Tumgik
#Necati Cumalı
deniz-mehtap · 4 months
Text
Tumblr media Tumblr media
Her yeni gelen günü Yeni bir ümitle beklemeli. Her yeni gün Yeni havalarla gelir. Gece, yağan yağmurla uyursun. Sabah, bir de bakarsın odan güneşli...
119 notes · View notes
ckardelen · 3 months
Text
Tumblr media
ÇIPLAK
Bereketli göğüslerin Dudakların aşkla ıslak Cennetten kovulan ırmak Yatağımda çırılçıplak
Her gece gürül gürül ak Yıkık yönlerimi götür Umutsuzluğumu yıka Yarına beni değiştir
Geldiğin yerlerim yeşil Gittiğin yerlerim kurak
Necati CUMALI
12 notes · View notes
sinigami · 1 year
Text
Tumblr media
Necati Cumalı
17 notes · View notes
yurekbali · 1 year
Text
Tumblr media
Sözü Şiirden Açmak - Oktay Akbal “Şiirde 40 Yıl”, Ümit Yaşar Oğuzcan’ın bir kitabı bu adı taşıyor. 40 yıl!.. Bütün bir yaşam! Hele ortalama insan ömrünün elliye yaklaşmadığı ülkemizde! Şiir, sanat, yazın uğruna verilen bunca zaman! Oğuzcan, ilk şiirlerini 1942’de yayınlamaya başlamış, 1947’de de ilk kitabı “İnsanoğlu” çıkmış. İnsanoğlu’nu anımsarım, kötü baskılı bir kitapçıktı. Oğuzcan sonra, birçok kitap yayınladı, güfteler yazdı, ünlü ve sevilen bir şair oldu. Başından, içlerinde acıları da olan türlü serüvenler geçti. Kendi resmini de şöyle çizmiş: “Nedense bütün resimlerimde ben / Böyle mahzun ve perişan çıkarım / Hep böyle hayata kapalı durur / Gülmesini unutmuş dudaklarım / Artık canından bezmiş kimselerin / Hazin bakışı parlar gözlerimde / İçinden adamlar arabalar geçer / Çizgiler alnımda bir büyük cadde.” Düşündüm de hangi ünlü şairimiz 40 yılı geride bırakmamış ki! 45 yılı, 50 yılı geride bırakan ünlü şairlerimize ne demeli: Oktay Rifat, İlhan Berk, Cahit Külebi, Dağlarca, Anday, Ilgaz, Cumalı, A. Kadir vb... Oktay Rifat’ın ilk şiirleri 1936’da “Varlık”ta çıkmış, İlhan Berk’inkiler ise 1935’te... İki ozanımızın 50’nci şairlik yıl dönümünü 1985’te kutlayacağız demektir. Edip Cansever’in ilk şiiri 1944’te, Can Yücel’inki 1950’de, Özdemir İnce’ninki 1954’te, Metin Eloğlu’nunki 1943’te yayınlanmış... En gençleri İnce, o bile 27 yıllık bir şiir geçmişine dayanmakta!.. Demek istediğim, şairlerimizin, öykücülerimizin anma günlerini, toplu tanıtılma törenlerini sık sık yapmak zorundayız. Aziz Nesin, yıllığında “Yuvarlak sayı”lara ulaşan sanatçılarımızı tanıtıyor, yaşı kırka, elliye, altmışa, yetmişe, seksene gelenlere özel bölümler ayırıyor. Devlet Tiyatroları’nın, Şehir Tiyatroları’nın, özel tiyatroların da belirli bir sanat geçmişine, birikimine sahip şairleri, yazarları tanıtıcı toplantılar yapması niye düşünülmez ki! Oktay Rifat “Denize Doğru Konuşma”, İlhan Berk “Deniz Eskisi ve Şiirin Gizli Tarihi”, Metin Eloğlu “Hep”, Edip Cansever “Bezik Oynayan Kadınlar”, Can Yücel “Rengâhenk”, Özdemir İnce “Kentler”... Hangi birinden söz etmeli? Doğrusu, en yaşlısından en gencine kadar adı geçen şairlerimizin kitapları ayrı ayrı ele alınıp, değerlendirilecek nitelikte... Bunca sanat ve yazın dergisi çıkıyor, ama ayrıntılı incelemeler, eleştiriler pek görülmüyor nedense! Gerçek eleştiri -hiç değilse yeni