşte bir fiyatına, kâr filan almadan, hatta zarar ederek, 25 kuruştan verir. Üç bin
künye... Haftaya gönderirim der. Tam gününde gönderir.
*
Sonra, kısmet olmaz, araya başka işler karışır, hazırlandığı yarışmaya katılamaz
heykeltıraş... Künyeleri paket halinde evinin deposuna kaldırır. Taa ki, amacına
ulaşacağı 2009’a kadar.
*
Ankara Kızılcahamam Belediyesi, Şehit Fatih Duru adıyla park yapmaktadır.
Başvurur. Belediye başkanı derhal kabul eder, başımızın üstünde yerin var der.
Kurumuş bir sedir ağacı, heykele gövde olur. Ancak, sorun vardır. Akıp giden yıllar
içinde şehit sayısı altı bini aşmıştır, eldeki künye sayısı sadece üç bindir.
*
Parkın açılışına yetiştirme kaygısıyla, İstanbul’a gelmez, aksilik bu ya, Ermeni
ustanın adını-telefonunu da kaydetmemiştir, internete girer, eksik künyeleri
tamamlamak için askeri malzeme satan tüccarlarla temasa geçer. “Paslanmaz
istiyorum” der. “Abi merak etme, künyenin kralı bu” garantisi verirler. Zaman
dar... Ermeni ustanın 25 kuruştan verdiği künyeleri, 1’er liradan alır.
*
Tek tek şehitleri yazar, takar sedir ağacının dallarına... Cumhuriyet Bayramı’nda
açılışı yapılır. Maymun iştahlı medyamız ilk gün hücum eder, Türkiye ağlayarak
seyreder, sonra unutulur gider.
*
Ve, kış gelir. Sadece tebrik yağmaz tabii şehit ağacına, yağmur da yağar. Üç bin
yaprağı ışıl ışıl parlarken... Gerisi paslanır!
*
Ermeni ustanın “Vatan işi bu, evlatlarımız ebediyete kadar ışıl ışıl olmalı”
sözü kulağında çın çın çınlayan heykeltıraş, ağlayarak, tek tek değiştirmek
zorunda kalır, Türk tüccardan aldığı garantili(!) künyeleri.
*
İnsan ol önce, insan.
*
Soy sop değildir önemli olan.
Milleti kimin soy’duğudur!
Yılmaz ÖZDİL🖌️♥️♥️♥️
Tumblr media
4 notes · View notes
genckocaeli · 1 year
Text
Karate Türkiye Şampiyonası’na Kocaeli damgası
Tumblr media
Kocaeli İl Takımları, 3-7 Ağustos tarihleri arasında Nevşehir'de düzenlenen Anadolu Yıldızları (ANALİG) Türkiye Şampiyonası'nda göz kamaştırdı ve genel klasmanda önemli bir başarıya imza attı. Kocaeli'nin karate kız ve erkek takımları, mücadele dolu günlerin ardından ANADOLİG Türkiye Şampiyonası'nda büyük bir çıkış yakaladılar ve her iki cinsiyet kategorisinde de Türkiye ikincisi olarak yüksek bir konum elde ettiler. Kız takımımız, Leylanur Yıldırım, Ecrin Yıldız, Esmanur Hümeyra Eraslan, Simay Işık, Elif Berre Doğan, Yadigar Egin, Duru Nazlı Osanmaz ve Kübranur Hanne Eraslan'ın önderliğinde sahada üstün bir performans sergiledi. Leylanur Yıldırım, Esmanur Hümeyra Eraslan, Yadigar Egin ve Elif Berre Doğan'ın birincilik, Ecrin Yıldız'ın ise üçüncülük madalyalarıyla taçlandırılan bu başarı, takımımızı genel klasmanda ikinci sıraya taşıdı.
