Tumgik
#aşkın halleri
siiraze · 1 year
Text
27 notes · View notes
yorgunherakles · 2 years
Quote
yazarken neler saçmaladığım hiç önemli değil, beni ilgilendiren sadece sana yazdığım gerçek. seni öpebilmek gibi bir şey bu. fiziksel bir şey, mektup yazarken parmaklarımda sana olan aşkımı hissedebiliyorum.
simone de beauvoir - love letters
35 notes · View notes
olafkardanadam · 1 month
Text
Biri kalkar gider şimdi, güneşin çirkin batışına karışıp, gölgeleri de yutarken ayakları, yalanlara yalakalıkla, biri gelir oturur yakın bir kaldırıma, yüzünde tüm dünyayı kucaklayan bir edayla, umutları baştan; farklı bir açıyla yazdıracak biçimde. Biri gelir bağlar acıları aşkın kıyısına, denizci düğümüyle birçok defa, dalgarı dudağındaki çatlakların kenarında dindirip, yoksulluğuna götürür biri; o tebessüm zannettiği serzenişli halleri, çiçeklerden yamalı elbisesinin kucağına doldurup, hayaller her bir köşeden renk seçer kendisine, dokunup bulaştırmak için şehrin kimsesizliğine, ve kimse istemez: atıp tutmayı becerirken maharetle, başka bir kalbin kimsesizliğini!
Biri saçarak gider, ayağındaki huzursuz taşları etrafa, bir nimet gibi... Sarılmak için kenarda istiflediği sevgi emarelerine, kırıntılarına, ağlamak bir çareye dönüşür bazen, ya da bir esnemeye; bir süre sonra soluk almaya kadar... Biri gelir tüm kalabalığa inatla, yalnızlığını taçlandırır, utangaç, gözlerini kaçırarak, kendi yansımasından bile! Çünkü bilir yamacına iliştirilen her şeyin: hayatından nefret etmesini sağlayacağını! Çünkü hisseder iliklerine kadar, aşağılanacağını, çaresizce ve tek başına omuzlayarak!
Her gelip giden, geçen birisine, ölümcül bir hastalık gibi bulaştırmalı mı yalnızlığı? Anlatılamayan şeyleri gözlerin içine serpiştirmeli mi? Bir nebze bile acımayarak!? Her şeyin gelip de gidebileceği bir yer varmış gibi, mevcut olunan çukura zimmetlenmişçesine, sonsuzluğa kavuşurken her hatıra, ve her hatırayı işgal eden birileriyle.
23 notes · View notes
yolguncesi · 4 months
Text
Tumblr media
Towards To Forest - Edward Munch (1896)
Munch'ün ‘Towards to Forest’ (Ormana doğru) tablosu basit gibi görünen fakat büyük yoğunlukları içinde barındıran bir görsel derinlik...
Resimde gördüğümüz çift figürünün ormana doğru ilerlemesi, toplumun içinde bulunduğu durumdan ve şehir hayatından uzaklaşarak doğanın saflığına ve bilinmezliğine doğru bir kaçışı simgeler.
Bu şimdi için daha da geçerli. Munch'ün bu tabloyu yapmasının üzerinden 128 yıl geçmiş.
Daha çok 'Çığlık' tablosuyla tanınan Edward Munch'ün yaşamı, hayat kavgası ve mücadeleyle geçmiş ve bu durumu bütün tablolarına yansıyor. Sürekli olarak ölüm, kaygı, aşk ve yalnızlık temalarını ele almış.
Bu tablosunda da bunlardan nüveler bulunsa da nedense ben en çok varoluşun sancılı hallerinden birlikte uzaklaşmayı arzulayan bir aşk gördüm...
Belirsizlik, içsel çatışma, kaçma istemi, uzaklık gibi aşkın tüm halleri var çünkü tabloda...
Biraz zor zamanlar benim için, hayallerime ket vurdu bazı yaşadıklarım. Bu tablo ilaç gibi geldi bana...
Çünkü benim de arzuladığım varoluşun sancılı hallerinden birlikte uzaklaşmayı arzulayan bir aşktı.
34 notes · View notes
aynodndr · 1 year
Text
Tumblr media
50 YAŞINDAN SONRA AŞK....❤️
50 yaşından sonra da, yeniden gönlünü ve kalbini aşka açabiliyor insanlar.....
Aşk bu... yaşı ve başı da yok...
Aşka gönlünü açınca insanlar, yine gençlikteki gibi beraber vakit geçirmek , sohbet etmek, birbirinin elini tutmak , heyecanlanmak, ilgi ve alaka görmek, özel olmak istiyorlar.....
Bu istemlerinin hiçbirinde bir değişiklik yok..
Her yaşta aynı...
Ancak 50 yaşından sonra pek çok şey değişiyor artık...Beden yaşlanıyor, çabuk yoruluyor..
Aşkından ölse de birbirilerinin peşinden koşturacak halleri kalmıyor..Zaten hayat yormuş, yorgunlar...
Değil koşmak, yürümeye ancak güçleri yetiyor..Fazla zorlanırlarsa da stent takılıyor...
Kapris, küslük çekecek halleri ise hiç kalmamış. Yıllarca zaten yeterince çekmişler.....
Bunlar ile uğraşacak ne enerjileri var, ne de zamanları......
İkide bir arayıp, sormaya, yazmaya da yorgunlar.. zamanları da yok...Yakın gözlüğü yanlarında değilse, mesaj yazmanın anlamı da yok..
İnsanlar işten gelince ev işlerinden sonra vakit kalırsa, sakince oturup kafasını dinlemek istiyorlar........
Aşk bu..laf dinler mi? Hâlden anlar mı?
Sevgi, sevgili ilgi istiyor....coşku istiyor...
Herkes birbirinden ilgi bekliyor....kimsenin birbirine öyle gençlikteki gibi yoğun ilgi gösterecek hali de yok..Zaten hormonlarıda metabolizmaları gibi yavaş çalışıyor artık...
Bir yığın meşgale ve uğraş içinde, birbirlerini aramayı unutabiliyor, sonralara öteleyebiliyorlar...
Hafıza da artık eskisi gibi değil....
Yani sizin anlayacağınız 50 yaşından sonra aşkın tadı, tuzu da yok...Olsa da şeker, tansiyon derken dokunuyor.....
Ne yapalım..hayatın gerçeği bu, kabul edip, olmazları bırakıp, olabileceklere bakalım.
50 yaşından sonra, aşka pek yer olmasa da saygıya, sevgiye, şefkâte yer var..
Birbirini yormadan yıpratmadan, huzur içinde yanyana yürüyüp, biraz arkadaşlık, biraz destek, biraz da yarenlik edilebiliyorlarsa, bununla yetinmek gerekiyor..Yoksa da birbirini yıpratmadan, kendi dingin yalnızlığını tercih etmeleri gerekiyor.....
Gençlikteki gibi ötesini isterlerse, biraz daha fazla ilgi ve âlaka beklerlerse büyük bir hâyal kırıklığı yaşıyorlar...
Çevremde gözlemlediklerim bunlar.....
