Tumgik
#Kuzey Amerika
habercafe · 21 days
Text
Borusan, Kuzey Amerika'da 363 Milyon USD Değerinde Sözleşme İmzaladı
Borusan’dan Yeni Bir Uluslararası Sözleşme Borusan Birleşik Boru Fabrikaları Sanayi ve Ticaret A.Ş., Amerika Birleşik Devletleri’nde yeni bir iş ilişkisine yönelik önemli bir sözleşme imzaladı. Bu gelişme, şirketin global pazardaki etkinliğini artırma hedefi doğrultusunda atılmış önemli bir adım olarak değerlendiriliyor. Borusan’dan Kamuyu Aydınlatma Platformu’na (KAP) yapılan resmi açıklamada,…
0 notes
Text
Yalancı Çivit (Çivit Ağacı)
Yalancı Çivit (Çivit Ağacı)
Tumblr media
#AlancıÇivit, #BaklagilFamilyası, #BileşikYapraklar, #BoyaBitkisi, #ÇevreDostu, #DayanıklıBitki, #DesertFalseIndigo, #DoğalBoya, #ErozyonKontrolü, #FalseIndigoBush, #GelenekselBoya, #InsanSağlığı, #KuzeyAmerika, #MaviMorÇiçekler, #NektarKaynağı, #Peyzaj, #PolenKaynağı, #SentetikBoyalar, #TekstilEndüstrisi, #YaprakDökmeyenÇalı https://is.gd/IDHyWt https://www.tibbivearomatikbitkiler.com/bitkiler/yalanci-civit-civit-agaci/
Yalancı Çivit, Kuzey Amerika’ya özgü, baklagil familyasından bir tür çiçekli bitkidir. Halk arasında “çivit ağacı”, “false indigo bush” ve “desert false indigo” gibi isimlerle de bilinir.
3-5 metre boyunda, dikensiz, yaprak dökmeyen bir çalıdır. Yaprakları 10-30 cm uzunluğunda, bileşik ve ovaldir. Çiçekleri mavi-mor renkte, 1-2 cm çapında ve 6-15 cm uzunluğunda salkım şeklindedir. Meyveleri 1-2 cm uzunluğunda, oval ve kahverengidir.
Yapraklarından elde edilen mavi boya için kullanılır. Ayrıca, bal arıları için önemli bir nektar ve polen kaynağıdır. Ahşap sert ve dayanıklı olduğundan, küçük seriler halinde inşa etmek için kullanılabilir. Kuraklığa ve soğuğa dayanıklı bir bitkidir. Bu nedenle, peyzajda, rüzgar siperi ve erozyon kontrolünde kullanılır.
İlk olarak MÖ 2000’li yıllarda Kuzey Amerika’da kullanılmıştır. Bu boya, Orta Amerika ve Güney Amerika’da da kullanılmıştır. Tekstil, deri ve ahşap gibi çeşitli yüzeylerde kullanılmıştır. Doğal bir boya olduğu için çevre dostu ve insan sağlığına zararsızdır. 16. yüzyılda Avrupa’ya tanıtılmıştır. Bu boya, Avrupa’da tekstil endüstrisinde yaygın olarak kullanılmıştır. Yalancı çivit, 19. yüzyılda sentetik boyaların keşfedilmesiyle birlikte popülerliğini kaybetmeye başlamıştır. Ancak, günümüzde hala doğal boya olarak kullanılmaktadır.
Geleneksel bir boyadır ve birçok kültürde önemli bir yere sahiptir. Bu boya, tekstil, deri ve ahşap gibi çeşitli yüzeylerde kullanılmaktadır. Doğal bir boya olduğu için çevre dostu ve insan sağlığına zararsızdır.
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR: Doğal Boya Bitkileri (Balıkesir – Savaştepe) *Doğal boya bitkilerinin arasında Yalancı Çivit’te bulunmaktadır.
Yalancı Çivit Faydaları
Doğal ve  dayanıklı bir boyadır.
Çeşitli yüzeylerde kullanılabilir.
Geleneksel bir boyadır.
Çevre dostu ve insan sağlığına zararsızdır.
Yalancı çivit, çalı formunda bir bitkidir. Gövdeleri dik ve dallıdır. Yaprakları karşılıklı dizilmiştir. Çiçekleri mor renklidir.
Yalancı çivit, yaprakları, çiçekleri ve kabuğu tıbbi amaçla kullanılır. Etken maddeleri arasında rutin, quercetin ve kaempferol bulunur.
Yalancı çivit, kramp giderici, antioksidan, iltihap önleyici, kan basıncını düşürücü ve kolesterolü düşürücü özelliklere sahiptir.
Halk arasında kramp, mide bulantısı, kusma, ishal, yüksek tansiyon, kolesterol yüksekliği gibi rahatsızlıkların tedavisinde kullanılır.
Modern tıpta ise henüz yaygın olarak kullanılmamaktadır.
Sadece doğal güzelliğiyle değil, aynı zamanda pratik kullanımıyla da önemlidir. Örneğin, yaprakları geleneksel olarak mavi bir boya elde etmek için kullanılır. Bu doğal boya, tekstil endüstrisinden ahşap işçiliğine kadar birçok alanda yaygın olarak kullanılmıştır. Ve en önemlisi, doğal bir boya olduğundan çevre dostudur ve insan sağlığına zarar vermez.
Bu bitki ayrıca doğal bir nektar ve polen kaynağıdır, bu yüzden bal arıları için büyük bir öneme sahiptir. Dayanıklı ve kuraklığa dayanıklı olması, erozyon kontrolü ve rüzgar siperi oluşturmak için peyzajda kullanılmasını kolaylaştırır. Ayrıca, bu bitkinin ahşapları sert ve dayanıklıdır, bu nedenle küçük inşaat projelerinde kullanılabilir.
Hem doğal güzelliği hem de kullanım çeşitliliği ile dikkat çeken bir bitkidir. Doğal boyama işlerinden peyzaj projelerine kadar birçok alanda pratik bir rol oynamıştır ve hala bu alanda kullanılmaktadır.
0 notes
yesilhaber · 9 months
Text
Kuzey Amerika'da yeniden tasarlanmış Tesla Model 3 piyasaya sürüldü
Tesla’nın yenilenen Model 3’ü, Çin, Avrupa ve Ortadoğu’daki başarısının ardından Kuzey Amerika pazarında sunuldu. Tesla’nın ‘Highland’ olarak adlandırılan yenilenen Model 3’ü, şarj başına 549 km’ye kadar menzil sunuyor. Bu artış, aracın aerodinamik tasarımı sayesinde elde edildi. Ultra Kırmızı ve Gizli Gri olmak üzere iki yeni renk seçeneği sunan Model 3, izleyici açısına ve ışık koşullarına göre…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
lolonolo-com · 10 months
Text
Dünya Bölgeleri: Kuzey Amerika 2023-2024 Vize Soruları
Dünya Bölgeleri: Kuzey Amerika 2023-2024 Vize Soruları 1. Kuzey Amerika yerlilerini diğerlerinden ayırt etmek için verilen isim aşağıdakilerden hangisidir? A) Kazak B) Namerind C) Iroqui D) Apaçi E) Snake Cevap : B) Namerind 2. Kanada’nın ikinci büyük eyaleti olan Quebec’de hangi dili konuşan nüfus bakımından şiddetli bir mekânsal toplanma görülür? A) Inuitçe B) Fransızca C) İngilizce D)…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
ertan2618 · 1 year
Text
Tumblr media
◾Dünyadaki en yüksek fahişelik oranları:
1-Tayland (Budizm)
2-Danimarka (Hıristiyanlık)
3-İtalyan (Hıristiyan)
4-Alman (Hıristiyan)
5-Fransız (Hıristiyanlık)
6-Norveç (Hıristiyan)
7-Belçika (Hıristiyan)
8-İspanya (Hıristiyanlık)
9-İngiltere (Hıristiyanlık)
10-Finlandiya (Hıristiyan)
◾Dünyadaki en yüksek hırsızlık oranı:
1-Danimarka ve Finlandiya (Hıristiyan)
2-Zimbabwe (Hıristiyan)
3-Avustralya (Hıristiyan)
4-Kanada (Hıristiyan)
5-Yeni Zelanda (Hristiyan)
6-Hindistan (Hinduizm)
7-İngiltere ve Galler (Hıristiyan)
8-ABD (Hıristiyan)
9-İsveç (Hıristiyan)
10-Güney Afrika (Hıristiyanlık)
◾Dünyanın en yüksek alkol bağımlılığı:
1) Moldovya (Hıristiyan)
2) Belarus (Hıristiyan)
3) Litvanya (Hıristiyan)
4) Rusya (Hıristiyan)
5) Çek Cumhuriyeti (Hıristiyan)
6) Ukrayna (Hıristiyan)
7) Andorra (Hıristiyan)
😎 Romanya (Hıristiyan)
9) Sırp (Hıristiyan)
10) Avustralya (Hıristiyan)
◾Dünyadaki en yüksek cinayet oranı:
1-Honduras (Hristiyan)
2-Venezuela (Hıristiyan)
3-Belize (Hıristiyan)
4-El Savador (Hıristiyan)
5-Guatemala (Hıristiyan)
6-Güney Afrika (Hıristiyanlık)
7-Saint Kitts ve Nevis (Hristiyan)
8-Bahamalar (Hıristiyan)
9-Lesotho (Hıristiyan)
10-Jamaika (Hıristiyan)
◾Dünyanın en tehlikeli çeteleri:
1. Yakuza (din yok)
2-Agberus (Hıristiyan)
3-Wah Singh (Hıristiyan)
4-Jamaika Patronu (Hıristiyan)
5-Primero (Hıristiyan)
6. Aryan Kardeşliği (Hıristiyan)
◾Dünyanın en büyük uyuşturucu çeteleri:
1-Pablo Escobar - Kolombiya (Hıristiyan)
2-Amado Carrillo - Kolombiya (Hıristiyan)
3-Carlos Leider Germain (Christian)
4-Griselda Blanco - Kolombiya (Hıristiyan)
5-Joaquin Guzman - Meksika (Hristiyan)
6-Rafael Caro - Meksika (Hristiyan)
👉Sonra #İslam dünyadaki şiddet ve terörün sebebidir deniliyor ve inanmamızı istiyorlar.
Birinci Dünya Savaşı ' nı kim başlattı?
Müslümanlar değil..
İkinci Dünya Savaşı'nı kim başlattı?
Müslümanlar değil..
20 milyon yerli Avustralyalıyı kim öldürdü?
Müslümanlar değil..
Japonya 'da Nagasaki ve Horshima' ya kim nükleer bomba attı?
Müslümanlar değil..
Güney Amerika ' da yaklaşık 100 milyon kızılderili'yi kim öldürdü?
Müslümanlar değil..
