"Hava poyrazladı yağmur yağacak
Yanıp yanıp sönüyor ışıklandırılmış gözlerin
...
Sensin
Akıyor ön dişlerin beyaz beyaz yanıma
Her şey rengine göre kanar bilirsin
Tırnakların pembeye boyanmış bir koy gibi
Pespembe kanar
Ve herbir renkte kanayan gözlerin
Çınlatır Eluard’ın mısralarını orada
“İçinde uçtuğum gözlerin
Yolların gidişine
Dünyanın dışında bir anlam verdi.”
Demek oluyor ki bu dünyada olmak öyle derin
Öylesine anlamlı ki insan
Bizse bu anlamın işçilerinden ikisi
Yağmur yağacak.
Yarı karanlık odamız, üstelik soğuk
Isıtıcı bir soğuk bu, değişik
Sensin, bir yüzümde geziniyor şimdi yüzün
Bir elimizdeki kitaplarda
Şiirler okuyoruz bugün
Limanlık bir deniz gibi kıpırtısız önümüzdeki taş masa
Uykuya yatmış gibi bütün balıklar
Gemileri kaptansız tayfasız
Gidip gidip geliyor kimi zaman da
Anayurduna dağlara
Şiirler okuyoruz bugün
Yaşlandık da ondan mı
Susarak katlanıyoruz her mutsuzluğa
Saatlendiriyoruz günü
Bölüyoruz dakikalara
Bir hiç oluncaya kadar bölüyoruz onu.
Bölüyoruz yani bütün mutsuzluklara
Bir yaprak saniyesi geçiyor usul usul
Penceremizden
Mavi mavi hatmiler parlıyor dışarıda
Dışarıda küçük bahçemizde
Ayak izleri gibi gökyüzünün
Hatmiler
Bırakıyoruz bu sessiz uyuma kendimizi
Derken bir mavi damar, bir dudak büküş
İyi anlaşılamayan bir ses sokaktaki
Çırpına çırpına yükselen duman
Bir tutam saçın öne düşüşü
Sanki bir sardunya bir yaz boyu ne kadarcık uzarsa
Kaça alınırsa bir tükenmez kalem
Doluyor içimize öyle
Hayatın birdenbire anlaşılması gibi bir duygu gürültüsü
Yağmur yağacak.
Yorulduğun zaman söyle
Susalım, hiç konuşmayalım istersen
Sussak da, hiç konuşmasak da, sözlerin senin
Açık denizler gibidir zaten elimde
Her zaman ama her zaman bir kıyıyı sezdiren
Hatırlıyorum da kelimelerini bir bir:
Şairlerin flaşları kalpleridir
Dışarıya da parlamalı biraz
Kaldı ki ben içimde gezinmekten yoruldum
Sensin, iyi anlarsın beni
Gözlerine başka türlü bakıyorum
Ben bütün gözlere başka türlü bakıyorum şimdi
Nemli bir tülbent olup buğulanıyor
Ve yaslı ve mahzun
Ve devrilmiş bir boya kabı gibi de yoğun
Memleketimin gözleri
Yağmur yağacak.
Öyle bir yağmur ki bu, bilirsin
Dam saçak demeyecek, yağacak
Yağacak bir hışım gibi canevine kentin
Kalplerimiz küle gömülmüş elmalar gibi
Patladı patlayacak
Alacak sonunda kendi rengini."
Edebiyatımıza kazandırdığı ilklerle ölümsüz olan Namık Kemal tarafından kaleme alınan “Vatan Yahut Silistre” sahnelenen ilk tiyatro yapıtı olma özelliğini taşıyor.
Sahnelenen İlk Tiyatro Eseri: Vatan Yahut Silistre/Namık Kemal
Edebiyatımıza kazandırdığı ilklerle ölümsüz olan Namık Kemal tarafından kaleme alınan “Vatan Yahut Silistre” sahnelenen ilk tiyatro yapıtı olma özelliğini taşıyor. Yaşamı boyunca eserlerinde vatan sevgisini işleyen Namık Kemal tiyatronun modernleşmesi ve halka ulaşması için de büyük çaba göstermiştir.
Birbirlerine aşık olan Zekiye…
“Nasıl iletişim kurmak önemliyse, konuşmayı ne zaman bırakacağınızı bilmek de bir o kadar önemlidir. Dönüp dolaşıp neticeye varamayacağınızı anladığınızda yahut muhatabınız sizi yanlış anlamaya kararlı olduğunda konuşmayı bırakmak bir kendi değerini bilme meselesidir.” //Dr. Lepera
"Bildiklerini unut.” diyor DOST. ” Gel al eline bir silgi, şu yeni başlayan güne bilgilerini silmekle başla. ” ” Zanlarını, yargılarını, önyargılarını ve dahi bütün genellemelerini koy bir çuvala ve hepten terk et. Gıybet etme sakın,… bil ki dedikodu denilen şey mıknatıs gibi kötü enerji çeker.
Kimsenin aleyhine konuşma, uzaktan atıp tutma, insanları kem dille yargılama, bil ki yanılırsın.
Birini nekadar çok aşağılar yahut dışlarsan, onun durumuna düşme ihtimalin o kadar artar.
Kainatın matemetiğidir. Bir koyar, bir alır insan. Bilmeden kendi hesabını dürer ” diyor DOST… ” Hiçbir konuda emin olma ” diyor DOST… ”
Kendini ayrıcalıklı sayma. Konumuna ya da mevkine, ismine veya şöhretine güvenme. Şu hayatta tüm zahiri kisveler sabun köpüğünden ibarettir.
Nazlı nazlı yükselir köpük, derken pat diye sönüverir. Herzaman başkalarından öğrenmeye açık ol. En iyi bildiğin konularda bile köşeli düşünme, büyük konuşma.