O zaman 50 yaşından sonra, ister istemez şöyle diyor insan:
"Aşk sana güle güle..!"
"Sevgi, saygı , şefkât kalsın geriye .!"
Alıntı....
3 notes · View notes
doriangray1789 · 2 years
Text
Vladimir Vladimiroviç Mayakovski
hayatın en hüzünlü anı, mevsimine kapıldığın kişinin bahçesinde açabilecek bir çiçek olmadığını anladığın andır… bırak, gitsin… bırak, git… dedi ve gitti Mayakovski... Aşkta da devrimini yaptı sevdiği kadın Lili'ye intiharıyla. 1918'den itibaren propagandalar için gittiği ülkelerden sevdiği kadına 12 yıldır yazdığı mektupları kesti ölümüyle, kendi kanıyla sonsuza dek Lili'nin posta kutusunu mühürledi. Sevdiği kadından geç gelen cevaplar, umursamaz halleri ya da evli Lili'ye çıkmaz aşk bu noktaya getirdi..  Oysa  "Alanlar fırçamız, sokaklar paletimiz." demiyormuydu Mayakovski? Ülkeleri rengarenk boyarken; bir tanem, pisim, yavrusum, seni hasretle bir milyon kere öperim dediği kadının yüreğine aşkın fırça darbelerini atıp, yüreğinde devrim yapıp yanına getiremedi. Sevmek herşeyi göze almak demek değilmiş Lili için belki de... Mayakovski şunu unutmuştu propaganda yaparken herkes nasıl göze alamıyorsa devrimi, ardından gelecek ölümü; Lili de göze alamadı belki bazı şeyleri, oniki yıl boyunca mektuplaşmayla yetindi...  Öyle güzel bir aşkla yazılmış mektuplarki bunlar bıkmadan usanmadan "senin kuçun" diyecek kadar büyük bir aşk... Mektupların başına, altına, kenarına çizilmiş kedi köpek resimleri, kendi üzgün olduğunda üzgün suratlı adam resimleri. Bazen bir iki cümle, bazen sayfalarca, bazen şiirler, bazen piyeslerden oluşan bu mektuplar....  9 Nisanda, Plehanof Ulusal İktisat Enstitüsü öğrencilerine şöyle seslenir : "Arkadaşlar, bu akşam beni güçlükle getirdiler buraya. Konuşmak istemiyordum, konuşmaktan bıktım çünkü..."  Artık bunaldığının göstergesiydi bu ve veda mektubunda :  "Ölüyorum, bundan ötürü kimseyi suçlamayın. Gereksiz şamata da yapmayın. Ölen adam bundan tiksinirdi çünkü..."  Lili' ye : "Lili, sev beni..."  Ona ne aşk yaradı, istediğini alamadığı devrim.
7 notes · View notes
senihh · 1 month
Text
KADER
Hamlet'e aşkından deliliğin uçurumunda Ophelia,
Gibi en sığ suda bile batırır bendimi aşkın kanımca,
Nietzsche'yi aşkından ölüme aybeay iliştiren Salomé,
Gibi kader örmezse ağlarını o dem asıl talihim detone!
Ölüme müsekkin; ya seni görselerdi nice olurdu halleri?
Kalbim atıyor elimde de ben de, deliliğin eşiğindeyim.
Ben de deliliğin eşiğindeyim, hutudta aklım dolaşıp;
Bu kader bir ezgin gibi aşkımı bir başıma bırakıp.
Sanırım ortalık hizamdan yitirilecek son radde:
Bak, gör; içim vostok ama infilak et'cek düzeyde.
Kader nasıl kaderim için olur pekent?
Gel ruhumdan tüm bu afazi ve afonileri defet,
Hazır gönlüm sevinden olmuşken ek bent.
Sanki gönlün kaderimden bir gözgü,
Özcesi her parçana bir mefret ihtikâr da kâfi bürgün,
Kim demiş kader için bilemem düzgü:
Senle cehennem bir lütuf, sensiz cennet bile olur sürgün!
0 notes
senayelvanstuff · 11 months
Text
bir yarışmaydı - kazanamadım
Zihnin Sokaklarında
                   “Siz çok ters yürümüşsünüz.” dedi muhite hakim olduğunu anladığım beyefendi. “Burdan ya düz yürüyüp caddeye çıkacaksınız, ordan otobüse binebilirsiniz. Saatte bir geçiyor 7C. Ya da caddenin sonuna da doğru yürüyüp metro durağının ordan dolmuşa da binebilirsiniz” 
                    Buraya zaten yine birinin yol tarifiyle geldim, bir saattir yürüyorum. Çok yorgunum ama adama yansıtmama gerek yok, teşekkür edip tekrar ters yöne yürüyorum işte. Neyse ki geç kalmak diye bir şey yok. Hiç beklenmediğim bir yere gitmeye çalışıyorum. Yine de yol zül gelmeye başladı. Ayaklarımın altı yanıyor. Rahmetli anneannem bunun genetik olduğunu söylerdi. Annem aynı fikirde. Annemle epeydir konuşmuyoruz. Sevgisizlikten değil. Peki neden, şimdi ben de hatırlamıyorum. Büyürken ben çok değiştim sanırım, nasıl oldu bilmiyorum ama yavaş yavaş mecburen iletişime geçen iki yabancıya dönüştük. Oysa annesinin yol gösterdiği bir genç kadın olmak isterdim şimdi. Filmlerdeki gibi; annemin bir nasihatiyle ruhumu hafifletebilmek ve tüm ikilemlerimde annemin rehberliğiyle karar verebilmek isterdim.
                     Neyse, caddeye bir şekilde çıktım, otobüsün gelmesine çok var…Sanırım biraz durakta oturup dinleneceğim. Oturaklar dolu, bir yerde de kedi oturuyor. Kedi daha yorgun olabilir, hep bir yerlere gidiyor onlar, sanki acil bir işleri varmış gibi sokak sokak geziyorlar. Bu halleri hep komiğime gitmiştir. Benim kedim pek aceleci ya da oyunbaz değildi gerçi. İçinde bir asilzade ruhu taşıyan, miskin kedim Lila. Gerçek hayat arkadaşımdı. Çok erken öldü. Acaba yaşasaydı yine de ben böyle yollara koyulur muydum diye düşünüyorum. Aldığım çoğu karar yalnızlıkla mücadele edemeyişimden mi? 