çıkan kitapları gereği gibi tanıtan yazılar- hemen hemen hiç yok... Masamın üstünde duruyor bütün bu şiir kitapları. Çoğu yakın arkadaşım olan bu şairlerle daha nice gün ve gecelerim geçecek. Ben, şiir konusunda hızlı yorumlar, değerlendirmeler yapmam. Yanılma payı çoktur böyle çabuklukların... Şiir vardır, ilk okuyuşta kendini verir. Verir ve biter... Böyle şairler de çok. Ama yukarıda adını andığım şairlerin kitapları o türden değil. Birbirine benzemeyen şairler bunlar. Can Yücel’le Oktay Rifat; Cansever’le İnce; Eloğlu’yla Berk arasında büyük ayrımlar var. Ama hepsinin ustalığı, kişilikleri tartışılmaz bir düzeyde... Can Yücel’in kısa şiirleri ilk okuyuşta okuru çarpıyor: “Sana bin kez söyledim be evladım / Dişlerinle tırnaklarını yiyeceğine / Gözlerinle gökyüzünü yesen ya” gibi; Tevfik Fikret’ten esinlenmişe benzeyen “Kanun çalacağız diye çıkıp orta yere / Kanunu çaldılar yere”, “Hıyar diyorum / Yooo, ben, turşuyum diyor” gibi şiirler kısa sürede yaygınlaşır, dilden dile gezer. Ama Oktay Rifat’ın, Eloğlu’nun dizeleri öyle değil. Yoğunluk ağır basıyor. Berk'in, Cansever’in, İnce’ninkiler de öyle... Cansever’in dizeleri ise yer yer düz yazıya yaklaşır, ama birden bakarsınız ki o düzyazı, “şiir” oluvermiş. “Neyi bitiriyoruz, neyi başlatıyoruz / Neyi bekliyoruz, bilmem ki / Kapı mı çalınıyor ne / Gidip açıyorum / Kimse yok / Peki / Nasıl karşılanır yok olan bir şey / Karşılıyorum / Salona geçiyoruz.” Gel de Baudelaire’e inanma: “Sağlıklı insan yirmi dört saat ekmeksiz kalabilir, ama şiirsiz asla”. Çok şükür ki Türkiye’de böyle bir tehlike yok! - Oktay Akbal, Sözü Şiirden Açmak (Geçmişin İçinden) - Görsel: Yazıda ismi geçen şairler...
14 notes · View notes
wehuzunngeldi · 4 months
Text
çeksem kapıyı gitsem
tasları arasında çimenler biten
kaldırımlar boyunca gitsem
açık pencerelerinden beyaz yorganlar görünen
ışıklı dut gölgelerinden
fakir mahallelerinin akkavakları
yalansız suyla güneşle büyüyen
oradan öte katırtırnakları sarı sarı
bir erguvanlar vardı
pembe mi desem deli mi desem
bu ümit olmasa içimde
buralarda bir gün beklemem.
2 notes · View notes
ahmetcumhur-blog · 5 months
Text
Tumblr media
3 notes · View notes
edebiyat-hayat · 11 months
Text
Güneş Özlemi
Çeksem kapıyı gitsem
Taşları arasında çimenler biten
Kaldırımlar boyunca gitsem
Açık pencerelerinden beyaz yorganlar görünen
Işıklı dut gölgelerinden
Fakir mahallelerinin akkavakları
Yalansız suyla güneşle büyüyen
Ordan öte katırtırnakları sarı sarı
Bir erguvanlar vardı
Pembe mi desem deli mi desem
Bu ümit olmasa içimde
Buralarda bir gün beklemem
Necati Cumalı
2 notes · View notes
randomrichards · 9 months
Text
DRY SUMMER:
A greedy farmer
Hogs water from the village
Lusts for brother’s wife
youtube
1 note · View note
diyariedebiyat · 11 months
Text
1960 Sonrası Hikâye Yazarları
Bu dönemde Adalet Ağaoğlu, Tomris Uyar, Füruzan gibi yazarlar toplumcu gerçekçilik anlayışıyla hikâyeler yazarken Mustafa Kutlu, Sevinç Çokum, Rasim Özdenören gibi dini ve milli duyarlılıkları yansıtan hikayeler yazarlar.