Tumblr media
Erkeklerde ise Kocaeli İl Karması Karate Takımı, Ebubekir Binici, Haktan Köse, Ertuğrul Pestil, Ege Kayra Yılmaz, Yusuf Öztürk, Deniz Tunç, Boran Kural, Eren Ertuğ ve Utku Taha Kütük'ün muhteşem performansıyla parladı. Ertuğrul Pestil ve Boran Kural'ın birincilik, Haktan Köse ve Ege Kayra Yılmaz'ın üçüncülük, Yusuf Öztürk'ün ise beşincilik derecesi, erkek takımımızın genel klasmanda da ikinci sırayı hak ettiğini gösterdi. Kocaeli kafilesi, bu büyük başarıyla gurur duyarken, Kafile Başkanı Kocaeli Karate İl Temsilcisi Soner Açıkyol önderliğinde Şaban Ağaya, Yunus Erşeker, Akmet Akçay, Osman Özdağ ve Zeynep Betül Yazıcı gibi değerli antrenörlerin katkıları da unutulmazdı. Kız ve erkek sporcularımızın elde ettiği bu kıymetli başarı, Kocaeli'nin spor arenasındaki yükselişini bir kez daha kanıtladı. Takımlarımızın bu mükemmel performansı, kulüp ve antrenörlerine büyük teşekkür borçlu olduğumuzu bir kez daha gösterdi. Bu başarının gelecekte daha da artarak devam edeceğine olan inancımız tam. Kocaeli takımı ve sporcuları, bu kutlu yolda ilerlemeye kararlı bir şekilde devam edecekler. Read the full article
0 notes
aygultopal35 · 4 years
Text
MUKUSSUZ BESLENME -01- ''Prof.Dr.Arnold EHRET ''
Mukussuz diyet yönteminin kurucusu ve öğreticisi Profesör Arnold Ehret, 29 Temmuz 1866’da Freiburg, St.Georgen’de doğmuştur. 9 Ekim 1922’de sağlığının doruğundayken, talihsiz bir kazaya rast gelmiştir. Bu kazada kafatasının iki yerinden kırılması sonucu ani bir
ölümle yaşama veda etmiştir.
Kaza, neredeyse ipinden geçilemez bir sis tabakasının hakim olduğu nemli bir gecede meydana gelmiştir.
Sokaklar ve kaldırımlar, yağan yağmurla birlikte tehlikeli bir biçimde kayganlaştığı bir anda ölümcül kaza,umumi bir garajın kaldırımında meydana gelmişti.
Büyük olasılıkla kaygan zeminde kayarak, tüm hızıyla
geriye doğru, başının arka kısmı üzerine düşüvermişti
ve bu da kafatasının kırılmasına neden olmuştu.
Hiç zaman kaybetmeden Los Angeles’deki bir hastaneye
kaldırıldığında ne yazık ki orada bulunan görevli doktorlar hakkında ani ölüm” teşhisini koymuşlardı.
Otopsi sonucunda ölüm nedeni kafatası yarılması”olarak kayda geçirilmişti.
Prof Arnold Ehret, henüz genç yaşlarda hekimliğin
getirdiği hümanist görevi yerine getirmeye adaydı. Bir türlü kurtulamadığı kronik hastalığı, o zamanın doktorları tarafından çaresiz olarak nitelendiriliyordu.
Fakat gözlerinin önünde verilen bu “ölüm kararı”, sadece onun yılmaz ruhunu kamçılamaya yaramıştı, ki
bu da onun eşsiz kişiliğinin karakteristik bir özelliğidir. Kendini iyileştirme konusunda verdiği kesin karar, onu o kadar başarılı sonuçlara götürmüştü ki, bu
hastalığın aynı acılarını çeken başka kurbanları da
doğal olarak sağlıklarına kavuşabilmek için ondan
yardım istemeye başlamışlardı.
Prof .Ehret’in doktor oluşu bir anlamda aile geleneğinin sürdürülmesi demekti. Babası oldukça başarılı
bir veterinerdi; büyükbabası da bir doktordu, ve Arnold Ehret de bu geleneğe uymuştu.