Cümlenin sonuna nokta değil, ünlem değil, virgül yahut üç nokta koy. Açık bir kapı bırak daima.
Ne kadar bilsen de hiçbirzaman yeterince bilemeyeceğini unutma. Tevazudan şaşma. Ancak ozaman kurtulabilirsin bilginin cehaletinden. ” diyor DOST…
Allah, kadınlardan önce erkeklere örtünmeyi emretmiştir:
“Mü’min erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Bu davranış onlar için daha nezihtir. Şüphe yok ki, Allah onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır.” (Nur Suresi: 30)
Allah, sonra kadınlara örtünmeyi emretmiştir:
“Mü'min kadınlara da söyle: Gözlerini sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar. Görünen kısmı müstesna, zinetlerini göstermesinler. Başörtülerini yakalarının üstüne salsınlar. Zinetlerini; kocaları veye babaları veya kocalarının babaları veya oğulları veya kocalarının oğulları veya kardeşleri veya erkek kardeşlerinin oğulları veya kızkardeşlerinin oğulları veya kadınları veya cariyeleri veya erkekliği kalmamış hizmetçileri, yahut kadınların mahrem yerlerini henüz anlamayan çocuklardan başkasına göster mesinler. Gizledikleri zinetlerinin bilinmesi için de ayaklarını vurmasınlar. Ey mü'minler; hepiniz Allah'a tevbe edin ki felaha eresiniz.” (Nur Suresi: 31)
Önce erkekler Allah'ın örtünme emrine uymalıdır. Erkekler örtünme emrine uymazsa, Kadınların örtünmesi erkeğin sapıklığı karşıdında fayda sağlamaz.
Yani Erkekler! Eğer bakışlarını haramdan korursanız Allahın örtünme emrine uyarsanız, hiç bir kadın size tahrik edici gelmez. Sapıklığınızı kadının bedenine giyimine bağlamayın.
ben bazen, dümdüz bir yolda yürürken, bir anda zemine çakılıyorum. görünürde olmayan bir çukura takılıyor ayaklarım. o çukuru kim deşti? yahut, daha önemlisi. kim itti beni o çukura? ellerimdeki bu yaralar neden? dizlerimi betona mıhlayan ipi kim düğümledi, ha. söylesene? neden dönemiyorum ben evime? neden hiç varamadım ben? insan bilmediği bir yere böylesine özlem çeker mi, söylesene lütfen? ben yabancısıyım doğduğum şehrin. ait olmadığım bir yerin varlığını düşündüren ne bana? sahi, kimse mi yok bu çukurda? yoksa, benim gözlerim mi kapalı?
Sobanın çok sonraları geldiği Osmanlıda evler, oda içinde taşınan mangallarla ısıtılırdı. İhtiyaç halinde ateş ve köz temini için komşuya gidilir ve ateşin sönmemesi için ayaküstü hal hatır sorulup dönülürdü.
İşte aceleciler için buradan çıkan bir deyim: "Ateş almaya mı geldin?"
Evlerde mangal yakmak mühim bir mesele idi. Çünkü odun kömürü de diğer kömürler gibi yanarken zehirli bir madde olan karbondioksit gazı çıkardığından ev içinde kapalı yerde mangal yakılamazdı. Bunun için mangallar ya mutfakta ocağın içinde, ya dışarıda bir yerde evin terasında yakılırdı.
Mangal, yani mangalda kömür yakmak için de yelpazelemek, yahut kırk santim boyunda mahruli sekilde üstü dar, altı daha geniş mangal boruları kullanmak icap ederdi. O devirde mangal kömürü yanarken zehirlenip bir gün mütemadiyen başı ağrıyan vatandaşların sayısı hesapsızdı.
في الإمبراطورية العثمانية، حيث ظهرت المواقد في وقت لاحق، تم تدفئة المنازل بواسطة حفلات الشواء التي يتم حملها داخل الغرفة. وفي حالة الحاجة، كان يذهب إلى جاره ليحضر نارًا وجمرًا، ثم يعود بعد أن يسأل عن أحوالهم، حتى لا تنطفئ النار.
وهنا تعبير للمستعجلين: "هل جئت لتأخذ النار؟"
كانت إضاءة الشواية في المنزل مسألة مهمة. لأن الفحم، مثل أنواع الفحم الأخرى، يطلق غاز ثاني أكسيد الكربون، وهو مادة سامة، عند حرقه، لا يمكن إشعال حفلات الشواء في الداخل. لهذا السبب، تم إشعال حفلات الشواء إما في موقد المطبخ أو في الخارج على شرفة المنزل.
من أجل حرق الفحم في الشواية، كان من الضروري تهوية أو استخدام أنابيب الشواء التي يبلغ طولها أربعين سنتيمترا، ضيقة من الأعلى وأوسع من الأسفل. وفي تلك الفترة، كان عدد المواطنين الذين أصيبوا بالتسمم أثناء حرق الفحم ويعانون من الصداع المستمر لمدة يوم لا يحصى.
In the Ottoman Empire, where stoves came much later, houses were heated with barbecues carried inside the room. In case of need, one would go to a neighbor to get fire and embers, and then return after asking how they were doing, so that the fire would not go out.
Here is an expression for those in a hurry: "Did you come to take fire?"
Lighting a barbecue at home was an important issue. Because charcoal, like other coals, releases carbon dioxide gas, a poisonous substance, when burning, barbecues could not be lit indoors. For this reason, barbecues were lit either in the kitchen stove or outside on the terrace of the house.
In order to burn coal in a barbecue, it was necessary to fan or use barbecue pipes that were forty centimeters long, narrow at the top and wider at the bottom. In that period, the number of citizens who were poisoned while burning charcoal and suffered from constant headaches for a day was countless.