                      Akılsız başımın cezasını çeken ayaklarım dinlensin diye burda uyuyan kediyi kaldıramam şimdi. En iyisi oturmadan metro durağına doğru yürüyeyim. Yoğun döner kokuları geliyor, umarım üstüme sinmez. Yorulduğum için tempomu düşürdüm, terli terli bir yere yetişmekten vazgeçiyorum. Yavaş yavaş yürürken de tüm insanları ister istemez inceliyorum. Önünden geçtiğim bu dükkandan ağır parfüm kokuları geliyor, bence içinde bu yüzden kimse yok. Soldaki bankta iki yaşlı dede sohbet ediyor. Nasıl bir hayatları oldu acaba? Bu kadar yaşamak zor gelmiş midir? Bana bu kadarı bile çok geliyor bazen. Kendimi yaşlı hayal edemiyorum.  Bana doğru yürüyen kız grubu var, kesinlikle gündemlerinin önemsiz olduğuna eminim. Bence tek konuları aşık olduklarını sandıkları erkekler. Aptallar… Ben de aptalım  gerçi. Hem de daha büyük bir aptal. Aşkın aptallığı gençken çekilir oluyor sonuçta. Akıllanmaya dair bir ümit oluyor insanın içinde. Ama benim gibi yolun yarısında bir kadın için hala dikiş tutturamamak, aptallığı açıklanamaz kılıyor. Ben aşık olduğumu ve aşık olunduğumu sandım kaç kez. Hep de hayal kurdum, hayallerimi yedi cihana da anlattım. Ve hayal kırıklarımı saymadan kaç kere devam edip yine, yine, yeniden; kaç kere kendimi rezil ettim? Şu anda da yine rezil etmeye mi gidiyorum kendimi?
                     Hayır hayır, panikliyorum; düşüncelerimi toplamam lazım. Terapide öğrendiğim gibi; etrafta olanları düşünmeye devam etmeliyim, kendi kuyuma düşmemem lazım… Evet metro durağına az kaldı, orda dolmuş bekleyeceğim. Döner kokuları geride kaldı, yanımdan beş sarı araç geçti. Ali’nin de sarı bir arabası vardı, satmasaydı keşke. O zamanlar evleneceğimiz için para lazım, o yüzden satıyor diye içten içe onunla gurur duymuştum. İşte beni oyalamayan, sonunda benimle aile kurmak isteyen, benden emin olan bir erkek. O aptal kızlardan değilmişim gibi hissettiğim ilk an. Ama evleneceğimiz için satmamıştı tabii arabayı... Ah bu her şeyi kendime bağlamam, basit her şeye bir anlam yüklemem. O parayla abisine iş kurdular. Neyse onun aile işleri beni ilgilendirmez. Kızmaya da gerek yok, olan oldu. Gerçi abisi o işi batırdı. Söyleyecek çok şeyim var beni ilgilendirmez diyip geçmek zorundayım. Biz evlenseydik en azından yuvamız kurulurdu ama...  Beni il-gi-len-dir-mez! Ali benden fikir almadı ki, gerçi alsaydı ne olacaktı, hayır, abine verme bu parayı bana evlilik teklif et nasıl diyebilirdim? 
                  -Pardon bu dolmuş Karanfil mahallesinden geçiyor mu? Tamam… Bir kişi alır mısınız?
                    Kalabalık dolmuşa zorla sığdım ama çok geçmeden en azından yer buldum, güzel. İnsan her şeye ne çabuk alışıyor, her yere Ali’yle ve arabasıyla gidince dolmuş hayatımdan çıkıp gitti sanmıştım. Şu an oturduğum yeri ise resmen benden önce bekleyen taliplerine fırsat vermeden kaptım. Bana “onu arama, yanına gitme, etme” diyenler oldu ama işte; Ali’nin de iyi yanları var. Bakkala bile arabayla götürürdü beni. Herkes sevgisini aynı şekilde gösterecek değil ya? Ne var yıldönümü kutlamak ona göre değilse? Hiçbir özel günü kutlamazdı ama birçok güzel huyu vardı. Beni çok merak ederdi mesela, korumacıydı bir kere. İnsan sevdiğini korumak ister. Şu an onun peşinde sokak sokak kaybolmam boşuna değil. Doğru olanı yapıyorum. Gerçek aşk için sonuna kadar gidiyorum. Tüm engellere rağmen vazgeçmedim. Gerçi, engeller ya bir işaretse? 
              Dua ederken hep Tanrı’m eğer doğru kişi o değilse bir işaret ver demiştim. Birçok işaret aldığımı inkar edemeyeceğim. Ama aynı Tanrı beni çok ama çok kusurlu yarattı. Kusurlu varlığım yüzünden kimse benim için doğru kişi olamaz. Beklentilerim yüksek ama başkasının da hiçbir beklentisini karşılamıyorum, zor ve yorucu bir insanım. İnsanların beni tanıması karşısında beklentilerinin yıkılması, kötü huylarım karşısında şaşkınlığı ve doğal olarak buna verdiği tepkiler… Bunlar işaret olarak değerlendirilmeli mi? Belki olması gerekendir ve benim değişmem gerektir diye düşünüyorum işte. Ali’nin son kavgamızdan sonra evi terk etmesi, telefonlarıma çıkmaması işaret midir? İşaret değil, ayrılan insanlar böyle yapar. Tamamen kesip atmamıştır belki, belki incinmiştir, aşk acısını yenmeye çalışıyordur sadece? 
             Ama barışmak için ona en sevdiği kitabın ilk basımını sahaf sahaf gezip binbir uğraşla bulduktan sonra, bu filmlere yaraşan jesti bir türlü bin engel yüzünden gerçekleştirememek.. İşaret olabilir mi? Kitabı bulduktan sonra satın alana kadar iki kere dolandırılmak, yeni evinin adresini güç bela bulmak; hadi buldum, adresi ararken kaybolup durmak.  Yani ona ulaşamamak... İşte belki bu işarettir, çünkü filmlerde daha kolay oluyor. Hala “belki” dediğim için, az önce yolda gördüğüm kız grubuna dahil edebilirim kendimi. Çünkü o kadar aptal hissediyorum.Aklım susmuş, kalbimin egemenliğinde sürükleniyorum.
               -Müsait bir yerde bırakabilir misiniz?
İşaretleri düşünmemem lazım artık, geldim işte, herhalde artık doğru muhitteyim. Neden aptal olduğumu düşündüm ki. Büyük bir jest ile hikayemizi yeniden yazıyorum. İleride belki çocuklarımıza anlatamayacağız, çünkü ayrılık utanç verici. Ama Ali, ben ve Tanrı bileceğiz ki bugün yepyeni bir geleceğe adım attık. Tanrı demişken, ben gerçekten inançlı bir insanımdır, son ana kadar da “bir işaret gönder” demeye devam edeceğim, yalnız Tanrı’m, lütfen anlayabileceğim bir işaret olsun. Hah, ezan da başladı, tam dua ederken bu iyiye işaret. Sevim Apartmanı… Bu sokak diyor ama burası sırf dükkan. Bir daha soracağım mecbur.
               -Sevim Apartmanı nerede acaba?
               Aman ne iyi, yine yürüyeceğim ama bu sefer uzak değil. Yürümek güzel şey aslında ama kafan boş olacak. Ya da kafanı boşaltmak için olacak, varacağın bir nokta olmadan. Babam çok yürürdü nur içinde yatsın, hatta yürümek için kendine sebep çıkarırdı, şimdi şimdi düşünüyorum, acaba kafası çok dolu olduğu için miydi? Babam son zamanlarda Ali’ye kızgındı. Belki bana da. Hep annemden duydum.  “Kızımı oyalıyor, kısmetini kapatıyor” demiş Ali için. Bana da belki hep benimle evlenmek istemeyen insanları bulup onlara taktığım için kızgındı. Bana olan kızgınlığını belli etmedi. Ve bizi bekleyerek öldü. Ali’ye kızgın olmam için bir sebep daha. Ne kızgınlık ama, elimde onun için seçilmiş eşsiz hediyelerle saatlerdir İstanbul adımlıyorum. Aşk, gurur, onur, hayal kırıklığı nedir? Hepsi içimde ama içimle dışım niye böyle tutarsız? Ben kimim; içim mi beni ben yapan, dışımda göründüğüm kadar mı varım? 