Ehret, sağlık alanındaki o engin bilgilerine, -ilerleyen sayfalarda da görüleceği gibi- İsviçre’deki senatoryumunda sağlığına kavuşturduğu binlerce hastası sonucu ulaşmıştır. Bu hastaların pek çoğu açaresiz” hastalıklara sahipti. Prof. Ehret’in anlatımındaki duruluk, olayları belli bir mantık çerçevesi içerisinde, pekiştirerek açıklaması, kolay anlaşılır ve ikna edici üslubu,aklının oldukça yüksek bir mertebede olduğunun kanıtıdır. Onun için maddi çıkarlar kesinlikle söz konusu olamazdı, çünkü parasal beklentileri her zaman en az
boyutlardaydı. O, söylediği bütün söylemlerini gerçekten
pratiğe geçirebilen bir ustaydı. Bu yüzden de gayet mütevazı olan yaşam tarzı ona hiçbir şekilde parasal sorunlar yaratmıyordu. Doğayı, her zaman kendi üzerinde en yüce yargıç olarak kabul ediyordu, o yüzden de konuşmalarında olduğu gibi yazarken de cesurdu. O mütevazı haline rağmen, kalabalıklar arasında herkeste belirgin bir farklılığı vardı. Karşısına çıkan tüm insanları her zaman iyi niyet ve sevgiyle karşılardı.
Onu tanımak, ona saygı duymak, değer vermek demekti.
Onu bizzat tanımak ise, onu sevmek demekti.
Prof. Arnold Ehret’in tüm bilgilerinin özü “Mukussuz Şifa Diyetçinde. Her ne kadar bir özet niteliği taşısa da yine de her acıdan kapsamlı bir eser olarak
kabul edilmektedir. Hastalıklar konusunda şimdiye
kadar aralanamayan sır perdesini” Prof. Ehret, o
kendine has anlaşılır ve öz anlatımıyla ortadan kaldırmaktadır. Öğretisinde esas aldığı en belirgin özellik, sadeliktir, hatta okuyucularına da “Sade ve kolay
anlaşılamayan ne olursa olsun, gerçek olamaz!” sözünü hatırlatıyor. Bütün hastalıkların kaynağında sadece bir neden yatmaktadır, o yüzden de hastalıkları teker teker adlandırmak aslında gereksizdir.
Hastalıklı bir durumun teşhisi ve bu durumun ne şekilde bertaraf
edilebileceğinin bilinmesi, bilimsel kavramlar hakkında bilgi sahibi olmaktan çok daha önemlidir.
Okuyacağınız bölümlerde devrim sayılabilecek, yepyeni, mükemmel bir fizyolojiyle tanışacaksınız. Örneğin: Bilinenin aksine pompa işlevi gören kalbimiz değil, akciğerlerimizdir. ” Bu iddia inkar edilemez gerçeklerle kanıtlanmaktadır. Doğal bir yaşamın bedensel, zihinsel ve ruhsal aşamaları, okuyucuya basit, anlaşılır bir dille açıklanmaktadır. Zihinsel halimiz bedenimizi nasıl etkiliyorsa, bedenimiz de zihnimizi öyle
etkiler. Bu nedenle, berrak ve saf düşünceler için kesinlikle duru, saf bir kan dolaşımı gereklidir.
Hasta bir insanın buna inanması genellikle çok
zordur. Kendine acıma duygusu, tanrısal kudrete olan inancı kuşkuya düşürür, çünkü binlerce günahkârın içinde hastalık onu seçmiştir. Kendine şu soruyu sormaktadır: Kilisenin günâh saydığı kuralları fazlasıyla ihlal edenler, nasıl oluyor da tanrısal cezalardan kurtuluyorlar? Doğaya karşı işlenen günâhlar bağışlanmaz. Ve adalet herkesi kapsar. Doğa hiç bir özrü dikkate almaz. Günâhların bağışlanması için tek yol kötü
alışkanlıklardan vazgeçmektir. Ağrı ve sızılar içerisinde insanın dikkatini toparlayabilmesi oldukça zordur.