Kuzey Amerika ' da yaklaşık 50 milyon kızılderili'yi kim öldürdü?
Müslümanlar değil..
Kim 180 milyondan fazla Afrikalıyı Afrika kölesi olarak kaçırdı, % 88 ' si öldü ve okyanuslara atıldı?
Müslümanlar değil..
Terörün veya terörün başlangıcı gayrimüslimler tarafından tanımlanmalıdır.
Müslüman olmayan bir terörist eylemi yapıyorsa suçtur ama müslüman tarafından işleniyorsa terörizmdir..
Çifte standart bırakılmalı.
O zaman sözlerimin hedefine ulaşabilirsin.. İslamımla gurur duyuyorum.
Müslüman olduğum için gurur duyuyorum.
İslam dinini terörizmle bağdaştırmak, kendi terörünü saklamaktır.!
ALINTI..
111 notes · View notes
hfzikra78 · 8 months
Text
Tumblr media
“ Müslümanlar terörist öyle mi ?”
Birinci dünya Savaşı'nı kim başlattı ? Müslümanlar mı ?
İkinci dünya Savaşı'nı kim başlattı ? Müslümanlar mı?
Hiroşima ve Nagazaki'ye nükleer bombaları kim attı?
Müslümanlar mı?
Avustralya'daki yaklaşık 20 milyon Aborjin'i kim öldürdü ?
Müslümanlar mı?
Kuzey ve Güney Amerika'da 150 milyon Kızılderili'yi kim öldürdü ?
Müslümanlar mı ?
180 milyon Afrikalıyı köle yapıp, %77'sini öldüren kim ?
Müslümanlar mı?
Vietnam'da 5 milyon kişiyi öldüren kim?
Müslümanlar mı ?
Bosna'da on binlerce Müslümanı
BM güçlerinin gözü önünde öldüren kim ?
Müslümanlar mı ?
Filistin'de on binleri öldüren kim ?
Müslümanlar mı ?
Amerika petrol için Irak'ta 1 milyon can aldığında, bu terörizm olmuyor !
Sırplar Müslüman kadınlara Bosna ve Kosova'da tecavüz ettiğinde, bu terörizm olmuyor !
Ruslar 200 bin çeçeni bombalayarak öldürdüğünde, bu terörizm olmuyor !
Yahudiler Filistinlilerin topraklarını ellerinden alıp onları kovduklarında, bu terörizm olmuyor !
Amerika'nın iha uçakları Afganistan ve Pakistan'daki aileleri öldürdüğünde, bu terörizm olmuyor !
İsrail'in 2 kayıp askeri yüzünden 10 bin Lübnanlı sivili öldürdüğünde, bu terörizm olmuyor!
Görünen o ki terörizm kelimesi sadece Müslümanlara layık görülen bir kelime !
27 notes · View notes
Text
GİBİ 5.SEZON 1.BÖLÜM (SİNEK) ÜZERİNE METAFORİK BİR YAZI
Tumblr media
Çoğumuzun sevdiği “Gibi” dizisinin yeni sezonu yayınlanmaya başladı. Her zaman çok ilgimi çeken, güldüren, düşündüren, bazen hüzünlendiren “Gibi” 5.sezonuna enteresan bir giriş yaptı. Hazır Pazar gününe kadar bir konser yokken, bölümü izledikten sonra kafamda canlanan şeyleri not almaya karar verdim. Evet, burası bir konser bloğu sayfası idi fakat “inside.thecityof.glass” arada bir neden böyle şeyler de yapmasındı? İnternette biraz yorumlara baktıktan sonra tam olarak benim hissettiğim şeyleri ifade eden birkaç kişiyle karşılaştım. Bölümün yayınlanması üzerinden henüz çok vakit geçmediği için, zamanla daha fazla ortak yorumla karşılaşacağımı düşünüyorum. Bu zaman gelene kadar kendi izlenimlerimi yazmaya başlayayım, sonra tekrardan konuşuruz.
-HOLY SPOILER-
Bölümde dönemin siyasi aktörleri üzerinden metaforik bir anlatım tercih ettiklerini düşündüğüm için, anlaşılırlığı arttırmak adına biraz kodlama ve açıklama yapacağım, daha sonrasında akış üzerinden devam edeceğim.
Başlarken, bölüm hakkındaki düşüncelerimde bilinmesi gereken şey bu bölümün sadece arkadaşlık ilişkileri, kıskançlık, çekememezlik, toplum gözünde yükselme ve düşme, çoğu bölümde yapılan “ufacık saçma bir olayın aşırı büyümesi” vs. “Gibi” şeylerin dışında aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin belirli bir döneminden itibaren neredeyse günümüze gelene kadar olan kısmının metaforik olarak anlatıldığıdır. Buna dayanarak bölüm içerisindeki ilk kodlamalar benim düşünceme göre aşağıdaki “Gibi”dir.
Yılmaz (Süleyman Demirel) (S.D.)
Ersoy (Turgut Özal) (T.Ö.) (Bu zaten bet bir şekilde gösteriliyor.)
İlkkan (Bülent Ecevit) (B.E.)
Suna hanım (Sovyetler birliği) (S.B.)
Genç çocuk (Halk)
Servet abi (Amerika Birleşik Devletleri) (ABD)
Misafirler (Diğer ülkeler) (D.Ü.)
Candan abla (Yeni Rusya)
Erol (Liyakat)
Neden bu şekilde düşündüğüme bölümün akışı içerisinde bakalım. İlerledikçe daha fazla kodlama ve birtakım siyaset tarihi açıklamaları yapmaya çalışacağım. Doğru olabilir, yanlış olabilir. Dediğim gibi kolektif bilinç içerisinde bunların hepsini ileride daha doğru noktalara koyabiliriz. Haydi başlayalım!
Tumblr media
BAŞLIYOR!
Yılmaz (S.D.) ve Ersoy (T.Ö.) bıkkın bir şekilde koltuklarında otururken, salonun arka kısmında, yemek masasında İlkkan (B.E.) misafirlerine Tarot falı bakıyor. Diğerlerinin aksine İlkkan’ın keyfi gayet yerinde. Önemli olaylardan bahsediyor, dışarıya açık, aksiyon halinde. İlkkan’ın misafirleri olan iki adet yaşlı teyzemiz, kendisini ilgiyle dinliyor. Tarot falını, İlkkan’ın ileri görüşlülüğü olarak yorumlayabiliriz. Karşısında oturan teyzeler de muhtemelen anlatılan dönem gereği eski Sovyetler birliğini (Komünizm ya da sol felsefe) temsil ediyorlar. Bir teyzemiz eski Sovyetler iken diğeri onun en büyük destekçilerinden belki Çin ya da Kuzey Kore vs. olarak konumlanmış olabilir. Neden böyle düşündüğümü bol bol açıklayacağım.  
Yılmaz ve Ersoy, arkadaki konuşma devam ederken yine sıkılgan tavırlarla bir sinek problemleri olduğundan bahsediyorlar. (Belki “Ecevit hâkim” sol politikalardan ya da arka planda kalmaktan sıkıldılar, yeni bir oluşum lazım.) Ersoy dört tane muz yediğinden ve Roma dondurmacısına gittiğinden bahsediyor (Çikita muzu memlekete ilk defa Turgut Özal getirmiş. “Roma” belki de Özal’ın dışa açık politikalarını, dış sermayeyi, özelleştirmeleri vs. vurgulamak için kullanılmış. Ya da müthiş politik, sosyolojik, ideolojik fikirlerin, jikler, izmler ve istlerin, her bokun o döneme dayandığını, oradan çıktığını belirtmek için.) Sovyetler birliğine benzettiğimiz Suna Hanım (S.B.) için İlkkan; “Suna ablacığım, sen olmasan bu Dünya yok olur gider, her şeyi bir arada tutan bir enerjin var” diyor. Sanırım gözümüzde bir şeyler canlanmaya başladı. Hakikaten de çift kutuplu, kısmen güç dengeli Dünya düzeni, birçok ulusu bir arada tutan Sovyetlerin dağılmasıyla birlikte hapı yuttu. Sol ideoloji çöktü, kapitalizm yeni tanrımız oldu. Suna hanım, bakılan Tarot falı için ödemesi gereken ücreti İlkkan’a sorduğunda, İlkkan kendisinden para istemediğini, ücretsiz rehberlik yaptığını söylüyor. Para istenmemesi ve karşılıksız yardım gibi kavramlar Yılmaz’ın canını fazlasıyla sıkıyor. Para almadan bir iş yapılması, Yılmaz’a (Sağ ideoloji, kapital düzen, sermaye piyasası vs.) Tarot falı kadar anlamsız geliyor, bu işi kafasında anlamlandıramıyor.
Tumblr media
Evden kafeye geçildiğinde İlkkan’ı, karşısında oturmakta olan bir genç çocukla konuşurken görüyoruz. Çocuk İlkkan’ın kendilerine bir ümit olduğundan bahsediyor ve İlkkan’ı övüyor. Bu çocuğu köylü sınıf, tarım sınıfı ya da hiç bunlara da girmeden dümdüz “Halk” olarak konumlandıralım. Çocuğun bu övgüsüne daha fazla katlanamayan Yılmaz, İlkkan’a “paran var mı”? Diye soruyor. Yani bu işler, sevgi gösterileri, köylü şehirli el ele ayakları, sol ütopyalar bir yere kadar sürer. Senin paran var mı? Sermayen var mı? Bu değirmeni döndürebilecek misin? Ondan haber ver diyor. İlkkan, biraz parası olduğunu söylüyor. Yılmaz bunun üzerine sinek ilacı almaktan bahsediyor. Sinek burada önemli bir öğe olabilir. “ANAP” logosunu hatırlayalım. Petekten oluşan bir Türkiye haritası üzerine konmuş arı görseli gözünüzde canlanmıştır. Burada anlatılmak istenen şey arıyı sineğe benzetip bu yapıyı eleştirmek mi? Ya da “ANAP”tan belki ilelebet kurtulmak, bunu bir sorun olarak görmek? Veya tam tersine desteklemek fakat doğru kişiyle desteklemek mi bilinmez. Dönemi okuyalım ve büyüklerimizden dinleyelim. Sonuç olarak bu durum Yılmaz’ın fazlasıyla canını sıkıyor.