                  Kaçıncı zildi? Neyse kapı açık, bu da iyiye işaret… Asansöre mi bineyim, ter içindeyim, yürüyeyim mi? Yine kayboluyorum anlamsızca, ne fark eder! Daha fazla düşünmemem lazım, nefes alamıyorum. Terliyorum. Hızlıca kendimle sohbeti kesmek istiyorum, koşar adım çıktım merdivenlerden. İşte geldim; emin olarak geldim, kapısına geldim, beni görecek, sarılacağız ve her şey rayına oturacak. Hikayedeki tüm bilinmezlikler ve başka ihtimaller yok olacak, bugünden itibaren bir daha asla kaybolmayacağız ve kaybetmeyeceğiz. İşte çalışıyorum kapısını. Bugünden sonra hiçbir engelle karşılaşmayacağımıza inanarak…Tak,Tak.
                  -Merhaba, rahatsız etmiyorum umarım…
------------
"Kayıp - Kırmızı Kedi-Şubat-
0 notes
dualarvebuyuler · 2 years
Text
Beni Sevsin Duası
Tumblr media
Beni Sevsin Duası
Karşılıksız sevgilerin insan hayatındaki olumsuzlukları günlük yaşantıların devam etmesini bile zorlaştırmaktadır. Öyle ki insanlar sevdikleri kişiden karşılık alamadıkları zaman bu durumu düşünmekten kendilerini alamazlar. Haliyle gün içinde en basit işleri yaparken bile zihnen bu konuya odaklı olduklarından işlerini aksatarak negatif zamanlar geçirirler. Çünkü büyük bir özenle kalplerinde büyüttükleri sevgilerinin sevilen kişiye herhangi bir şey ifade etmemesi ya da ona açılacak cesareti kendilerinde bulamamaları seven kişileri yaralar. Fakat beni sevsin duası ile aşık olduğunuz kişinin size karşı yaklaşımını ve duygularını değiştirme imkanı bulabilirsiniz. Böylece hem kalbi ferahlığa ulaşabilir hem de sizin için sevginize layık adımlar atmasını sağlayabilirsiniz. Duanın temini konusunda titizlikle bir araştırma yaparak yahut uygulayıcı kişilerden bilgi alarak hareket etmenizde fayda vardır.
Sevdiğin Kişiyi Ayağına Getirme Duası
İnsanların sizin kalbinizdeki sevginin derinliğini ve büyüklüğünü anlamaması, hatta bazen sevdiğiniz kişinin bunu saygıdeğer bulunmaması sonucunda hayal kırıklığı yaşayabilirsiniz.
Tumblr media
Yaşanan bu durum sizde aşkınıza bir karşılık beklemenin dışında ona karşı yapılan saygısızlığa bir bedel olarak karşı tarafın ayağınıza gelmesini sağlamak gibi bir istek uyandırabilir. Bu kadar kalbinizi kıran ve sevginizin kıymetini bilmeyen birinin size karşı yaptığı bu hatanın bedeli olarak ayağınıza gelmesi ya da sizin bunu istemeniz oldukça normal bir durumdur. Böyle bir dileğiniz varsa, gerçekleştirmek için sevdiğin kişiyi ayağına getirme duası ile kolaylıkla başarabilirsiniz. Duanın yapılış adımları ve uygulanma teknikleri konusunda incelikli bir araştırma yapmanız oldukça önemlidir.
Sevdiğim Kızı Kendime Nasıl Aşık Ederim
Sevgilerin insan hayatına kattığı güzellikler ancak karşılıklı olduklarında mümkündür. Aşık olduğunuz kişide bir karşılığı olmayan sevginin, sizi ve hayatınızın yük olması gibi bir tehlike vardır. Bu tehlikeyi bertaraf etmek ve sevdiğinizle hayalini kurduğumuz bir hayat yaşamak için yapabileceğiniz şeyler vardır. Bunlardan ilki ve en etkili olanı dua yöntemini kullanmaktır. Sevdiğim kızı kendime nasıl aşık ederim diye düşünüyorsanız yapacağınız tek şey aranızdaki ilişki ya da sevdiğiniz kişinin size olan bakış açısına göre uygun bir dua seçimi yaparak, onun sizden etkilenmesini sağlamaktır. Uygun duaların yapılması sonrasında sevdiğiniz kızın size karşı ilgi ve şefkatinin fazlalaştığını ya da aranızdaki iletişimi kuvvetlendirmek için elinden gelen çabayı gösterdiğini gözlemleyebilirsiniz Bensiz Duramaması İçin Okunan Dualar Özellikle ayrılık sonrası dönemde çiftlerin birbirinin hayatından olduğunu merak etmesi oldukça normaldir. Eğer ayrıldığınız kişiyi siz hala ondan ayrı kalmanın acısını çekiyorken hayatına hiçbir şey olmamış gibi devam edebiliyorsa bu sizin canınızı sıkabilir. Hissettiğiniz şey, kıskançlık değildir ama yine de ilişkinizin yeni bitmesine rağmen onda herhangi bir iz bırakamamış olmak sizi üzen bir durum olabilir. Bu durumu değiştirmek için ya da size verdiği üzüntüyü sona erdirmek için, bensiz duramaması için okunan dualar sayesinde sizden ayrıldıktan sonraki her günü, karşınızdaki insan adına bir ıstırap haline getirebilirsiniz. Böylece sizden ayrıldığı güne lanet ederek ilişkinize değer vermediği her anın hesabını kendine fazlasıyla soracaktır. Aşk Dua Aşkın karşısında insanoğlunun yaşadığı çaresizlik sebebiyle, aşktan da büyük olan bir kudretten yardım istemek kadar doğal bir durum yoktur. Bu nedenle insanları aşkın kendilerine yaşattığı ruh halleri ve hayatlarında sebep oldukları olumsuzluklara karşı ellerinden bir şey gelmediğinde dua yoluna başvururlar. Çünkü dua, aşı ve benzeri birçok dünyevi duyguların da üstünde, önünde hiçbir engel duramayan olguların yeganesidir. Sonuç olarak aşk dua ikilisinin üstün olanı duadır.