Bu yüzden, henüz sağlığınız yerindeyken, hasta olmayı
beklemeden, zihninizi ve ruhunuzu yeniden programlayın. Beklenmedik bir hastalığa karşı direnebilmeniz için hazırlıklı olmanız, yani sağlıklı kalmanın kurallarını planlı bir şekilde nasıl kullanacağınızı öğrenmeniz gerekir.
Gerçek anlamda yaşamın tadını çıkarmak için
sağlıklı olmamız şart. İncil derki: “Her şey inanç ölçüsünde gerçekleşir”, fakat insan sağlığı adına 5.000 yıldan bu yana ne yazık ki çok az ilerleme kaydedilmiştir,
insanoğlu hayvanları nasıl besleyeceğini öğreniyor, ama kendini nasıl besleyeceğini ne yazık ki bilmiyor!
Ehret’in felsefesi, düşünen insanlar için son derece
önemli bir değer taşıyor, çünkü bilimin salt teoriye dayanan gelişim süreci son günlerini yaşıyor.
Eski görüşler artık yerini yeni, kanıtlanabilir gerçeklere bırakıyor. Önyargılar ve yanlış çıkarımlar her
zaman ilerlemenin önünde birer engel teşkil ediyorlardı. Bugün dünyanın en çok gereksinim duyduğu şey,
yaşamın kanunları hakkında öğrenmesi gereken, sağlıklı, güvenli, akılcı ve kolayca kullanılabilecek bilgilerdir. Son yıllarda dünya genelinde süregelen olayların sonuçları şunu açıkça göstermiştir ki, hayattaki problemlerin çözümü için salt inanç, kabul edilebilir iddialar ve bilimsel hipotezler yeterli olmamaktadır.
Her insan iyileşme gücünü kendi içinde barındırır,
zayıf da olsa küçücük bir yaşam kıvılcımı var olduğu
sürece yaşamdan umut kesilmez. Bir daha iyileşemeyeceğinize, sağlıklı, mutlu ve başarılı olamayacağınıza
dair korku ve kuşkular, doğal değildir. Bunlar sadece
ulaşmak istediğiniz amaç ve dileklerinizin gerçekleşmesine engel olur. Prof. Ehret, aslında kendi kendimizin doktoru olmamız gerektiği gerçeğini kavramış bir
insan olarak, sizleri bu konuda düşünmeye sevk etmek
için ne kadar çaba gösterdiğini kendiniz de fark edeceksiniz. Ancak sizlere aktarılabilecek tek şey, mükemmel bir sağlığa nasıl ulaşabileceğiniz konusundaki bilgilerdir. Asıl zorluk, günümüzde birçok insanın düşünmemek için direnmesidir. Kendilerini tamamıyla
çoğunluğun fikrine göre yönlendirmekteler. Çoğunluğun yaptığı doğru olmalı! Ancak gerçek, bunun tam da aksini gösteriyor.
İyileşmenin asıl ilkeleri oysa öyle basit ve az ki, bilimsel-analitik (!) mantık, esas olan bu noktaları nedense hep gözden kaçırma eğilimindedir. Gençlik, güç
ve mutluluk sadece yaşça genç olanlara ait olmamalı.
Kendini genç hisseden herkes, o çok arzulanan gençliğe
sahip olabilir. Hiçbir zaman şu gerçeğin gözünüzden
kaçmasına izin vermeyin: Vücudunuzda, küçücük bir
yaşam kıvılcımı, aydınlık bir aleve dönüşebilir.
Güç,ona duyulan istekten doğar.
Prof. Ehret, hastalıklara neden olan mukus oluşumunun yanı sıra başka bir dizi nedeni de kabul ediyor.