Tumblr media
Meşhur 3’lümüz yolda yürürken, bence bilinçli şekilde daha batılı bir “Cast” olarak seçilen (Hatta beyaz ABD’li denilebilecek, kafasında bir tek yıldızlı şapkası eksik olan Sam amca.) Servet abiyle (ABD) karşılaşıyor. (“Servet” seçimine dikkat.) Ersoy, Servet abiyi evlerine davet ediyor. (Yabancı sermaye ülkeye davet ediliyor.) Servet abi çok hevesli, motive “hemen gidelim” diyor. Yılmaz bu tutuma karşı temkinli yaklaşıyor. (Belki ülke henüz hazır değil.) Servet abiyi ilk başta bir bahane uydurarak uzaklaştırma ve içeriye almama gayesinde. Yılmaz ayrıca Ersoy’un kendisine hiç danışmadan “sürpriz bir inisiyatif alarak” bu işe kalkışmasına ayrıca kıl oluyor. Sonuçta Servet abi bu işe çok sinirleniyor, İlkkan naif bir şekilde özür diliyor. Yılmaz buna da kızıyor. Servet abi eve gelmek için şartları çok fazla zorluyor, niye gelemediğini kesinlikle anlamıyor, anlamamakta ısrar ediyor hatta neredeyse güç kullanacakmış “Gibi” tavırlar bile sergiliyor. Yılmaz evin içerisindeki (ülkenin içerisindeki) problemi anlatmak zorunda kalıyor. Sinek probleminden bahsedildikten sonra Servet abi durumu anlayışla karşılayıp bir sinek ilaçlama numarası veriyor fakat bu numara yalan yanlış uydurma bir numara. (ABD’nin meşhur yardım olmayan yardımlarından, verilen kredilerin bin misli faizle geri alımından, ödenemeyince verilen imtiyazlardan vs. bahsetmek için çok güzel bir anlatım, kuvvetli bir sahneleme.)
Tumblr media
Evimize geri dönüyoruz. Yılmaz, Ersoy’u Servet abiyi eve çağırdığı için azarlıyor. (İç siyasette konuşulmadan, ortak karar verilmeden, danışıklı dönüşümlü, kapalı kapılar ardında gizli kapaklı işler yapılmadan öyle dış sermayeye kucak açılmaz.) Ersoy tabi ki Servet abiyi savunmaya, zararı olmadığını anlatmaya, (özelleştirmeye, dışa açılmaya, borçlanmaya vs.) devam ediyor. (Ülkenin hayrına olacak.) Yılmaz böyle bir şeye müsait değilim derken, (en azından henüz) İlkkan misafirlerini (D.Ü.) beklediğini, seansının olduğunu, diğerlerinin içeriye gitmesi gerektiğini söylüyor. Bu, takdir edersiniz ki evin diğer liderleri tarafından kabul edilmiyor. Yılmaz bunun önceden konuşulması gerektiği kanaatinde. (Parlamento? Kapalı kapılar? Pazarlıklar?) Yılmaz burada muhafazakâr kanadı temsil ediyor. Geleni gideni olmadan, etliye sütlüye karışmadan, kendi küçük Dünyasında, evinde oturup televizyonunu izlemek istiyor. Misafirler geliyor, kartlar İlkkan tarafından yeniden dağıtılıyor. Kalabalık misafir ekibi içerisinde bu sefer Suna Hanım yok. Belli ki Sovyetler dağılmış. Bu misafir ekibini Avrupa birliği ya da diğer Dünya ülkeleri belki G8 vs. diye konumlandırabiliriz diye düşünüyorum. İlkkan övülmeye devam ediliyor. Yılmaz sıkılgan bir şekilde çoraplarını çıkarıyor (Muhafazakârlar kolları sıvadı) İlkkan bu işe çok sinirli. Bizi dış güçler önünde “takunyalarınla” rezil ediyorsun pozlarında. Bu ana kadar sessizce koltukta oturmakta olan Ersoy kapı zilinin çalmasıyla birlikte ayaklanıyor. Kapı Ersoy tarafından açılıyor ve sürpriz! Servet abi kapımızda! (Demokrasi geldi hanım!)
Ersoy tarafından hoşça karşılanan Servet abi, eve türlü bahanelerle davet edilmediği için çok kızgın. Herkesin içeride olduğunu öğrenmiş ve kapıya dayanmış. (X bir yerde önemli bir şey; savaş, kriz, maden, para, servet, vs. varsa eğer “ABD” orada olmadan olmaz.) En nihayetinde Servet abi içeriye Ersoy tarafından buyur ediliyor fakat öyle olmasaydı bile gerekirse zor kullanıp yine de içeriye girebileceğinin sinyallerini bize oyunculuk olarak veriyor. Bütün misafirler (Diğer ülkeler) İlkkan’la birlikte ayrı bir yerde, Servet abi Yılmaz ve Ersoy ayrı bir yerde konumlanmış durumda. Servet abi Yılmaz’ı azarlıyor, “herkes burada, ben nasıl yokum” diyor, Ersoy, Servet abiyi sakinleştirmeye çalışıyor. İlkkan’ın misafirlerle masada oturduğu sahne “Son akşam yemeği” tablosunu çağrıştırıyor, bu kısımda ayrıca bir metafor daha var.
Tumblr media
Burada dönen konu Servet abinin ilgisini çekiyor, seansın ücretini soruyor. Seansın ücretsiz olduğunu, “sevgi ve saygı karşılığında” bakıldığını Yılmaz’dan öğrendiğinde, Servet abi “iyi” diyor ve gözleri parıldıyor. Tam da bu noktada çok kritik bir an yaşanıyor. Servet abi belki gözüne İlkkan’ı kestirmişken, Yılmaz ayağıyla bir sinek yakalıyor ve olayın bütün seyri değişiyor! Yakaladığı şey belki “ANAP” belki başka bir aktör, belki iç ve dış siyasete yeni bir soluk, belki sermaye kazanımı, belki bunların hepsi ya da hiçbiri. Ama bence Yılmaz’ın yakaladığı ya da bulduğu esas şey “Liberalizm”… Bunu zaten ilerleyen bölümlerde yine bet bir şekilde gözümüze sokularak görme fırsatı yakalıyoruz. “Liberalizm” ve “Liberal” politikalar sayesinde birçok şey mümkün kılınabilir, anlatılabilir, sevimlileştirilebilir. Zaten günümüzde yaşadığımız birçok sıkıntıda yanlış uygulanan bu politikaların artçılarından ibaret. Velhasıl kelam öyle de olsa böyle de olsa, sonuç olarak bunların hepsi aslında sadece bir “Sinek”…
Tumblr media
Yılmaz’ın yakaladığı sinek ve dolayısıyla Yılmaz, bir anda evin içerisindeki herkesi inanılmaz etkiliyor. Bu olayı çok yüksekten yaşıyorlar. Sanki bir bayram havası var. Bir keşif yapılmış, maden bulunmuş, savaş kazanılmış “Gibi”. Bu bayram havası içerisinde en büyük gazı tabi ki Servet abi veriyor ve Yılmaz’la Servet abi nihayet barışıyor. (We're all living in Amerika!) Bütün misafirler Yılmaz’ın yanında toplaşıyor, bu olayın en büyük “şakşakçısı” tabi ki Ersoy oluyor. Bu arada İlkkan arka planda kalmış, unutulmuş, modası geçmiş pozisyonda kalıyor. Mutfakta (Mecliste?) Yılmaz ve Ersoy cephesiyle İlkkan ters düşüyor, kavgalar, gürültüler çıkıyor. İlkkan bu olayın “bir seferlik şanstan ibaret” olduğunu söylüyor, diğerleri buna karşı “olmamış “Gibi”mi davranalım?” diyor. (Para bir kere gelir, har vurup harman savurursak eğer bir daha gelmeyebilir ve hiç de hoş olmayan sonuçlarla karşılaşabiliriz aklınızı başınıza alın demek istiyor. Bu ve bunun “Gibi” söylemler muhafazakâr sağ kanadın hiçbir zaman kanadında olmadı, olmayacak. Varken harca, nasıl harcarsan harca.) İlkkan mücadeleye devam edeceğinin sinyallerini veriyor ve yumruğunu duvara vuruyor. (Masaya değil.) Halkın bütün kesimlerinde Yılmaz’ın popülaritesi artıyor. İlkkan hala “o öyle her zaman olmaz, şans oldu şans” demeye, insanları tırnak içerisinde “uyarmaya” devam etse de artık ortada yakalanmış bir sinek olduğu için bu uyarılar kimseye geçmiyor. Üretmeden tüketmek, yalan yanlış yatırımlar, “lale devri” had safhada.
Tumblr media
Misafirler tekrardan eve geliyor fakat bu sefer İlkkan ve seansı için değil, Yılmaz için oradalar. Herkes evin içerisine doluşuyor (Dış sermayeler ülkeye giriş yapıyor.) Yılmaz, ayağıyla tekrardan bir sinek yakaladığında, Ersoy aşırı heyecanı sonucunda çayları deviriyor ve resmen yanıyor! (Turgut Özal öne çıkarıldı ya da atıldı ve sonunda yandı?) Tam da bu noktada Ersoy’un sırtında beliren Turgut Özal şeklindeki lekeleri görüyoruz. İlkkan artık masada yalnız hatta karamsar, depresif bir şekilde otururken diğer tarafta resmen zafer sarhoşluğu yaşanıyor. Burada giren müzikler ve kutlama havaları bana kazanılan bir seçim, kampanya süreçleri, balkon konuşmaları vs. “Gibi” atmosferleri anımsatıyor. Hemen Star Wars’tan bir alıntı yapayım; “Demek ki demokrasi böyle ölüyormuş. Alkış ve tezahüratla”. İlkkan’ın Yılmaz ve Ersoy’un yatağına koyduğu “Ölüm” kartları bir uyarı niteliği taşıyor. (Olacaklara karşı millet ve meclis uyarılmaya çalışılıyor?) Bunların da pek bir etkisi olmuyor tabi. Hangi uyarı dinlenmiş bugüne kadar? İlkkan mutfakta hüzünlü bir konuşma yapıyor ve bence sol siyasetin gerçek manada ilk defa ülkede uygulanmış olduğundan, hayata geçirilmeye yakınlığından ve sonrasında bunun nasıl elinden alındığından bahsediyor. Bu hissiyatlar Yılmaz’a geçmiş gibi görünüyor. Seksen sonu, doksanlı yılların başı siyasetinin “ayrı fikirlerde olabiliriz ama biz aynı gemideyiz” söyleminin o yıllarda hakikaten yaşanmış olan halini uygulamada görüyoruz
Yılmaz ve Ersoy, İlkkan’ın göz önünden düşmesinden rahatsız olmuş olacaklar ki İlkkan’ı biraz daha yükseltmek, eskisi gibi olmasa da kendine getirmek için kontrollü hamleler planlıyorlar. Bu iş için Candan abla (Yeni Rusya) seçiliyor. (Eski soldan düşman olmaz mantığı?) İlkkan sanki Candan ablaya yardım ettiğini hissedip mutlu olacak. (Dağılmış Sovyetlerin küllerinden doğan yeni Rusya’ya destek atılacak.) En azından plan buna benzer bir şey. Yılmaz, sinek yakalamaktan bir süreliğine vazgeçeceğini ancak uygun zaman geldiğinde, ileride devam edeceğini söylüyor. Böyle bir şey bırakılamaz. “Liberalizm” bırakılabilecek bir şey değil. Bırakıldı zannedersin fakat tekrar tekrar seni “liberize” eder. Bu bölümde müzik olarak Cem Karaca’dan “Raptiye Rap Rap” şarkısı kullanılsa çok yakışırdı diye düşünüyorum. Hep birlikte sözleri hatırlayalım.