Tumblr media
Bu durumda aşkın hayatınızda sebep olduğu her türlü negatif durum ya da aşık olduğunuz kişinin beklentilerinize cevap vermemesi sonucu hissettiğiniz her türlü manevi yıkım, dua sayesinde son bulacaktır. Önemli olan kullanılacak olan duanın, sizin içinde bulunduğunuz şartlara aracılık edecek şekilde uygulanmasıdır. Bu sayede yalnızca dua ile aşkın ve diğer duyguların hayatınızdaki yıkımını ortadan kaldırmaz, hayatınıza katacağınız pozitif durumların süresini de istediğiniz kadar uzatabilirsiniz. Read the full article
0 notes
ozgunergin · 3 years
Text
Tumblr media
3 notes · View notes
seohaberleri · 3 years
Photo
Tumblr media
Sitemize "Aşkın ses hali" konusu eklenmiştir. Detaylar için ziyaret ediniz. https://kadinkalem.com/askin-ses-hali/
0 notes
yorgunherakles · 3 years
Quote
sevginin sonsuza kadar sürmesi gerektiği şeklindeki inanç hepimizi psikolojinin kucağına iter.
alper hasanoğlu - aşkın halleri
26 notes · View notes
adimisenko · 7 years
Text
bazen kollarında uyumak istersin, kokusunu içine çekerek sevgilinin...
192 notes · View notes
aynurantt · 3 years
Text
Tumblr media
Biliyormusun ?
Senle uzun zamandır oturup bir şeyler içmedik
Sohbet etmedik dertleşmedik vede görüşmedik
Hatırlarmısın ?
Sen kahve müptelasıydın bense çayın tiryakisi
Sen hep tek poaça, ben hep simit alırdım
Ne güzel günlerdi sahi den !
Görüşmemiz yasak buluşmamız kaçaktı
Yasak bir Aşkın sürgün iki aşığıydık biz
Ama güzel di be ! Senle her şey güzel di
Her şeye dikkat edişin, o muzip gülüşün
En ince ayrıntısına kadar aklımda
Yakamozları andıran çakmak çakmak gözlerin
Ürkek çekingen utangaç hallerin gözümün önünde
Yasak bir Aşkın iki sürgün aşığıydık biz
Kaçak göçek buluşmalarımız
İkimizin o tedirgin ama bir o kadar da mutlu halleri
Bir birimize takılmalarımız karşılıklı gülüşmelerimiz
Saniye saniye aklımda desem inanırmısın bana
Sende hatırlarmısınki o güzel günleri
Merak ederim hep düşermiyim aklına ansızın
İç geçirirmisin ve özlermisin benli günleri
Öyle çok özlüyorumki şimdi ne desem
Nasıl anlatsam bendeki seni bilemiyorum
Yasak bir Aşkın iki sürgün aşığıydık biz
İmkansızdık belki ama imkanlarımız içinde mutluyduk yinede
Gitmen şartmıydı hala bunu düşünür dururum
Ve cevabını bulamadığım sorular çıldırtır beni
Buruk bir acı oturur içime hayalin düşer gözlerime
Ben hala senli günlerin anısıyla yaşar dururum
Ne bileyim işte alışamadım galiba
Yokluğun hala ağır gelir bana alışmak istemem
#HüzünÇiçeği✍🏻
11 notes · View notes
seslimeram · 4 years
Text
Sıradanın Hâli
Tumblr media
Bariz, belirgin bir düş kırımı sahası var ediliyor. Cümlelerin sınırlarından taşa duran belli bir cerahat hal ve istemci dünü bugüne taşıyor. Bugünlerden yarınları zehirliyor, eksiltip, aralıksız olarak çürüyor. Hayatta var olmanın, umudun, yaşama tahayyülünün sıfırlandığı bir zemin her gün yeniden biçimlendiriliyor ne eksik, ne fazla. Yaratılmış, güncellenmiş, dönüştürülmüş ve yeniden tanımlanmış ol ülke gamı bütün bir tahakküm ötesindeki bariz bir yıkıcılığı biçimlendiriyor. Bir kez olsun hayattan bahis açılmıyor, açtırılmıyor. Bir kez olsun günlük yaşamın konulduğu hal sorgulanmıyor. Muktedirin biçtiği, eksikli ve gedikli o yeni ülke şablonunun bir deli gömleğinin ta kendisi olduğu örtbas ettiriliyor. Günü, dün gibi karanlık, bugünden bir yarını toptan çürümenin kılma hali / tahayyül ve arzusunda ol biyopolitika ete / kemiğe büründürülüyor. Kalıcı kılınan şey bu deneyim halidir. Bütün, bütün bir yıkımın tekerrür ettirilmesidir, güncellenen. Biyopolitika budur.
Bedene, akla ve yaşam biçimlerine karşıt kurulmuş tahakküm düzenekleri denetim halinin gözetim payelerinin ve sınırlandırma halleriyle birlikte biyopolitik ediminin Türkiye’deki nesnelliğini biçimlendiriyor. Her eylem yıkımlarla çıka geliyor. Her eylem illa ki yıkımın ta kendisine bağlanıyor. Cühela cüretinin kesif bir kokuşmuşluğun üstüne biriktirilen tüm o nefret ve şiddet pratikleriyle birlikte bir kırım sahası var ediliyor kesintisiz olarak. Esas insani olan hak ve hukukun zayi edildiği yerde o cüretle kotarılan karanlık haller toplamı bu ülkeyi yaşanmaz kılıyor. Bugünkü karanlık bunun tescilli bir kanıtıdır. Gelecek şimdi ve şu anda baş amir ve baş faşist ortaklığında 1984’e dönüştürülmektedir.
Bir kısıtlı yazınsalın, zamanının ötesindeki bir tahayyülü dile getirdiği, anlattığı bildirdiği bir meram bugün bu sahada bir hakikate dönüştürülmektedir. Terörist gibi devlet icadı bir makam / tanım / yaftanın değmediği kimseler kalmamıştır misal. Devlet her ne derse, her neyi var ederse onun tersinde en ufak bir itiraz dahi, doğruluğu olsa da olmasa da bu terör kisvesine, terörist yaftasına rehin edilir. Aralıksız on dokuz yıllık bir iktidar direncinden çıkagelen her tahakküm hamlesi bu deneme / yanılma ihtimali konulmadan var edilmiş o diğerini hedef kılarak var edilmiştir. On dokuz yılda, halkın, sıradan insanın değil esasen o terör / terörist benzetmesinin kimleri kapsadığı bir zamanların ortak devlet pratiğindeki baş ortaklarından bulabilmek mümkündür, sıradan halk / kimlik / inanç ya da mesleklerde çalışanlarda değil! Kaldı ki, devlet icadı bir yaygın yıldırı halini baskın bir biçimde alenen var ederek bir ülkeyi şimdiden geleceğinden kopartanlar bizatihi o kadrolardır, devletlinin ta kendisidir, hiçbir sıradan insan değil.