Mukus oluşturmayan besin maddeleri açık bir şekilde
belirtiliyor. Okuyucu gerekli görülen yerlerde o yönde
uyarılıyor. Nedenler belirli bölümlerde açıklandığı
üzere, geçiş diyeti sırasında mukus oluşturucu besinlere
bazı hallerde izin verilebiliyor. Yapıcı özelliğe sahip
herhangi bir besin, yanlış tüketim sonucu yıkıcı olabiliyor. Aynı şekilde, aslında hayat içeren bir besin, hasta ve zarar görmüş bir bedende, yanlış veya yanlış bir zamanda kullanılarak, yaşamı tahrip edebiliyor.
İyi bir sağlığın sevinci içerisinde bulunduğunuz sürece, her insanın doğuştan sahip olduğu bir hak olan süper-yaşamı mutlaka yaşayacaksınızdır.
Yaşam sevinci yine tüm insanlığın hakimiyetinde olsun.
Prof. Ehret’in tutkuyla arzuladığı bir dilekti bu. ''Fred S. Hirsch ''
TEMEL ESASLAR
Her hastalık bir Tıkanıklıktır. Tıp biliminin adını koymuş olduğu hangi hastalık olursa olsun her hastalık,insan vücudunun çalışma sisteminde meydana gelen
bir tıkanıklığın sonucudur. Bu nedenle, hastalık belirtileri, vücudun belirli bir yerinde birikmiş olan mukusun meydana getirdiği tıkanıklığın işaretidir. Mukusun en fazla birikim yaptığı bölgeler, dil, mide ve tüm
sindirim kanalıdır. Özellikle bağırsaklar en fazla tıkanmanın olduğu yerdir. Günümüzün ortalama insanı,bağırsaklarında en az beş kilo dışarıya atılmamış dışkıyla dolaşmaktadır, ki bu da kan dolaşımının ve tüm
vücut sisteminin zehirlenmesine neden olmaktadır.
Bunu bir düşünün!
Her hasta insan az veya çok mukusla tıkanmış bir organizmadır.
Bu mukus, çocukluk dönemlerinde birikmeye başlayan, iyi sindirilmemiş ve dışarı atılmamış
besin parçalarından ileri gelmektedir. Bununla ilgili
ayrıntılı bilgileri, “Oruçla Yeniden Sağlığa Kavuşma
ve Gençleşme” adlı kitabımda bulabilirsiniz.
Benim Mukus Teorim ve amukussuz besinle tedavim ” çürütülememiştir, aksine, hangi hastalıkta olursa olsun, uyguladığım tedaviler her zaman başarılı olmuştur. Sistematik bir şekilde uyguladığım bu tedaviler, çaresiz denilen hastalıklara sahip binlerce insanı
yaşama geri kazandırmıştır.
Mukussuz beslenme, meyve ve karbonhidrat içermeyen, çiğ veya pişmiş yeşil yapraklı sebzelerden
oluşmaktadır. Mukussuz beslenmeyle gerçekleştirilen
tedavi, iyi düşünülmüş uzun veya kısa oruç kürleri ile
yavaş yavaş mukus oluşturmayan besinlere ağırlık verilerek alışılmış beslenme tarzının değiştirilmesi şeklinde uygulanır. Oruç tutmaksızın, sadece mukussuz
beslenme bile birçok hastalığı iyileştirmektedir. Fakat
sadece bu tür bir kür yöntemiyle iyileşme biraz daha
uzun bir zamana yayılır. Bu yöntem ileriki bölümlerde daha ayrıntılı bir şekilde ele alınacaktır.
Bu yöntemin nasıl uygulandığını ve nasıl etkili olduğunu anlayabilmek için önce tıbbi yanılgılarla ilgili fikirlerinizden kurtulmanız gerektiğini düşünüyorum,
ki bu fikirlerin bir kısmı fizyoterapi alanında da yaygındır. Başka bir deyişle, sizlere yepyeni bir fizyolojiyi; vücut fonksiyonlarının öğretisini açıklamam gerekiyor.