Maaşla gırtlak gırtlak gırtlağa rap rap. Bir de kitap okuyor bakın şu çatlağa rap rap. Liberal, miberal malı kap, götür al rap rap. Eriyor liralar, mark kap, dolar al rap rap. Bul bir kaşalot, toriğini işlet rap rap. Bir koy üç al, üçünü de beşlet rap rap. Raptiye rap rap zaptiye zap zap rap rap. N'aber nitekim gene geldi şapka rap rap.
Tumblr media
Foto “Liberal”de, Ersoy’un sırtındaki Turgut Özal’a benzeyen lekenin fotoğrafları çekiliyor. Ersoy, seçim propagandasına hazırlanır gibi pozlar veriyor. Yılmaz “güzel” diyerek onaylıyor, fotoğraflar arasından seçimler yapılıyor. Fotoğrafçıya ödenen parayla alakalı bir konuşma geçiyor. Yılmaz’ın önceden fotoğrafçıdan 36 lira alacağı varken 73 lira vereceği oluyor. Sonuç olarak dükkândan para ödemeden ayrılıyorlar. Eczaneye gidiliyor, Ersoy’a alerji ilacı alınacak. Dükkânda çalışan Erol (liyakat) arkada konumlanırken, ön tarafta Yılmaz, Ersoy ve sonradan dükkâna giren Canan hanım kentsel dönüşüm konularını konuşuyorlar. Yılmaz ve Ersoy bu dönüşüm olayından aşırı mutlu. (Betona yatırım her zaman mutlu eder.) Canan hanımın eski binası yıkılmış (Sovyetler birliği) geçici olarak bir yerde kalıyor, sonra yeni binasına (yeni Rusya) geçecek. Erol bu muhabbetlerden rahatsız oluyor ve Yılmazla Ersoy’a parayı ödeyip gitmelerini söylüyor. Yılmaz ve Ersoy, Canan hanıma, İlkkan’a yardım alma kisvesi altında yardım edebilir mi diye soruyorlar. Canan hanım “tabiki” diyerek bu yardım işini hevesle kabul ediyor. 427 liralık ilaç ücreti Yılmaz tarafından kabul edilmiyor. Onun gözünde bu ilacın parası daha az olmalı (İşi ucuza kapatmaya çalışmak, devlet kadrolarının ödeme çıkmaması, meclis lokantası fiyatlarına alışık olup gerçeklikten kopmak?...)
İlkkan, Candan hanıma evin kapısını açıyor. Candan hanım İlkkan tarafından hoş bir şekilde karşılanıyor. Candan hanım inanılmaz zor bir dönemden geçtiğini söylüyor ve İlkkan’la neredeyse flörtleşir gibi konuşuyor. Yılmaz ve Ersoy kafede otururken, Erol’un ilacın kullanımını yanlış yazdığına dair bir muhabbete girişiyorlar. (Kesinlikle liyakatli insanlara, doktorlara, mühendislere, bilim insanlarına güvenmiyorlar, kendi bildikleri en doğrusu. Doğruyu söyleyen, bilimin ışığında ilerleyen, akıl mantık sahiplerinin onların Dünyasında bir yeri yok. Bunlar her zaman sorun çıkaran, istemezükçüler… Bu ve buna benzer olaylara yaşamak zorunda olduğumuz dönem gereği çok hâkimiz.) Yılmaz başta o kadar negatif değilse bile, eczaneye geri dönüldüğünde başka bir yanlış ilaç vakasıyla karşı karşıya kalan teyzemizi görünce fikirleri hemen değişiyor. Erol aksini iddia etse de, bu ilacı doktorun yazdığını söylese de bunların hiçbiri işe yaramıyor. Yılmaz’ın gözünde Erol, Dünyanın yanmasından sorumlu, zararlı, toplumda yeri olmaması gereken suçlu biri. Derhal polis, güvenlik güçleri aranıyor. (Muhafazakâr iktidarda asla yeri olmayan, hapse atılan fikir, ilim, bilim insanları, düşünce suçluları?) Ersoy’un yaşadığı bu alerjinin ve kendisine yanlış bir tedavinin uygulanmasını düşünmesinin, kaygılanmasının Turgut Özal’ın zehirlenme teorileriyle bir ilgisi var mı bilmiyorum. İlkkan’ın kendini camdan attığı haberi duyulunca Yılmaz ve Ersoy evin önüne doğru koşturuyor.
Tumblr media
Candan hanım İlkkan’ın ırzına geçmeye çalışmış. Candan hanımın beyanına göre kendisi İlkkan’a çamaşır asmayı gösteriyormuş. İlkkan buna karşılık olarak “saçmalamayın çamaşırları zaten ben asıyorum” diyor. Burada karşılıklı bir uyumsuzluk söz konusu. (Türk ve Rus sol yapıları temelde belki aynı ilkelere dayansa da arada kültürel farklılıklar var. Dışarıdan alınma felsefeler, ideolojiler, vs. bizde her zaman eklektik durmuştur, açıkçası bir boka yaramamıştır. Zaten burada söz konusu olan yeni Rusya ve bana kalırsa Don’t fuck with the Russians…) Güvenlik güçleri tekrar çağırılıyor. Suna hanımın durumundan İlkkan’a bahsediliyor. İlkkan artık Suna hanımı hatırlamıyor bile. (Good old Soviet days RIP…) Tam bu esnada Servet abi kadraja giriş yapıyor. İlkkan için, “bu uğursuzun falına inanan kaldı mı sorarım size diyor” Ee… Solculuk molculuk bitti. Artık sarılmamız gereken şey sadece kapital düzen, sermaye piyasası, şiştikçe şişen üretim ve tüketim bataklığı, ahlak yoksunluğu, materyalizm, Mc Donald’s, Coca cola, Metallica! Yılmaz bize bunu neden yapıyorsun diye çaresizce Servet abiye soruyor. Ne kadar haklı bir soru değil mi? Candan abla kaçmış, Yılmaz bağırıyor. “Ambulans çağırın, yardım edin, yardım edin bize!... (Çünkü bu saçmalıklar arasında ölüyoruz. Ölüm korkusuyla birlikte bilin bakalım neye sarılırız…)
Evet… En sonunda liyakat haklı çıkıyor tabi ama artık her şey için çok geç oluyor. Yılmaz, İlkkan eğer isterse Servet abiyi dövdürtebileceğinden bahsediyor ama İlkkan “Allah’ından bulsun” diyor. Ersoy yüksekten düşme kaygılarından bahsediyor. İlkkan, ölmeyeceğini bildiğini söylüyor fakat sürüneceğine dair sinyalleri sonrasında söylediği birbiriyle alakasız, saçma sapan sözlerle kanıtlıyor. Türkiye’de kendisini “Solcu” ya da en hafif tabirle “Muhalif” olarak tanımlayan kesimin kendi aralarındaki fikir ayrılıklarını, binlerce fraksiyona bölünmelerini, asla ortak bir zeminde birleşememelerini, herkesin kendi kesimine dair müthiş ideoloji, ideal ve ütopyalarının olduğunu bundan daha iyi hiçbir cümle açıklayamazdı diye düşünüyorum. İlkkan bize muazzam bir muhalefet özeti geçiyor. İktidarda olanlar ise tam aksine tek bir cemaat “Gibi” hareket ediyor. Bunun sonucunda senelerdir aynı sonuçlarla yüzleşiyoruz. Muhafazakârlar giderek çoğalırken biz giderek azalıyoruz. Bu bahsettiğim durumu sadece siyasette değil, yaşantımızın hemen her alanında, her alt kültürde gözlemlemek mümkün. Fazla okumak ve düşünmek belki demokrasinin açığını kullanan mutlak cehalete karşı her zaman yenik düşecektir bilemiyorum. Bunu zaman gösterecek. Elimden geldiğince bu bölümü kendimce yorumlamaya çalıştım. Sabırla okuyan arkadaşlara kucak dolusu teşekkürler. “Gibi”nin beşinci sezonu aşırı sinematografik, metaforik ve başka bir sürü “ikler” şekilde devam ediyor. Diğer bölümleri izlemenizi de tavsiye ederim, belki bir ara onları da yazma fırsatı yakalarım. Hoşça kalın!    
youtube
4 notes · View notes
onderkaracay · 5 months
Text
🗣️ İsrail Terör Örgütü Devlet Olarak Kabul Edilemez
Rusya Suriye'nin hava sahasını israil saldırısına karşı korumuyor.
Aynı Rusya Suriye de ki terör yapılarının yok edilmesi için Türkiye Cumhuriyeti'nin Suriye'nin hava sahasını kullanmasına izin vermiyor.
Terör yapılarına izin veriyor.
İsrail terör örgütü İngiltere ve Amerika'nın şımarık çocuğu birleşmiş milletler kararlarını tanımıyor.
İkiyüzlü birleşmiş milletler yapısı anlamını yitirmiş durumda.
Rusya ve Çin bu konuda hiçbir etki tepki vermiyor.
Dolaylı olarak İsrail terörü Çin ve Rusya tarafından da korunuyor.
Suriye önümüzde ki dönemde savaş alanı olacak.
Bizi çok ilgilendiriyor.
Suriye devleti ile hala görüşmüyoruz.
Bu görüşmenin yapılmasına engel yönetim anlayışının ivedi değişmesi gerekiyor.
Aksi takdirde BOP eşbaşkanı israil çıkarına hizmet ettiği bir kez daha tescillenmiş olacak.
Bizi nasıl uyarmış Mustafa Kemal Atatürk;
Gerçeği korkmadan açıkça söylemekten kaçınmayan insanlar olmalıyız.
Bölgede çakma bir devlet kurmayı en çok Amerika ve İsrail terör örgütü istiyor.
İran kendisini koruyamıyor. Suriye'de vuruldu.
İran ve özellikle Rusya bu anlamda ne kadar güvenilir? Çok tartışılacak bir konu.
Rusya ve ABD'nin Suriye'de birlikte hareket ettikleri neden sorgulanmıyor?
Rusya sıcak deniz Akdeniz'e inme başarısını bir hafta içinde emevi camisinde namaz kılarız macerası ile gerçekleşti.
Bu tuzağa bu iktidar BOP eşbaşkanı olarak bilerek ve isteyerek düştü.
Süleyman Şah türbesi ve toprağı da kaybedildi. Süleyman Şah türbesi nerede bilen var mı?