1960 Türk Hikâyeciliğinin Özellikleri 1960-1970 yılları arasında yazar sayısı artmış, konularda çeşitlenme olmuştur. Köylülerin, işçilerin kenar semt halkının sorunları, dönemin siyasi olayların öykülere yansıdığı görülür. Toplumsal konuların yanında bireye önem verme görülür. Yazarlar, insanın çevresiyle uyumsuzluğunu; yaşanılan düzene, alışkanlıklara, ahlak ölçülerine başkaldırma…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
gonuldicleipekci · 2 years
Text
"İçimden hep iyilik geliyor.
Yaşadığımız dünyayı seviyorum.
Kin tutmak benim harcım değil.
Çektiğim bütün sıkıntıları unuttum.
Parasız, pulsuzum ne çıkar.
Gelecek güzel günlere inanıyorum."
“Gelecek güzel günlere inanıyorum
Gelecek güzel günlere
Sonunda galip geleceğine eminim
İyiliğin, zekânın ve cesaretin
İmanım var zaferine
Aşkın, adaletin ve hürriyetin…"
"Kaç günümüz varsa şunun şurasında,
O kadar güneşimiz var.
Her günlük hakkımızdır mutluluk, anla.
Dün bugün eksilen güneşler, ödenmez yarınla."
Necati CUMALI
Tumblr media
0 notes
ckardelen · 2 years
Text
Tumblr media
ÇIPLAK
Bereketli göğüslerin Dudakların aşkla ıslak Cennetten kovulan ırmak Yatağımda çırılçıplak Her gece gürül gürül ak Yıkık yönlerimi götür Umutsuzluğumu yıka Yarına beni değiştir
Geldiğin yerlerim yeşil Gittiğin yerlerim kurak
Necati CUMALI
24 notes · View notes
edebiyatsoylesileri · 2 years
Text
Necati Cumalı / Sait Faik’teki insancıl özü hep kendime yakın bildim
Tumblr media
Makedonya 1900 adlı yapıtı ile Sait Faik Armağanı’nı kazanan Necati Cumalı, Abasıyanık hakkında şunları söylüyor: “Konularını duyuları ile değerlendirirdi. Öyküleri hep bu tutumu ile bağlantılıdır. Başkalarında kusur olan dağınıklık onun büyüsünü oluşturur.”
Öykü anlayışınızı kısaca açıklar mısınız? 
- Öykü, yaşamımızda en çok yeri olan bir türdür. Herkes, hemen hemen her gün, hem de günde birkaç kez başkalarına öyküler anlatır, ya da başkalarından öyküler dinler. Okuldan dönen çocuk, evde anasına babasına, okulu, öğretmenleri, yolda gördükleri ile ilgili olaylar anlatır. Ertesi gün okula gidince, bu kez evde olanlarla ilgili olarak arkadaşlarına yineler bu işi. Karı kocanın evde bir araya geldiklerinde hep böyle anlatacakları olaylar, izlenimleri vardır birbirlerine. Bu anlatılanlar hep öykü özellikleri taşırlar. Nedir ki, çok kişi bu işi yaparken sözlü bir kültürün, geleneğin, ya da okuyarak öğrendiklerinin kalıpları içinde kalır. O kalıplar içinde görür, kurar, anlatır anlatacaklarını. Öykücü ise, alışılmış kalıpların dışında, yaşamında, çevresinde, başkalarının göremediği öykü bütünlükleri bulan, sonra da bunu kendine özgü bir biçim içinde anlatan kişidir. 
Sait Faik, bütün yazdıklarıyla izlenimciydi denilebilir. Öykülerinin kendine özgü bir büyüsü vardı. Bu büyü yazdıklarına kendini verişinden geliyordu. Duyuları ile değerlendirirdi konularını. Sevdiği sevmediği insanlar vardı. Sevdiklerinden söz ederken rahatlar, sözü uzatır, sevmediklerinden söz etmek zorunda kaldıkça sıkılır, kızar, küfür ederdi sanki. Öykülerinin başlama, gelişme, bağlanmaları hep bu tutumu ile bağlantılıdır. Başkalarında kusur olan dağınıklık onun büyüsünü oluşturur. Örneğin ünlü öykülerinden birini, “Kameriyeli Mezar”ı alalım. Bir koy, sonra martı yumurtaları üstüne uzayan betimlemeler, derken Hüseyin Avni’nin mezarını görür. Mezar taşının uyandırdığı çağrışımları sayar döker, beklenilmedik bir karşılaşma ile Hüseyin Avni’nin dulu üstüne kulağına gelen konuşmalar ile öyküyü tamamlar. Birbiri ile ilgisiz görünür ilk bakışta bu olaylar. Oysa o kendine özgü bir duyarlık ile yaşar anlattıklarını. İçtenliği, kendini öyküsüne adayışı ile bağışlatır dağınıklığını. Ona benzemeye çalışanların çoğunda eksik olan bu büyü, bu yazdığını yaşamaktaki kendini tüketiş, adayıştır. 