Bu yeni bir teşhis metodudur. Metabolizma konusundaki yanılgıların yanı sıra protein içeren besinlere, kan
dolaşımına ve kan bileşimine de değinmem gerekiyor.
GERÇEK YAŞAM ENERJİSİ NEDİR ?
Tıp bilimi için insan vücudu, özellikle hastalıklı haliyle
hâlâ bir sırdır. Yeni bulunan her hastalık adeta yeni bir
sır gibidir. Gerçeklerden ne kadar uzaklaşmış olduklarını ifade edebilmek için yeterli kelimeler bulmak öylesine zor ki! Fizyolojide yaşam enerjisi kavramı çok sık kullanılır, ama ne hekimler ne de natüristler, yaşam
enerjisinin ne olduğunu tam olarak anlatamazlar.
Sadece bu yanılgıları bertaraf etmek yeterli değildir,
aynı zamanda gerçeği, yepyeni ve kolay görülebilir bir
açıklıkla anlaşılır hale getirmek gerekir. Başarımın temel özelliklerinden biri de işte bu anlaşılırlıktır. Hepsinden önemlisi, öğretilerimin sadece gerçeklerden ibaret oluşudur. Bütün bunların dışında kesin olan bir şey
var ki, o da sağlıklı insan aklıyla kavranamayan her şey
zırvadır, bilimsel terimlerle dile getirilse bile.
Sistemsiz, bilinçsiz ve hastanın özel durumuna
bakmaksızın, herhangi bir hastalığın doğru besinlerle,
yani “özel öğünlerle” veya uzun oruç kürleri uygulayarak iyileştirilebileceğine inanmanın ne kadar yanlış ve bilinçsiz bir şey olduğunu öğreneceksiniz.
“Oruç”, yüzlerce yıldan bu yana bir “tedavi yöntemi”, doğanın tek ve şaşmaz bir kanunu olarak bilinmektedir. Bu mukus oluşturmayan besinler için de geçerlidir.
Bu İncil’de de belirtiliyor; (Musa’nın 1. kitabında; meyve ve bitkiler, yani yeşil yapraklar). Fakat tüketimi ve getireceği faydalar neden şimdiye kadar yaygınlaşmamıştır?
Çünkü hiçbir zaman hastanın durumuna özel, planlı bir
şekilde tüketilmemiştir. İnsanların pek çoğu vücudun
boşaltım seyri ve süresi hakkında veya beslenme şeklinde
ne kadar zamanda bir değişiklik yapılması gerektiği konusunda ve hayatı boyunca vücudunda biriken büyük miktarlardaki kalıntılardan arınmanın ne anlama geldiği
konusunda hiçbir bilgiye sahip değildir.
Hastalık, vücudun artık, mukus ve zehirleri boşaltmak için başlattığı bir girişimdir. İşte “hastalık” denilen bu sistem doğaya en mükemmel ve en doğal birşekilde yardımcı oluyor. İyileşmesi gereken hastalık değil, vücuttur. Vücudun, çocukluktan bugüne kadar
birikmiş olan artıklardan, mukustan, zehirlerden ve
tüm yabancı maddelerden arınması, kurtulması gerekiyor. Sağlığa ilaç şişeleriyle kavuşamayız! Vücudunuzu birkaç günlük arınmayla yeniden sağlıklı hale getiremezsiniz. Hayat boyu vücudunuza yaptığınız haksızlığın adilce dengelenmesi gerekir.
Benim tedavi yöntemimde tıbbi müdahale veya ilaç
tertibatları yoktur. Benim tedavim tamamıyla yenilenmedir, “genel bir temizliktir”. Bu tedavi kişiye daha önce hiç yaşamadığı mükemmel bir sağlık kazandırır.
Hatırlayın: Organizmanızda meydana gelen her
tıkanma hastalığın ana kaynağıdır. Tıkanma, sağlıksız
bir vücudun, enerji kaybının ve dayanıksızlığın en
tahrip edici kaynağıdır.