Bu macera ile toprak kaybettik.
İblid bir terör yuvası olarak tehdide dönüştü.
Hatay'ın demografik yapısı buna paralel değiştiriliyor.
Üst üste koyun düşündüğümüz zaman bugün ki tablo çok daha kötü.
Amerika'nın dolayısıyla israil terör örgütünün silahlı kara gücü terör örgütü bu düşman tarafından bize karşı silahlandırılıyor, eğitiliyor.
Bu terör örgütünün bizim topraklarımız kullandırılarak bu bölgeye yerleştirildiğini de unutmadık.
Tarih utandırır.
Söz konusu olan ulusal güvenlik olup topraklarımız üzerinde planları ve projeleri olan ülkelere ve onların taşeronlarına ne kadar güvenelim?
Suriye'den getirilen milyonlarca insan hala ülkemizde neden yaşamaya devam ediyor?
Demografik yapı değişikliği çok büyük bir tehdit olup bu tehdit ülkeyi yönetenler tarafından savunuluyor ise bizim dönüp aynaya bir daha bakmamız gerekiyor.
Savaş Suriye'de olacak. Kuzey Irak için görüşmeler yapan iktidar Suriye tehdidini bilinçli olarak görmek istemiyor mu?
Bu iktidarın Suriye sorunu ile ilgili siyaseti nedir? Bir dış siyaseti var mı? Ya da ne zaman olacak?
Gazze bitti. Ülkemizde hala Amerikan ve israil bağlantılı şirketler para kazanmaya ticaret yapmaya devam ediyorlar. Daha ne kadar devam edecekler? Bu ülkeden kazandıkları para ile bizi tehdit ediyor. Bu kabul edilemez.
Gazze konusunda iç piyasa hamaseti dışında bir dış siyasetleri olmadı.
Pkk terör örgütü neyse israil terör örgütü de odur. Aralarında hiçbir fark yoktur.
Bu terör yapısının devlet olarak tanınmaması konusunda ivedi meclisten karar çıkmalıdır.
Uyduruk din terörü adına bir yapının devlet olarak kabul görmüş olması insanlık ve ülkemiz adına bir utançtır. Bu utançtan kurtulmamız gerekir.
Ermeni meselesi varmış gibi ısıtıp ısıtıp bizi sıkıştırmak isteyen ikiyüzlü batıya da yanıt verilmiş olur.
Tanrı bu katillere hangi gerekçeyle toprak vaad etmiş olabilir? Böyle bir zihniyet devlet olarak nasıl kabul görür?
Bu iktidarın bunu yapacak bir iradeye sahip olmadığını biliyoruz. Devlet olarak kabul eden zihniyetin de iradesi yoktu.
Adnan Menderes zaten bu yapıyı devlet olarak kabul etmesi için ülkenin başına özellikle bela edildi.
Önder Karaçay
4 notes · View notes
doriangray1789 · 1 year
Text
"He who controls the past commands the future. He who commands the future conquers the past." George ORWELL
türkçesi aşağı yukarı; "geçmişe hâkim olan, geleceğe de hâkim olur. bugüne hâkim olan, geçmişe de hâkim olur" olan 1984 yapıtında geçen söz.Bu arada radiohead in ok computer adli albumu bu kitabin soundtrack ı olarak kabul edilebilir big brother is watching you" denildiğinde insanların aklına yarışma programlarının gelmesi de acı bir durum
siyasi tarih hakkında ahkâm kesmeden önce iyice anlayıp sindirilmesi gereken, iki kocaman cümlecik.
mesela "neden 6 milyon yahudinin katledildiği holokost hakkında bir kütüphane literatür varken, buharlaşarak yok olan 12 milyon kuzey amerika yerlisi hakkında elle tutulur bir çalışma yok?" sorusunun cevabının bilndiği halde konuşulmaması gibi… Yeni Akit bu sözü evirip çevirip k*çından yakalamasına rağmen doğru bir anlayışla bir başlık atmıştı “küdüse hakim olan dünyaya hakim olur” Orwell dan önce Barbaros’un da bşr sözü var “ denizlere hakim olan cihana hakim olur” imparatorluklar çağındaki anlayışı elbette Orwell ile kıyaslamıyorum demek istediğim farklı zamanlarda benzer söylemlerin olduğu…Daha açık bir ifade ile Odağı genellikle insan davranışı üstünde olan sosyal bilimlerin hem öznesi hem nesnesi durumunda bulunan insanın, doğa bilimlerindeki hâkim klasik anlayışla incelenmesi geleneğinin halen devam etmekte olduğu..Bununla birlikte maddi, değişmez ve evrensel kanunlar tarafından yönetildiği düşünülen, öngörülebilir, tahmin edilebilir mekanik bir evren anlayışının daha doğrusu Newton tarafından ortaya konulan fizik kanunları temel alınarak işleyişi anlaşılmaya çalışılan sosyal dünyada oluşan bazı anomaliler, tuhaflıklar, klasik limitler ve sosyal bilimler tarafından açıklanamamaktadır. Örnek ülkemizdeki ekonomi politik… açıklanamaz yani sebebin tutarsız sonuçlar ortaya koyması…. klasik mantıkla doğadaki diğer canlılardan farklı olduğu iddia edilen insanın, anlaşılması açıklanması ve tahmin edilmesinin o kadar kolay olmaması bakış açısında değişim sürecini ve yeni arayışları tetiklemiştir. İşte bu sürüm Her şeyin sabit, sürekli, kesin ve ölçülebilir olduğunu savunan klasik mantığa aykırıdır 
7 notes · View notes
hetesiya · 1 year
Text
Zapatizm’in Poetiği ve Estetiği: Marcos’un Vedası
Alessandro Zagato, Çeviri: Derya Yılmaz
Tumblr media
"Granjas integrales zapatistas", Beatriz Aurora, 1997.
EZLN 1983’te yeraltında, 6 kişilik bir grup olarak kuruldu: Meksika’nın farklı yerlerinden Lacandon Ormanı’na giden, üçü melez üçü yerli, beş erkek ve bir kadından oluşuyordu. Önce, bölgedeki yerli halkı bir gerilla ordusunda örgütleme amacıyla askerî bir kamp kurdular, bu gerilla ordusu ilerleyen yıllarda düzenli orduyu yenerek Meksika’da devrim yapabilirdi. Başta 1960’larla 1970’lerin Latin Amerika devrimci hareketlerinin tipik ideolojisinin etkisinin altında olan grup, Marksist-Leninist bir sosyalizm inşası anlayışına bağlıydı.
İlk ağızdan aktarılanlara göre,[1] daha bu ilk aşamalarda ve yeraltında yaşamanın getirdiği zorluklara rağmen, EZLN’de çok güçlü bir sanatsal ifade eğilimi vardı. “Her Pazartesi günü kültürel etkinlikler düzenliyorduk: ‘kültür birimi’ dediğimiz bir grupla toplanıyor, şiirler, şarkılar okuyor, tiyatro oyunları canlandırıyorduk”. Askerî eğitim rutini çerçevesinde fiziksel antrenman yapılıyor, Kuzey Amerika ile Meksika ordularının strateji kitapları okunup tartışılıyordu; ama Cervantes, Juan Gelman, Shakespeare, Miguel Hernandez, Brecht gibi yazarların eserleri de hep birlikte okunuyordu. EZLN’nin resmî bildirilerinin kendine özgü üslubunda bunların büyük etkisi görülecekti.
Ancak, Zapatizm’in politik/estetik benzersizliğini belirleyen tek etken, küçük bir grup devrimcinin eğilimleri değildi; Chiapas’ın o bölgesinde yaşayan Maya yerlilerinin kozmolojisiyle ve kadim formlarıyla yaşadıkları karşılaşmaydı. Bu karşılaşma, kelimenin gerçek anlamıyla bir olay, “süblim bir hadise”ydi,[2] başlangıçtaki planı altüst edip beklenmedik olanakların önünü açan, böylece yeni bir öznelliğin biçimlenmesini sağlayan güçlü bir sarsıntıydı. “O aşamada,” diye anlatıyor Marcos, “EZLN, oraya gittiğimizde tasavvur ettiğimiz şey olmaktan çıktı. Yerli topluluklar bizi yenmişti, ve bu yenilginin sonucunda EZLN katlanarak büyümeye, bambaşka bir şeye dönüşmeye başladı”. Başka bir metinde[3] Marcos daha da kesin ifadeler kullanıyordu: “Gerçek anlamda bir yeniden eğitim, yeniden biçimlenme sürecinin sancısını çektik. Yerliler bizi adeta silahsız bırakmıştı. Sanki bizi oluşturan, parçamız olan, sahip olduğumuzun farkında bile olmadığımız her şeyi –Marksizm, Leninizm, sosyalizm, kent kültürü, şiir, edebiyat– sökmüşlerdi. Bizi önce silahsız bırakmış, sonra yeniden, ama bambaşka bir tarzda, silahlandırmışlardı.”
Gerillalar, yerli topluluklarla politik bir diyalog kurabilmek için öznel yatkınlıklarını büyük ölçüde yeniden oluşturmak zorunda kaldılar. Değişimin aktörü olarak tanımlanan belli bir grup insanda “bilinç” yaratıp politik değişim yolunun gösterildiği endoktrinasyon ve üye devşirme gibi alışıldık stratejileri bir yana bırakmaları gerekti. EZLN’nin yerli topluluklarla karşılaşması, bu stratejilerin tam tersiydi; iki tarafı da karşılıklılık ve alışveriş yolları keşfetmeye sevk eden sürtüşmelerle biçimlenmişti. “Politik tasavvurumuzun, yerli topluluklarınkiyle çatıştığını ve bu doğrultuda değiştiğini seziyorduk. Bu durum, EZLN’nin, bir gerilla birimi olarak son derece yoğun olan kültürel hayatı üzerinde de etkili oldu.”[4]
Bu karşılıklı dönüşüm sürecinin, hem dilin kullanımı hem de tercüme eylemi üzerinde bazı etkileri olduğunu da kaydetmek gerekiyor. Yerli dilleri, çok canlı bir sözlü geleneğe dayanır ve gerçekliği son derece şiirsel unsurlarla betimler. Bu, yerlilerin İspanyolca’yı temellük etme biçimlerine de yansımıştır: Bu dil, kinayeli imgeler ve metaforlarla doludur. Yerli kozmolojilerini tercüme etmek söz konusu olduğunda, kelimeler yetersiz kalır. Örneğin, 1910’da Meksika Devrimi’nin kıvılcımını çakan ve EZLN’nin de sahiplendiği “Toprak ve Özgürlük” çağrısının, Nahuatl dilinde çok daha geniş bir manası vardır: Toprak (tlali) kavramı aynı zamanda doğa, yeryüzü ve komünal yaşam fikirlerini de içerir. ¡Tierra y Libertad! sloganının, toprağı bir üretim aracından ibaret görmeyen Meksika yerli halkları arasında bu kadar büyük yankı uyandırmasının nedeni de budur.