Bütünüyle, bariz bir dönüşüm var ediliyor artık. Bu sakız kılınmış olan terör yaftalaması, iğnelemeleri, yargıya işaret etmeler, hak arayışlarını terörize ederek sorgulanmaz kılmaya çalışmalar ve beraberindeki tüm tahakküm etme halleri / eylemleriyle bir ülkenin yaşamla olan bağıntısı kesintiye uğratılır. Çürüme arşı alaya çıkmışken hala her şey yolundadır hal ve mesel olunur. Oysa olmakta olan, devletli, kendi korunaklık haline sığınmış olanların ol çeteleşmiş habis bir ura dönüşümüş ola gelen tüm ögelerin birlikte kurdukları bir kara döngüdür. Her şey kokuşmaya çıkar. Her gün bir öncesinden ağır sınavlara çıkartılandır. Bir yerde, bir sahadaki yaşam istencinin törpülenmesi kesintisizdir. Bütün bunlar aralıksız var edilirken, terör / terörist yaftasının nasıl oldu bitti imal edilip, yeniden ve yeniden ve yeniden güncellendiği baş amirin her demecinde karşımıza çıkartılır. Bir kez değil daimi bir istikamette, bu sahadaki demokrasinin, adalet ve eşitlik tahayyüllerinin bir ülke olma hal ve talebinin köküne kibrit suyu aralıksız dökülür. Kimseyle sorunumuz, hamasetimiz yok, düşmanlık beslemiyoruz, biz seksen dört milyonu kucaklıyoruz gibi ara cümlelerin kıyısında bir yıkım sahnesi her an yeniden, tanımlanmış olanın ötesindeki bir karanlık her güne içkin kılınır. Bu mudur yeni ülke?
Cansu Ertaş’ın Evrensel Gazetesi’ndeki haberidir: “Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesinden ifadesi bile alınmadan atılan Dr. Barış Işık’ın, üniversiteye açtığı davada usulsüzlük kararı çıktı. Karar üzerine fakülte yönetim kurulu toplandı, Işık’ın görev süresinin yeniden uzatılmaması kararı kendisine tebliğ edildi. Üniversitedeki soruşturmada Işık’ın “Eskişehir’de bir siyasetçinin veya basın mensubunun sahip olmadığı bir kudrete erişmiş, adeta kilit bir siyasi figür” olduğu tespitleri yer aldı, “Masonik- FETÖ’cü- Marksist Cephe” gibi bir yapıya üye olduğu öne sürüldü.
Avukat Heval Yıldız Karasu’nun Eskişehir’de bulunan ofisine 2018’de av tüfeğiyle ateş açılması üzerine baro, sendika temsilcileri ve belediye başkanının da katıldığı basın açıklamasına katılan Dr. Barış Işık’a Anadolu Üniversitesi tarafından soruşturma açılmıştı. Işık’ın ifadesine bile başvurulmadan, soruşturma sonuçlanmadan ataması yenilenmeyerek Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesindeki görevine son verilmişti.
Üniversite soruşturmasında ortaya çıkan “kokteyl terör” suçlamaları Işık’ı hayretler içerisinde bıraktı. Soruşturmada Dr. Barış Işık hakkında “Şüpheli, politika üretme konusunda, Eskişehir ili özelinde herhangi bir siyasetçinin veya basın mensubunun sahip olmadığı bir kudrete erişmiş, adeta kilit bir siyasi figür olarak ön plana çıkmıştır. Elbette bu, şüpheli üzerinden manevra bulmak isteyen siyasi ve karanlık güçlerin (FETÖ, terör destekçisi Marksist Cephe ve Masonik yapının) el birliğiyle ortaya çıkarmış olduğu projenin bir ürünü” suçlamalarına yer verildi.
Ayrıca soruşturmada “Masonik-FETÖ’cü-Marksist Cephe” adı verilen bir örgütün eş başkanlarının ve üyelerinin daha önce fakültede dekanlık yaptığı, hâlâ fakültede görev yapan akademisyenlerin olduğu iddia edildi. Soruşturma raporunda Işık’ın sendikal faaliyetleri de suç gibi gösterildi:
“Şüpheli sanki Eğitim Sen Eskişehir Şubesinin bir memuru, kamu görevini icra etmekle yükümlü olduğu ve bunun için devletten maaş aldığı Anadolu Üniversitesinin üyesi gibi hareket etmektedir. Sendika içerisinde bu kadar aktif olan şüphelinin, zaman bulup da üniversitedeki kamu görevini nasıl yerine getirdiği de anlaşılmamaktadır.”
Soruşturmada Dr. Barış Işık’a yönelik suçlamalar arasında Evrensel'de yayımlanan röportajlar da yer aldı. Soruşturmada, “Evrensel gibi aşırı sol ideolojiyi savunan yayın organlarını kendisine aracı kılan Barış Işık, asıl yaygın etkiyi, bu yayın organlarında yayınlanan röportajlarının, kendi ideolojisine yakın kişi veya grupların sosyal medya hesaplarında paylaşılması marifetiyle sağlamaktadır” ifadeleri yer aldı.
Eskişehir 1. İdare Mahkemesi fakülte yönetim kurulu kararı, dekanın önerisi ve rektör onayı süreci izlenmediği için yetkisizlik kararı verdi. Bunun üzerine Dekan Vekili Prof. Dr. Recai Dönmez başkanlığında toplanan Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yönetim Kurulu tekrardan görev süresinin uzatılmamasına karar vererek, mahkemenin gösterdiği usule göre Işık’ın yeniden görev süresinin uzatılmamasına karar verdi.
İdari soruşturmanın ardından üniversitenin, Işık hakkında bulunduğu suç duyurusu için ise savcılık kovuşturmaya yer olmadığı kararı vermişti. Savcılık kararında “terör örgütüyle iltisaklı ve irtibatlı olduğuna dair herhangi bir tespit ve delil olmadığı” ifade edildi.”
Lafta bırakılmayan bir çürüme örneğidir şu yukarıdaki. Ezber edilmiş hallerle, tümden ve tekdüze bir yaftalama sekansı içinden çıkagelen her şeyle birlikte bir insanın akademiden el etek çektirilmesi halinin taşındığı boyut düşündürücü değil midir? Birbirine tutturulmuş örgüt isimlerinin / yapıların birbirinden olan uzaklığı bir yana düşündürücü olan bir yerde hayat hakkının üstünün çizilmesinin birkaç kararla sağlanabilmesidir. Bu dehşet dolu hali var ederek, düşmanlaştırma ve ayrımcılığı körükleyerek, masumiyet karinesini tarumar edip herkesi terörist kılmaya ant içerek var olan akademinin de son neferleri temizlenmek istenir. Görüşlerin, fikriyatın değil tumturaklı inatçı bir düzen savunuculuğunun insanları taşıdığı odak düşündürücü değil midir? Böyle kolay mıdır insanların hayatlarını alt üst etmek! Bu kadar basit midir yazılıp oraya birkaç cümle, o, bu, şu örgütünün / yapılarının ismini bir insanı hakkından, hukukundan alaşağı etmek. Burası Türkiye’dir, o ambalajının sürekli janjanlı kılındığı bir çürük sahneyse şayet bunlar kısacık bir gündem maddesi kılınıp yeni yıkımlara rota çevrilir, böyle böyle yol nereyedir?
Ahmet Kanbal'ın Mezopotamya Ajansı'ndaki haberidir: “Mardin’in Derik ilçesine bağlı Qizilaşên (Boyaklı) Mahallesi'nin Qizila Xerabe (Ağıl) ve Herem (Hamidiye) mezraları, bölgede tarımsal sulama amacıyla yapılacak olan gölet nedeniyle sular altında bırakılacak. Söz konusu gölet nedeniyle 2017 yılında mezra sakinlerinin toprakları ve evleri kamulaştırılmaya başlandı. Mezra sakinleri, evlerinin değerinin 20 ila 30 bin TL arasında belirlenmesine karşı çıkarak, kamulaştırma kararını mahkemeye taşıdı.