Başlıca tıkanıklıklar daha önce bahsettiğim gibi,
doğumunuzdan itibaren hiçbir zaman tam anlamıyla
boşaltılamayan kalın bağırsaklardadır. Yeryüzünde hiç
kimse ideal saflıkta bir vücuda ve kana sahip değil.
Tıpta geçen “sağlık” kavramı, aslında hastalıklı bir
durumu içinde barındırır.
Toparlayacak olursak; insan mekanizması hareketi
bir boru sisteminden oluşuyor. Medeniyet insanının
tükettiği besinler asla tamamıyla özümsenmiyor, ve
geride kalan artıklar da dışarı atılmıyor. Bu boru sistemi zamanla tıkanıyor ve bu tıkanma da genellikle sindirim sisteminde ortaya çıkıyor. İşte her hastalığın
kaynağında yatan asıl neden budur. Bu artıkların sistemli bir şekilde dışarıya atılması, ancak mukussuz diyetle mümkündür.
GİZLİ ,AKUT VE KRONİK HASTALIKLAR ARTIK BİR SIR DEĞİL
Birinci bölümde, hastalığın gerçekte ne olduğuna dair
bir ön bilgi edindiniz. Mukusun ve onun meydana
getirdiği kan zehirlenmesinin yanı sıra organizmada
ürik asit, toksin maddeler, özellikle de ilaçlar ve başka
yabancı maddeler de bulunmaktadır. Yıllar süren pratik tecrübelerimin sonucunda alınan ilaçların vücuttan tam olarak atılamadığını gördüm.
Besin maddelerinin artıkları konusunda da durum aynıdır. Bu atıkları onlarca yıl vücutta depolanmaktadır. Gözetimim altındaki yüzlerce olayda 10, 20, 30 ve hatta 40 yıl öncesi
ilaçların bu tedavi yöntemi sırasında mukusla birlikte
dışarı atıldığını tespit edebilme imkam buldum.
Bu gerçek, sağlık alanında devrim yaratacak niteliğe sahiptir. Kimyasal zehirler çözülerek, böbreklerden dışarı atılmak üzere kan dolaşımına karıştığında, yoğun
bir Kalp çarpıntısına neden olurlar. Bunun dışında bir
takım hafif rahatsızlıklarda meydana gelebilir. Bu konuda bilgi sahibi olmayan insan, kendini adeta bir bulmacanın karşısındaymış gibi hisseder ve büyük olasılıkla hemen doktorunu çağırır.
Durumu inceleyen doktor da sonunda “Kalp rahatsızlığı” şeklinde bir teşhiste bulunarak, sorunun kaynağını “besin yetersizliğine” dayandırır. Oysa hastasına 10 yıl önce yazmış olduğu reçetedeki ilaçların bu durumun sorumlusu olabileceğini hiç aklına getirmez.
Sağlıklı görülen “normal” insanın vücudunda yoğun miktarlarda ilaç ve besin zehirlerinden oluşan ve
adeta kronik bir depo haline gelen kütleler bulunmaktadır.
GİZLİ HASTALIK BUDUR
Bu gizli hastalık yapıcı maddeler yerinden oynatıldığında, örneğin bir soğuk algınlığı geçirildiğinde, vücut
mukus atmaya başlar. Kişi kendini kötü hisseder. Oysa
doğanın bu arındırma işleminden memnun olması gerekir. Çözülen mukusun miktarı, organizmayı sarsmak
için yeterince fazla olduğu halde ciddi bir durum söz
konusu değilse, bu rahatsızlığa grip teşhisi konulabilir.
Fakat doğanın boşaltım işlemi, organizmanın daha derinlerinde gerçekleşiyorsa, özellikle akciğerlerde, o durumda mukus ve toksinlerin çözülümü çok fazla olduğu
için kan dolaşımında zorlanma meydana gelir, bu tıpkı
bakımsız bir makinenin veya el freni kaldırılmış bir arabanın çalışmasına benzer. Bu sürtünme işlemi anormal
bir ısınma meydana getirir, ki buna da yüksek ateş diyoruz. Bu kez doktorların koyduğu teşhis, akciğer iltihabıdır. Oysa gerçekte meydana gelen olay şudur: Doğa,
organizma için yaşamsal önem taşıyan organları, artıklardan kurtarmak için “hararetle” çaba sarf etmektedir.