Bu dil aynı zamanda, İspanyol sömürgeciliğine direnişi de bünyesine katan son derecede zengin bir görsel dili içerir. Örneğin, “İspanyol conquistador’lar, isyancıları hemen seçebilmek için Chiapas ve Guatemala halklarını köylerinin işareti olan ayırt edici giysiler giymeye zorladıklarında, yerli kadınlar buna direnmek için olağanüstü güzellikte huipil’ler işlemişlerdir”.[5]
Zapatist görsel dili, Maya geleneğine ait unsurlarla ve bu geleneğin devrimci projeyle karşılaşmasından doğan sembollerle doludur. Örneğin kar maskesi, hızla bir kimlik ve birlik sembolü haline gelmiştir. Maske, hem kadim direnişi hem de ölümün varlığını canlandırır: Zapatistlerin sık sık tekrarladıkları gibi, “yaşamak için ölmemiz gerektiği” gerçeğini ifade eder. Maske aynı zamanda, Jacques Rancière’in “duyulurun paylaşımı” dediği şeyin altüst edilmesini de içerir: belirli bir toplumsal-tarihsel durumda algının, düşüncenin ve eylemin koşullarını belirleyen rejim. Zapatistler, adlandırılmak ve tanınmak için yüzlerini kapatır, gizlenmek içinse maskelerini çıkarırlar.
Maya kozmolojisiyle yaşanan karşılaşma, müralizm gibi daha geleneksel sanatsal ifade biçimlerinde, anonim Zapatist köylü sanatçılarının resimlerinde, Beatriz Aurora’nın eserlerinde de görülür. Beatriz Aurora, 1990’ların ortalarından beri Zapatistlerle çok yakın ilişki içinde olan bir sanatçı. Resimleri, Zapatizm’in görsel estetiğini keşfetme çabaları olarak görülebilir. Bunlar aynı zamanda dışardaki insanları Zapatistlerin politikası, talepleri ve tarihleriyle buluşturan birer geçit işlevi görüyor.
Geçen yıl Aurora’yla yaptığım bir söyleşide, eserlerindeki hangi unsurların Zapatistlerin hayal ettiği “başka dünya”yla ilişkili olduğunu sordum. Cevabı şöyleydi: “Bütün motifler. Mesela, kullandığım renkler her an her yerde mevcut – en başta da kadim formlara dayanarak kendi tasarladıkları kıyafetlerde. Zapatist toplulukları, muazzam çeşitlilikte canlı unsurun birlikte var olduğu mekânlar: her yaştan Zapatist, yeni hasat edilmiş mısırlar, gitar çalan gençler, güneşte kuruyan kakao ve kahve. Her şey, gür bir bitki örtüsünün içine gömülmüş. Her türden evcil hayvan etrafta geziniyor. Bütün bu unsurlar, bir yaşam-orkestrası gibi, armonik bir hareket ve seda yaratıyor.”[6]
Başka bir yerde de vurguladığım gibi,[7] Beatriz Aurora’nın resimlerinin birçoğunun baskın özelliği, perpektifin yokluğu (veya tam gelişmemiş halde bulunması). Bu özellik, ressamın, kompozisyondaki her öğeye eşit konum kazandırma amacını yansıtıyor. Aurora’nın kendine özgü renk kullanımı ve temel formlardan yararlanması, eserlerine naif bir hava vererek, çocukluğa dönme çağrısını, dünya karşısında ve barındırdığı imkânlar karşısında duyulan büyülenmeyi yansıtıyor.
“Yaşam orkestrası” deyişi Zapatistlerin politik süreçlerini çok iyi tarif ediyor, çünkü şirketlerin sömürü ve yıkımlarının yol açtığı ölümün karşısına yaşamı çıkarıyor ve sıradan insanların gündelik hayatıyla organik bir bağı var. Güney Afrikalı bir gecekondu hareketi üyesinin ifadeleriyle, “bu, insanlara yakın ve onlar için gerçek olanın politikası”,[8] ideolojiye karşı olmasa da, önceden var olan bir teoriden yola çıkmıyor, veya işe ayrı bir alandan başlamıyor, somut bir duruma içkin bir bakış açısıyla insanların ne dediğinden ve ne yaptığından hareket ediyor.
Bu yaklaşım, yenilikçi eşitlik ve toplumsal adalet anlayışlarıyla deney yapan benzersiz bir politika türünün gelişmesini sağladı; son derece yerelleşmiş bir ölçekte olmakla birlikte, 20. yüzyıldaki girişimlerin başarısızlıklarını aşan bir politika bu. 1990’ların ortalarından beri bu deneyler, hareketin başta önüne koyduğu zafer ve devlet iktidarını ele geçirme hedeflerinin yerini alarak, Zapatist toplumunu biçimlendiren eşitlikçi formlarda belirginleşti: bağımsız Juntas de Buen Gobierno (iyi hükümet kurullar��), sağlık hizmeti sistemi (özerk olarak yönetilen klinik ve hastaneler), eğitim sistemi ve kolektif biçimde örgütlenmiş üretim sistemi.
Tumblr media
Subcomandante Marcos, La Realidad’da, 2014
22-25 Mayıs 2014 tarihleri arasında, Zapatist hareketin beş politik merkezinden biri olan La Realidad’da, Galeano adıyla bilinen Zapatist eylemci José Luis Solís López’in anma törenlerine katıldım. Galeano, geniş çaplı bir kontrgerilla stratejisinin parçası olarak, federal hükümetin üyeleri tarafından yönetilip finanse edilen CIOAC-H adlı paramiliter örgüt  tarafından birkaç hafta önce öldürülmüştü. Burada bu olayın ayrıntılarına girmeyeceğim; anma törenleri sırasında, Subcomandante Marcos’un kamu önüne son kez çıktığı konuşmasına odaklanacağım. Bu önemli figürün veda sözlerini sarf ettiği bu bildiri, her zamanki gibi son derece derin, şiirsel, dolayısıyla farklı okumalara açıktı.
Malum, Marcos son yirmi yıldır EZLN’nin en çok göz önünde olan sözcüsüydü, öyle ki uluslararası çapta bir ikon haline gelmişti. Ayaklanmanın ilk günlerinde, EZLN’nin sözcülüğünü üstlendiği zamandan beri tanıyoruz onu, ve yıllar içinde bu sözcülük rolünü yorumlama biçiminde ciddi bir değişim olduğunu biliyoruz. Ayrıca kendisinin, ilk aşamalardan itibaren EZLN’nin askerî liderlerinden biri olduğunu da biliyoruz.
Marcos karakterinin biraz abartılı ve teatral olduğu, kamu önündeki görüntüsünün de bir hayli performatif olduğu hemen herkes tarafından kabul ediliyor. Örneğin Žižek,[9] Marcos’u “Subcomediante” diye adlandırarak, devrimci yaklaşımla bağdaştıramadığı bu tavrı eleştiriyordu. Fakat EZLN’nin birden, bir anma töreni sırasında, bu figürden kurtulmaya karar vermesi, büyük şaşkınlık yarattı. Her şeyden önce bu, “alışıldık” iktidar ve devrim mantığına aykırıydı. Devlet, bozguncu bir örgütü dağıtmak istediğinde, ilk hamlesi liderinden kurtulmak olmuyor muydu? Neden Zapatistler, kendilerine dünya çapında ün kazandıran, bu kadar ilgi çekmiş sembollerden birini ortadan kaldırma gereği duymuştu?
EZLN aylardır Marcos’un ağır hasta olduğu söylentilerini yayıyordu. Ana-akım medya, hastalığının niteliğini bile tartışmaya başlamıştı. Hatta bazıları, aslında EZLN’nin lider kadroları arasında anlaşmazlıklar olduğunu ima ediyordu. Marcos 24 Mayıs günü, La Realidad’da, Galeano anısına düzenlenen geçit töreninde bir atlı asker birliğine öncülük etti. Ama geceleyin, “bunlar, varlığım son bulmadan önce kamu önünde sarf ettiğim son sözler olacak” dediği bildirisini okumaya başladığında, seyirciler arasına endişeli bir sessizlik yayıldı.[10]
Marcos konuşmasına, EZLN’nin son yirmi yıldır geçirdiği değişim sürecindeki farklı boyutları ele alarak devam etti; ona göre bu değişimleri anlayabilenlerin sayısı çok azdı. Değişimin unsurlarından biri sınıftı: “aydınlanmış orta sınıftan, yerli köylüye geçiş”; bir diğeri ırktı: “melez liderliğinden, yerli liderliğine geçiş”. Ama değişimin bir unsuru da, düşünceydi: “devrimci öncülük anlayışından, itaat ederek yönetme anlayışına; yukardan iktidarı ele geçirme hedefinden, aşağıdan iktidar yaratma hedefine; uzmanlaşmış politikadan, gündelik politikaya; liderlerden halka; toplumsal cinsiyete dayalı marjinalleşmeden, kadınların katılımına; ötekini küçümsemeden, farklılığın kutsanmasına” geçilmişti.[11]
Bu analizin sonunda Marcos şunu soruyordu: Meksika’da entelektüeller, politikacılar ve eylemciler de dahil olmak üzere birçok insan, tarihi halkın yaptığını kabul etmekle birlikte, “uzmanların” bulunmadığı bir halk yönetimi karşısında neden bu kadar korkuya kapılıyordu? “Halk yönettiğinde, insanlar kendi atacakları adımlara kendileri karar verdiklerinde, [neden bu insanlar] bu kadar dehşete düşüyorlar”dı?[12]
Marcos, bu sorulara cevap bulmak için, 1 Ocak 1994’te EZLN’nin Chiapas’ın kentlerine indiği ve adımlarıyla dünyayı yerinden oynattığı isyana döndü. İlerleyen günlerde isyancılar ortada bir tuhaflık olduğunu fark etmeye başlamışlardı: “dışardaki insanlar bizi görmüyordu”.[13] Zapatistler, sivil toplumun, isyanlarının gerçek niteliğini anlayamadıklarını sezmişlerdi. “Yerlilere hep tepeden bakmaya alıştıklarından, bize bakmak için başlarını yukarı kaldırmadılar. Bizi hep aşağılanmış halde görmeye alıştıklarından, onurlu isyanımızı anlayamadılar. Bakışları sadece, kar maskesi giymiş vaziyette gördükleri, yani göremedikleri, bir meleze [Marcos’a] odaklandı.”[14]
Bu, Marcos’un açıkladığına göre, hareketin tarihi içinde “Marcos figürünün inşasının” başlangıcıydı. Bu inşanın gerekçeleri ortadaydı: ırkçılık, 500 yıllık sömürü ve aşağılanma, ayrıca politik öncülük anlayışı, insanları birkaç bin yerlinin nelere kadir olabileceğini görmekten alıkoymuştu. Bu insanlara, solun bazı kesimleri de dahildi, çünkü “sol, en çok da devrimci olma iddiasındaki sol da ırkçılıktan nasibini almıştır.”[15]
Hareket, bu görünürlük sorununa çare olarak, yerli isyanı ile toplum arasında –yani, birbiriyle bağdaşmayan iki kozmoloji arasında– sembolik bir dolayım aracı işlevi görecek estetik bir yaratıma başvurdu.