Sait Faik’in öykülerindeki insancıl özü öteden beri hep yakın bildim kendime. Sait Faik’in deneyinden çok şeyi öğrenerek, kaparak, yararlanarak yetiştim diyebilirim. Ama ben izlenimci değilim. Öykülerimde konu birliğine, duruluğa bağlıyım. 
1976’da yayımlanan öyküleriniz, yirmi yıl önce yayımlanan ve yine Sait Faik Armağanı’nı alan “Değişik Gözle” adlı kitabınızdakilerle yan yana getirilince nasıl bir gelişim çizgisi ortaya çıkmaktadır? 
- “Değişik Gözle” benim kişiliğimi açıkça bulduğum dönemin öykülerini bir araya getirir. Pek erken gelmiş bir kitap sayılmaz. Sabırla, daha önce yazdığım, ya da tasarladığım pek çok öyküyü yok ederek vardım o aşamaya. 
“Değişik Gözle”nin üçüncü baskısı bu yıl, on yeni öykümü topladığım “Kente İnen Kaplanlar” ile tek cilt halinde çıktı. İki kitabı bir arada okuyanlar yadırgamadı, eskimiş bulmadı “Değişik Gözle”deki öykülerimi. 
Sait Faik Armağanı’na aday olan kitaplardan hangilerini okudunuz? Kendiniz katılmamış ve seçiciler kurulunda yer almış bulunsaydınız oyunuzu hangisine verirdiniz? 
- Ödüle hangi kitapların katıldığını henüz tam olarak bilmiyorum. Okuyamadığım pek çok kitap var henüz. Katıldığını duyduklarım arasında Tarık Dursun K.’nın “Bahriyeli Çocuk”u var. Henüz okuyamadım. Ama Tarık, usta, kişiliği olan bir öykücüdür. Jüri üyesi olsam kitabı üzerinde dikkatle dururdum herhalde. Bu arada yeni bazı öykücülerimizin kitaplarını okudum. Okuduklarım arasında Ayşe Kilimci, “Yapma Çiçek Ustaları” ile umut veren bir yazar. Nedir ki, öykülerinde henüz ayıklanmamış çok değişik etkiler var. Biçim araştırmalarına çok kaptırıyor kendini. Ben genellikle sevdim öykülerini. Onun yaşında onun anlatım ustalığına, tümcelerinin sağlamlığına varmış öykücü sayılıdır bizde. Nedir ki, öbür öykü kitaplarını henüz okumadığım için oyumu ona verirdim diyemiyorum. 
1974’de Madaralı Roman Armağanı ilk kez verilirken, “Yağmurlar ve Topraklar” adlı romanınızın değerlendirme dışında tutulmasını istemiştiniz, katılma koşulu aranmadığı halde. Bu tutumunuzu göz önüne alarak sizden, Türkiye’de ödül ve armağanlar üzerine görüşlerinizi öğrenmek istiyoruz. 
- Ödüller, ödülü alanın değerini saptadığı kadar verenlerin de değerini açığa vurur. Dayanışmaların, önyargıların, duygusallığın ağır bastığı jüriler vardır. Bakarsınız nesnel değer ölçüleri bir yana bırakılır, kendiliğinden yönetmelik dışı bazı ölçüler oluşur bu türlü jürilerde. Toplumumuzun yapısına göre olağan karşılanması gereken bir tutumdur bu. Örneğin Madaralı ödülü köy çıkışlı yazarlara, kırsal bölgeleri anlatan romanlara veriliyor. Orhan Kemal ödülü ise polisin, 141., 142. maddelerin gadrine uğramış yazarlarla uğrayanları konu alan romanlara. Her iki ödülde bu tutum hemen hemen gelenekleşti. Ben karşı değilim buna. Ödüllerin kendilerine özgü nitelikleri olmasını hoş karşılarım kendi payıma. Nedir ki, o ödüllerin yönetmeliklerine de geçmelidir bu özellikler, herkesçe bilinmelidir. 