Mahkeme süreci henüz sonlanmazken, 25 Aralık'ta askerler ile birlikte mezralara gelen Dicle Elektrik Dağıtım A.Ş. (DEDAŞ) ekipleri, abonelerin elektriğini kesti. DEDAŞ ekipleri, asker korumasında mezralardaki evlerin elektrik hatları ile tarım arazilerinin sulanmasında kullanılan sondaj kuyularına ait trafoları sökerek götürdü. Askerler, ayrıca söz konusu duruma tepki gösteren ailelerden yerleşim yerlerini boşaltmalarını istedi. Mahkeme süreci halen devam ettiği için mezralarını boşaltmayan 300'ü aşkın kişi, trafoların sökülmesinden kaynaklı 25 gündür elektriksiz yaşıyor.  
Göletin ne zaman tamamlanacağının belirsizliğini koruduğunu ve kış mevsimi ile birlikte çalışmaların durduğunu aktaran mezra sakinlerinden Oral Didin, “Bu kışın ortasında trafoları söküp götürdüler. Direkleri kullanılmaz hale getirdiler. Kendi imkanlarımız ile açtığımız su kuyularının trafolarını söktüler. Köyden çıkmamızı istiyorlar. Gidecek bir yer yok. Bunca insan nereye gidecek?" diye sordu. Kamulaştırma değerine tepki gösteren Didin, "Verdikleri para ile ne ev alınır, ne de ev yapılır. Bunu kabul etmiyoruz. O yüzden de mahkemeye gittik. Ama onlar bu baskılarla köyden çıkmamızı istiyorlar” dedi.
Yerleşim yerlerinin sular altında kalacağının belirtilmesi nedeniyle hayvancılık da yapamadıklarını dile getiren Ali Didin ise, sürekli endişe ile beklemek zorunda kaldıklarını ifade etti. Evleri ve arazileri için belirlenen bedel ile şehir merkezinde ancak birkaç yıl kirada kalabileceklerine dikkati çeken Didin, yaşadıkları mağduriyetin giderilmesini istedi.
Didin, göletle birlikte mezradaki mezarlarının da su altında kalacağına dikkati çekerek, “Halen ölülerimizi buraya gömüyoruz. Ölülerimizi nereye götüreceğiz” diye sordu. Mezra sakinlerinden Engin Didin de, söz konusu durumdan kaynaklı mezradaki öğretmenin de mağdur olduğunu kaydetti. Didin, “Uzaktan eğitime bağlanmak için şehir merkezine gitmek zorunda kalıyor. Çocuklar bir aydır uzaktan eğitim derslerine katılamıyor. Çocuklarımı Kızıltepe’ye götürdüm, ışık gördüklerine şaşırdı. Neden elektriğimiz olmadığını açıklayamadım” ifadelerini kullandı.”
Hakkın da hukukun da talan edildiği, sermayenin olduğu kadar devletlinin de her şeyi ol sıradanın aleyhine kurduğu / var ettiği bir Bakur Kürdistan’ı portresi karşımıza çıkartılır bir kez daha. Aralıksız bir koca asırdır tahakküm etme hallerinin her türden, suç ve cürüm ile birlikte var edildiği bir sahada, en son gündelik taarruzlara kadar düşülür. En sonunda bir yaşam sahasında yersiz / yurtsuz kılmak için en olmadık hamlelere girişilir. Burası bir ülke tezini yitireli çok olsa da, Bakur Kürdistan’ı gibi coğrafyanın geri kalanınca farkına varılmayan uzak / öte diyarlarında bu baskın hal, tahakkümle birlikte şekillendirilen her bir tereddütsüz kimliksizleştirme, yersiz yurtsuz kılma hali bir kez daha terörün aslında ne olduğunu da bildirir. Bu kadar acizlik içerisinde halen kendini dayatmaya devam diyen ve hiçbir türlü hayata mevzu, alan / saha bırakmayan bir cüretin bu toprağı taşıyacağı ilerisi bir dipsiz kuyudur. Reformist hamleler, demokratik açılımlar, paket paket iyileştirmeler şunlar bunlar katara eklenirken aslında Merdin’in iki mezrasında ve daha bilemediğimiz nice yerde ol zapturapt güncellenendir. Kim verecek ki hesabını?
Yeni Yaşam Gazetesi’nden aktaralım: “BİA Medya Gözlem Raporu’na göre Ekim-Kasım-Aralık 2020 döneminde 187 gazeteci işsiz bırakıldı, 8 gazeteci gözaltına alındı. Rapor, aynı zamanda sansür uygulamalarına dikkati çekiyor. Rapora göre 485 haber sansürlendi.
Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) Türkiye Temsilcisi Erol Önderoğlu ve bağımsız araştırmacı Sinem Aydınlı’nın hazırladığı BİA Medya Gözlem Raporuna göre, Türkiye’ye 144 bin Euro “ifade özgürlüğü” cezası verilirken; 179 gazeteci hapis cezası ile karşı karşıya kaldı. 33 gazeteci ise “hakaret” suçlamasıyla 75 yıl 6 ay hapis cezasıyla yargılandı.
Ağustos 2014’ten 1 Ocak 2021’e kadar en az 63 gazeteci (Ali Ergin Demirhan ve Onur Emre Yağan ile birlikte), “Cumhurbaşkanı’na hakaret” başlıklı Ceza Kanunu’nun (TCK) 299. maddesi temelinde hapis, ertelemeli hapis ve para cezasına mahkum edildi.
BİA Medya Gözlem Raporu’nda “Türkiye 2021 yılına, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tutuklu HDP eski eş genel başkanı Selahattin Demirtaş’ı terörist ilan ederek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarını tanımadığını ilan etmesiyle Avrupa Konseyi’nde yaptırıma yol açabilecek bir krizle giriyor.” ifadesi yer aldı.
Rapora göre; Türkiye, gazeteci tutuklama döngüsü en hızlı işleyen ülkelerden birisi olarak 180 ülkeli RSF Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde 154. sırada bulunuyor.
Gazetecilerden altısı (Can Dündar, Ayşegül Doğan, Yılmaz Özdil vd) toplam 52 yıl 6 ay ve 25 gün hapis cezasına mahkum edildi. Yargıtay “örgüte yardım” cezalarını onarsa Sözcü gazetesi çalışanları ve Cumhuriyet gazetesi önceki dönem yetkili ve gazetecileri, yeniden hapisle yüz yüze kalabilir. Yargıtay’ın Zaman gazetesi davasından cezalarını onadığı Ahmet Turan Alkan ve İbrahim Karayeğen de yeniden cezaevine gönderilme tehlikesi yaşayanlar arasında.