Marcos karakterini illa tanımlamam gerekiyorsa, hiç tereddütsüz, onun renkli bir oyun olduğunu söyleyebilirim. Daha iyi anlayasınız diye şöyle de diyebilirim: Marcos, Bağımsız-Olmayan-Medya’ydı.[16]
Bu ifadeler çok önemli, çünkü “Marcos’un inşası”ndaki estetik-politik anlama dair bir (öz)eleştiri içeriyor. Marcos, bir mecra olarak imajının bağımsız olmadığını söylemekle, bu imajın iktidar alanına ait olduğu, o alana sızmak için kurgulanmış olduğu gerçeğine göndermede bulunmuştu.
Guy Debord’un izinden giderek, Marcos imajının “gösteri nitelikli” olduğunu, çünkü imajların yapısal bir ayırma, dolayımlama ve etkisizleştirme işlevi gördüğü soyut bir üretim ve toplumsal ilişki rejiminin parçası olduğunu iddia edebiliriz. Debord Gösteri Toplumu kitabında imajların toplumsal ilişkileri düzenleme biçimi sonucunda bireylerin üretim, ihtiyaç, duygulanım, arzu vb. gibi alanlarda kendi varlık koşullarının gerçekliğinden koparıldığını öne sürer. İmajlar insanları, bir soyutlaşma sürecine iter; bu süreçler, Tiqqun’un “kamusallık” diye nitelediği gayri şahsi bir ortak duyu içerisinde gerçekleşir. Kamusallık yoluyla “liberal devlet, nüfusun temelindeki geçirimsizliğe şeffaflık verir” ve böylece onu daha etkili biçimde yönetir.[17]
Dediğim gibi, Marcos figürü, Zapatist isyanı ile toplum arasında köprü kurmak üzere kamusallık alanına yansıtılmıştı. Zapatistlerin politik süreçlerini, daha alışıldık ve kolaylıkla algılanan bir devrimci imgeleme uygun düşen bir estetik çerçeveye yerleştirme ihtiyacının sonucuydu: ırksal ve sınıfsal hiyerarşileri yeniden ürettiği için de (beyaz, eğitimli bir lider), cazip bulunan bir çerçeveydi bu. Fakat bu imaj, hareketin gerçeğinden koparılmış bir soyutlamanın ürünüydü. Marcos’un inşası, isyana bir ölçüde ihanet ediyordu, çünkü onun hem niteliği hem de kompozisyonu konusunda yalan söylüyordu. Yıllar geçtikçe Marcos figürü, kamusallık alanında neredeyse kendi başına bir varlık kazandı, medya tarafından temellük edildi ve gösteri niteliğine büründürüldü, bunun sonucunda da kısmen depolitize oldu.
1851 tarihli bir metinde Fransız bir işçi, büyük sanatçıların (ve sosyalist propagandanın) işçi figürünü temsil ettikleri kalıplaşmış tasvirleri eleştirir: “Döküm işçilerinin sert duruşu, hayranlık verici bazı çalışmalara konu olmuştur. Flaman ve Hollanda okulları, bu duruşun bir  Rembrandt veya bir Van Ostade’nin elinde nasıl iyi sonuçlar yaratabileceğini gösterdi. Ama bizler, bu hayranlık verici eserlere model olan işçilerin, çok genç bir yaşta görme yetilerini kaybettikleri gerçeğini aklımızdan çıkaramıyoruz, ve bu gerçek, o büyük ustaların eserlerine bakmaktan aldığımız zevkin kaçmasına sebep oluyor”.[18] Yani, döküm işçisinin estetik soyutlaması, fabrika koşullarındaki sefaletin üzerini örter. Öte yandan, Rancière şöyle der: “Ressamların, işçilerin yüzlerinde tasvir ettiği heybetli, erkeksi şiirsellik, işçilerin sefaletini örten bir maske değildir basitçe. Bir hayalden vazgeçmenin karşılığında ödenen bedeldir: imajlar dünyasında başka bir yere sahip olma hayalidir bu”.[19] Propaganda veya “kamusallık” adına üretilen imaj, temsil edilen özne (işçi, veya devrimci yerli köylü) üzerinde gizemleştirici ve baskıcı bir etki yaratır, çünkü onu belli bir duruma, veya imajlar dünyasında belirli bir yere tayin ederek, özgür olmasını engeller. “İşçiyi ona ayrılmış yerde tutmak için”, der Rancière, “gerçek hayattaki hiyerarşinin, imgelemsel bir hiyerarşideki kopyasının da olması gerekir […]”.[20]
Bu işçi temsilleri gibi, “Devrimci Marcos” figürü de Zapatist hareketin gerçekliğini (ırk, sınıf ve yapı bakımından) gizemleştirir, ama aynı zamanda Zapatist isyancılara imajlar dünyasında belirli bir yer tayin eder. Marcos’un vedası, bu dinamiği altüst etme hamlesi olarak görülebilir. Uruguaylı sosyolog Raùl Zibechi, bu etkileyici hamleyle birlikte “Zapatistlerin çıtayı muazzam yükseltiğini, bugüne dek hiçbir politik gücün erişemediği bir yere çıktıklarını” öne sürüyor.[21] Gerçekten de Zapatizm’in politik meydan okuması, Marcos’un estetik olarak temsil ettiği askerî liderlik düzeyinde değil, özerkliğin inşasında hayata geçiyor: iktidarın tabandan yaratılmasında, herkes için ve herkesle bağı olan gündelik politikada.
Kaynak: Alessandro Zagato’nun Poetics and Aesthetics in Zapatismo: The Farewell of Subcomandante Marcos başlıklı yazısından kısaltılarak çevrildi.
[1] Subcomandante Marcos, “Subcomandante Marcos escritor. Entrevista por Juan Gelman.” Desinformèmonos, 15 Ocak 1994 http://desinformemonos.org/2014/01/subcomandantes-marcos-escritor-por-juan-gelman/
[2] Deleuze, Difference and Repetition (New York: Columbia University Press, 1994).
[3] Yvon Le Bot, El sueño zapatista. Entrevistas con el Subcomandante Marcos, el mayor Moisés y el comandante Tacho, del Ejercito Zapatista de Liberación Nacional (México: Plaza & Janés, 1997) s. 123.
[4] Subcomandante Marcos, “Subcomandante Marcos escritor. Entrevista por Juan Gelman.” Desinformèmonos, 15 Ocak 1994 http://desinformemonos.org/2014/01/subcomandantes-marcos-escritor-por-juan-gelman/
[5] Kadın giysileri. Jeff Conant, A Poetics of Resistance: The Revolutionary Public Relations of the Zapatista Insurgency, 2010.
[6] GIAP, “Entrevista a Beatriz Aurora”, Rufiàn Revista, 17, 2014 s. 67.
[7] Natalia Arcos ve Alessandro Zagato, “Diálogo n°1: Notas sobre estética y política en el movimiento zapatista” Rufiàn Revista, 17, s. 21
[8]  S’bu Zikide, “The high cost of the right to the city”. Abahlali Official Website, 25 Mayıs 2009 http://www.abahlali.org/taxonomy/term/1093
[9] Slavoj Žižek, “Resistance Is Surrender”, London Review of Books, 29, 22: 7. Resistance is Surrender
[10]  EZLN, “Entre la Luz y La Sombra”, Enlace Zapatista, 25 Mayıs 2014 http://enlacezapatista.ezln.org.mx/2014/05/25/entre-la-luz-y-la-sombra/ İngilizce çevirisi için bkz. Between Light and Shadow
[11] A.g.e.
[12] A.g.e.
[13] A.g.e.
[14] A.g.e.
[15] A.g.e.
[16] A.g.e.
[17] Tiqqun, Introduction to Civil War (Los Angeles: Semiotexte, 2010).
[18] Jacques Rancière, The Nights of Labour: The Workers’ Dream in Nineteenth Century France (Philadelphia: Temple University Press, 1989) s. 5 .
[19] A.g.e.
[20] A.g.e.
[21] Raùl Zibechi, “The Death Of SupMarcos. A Blow to Revolutionary Pride”, Dorset Chiapas Solidarity, 20 Haziran 2014 https://dorsetchiapassolidarity.wordpress.com/2014/06/20/the-death-of-supmarcos-a-blow-to-revolutionary-pride/
5 notes · View notes
yesilhaber · 10 months
Text
Quebec'te büyük bir lityum yatağı keşfi
Winsome Resources, Quebec’te Adina Lityum Projesi kapsamında önemli bir Maden Kaynak Tahmini (MRE) açıkladı ve şirketin hisse fiyatları büyük bir yükselişe geçti. Quebec’te yer alan Adina Lityum Projesi’nde yapılan başarılı keşif, Winsome Resources Ltd. hisselerinin değerini artırdı. Keşfedilen lityum yatağı, özellikle spodumen (bir tür lityum minerali, elektrikli araç bataryaları ve diğer yüksek…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
lolonolo-com · 1 year
Text
Dünya Bölgeleri: Kuzey Amerika 2022-2023 Vize Soruları
Dünya Bölgeleri: Kuzey Amerika 2022-2023 Vize Soruları 1. Kuzey Amerika’da Meksika Körfezi’ne dökülen en büyük nehrin adı nedir? A) Hudson B) Sequay C) Snake D) Willamette E) Mississippi Cevap : E) Mississippi 2. Aşağıdakilerden hangisi Kuzey Amerika’da yüzey suyunun gösterdiği kalıpta Kayalık Dağlar ile Appalaşlar arasında yer alan drenaj sisteminden biridir? A) Sularını St. Lawrence deniz…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
creaguru · 1 year
Text
Bilmeniz Gereken 10 Mimari Üslup ve Belirleyici Özellikleri
Hiç bir yapıya bakıp Modern mimari üslup’ta mı olduğunu yoksa Bauhaus anlayışıyla mı tasarlandığını merak ettiniz mi? Veya karşılaştığınız görkemli yapının Romanesk mi yoksa Neoklasik mi olduğunu anlamak istediniz mi? Bunu anlamak için göz önünde bulunduracağınız pek çok mimari ipucu bulunuyor. Özellikle yapı birkaç dönem boyunca ayakta kalmış ve yaşlandıkça bulunduğu dönemin izlerini bünyesine katmışsa… Bu yazımızda 10 ana mimari üslubu ve karakteristik özelliklerini sizler için özetliyoruz.