Bir de bunun tersi bir durum var bizde. Jüriden değil de ödüllere katılanlardan geliyor. Atatürk’ün görüşlerine, dilde özleşmeye karşı bir yazar Türk Dil Kurumu Armağanı’nı, Sait Faik’i kötüleyen bir yazar, Sait Faik Armağanı’nı bekleyebiliyor. Yani bu türlü yazarlar da hiçe sayıyor yönetmelikleri. 
Ödüller hakkında bir de şunu söylemek isterim. Verilen ödül ya yerini bulur ya da bulmaz. Toplumun benimsediği, değerini kabul ettirmiş bir sanatçıya verilen ödül, kamuoyunun da desteğini kazanır. Jüri bir bakıma kamuoyunun sözcüsü olur kararında. Kamuoyunun desteğini almayan ödüller boşunadır. Değersiz bir yapıta verilmişse o yapıtı kurtaramaz. Bizde olduğu gibi bütün dünyada böyledir bu. İvan Bunin, Nobel armağanı aldı diye, Gorki’den üstün sayılmıyor bugün. 
Edebiyatın çeşitli dalları (şiir, roman, oyun, öykü) ile uğraşmanızın sanatınıza ne yönden etkisi oluyor? 
- Hem olumlu hem olumsuz etkileri oluyor. Örneğin, şiirde ulaştığım yalınlık, düzyazıda yalınlığa ulaşmamda yardımcı bir deney oldu. Oyun yazmak, konuları sahne kurallarına göre düşünmek, diyalog yazmak alışkanlığı, öykülerimi, romanlarımı, daha sağlamlaştırdı kanısındayım. Tiyatroda konu kurulur, sergilenir, bağlanır. Öykülerimi de bu kural içinde düşünmek yerleşmiş bir alışkanlıktır bende. 
Değişik dallarda çalışmamın olumsuz yanı ise şu: Bir türden öbürüne geçerken her seferinde bocalarım. Şiir yazıyorsam, söz gelimi, o ara başka bir şey yazamam. Mektup bile. Şiirden öyküye geçince de beş on gün toparlayamam söyleyeceklerimi. Yazdıklarım tekdüzeliği girip çalışmam kolaylaşmaya başladı mı, kuşku ile karşılarım yazdıklarımın değerini. Tür değiştirmek zorundaymışım gibi gelir bana. Kolaylıktan daima kaçınırım. 
(Milliyet Sanat dergisi / Mayıs 1977)
0 notes
ay-simay · 6 months
Text
Tumblr media
Her yeni gelen günü
Yeni bir ümitle beklemeli.
Her yeni gün,
Yeni havalarla gelir.
Gece, yağan yağmurla uyursun,
Sabah, bir de bakarsın odan güneşli...
-Necati Cumalı-
... 🦋...
Güzel sabahlar... 🐞🕊️
53 notes · View notes
nefes-s · 1 year
Text
Music: Evgeny Grinko - Jane Maryam 🎶🎼🎵 💙🎶🎵
Yeni güne🌈🌞 Günaydın 🌅☀️
Her yeni gelen günü, yeni bir ümitle beklemeli. Her yeni gün, yeni havalarla gelir. Gece, yağan yağmurla uyursun, sabah bir de bakarsın odan güneşli.
Necati Cumalı
Sevgilerimle 💙❤️
12 Ekim🧚
133 notes · View notes
siir-defterim · 10 months
Text
“Gelecek güzel günlere inanıyorum
Gelecek güzel günlere
Sonunda galip geleceğine eminim
İyiliğin, zekânın ve cesaretin
İmanım var zaferine
Aşkın, adaletin ve hürriyetin…”
Necati Cumalı
18 notes · View notes
yasamsallik · 2 years
Text
Tumblr media
Ağladığını istemem ben ölürsem
Beni en sevdiğin halinle hatırla
Uzak bir yerde çalıştığımı düşün
Hayatta olduğuma inan
Bir gün gelir kendiliğinden
Geçer bütün üzüntün
Her yeni gelen günü
Yeni bir ümitle beklemeli
Her yeni gün
Yeni havalarla gelir
Gece, yağan yağmurla uyursun
Sabah bir de bakarsın odan güneşli
Her gelen vapuru, treni
Yeni bir ümitle beklemeli
Her gelen vapur, tren
Yeni insanlarla gelir
Ben esmerdim güzelim
Bu sefer sarışını seversin
Aşk yaşayanlar içindir....
Necati Cumalı
54 notes · View notes