BEHÇET NECATİGİL
(1916-1979)
1916’da İstanbul’da doğduğunda (o gün onunla dünyaya gelen çocuklar arasında) “Yüzü yüzüne en çok benzeyen çocuk!” diye bir kayıt düştüğü söylenir babasının, Takvim-i Ragıp’ın bir kıyısına.
Gözleri (o pek azınızın usunda olan gözleri) biraz odanın, biraz da dışarısının karanlığını kuşanır.
Vücudu İstanbul’un o eski sokaklarının, evlerinin esmerliğini alınca bildiğimiz o sureti çıkar.
Evlerin dip odalarında gider gelir.
1930’larda bu durgun çocuk, hem okula gidiyor, hem annesiyle sokakta top oynayan çocuklara bakıyordur (Kabataşlı anneler o zamanlar çocuklarıyla pencerelerden ayrılmazlardı).
Gider üstünü değişir: İlk basılı şiirini okuyordur çünkü (Varlık, Ekim 1935).
1940-1943. Kars’ı Zonguldak’ı görür. - Öğretmenim! diyorlardır çocuklar.
Askerken ilk ata bindiği söylenir (görenler beyaz bir at diyorlar).
Artık otlar, karıncalar, devedikenleri, hanımböcekleri, Pan’ın teneffüsü, çalılar, kuşlar, ikindi vakitleri okşamaktadır yüzünü.
Kapalı Çarşı diye on bir heceli bir sözcüğü hecelediğinden mi? Öyle olmalı: İlk gözağrısı (1945).
Biliyoruz kırları severdi en çok. Ve sıradan böcekleri.
Ama birden yere yüzükoyun uzanıp “tabiatla haşir neşir” olmak yetmiştir.
Gökleri, yıldızları geç bir kalem, der, Beşiktaş’ta, Barbaros meydanında dolaşırken (Çevre, 1951).
Ve yavaş yavaş evlerle savaşa başlamıştır artık, düştüğünden yüzü. ‘Şayet aşk’ dese de...
İlk arkadaşlıklar (o zaman Abasıyanık 1906, Külebi 1917, Akbal 1923, Birsel 1919, Dağlarca 1914, Aksal 1920, Tirali 1925 midir?).
Daha çocukken, “Savrulan karlara bakacağım,” diye tutturmuştur.
Ama Fikret gibi evlere kapanmaktır en iyisi (her gün üç paket cıgara ve çocukluğu).
İnerse Beşiktaş’a iner artık. Elinde filesi.
Yaşlılığında birçoğumuz gibi gözlüğü hep yanında dururdu. Şiiri mi? Şiiri yükseklik korkusunun şiiridir.
1955’lerde duvarlarda gergef işi bir levhanın önünde yazacaktır (annesinin elinden çıkmış). Araf’lar açıklanmalıdır çünkü (1958).
Dar Çağ’la hesaplaşmış bir dergâha (sevgili içine) yazılacaktır. Kitaplarda mı ölmek istiyordur?
Yeryüzü -neden söylememeli- birden yeryüzü olmaktan çıkmıştır.
Hem ne zamandır ellerini cebine soksa cıgaralar, akşamüstleri, kâğıtlar, ıssız kırlara bakan Pan, aşkın hiçlikleri, Panik (ki Divançe diye bir kitaba girecektir) sağır duvarlar, şiirlere üşenmelerimiz, kurşunkalemler, bir teyel.
Ve Yaz Dönemi.
Ve En/Cam ve Zebra.
En çok sevdiği çiçek mi? Gecesefaları elbet.
Okurken biraz önüne bakardı (ölümlerde, aşklarda).
Bir çilehane özlemi mi?
Bir Eski Toprak’lı. Uzatmalı bir nefer.
Çünkü nice yollar gidilmiştir (çokken bir şiirin tarihinde ve bankalar gibi bir bilanço yapılmalıdır
Aktif-pasif görünmelidir).
Bu hınçla sarılır Beyler’e (1978), çünkü ta gerilerden (bir geri hizmetten) Necatî
Fâriğiz edemeyiz kimseye tâpû beyler
diyordur.
Hiç bıyık bırakmış mıdır? Hayır. Ama sakalı hep uzamıştır.
Şiirleri (İlhan Berk’e göre) en çok üstüne başına benzeyendi.
Çocukluğunun sağlık raporlarında hızlı atıyordu kalbi deniyor.
Biliyoruz hep bir ayraç bırakmıştır şiirlerde bir gün dolduralım diye biz.
Sunu
Bir gün öldü.
Gidip geldiği sokaklar, bir kırlangıç, bir kâğıt, bir ıstampa, bir kalem/alkol yanmasında/bir fotokopi, bir kumsaati, yarım kalmış bir şiir, bir patika, cenazesinde bulundu mu? bilmiyorum.
Bir bulut bir süre onu izlemiş.
Geçerken parmağını kaldırmış bir çocuk. Bir deniz parçası, bir ağaç büyümesini bir an bırakmıştır.
Masası uzun zaman kendine gelememiştir.
O gün gök açıkmış diyorlar.
- İlhan Berk, Behçet Necatigil (1916-1979)
(Deniz Eskisi)
(Aşk Tahtı / 1976-1982 / Toplu Şiirler II)
- Görsel: Behçet Necatigil (Kalender Dergisi, Sayı:6, Mart-Nisan 2019, İki Aylık Edebiyat Dergisi)
ŞİİR DÖLLEMESİ
Öylesine olmalı ki değinme
Döllemeli, yetmez orgasmus.
Embriyon ve dölüt
Başlamalı büyümeye beyinde.
Gevşemeden az sonra kollar
Bir şeyler eklemeli verdiğine.
Değer miydi yoksa bunca bekleme,
Ellenmemiş organlardan elleri
Bir okşayış gibi gelip geçecekse.
Bütün diri spermalar, şiirler
Kalsın yerli yerinde,
Tavlı topraklara değil de
Kuru tahtalara düşecekse.
Nahif bir insan değilseniz lütfen kadın erkek fark etmeksizin insanlığı rahat bırakın.
Şiir sevmiyorsanız, kedilerin başını okşamıyorsanız, enstürmantal müzikleri atlıyorsanız ve kitaplığınızdaki her kitabın yerini gözü kapalı tarif edemiyorsanız önce biraz durun. Fark edin ve sonrasında yolu yürüyün. Fark edene kadar da kimseyi üzmeyin çünkü farkında olmadığınız hayatlarınızın ceremesi çok masum insanların omuzlarına çörekleniyor.
"Ben şiirin fazla yüke gelemeyecek kadar narin, nahif olduğunu sanıyorum."