Tumblr media
1- Viktoryen
Viktoryen dönem (19.yy’ın ortalarından sonlarına kadar) pek çok mimari üslubun geri dönüşünün bir oluşumu. Gotik’in yeniden doğuşu, Tudor, Romanesk ve hatta Asya ve Orta Doğu mimarisinin de etkilerini üzerinde barındıran bu mimari akım, sanayi devrimi döneminin pek çok konut örneğinde kendini gösteriyor.
Anahtar Özellikleri: Oyuncak bebek evini andıran özenli birleşimler, sürme pencereler, cumbalar, asimetrik form, 2-3 katlı ihtişamlı görünüm, dik ve kırık çatı, çevreleyen sundurma, canlı renkler
Örnek: – İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri ve Avustralya’daki evlerin çoğu bu üslubun birer örneğidir.
Tumblr media
2- İslam Mimarisi
Orta Doğu’da 7. yy’da başlayan İslam Mimarisi İran, Kuzey Afrika, İspanya gibi farklı coğrafyalarda büyük değişimler ile kendini gösteriyor. Bu
üslubun en temel tipoloji örneği sivri kemerleri, kubbeleri ve avluları ile camilerdir. 3 boyutlu tasvirlerin yasak olduğuna inanılması sebebiyle bu yapılarda düz yüzeyler üzerindeki dekorasyonlar büyük önem taşımıştır.
Anahtar Özellikleri: Nal biçimli kemerler, geometrik tasarım, İç mekana odaklı tasarım, ışık geçirimi sağlayan oluklu yüzeyler
Örnek: Hui Cami, Çin
Tumblr media
3- Romanesk
Norman Üslubu olarak da bilinen Romanesk, 10. yy’ın sonlarında Avrupa’da yaygınlaştı. En ünlü özelliği, üslubun günümüze kadar ayakta kalmayı en çok başaran örnekleri olan Roman stildeki kiliselerde görülen beşik kemerlerdir.
Anahtar Özellikleri: Beşik kemerler, ardı sıra dizili yuvarlak başlı kemerler, stilize edilmiş çiçek ve bitki motifli taş dekorasyonları ve kapı bükümlü örgü biçiminde kapı oymaları.
Örnek: Porto Katedrali, Portekiz.
Tumblr media
4- Barok
Barok 16. yy sonlarında İtalya’da, Romanesk’in resmi tarzına nazaran daha duygulu, şatafatlı ve duyulara hitap eder bir mimari üslup olarak doğdu. Karşı Reformun etkisi altında Katolik Yönetimi kutlamaya yönelik bir denemeydi.
Anahtar Özellikleri: Kırık alınlıklar, Tepesi kesik tasarım, Bazen görülen merkeze konumlandırılmış süslemeler, özenli süslemeler, eşli kolonlar, konkav ve konveks duvarlar.
Örnek: Versay Sarayı, Fransa
Tumblr media
5- Tudor
Tudor Mimarisi İngilteredeki 1400’ler ve 1600’ler arasındaki Orta Çağ periyodunun son üslubu. Tudor kemeri veya diğer adıyla dört merkezli kemer bu üslubun en belirgin özelliklerinden olsa da çoğu insan bu akımı dönemin ahşap karkaslı evleri ile tanır.
Anahtar Özellikleri: Saz çatı, kanatlı pencereler(elmas şeklinde kurşun döküm cam panelleri), taş işçiliğiyle yapılmış bacalar, özenilmiş antreler.
Örnek: Anne Hathaway’in Kır Evi, Warwickshire, İngiltere
Tumblr media
6- Bauhaus
1900’lerin başlarında Almanya’nın Bauhaus Sanat Okulunda ortaya çıkan akım, tüm sanat ve teknolojinin simplistik tasarım ve makineleşme ile bütünleştirilebileceği fikrini savunur. Bu üsluptaki tasarım anlayışı dekoratif detayları reddeder, işlevi ön plana alır. Düz çatılar ve kübik formlar tipik özellikleridir. Bauhaus prensiplerinden kübik form ve açılar modern mimaride de görülür.
Anahtar Özellikleri: Kübik formlar, ağırlıklı olarak kırmızı, mavi ve sarı renk kullanımı, açık kat planları, düz çatılar, çelik çerçeveler, cam giydirme cephe
Örnek: Bauhaus Dessau, Almanya
Tumblr media
7- Neoklasik
Barok ve Rokoko’ya bir atıf olarak Neoklasizm,18. yy’ın ortalarında yayıldı ve mimariye asalet ve ihtişamı geri getirmeyi hedefledi. İlhamını Antik Yunan ve Roma yapılarının klasik tarzlarından alan Neoklasizm’in temel değerleri yalınlık ve simetriydi.
Anahtar Özellikleri: Görkemli boyut, boş duvarlar, sütunların abartılı kullanımı, taşıyıcı olmayan kolonlar, büyük yapılar, temiz çizgiler,
Örnek: Casino Marino, Malahide
Tumblr media
8- Rönesans
Klasik mimarinin etkisinde Rönesans üslubu, 15. yy’da İtalya’da ortaya çıktı. Anahtar kelimeleri uyum, duruluk ve güç… Roma kalıntılarından ipuçları barındıran tasarımlar, ev yaşamının zarafetini ve ilkelerini yansıtmayı hedefler.
Anahtar Özellikleri: Kare planlı yapılar, düz tavanlar, klasik motifler, kemerler ve kubbeler, Roma stili sütunlar, etrafı kapatılmış bahçeler, tonozlu cumbalar
Örnek: St. Peters Bazilikası, Vatikan
Tumblr media
9- Gotik
12. yy başlarında Gotik mimarlıkla birlikte önceki üsluplardan alınan ve geliştirilen özellikler birarada kullanıldı. Klasik üsluplardan daha dekoratif tasarım anlayışı, daha ince duvarlar ve kolonlar, metrelerce yükseklikte gözleri yukarı çekmeyi amaçlayan süslemeli camlar, bu mimari akımın ana başlıklarıdır.
Anahtar Özellikleri: Yükseklik ve ihtişam, sivri kemerler, tonozlu tavanlar, ışık, hafif ve havadar yapı.
Örnek: Notre Dame Katedrali, Paris.
Tumblr media
10- Modern Mimari
Modernizm; Fütürizm, Post-modernizm ve Yeni Klasik kavramlarını da kapsayan bir terim olarak 20. yy’da ortaya çıkan harekete denir. Bu akımın mimarideki yansımaları biçimlerin gereksiz detaylardan arındırılarak yalınlığın ön plana çıkarılması gibi tasarım prensipleri ile şekillendi ve yapıda kullanılan malzemeler gizlenmek yerine tarzı belirleyici faktörler haline geldi.
Anahtar Özellikleri: Dekorasyona yer verilmemesi, alçak binalar, modern malzeme kullanımı, iç ve dış mekan arasında etkileşim, güneş ve gölge unsurlarının insana fayda sağlayacak şekilde kullanımı, cam ve doğal ışık kullanımı
Örnek: Guggenheim Müzesi, New York
1 note · View note
benmavininellitonu · 2 years
Photo
Tumblr media
[TR] Meksikalı sanatçı Pedro Reyes'in son serisi, Kuzey Amerika kıtasının ve içinde yaşayan Mezoamerikan uygarlıklarının karmaşık tarihini yansıtan, siyasi suçlamalarla dolu ve karanlık geçmişini hatırlatan, oyulmuş, totemik taş heykellerden oluşan bir koleksiyon.
[ENG] Mexican artist Pedro Reyes is a collection of carved, totemic stone sculptures that reflect on the complex history of the North American continent and the Mesoamerican civilisations that inhabited it—imbued with political charge, and it is a reminder of its dark past and foundations.
2 notes · View notes
cagdasyatirim · 2 years
Text
Tumblr media
🇹🇷 KADİM TÜRK ÖRF VE İNANIŞLARI
Size göre Ardahan Damallı bu teyzenin önlüğü cicili bicili süslü güzel bir önlük. Bunun dışında Çok şey anlatıyor hemde çok.
Çiçek gibi görünen aslında bir hayat ağacı. Bu ağacın dibinde kum saatine benzeyen tamga baş olarak okunan kadim Türk tamgalarından biri.
Yani okunuşu baş ağaç. Türklerin çeşitli boyları hayat ağacına baş ağaç, bey ağaç, bay terek gibi isimlerde vermiştir.
Bu isimlerdeki yerleşim yerlerinin adı buradan gelmektedir. Hayat ağacının üzerindeki H Şeklindeki tamga ise kapıyı simgeleyen Türk tamgasıdır ve aynı anlam ile Göbeklitepe'de 11.000 yıl önce kullanılmıştır. Aynı tamga Türkmenistan bayrağında vardır ve Kuzey Amerika Kızılderililer'in en çok kullandığı tamgalardan biridir.
Kadim Türk inancına göre Hayat ağacının kökleri yer altı dünyasındadır. Gövdesi yaşadığımız dünyada, dalları ise gökte Tengri'nin katına kadar uzanmaktadır. İşte kamlar bu ağaca tırmanarak tengrinin kapısına varırlar.
Hayat ağacının iki yanındaki beyaz motifler ise hayat ağacı çiçeği. İnanışa göre insanların ruhları bu çiçeklerden çıkarak bedenlerine hayat verir. İşte çiçeklerin etrafındaki noktalar bu ruhları simgeliyor.
Türk kültürü dünyanın en eski ve köklü kültürüdür..
———————-
Çağdaş Emlak Yatırım Hizmetleri,
Mithatpaşa Cad. Nı: 47/6 Kızılay, Çankaya, ANKARA cagdasyatirim.com.tr
2 notes · View notes
wworldisyours · 2 years
Text
bugün arada aklıma gelen bi şeyi yazmak istedim
her ve her’s diye iki ayrı müzik grubu var. 
iki grupta da ikişer kişi var. iki erkek, iki yakın arkadaşlar. 
Her’s 2019′da kuzey amerika turnesine çıkıyor. 19. konserleri için manhattan’a giderlerken yolda feci bi kaza geçiriyorlar. ikisi de orada ölüyor. ben nadir bir grubun bir albümünü severek baştan sona dinlerim. “songs of her’s” öyle bir albüm benim için.
Bir de Her. Simon Carpentier 2017 yılında 27 yaşında kanserden vefat ediyor. sanırım diğer eleman solo kariyerine devam ediyor. herkes yoluna bakıyor tabi ki. kimse kimseyle ölmüyor bu hayatta. olması gereken de bu.
Tumblr media
“her” bana çok melankolik geliyor artık. bir yandan rahatsız oluyorum, lanetli gibi.
2 notes · View notes