Şayet mukus atımı için zorlanan organ böbrek ise, ve
fonksiyonlarında değişiklikler söz konusuysa, bu durumda rahatsızlığın adı böbrek iltihabı olacaktır.Diğer bir deyişle, doğa bir insan yaşamını kurtarmak için her ne zaman mukus ve toksin ürünlerini
“var gücüyle” dışarı atmaya çalışıyorsa, bunun adı akut hastalıktır.
AKUT HASTALIKLAR
Tıp dünyası 4.000’in üzerinde (günümüzde bu sayı
20.000’dir.) hastalığa isim koymuştur. Hastalığa verilen ad, atık boşaltımının meydana geldiği ilgili bölgeden veya tıkanan kısımdan yola çıkarak türetilmektedir. Bu bölgede kan dolaşımı oldukça zorlanmaktadır,
dolayısıyla ağrı ve sızıya neden olmaktadır. Örneğin,
eklem bölgelerinde ağrılar, romatizmada olduğu gibi.
Nesiller boyunca doğanın bu iyi niyeti çabası ve
kendi kendini iyileştirme işi yanlış anlaşılarak, ilaçlarla
bastırılmaya çalışılmıştır. Hastalık sırasındaki ağrı ve
iştah kaybı gibi uyarıcı tehlike sinyallerine rağmen, ısrarla bol ve özellikle “iyi” besin önerilmektedir. Doktorların “yardımına” rağmen, -ki bu “yardım” gerçekte hastanın hayatını daha fazla tehlikeye sokmaktadır- hastanın yaşam enerjisi ve boşaltım yeteneği azaltılmaktadır. Doğa bu engelle görevini etkili bir şekilde yerine getiremez, daha fazla zamana ihtiyaç duyar.
İşte söz konusu bu durum, “kronik” olarak nitelendirilir. Bu sözcük Yunanca “zaman” anlamına gelen
“chronos” sözcüğünden türetilmiştir.
7 notes · View notes
canlitvde · 4 years
Text
TELE 1
Tele 1 kanalı Kültür Türk adıyla yayın hayatına başlayan kanalın adı TELE 1 olarak değiştirildi. Tele 1 kanalının bünyesinde Emre Kongar, Defne Sarısoy, Enver Aysever, Ümit Zileli, Haluk Şahin, Musa Özuğurlu, Ataol Behramoğlu, Duygu Özel, Haluk Şahin, Tuncay Mollaveyisoğlu, Sinan Meydan, Ömer Ödemiş, Merdan Yanardağ, Nahit Duru, Yılmaz Polat, Derya İzbul, Mehmet Güç, Necati Yıldırım, Gürsel…
Tumblr media
View On WordPress
2 notes · View notes
yurekbali · 5 years
Text
Tumblr media
Çöz çöz bitmeyen bir yumağın ilmiğiyiz, başı sonu belirsiz, yolcusuz yol gibiyiz. Kimimiz bir deniz dinginliğinde duru, kimimiz kayalara çarpan dalga gibiyiz. Karanlığın ortasında bir çıra, bir kandil ışığıyla yanar gibiyiz. Bir avuç buğday, sonyaz tarlasında, Tınaz türküsünün serin ezgisi gibiyiz. Günü, geceyi savuran, zamanı eleyen yürek, dünü yarına bağlayan yollarda bir iz gibiyiz. - Yusuf Alper, İz (1975-2000, Son Çeyrek Yüzyıl Şiir Antolojisi / Yılmaz Odabaşı) - Görsel: Wlodzimierz Kuklinski
25 notes · View notes