Ekim-Aralık 2020 döneminde internet ortamında yolsuzluk, kayırmacılık, usulsüzlük, uyuşturucu ticareti, cinsel istismar, kadrolaşma gibi konularda çıkan en az 485 haber bağlantısına erişim engeli getirildi. Sansürden, Sözcü, Cumhuriyet, BirGün, Deutsche Welle siteleri kadar, iktidara yakın Milli Gazete gibi medya kuruluşlarının siteleri de etkilendi. Van’da iki kişinin helikopterden atılması iddiasına ilişkin yayın yasağı ilan edilirken, Olay TV de iktidar çevresinden gelen baskılardan veya yatırımcısı Cavit Çağlar’ın yayın memnuniyetsizliğinden dolayı sustu.
RTÜK, Ekim-Kasım-Ağustos 2020 döneminde haber ve program yayınlarından dolayı TV kuruluşlarına 110 kez idari para cezası, toplam 16 kez yayın durdurma cezası ve 1 uyarı cezası verdi. Televizyonlara verilen para cezalarının toplamı 6 milyon 419 bin 413 TL’yi buldu. Radyo Harman’a da iki kez program durdurma ve 2 bin 957 TL de idari para cezası verildi.”
İletişim Başkanlığında kıdem kazanmış eski bir akademisyen, şimdinin emir eri Fahrettin Altun’un yaldızlayıp, pazarlamaya çalıştığı özgür gazeteciliğin var edildiği yerin utanç tablosu kesintisiz güncellenendir. Biteviye kılınmış olan cerahatli devletli refleksleriyle bir ve birlikte, bütün bütün bir sathı mahalde olmakta olan yıkımdan, gasptan, çürümeden ve daha pek çok insani olanı yıkan / yutan şeyden haberdar eden gören gözler, yazan dimağlar derdest olunur. Bir koca yıla sığdırılan hak gasplarının satır başlarında bulunan her cümle dahi aslında her nereye yollandığımızı gösterir. Muktedir kendi rolünü oynamaya devam ederken, ana akım yaygın medyanın toptan kepenkleri indirip, her şeyi toz pembe gösterdiği bir yerde katran karanlığı artık halının altına süpürmesi imkansız kılınandır. Cerahatin var ettiği yeni ülke şablonunda görmek, duymak ve sorgulamak bir kez olsun doğrudan var edilemeyendir, bunlardır işte terörörö!
Bu bahislerle, bütünlüklü bir biçimde devlet reaksiyonerliği ile birlikte bir uzam 1984’ün sınırlarına demirliyor artık. Baş Amir ve yardımcısı can simidi baş faşistin birlikteliğinde bir cinnet sahanlığı güncelleniyor. Terör, teröristler yaftaları sıradana sıçratılmaya inatla çalışılırken beşli çetenin vurgunları, sermayedar bakanların iç ettikleri, sermayenin pandemi sürecini dahi insafsızca sömürmesi mevzu kılınmıyor. Bir normalleşme diye gidilen güzergah her günü apaçık bir biçimde kırılmalara zemin, basamak kılınıyor artık. Kah muktedir beyanları, kah ortalıklara saçılmış olan onun gölgesinden türeyen biçimsiz, izansız eylemlerin ardındaki temsiller, kah emir erleri, kah çoktan yükünü almış hırsızların var ettikleri. Hepsi, hep bir arada, birlikte bir menzilde terör / terörist lafları gırla giderken, çürümenin bir ucunu tutuyor. Birlikte, bir şekilde bir ülkeyi yaşanmaz kılıyorlar. Bugün kesintisiz bir biçimde hakikat olarak şu sınırlara bir söz bırakılacaksa şayet bu benzersiz yıkımın ta kendisi kayda geçebilir. Geriye bir ülke kalacak mıdır soru ve yanıtsızlığı her günü kuşatırken, bir temsilin, bir cüretin, bir toplamın bizleri nereye taşıdığı düşündürücüdür. Ne olacaktır sıradanın hali, halleri! Düşünüyor musunuz? Demokrasi, eşitlik, hürriyet tahayyüllerinin boşa düşürüldüğü, her bulunan fırsatta, her lüzum üzerine görüldüğü halde boğulmaya / yok edilmeye çalışırken hal nicedir, ne haldir gidilen istikamet düşünüyor musunuz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2021
Görsel: 1984 Artwork By Rebecca HENDIN v/ BBC Culture
1 note · View note
Text
Leylâ ile Mecnun’ un aşkları bir Arap efsanesine dayanmaktadır. Bu efsanede Mecnun mahlasıyla şiirler söyleyen Kays ibni Mülevvah adlı bir Arap şairiyle Leyli (Leylâ) adlı bir Arap kızın arasında geçen ve ayrılıkla sona eren bir aşk hikayesini anlatılmaktadır.
Bu hikayenin konusu kısaca şöyledir: Leyla ve Kays(Mecnun’un asıl adı) ilkokul yıllarında birbirlerine aşık olmuşlardır. Kısa zamanda heryere yayılan bu aşkı duyan annesi Leyla’yı okuldan alır ve Kays’la görüşmesini yasaklar. Ayrılık ıstırabıyla mahvolan Kays halk arasında Mecnun diye anılmaya başlar. Bu sevda yüzünden çöllere düşen Mecnun’a birçok kişi Leyla’yı unutmasını söyler; ancak onun için kainat artık Leyla’dan ibarettir ve hiçbir şekilde bu aşktan vazgeçmez. Hatta babası onu bu dertten kurtulmak üzere Allah’a yakarması için Kabe’ye götürür; ama o tam tersine derdinin artması için dua eder. Hem Leyla’nın hem Mecnun’un halleri gittikçe perişanlaşmaktadır. Başkasıyla nikahlandırılan Leyla, kocasından kendisini uzak tutmak için bir hikaye uydurur ve bir süre sonra adam ölür. Bu sırada Mecnun çöldedir ve aşkın bin bir tülü cefasıyla yoğrulmaktadır, bu sırada dünyayla bütün bağlantısı kesilir ve sadece ruhuyla yaşar hale gelir. Leyla’nın vücudu da dahil olmak üzere bütün maddi varlıklarla ilişkisi bitmiştir. Birgün Leyla çölde onu bulur ama Mecnun onu tanımaz ve “Leyla benim içimdedir, sen kimsin? der. Onun eriştiği mertebeyi anlayan Leyla gider ve bir süre sonra ölür. Onun ardından da Mecnun hayata veda eder, böylece ruhları hakiki kavuşmayı yaşar.
Bu hikayenin sonunda; seven ve sevilen bir olmuşlardır. Aşık kendini madde dünyasından tamamen soyutlamayı başarmış ve sevdiğine ulaşmıştır. Bu noktadan sonra seven ve sevilen diye iki farklı kişiden bahsetmekte yanlıştır; ruhlar ilahi visal(ilahi kavuşmaya)e ulaşmışlardır. Bu yüzden artık Mecnun sevdiğini kendinden dışarıda aramamaktadır, bu dünyayı onun yeri kabul etmemektedir. Bu mesnevide Fuzuli, dünyevi aşkı bir basamak olarak kullanıp onun üstünden maddeden ayrılıp tamamen ruha ait olan ilahi aşkı anlatır....
3 notes · View notes