neyse ki yağmur geçti, üzerindeki tente kaldırıldı, hayatında hiç fotoğraf çekmemişler gibi yanlış ışık yerleşimi ve yanlış çekim açılarından dolayı ilk düşen fotoğrafların aksine gayet normal ve düzgün...
büyük kaptan Eda Erdem.
büyük derken gerçekten büyük, stadyumda bir gün aynı asansöre binmiştik, konuşurken dizlerini kırıp bana eğilmek zorunda kalmıştı.
İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet, hakikî imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve imanın kuvvetine göre, hâdisâtın tazyikatından kurtulabilir. “Tevekkeltü alâllah” der, sefine-i hayatta kemâl-i emniyetle, hâdisâtın dağlarvâri dalgaları içinde seyran eder. Bütün ağırlıklarını Kadîr-i Mutlakın yed-i kudretine emanet eder, rahatla dünyadan geçer, berzahta istirahat eder. Sonra, saadet-i ebediyeye girmek için Cennete uçabilir. Yoksa, tevekkül etmezse, dünyanın ağırlıkları, uçmasına değil, belki esfel-i sâfilîne çeker.
Demek, iman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dâreyni iktiza eder. Fakat yanlış anlama. Tevekkül, esbabı bütün bütün reddetmek değildir. Belki, esbabı, dest-i kudretin perdesi bilip riayet ederek; esbaba teşebbüs ise, bir nevi dua-yı fiilî telâkki ederek, müsebbebatı yalnız Cenâb-ı Haktan istemek ve neticeleri Ondan bilmek ve Ona minnettar olmaktan ibarettir.
Tevekkül eden ve etmeyenin misalleri, şu hikâyeye benzer: Vaktiyle iki adam, hem bellerine, hem başlarına ağır yükler yüklenip, büyük bir sefineye birer bilet alıp girdiler. Birisi, girer girmez yükünü gemiye bırakıp, üstünde oturup nezaret eder.
Diğeri, hem ahmak, hem mağrur olduğundan, yükünü yere bırakmıyor. Ona denildi:
“Ağır yükünü gemiye bırakıp rahat et.”
O dedi: “Yok, ben bırakmayacağım. Belki zayi olur. Ben kuvvetliyim; malımı belimde ve başımda muhafaza edeceğim.”
Yine ona denildi: “Bizi ve sizi kaldıran şu emniyetli sefine-i sultaniye daha kuvvetlidir, daha ziyade iyi muhafaza eder. Belki başın döner, yükünle beraber denize düşersin. Hem gittikçe kuvvetten düşersin. Şu bükülmüş belin, şu akılsız başın, gittikçe ağırlaşan şu yüklere takat getiremeyecek. Kaptan dahi, eğer seni bu halde görse, ya divanedir diye seni tard edecek; ya “Haindir, gemimizi itham ediyor, bizimle istihzâ ediyor. Hapsedilsin” diye emredecektir. Hem herkese maskara olursun. Çünkü, ehl-i dikkat nazarında zaafı gösteren tekebbürünle, aczi gösteren gururunla, riyayı ve zilleti gösteren tasannuunla kendini halka müdhike yaptın. Herkes sana gülüyor” denildikten sonra o biçarenin aklı başına geldi. Yükünü yere koydu, üstünde oturdu. “Oh, Allah senden razı olsun. Zahmetten, hapisten, maskaralıktan kurtuldum” dedi.
İşte, ey tevekkülsüz insan! Sen de bu adam gibi aklını başına al, tevekkül et. Tâ bütün kâinatın dilenciliğinden ve her hadisenin karşısında titremekten ve hodfuruşluktan ve maskaralıktan ve şekavet-i uhreviyeden ve tazyikat-ı dünyeviye hapsinden kurtulasın.
Biter elimizdeki şey, biter her şey
Kalırız, kan gibiyiz, donarız bir tanrısalda
Seslerle ve kırık tırnaklarla
Ve donar çılgınlığımız: gemilerde hiçbir kaptan yok
Yok, çünkü denizler kocaman, ölüler büyük
Bir soğuk ay soğuk ve tenha
Duyulur. Yalnızlık mevsim olur
“Ki çiçekler kendilerini toplar orada”
Ve zamanlar boğuşur, sırasız, biri bir ötekinden kalınlaşır
Düşer çay saatleri, anılar kalır
Sızar ölüler burdan bembeyaz masalara
Kahvelerde bilardolar hem solar
Silinir ve güneş gözlükleri takılır bir daha
Yazılar durur, telefonlar susar, son pullar yapıştırılır
Bir şeyler eksik kalır usul ve bakır.
Geminin güvertesindeki herkes, Karanlık Ada'ya yaklaşmanın heyecanını ve gerginliğini hissediyordu. Denizin dalgaları, geminin etrafında kükreyerek çarpıyor, adanın lanetli topraklarının yaklaştığını haber veriyordu.
Emily, geminin pruvasına bakarak düşüncelere dalmıştı. Kayıp Ada'nın gizemlerine ve lanetin kökenine dair merak içindeydi. Ancak aynı zamanda, içinde bir tedirginlik de hissediyordu, çünkü bilinmeyenin ne getireceğini bilemiyordu.
Kaptan James, geminin direksiyonunda duruyor, dikkatlice adaya doğru ilerliyordu. Yüzünde bir kararlılık ve cesaret ifadesi vardı, çünkü biliyordu ki, geminin ve mürettebatının kaderi, önlerindeki bu zorlu yolculuğa bağlıydı.
Gabriel, sessizce geminin güvertesinde duruyor, etrafına bakınıyordu. Derin bir iç çekişle, adanın gizemlerini ve lanetin sırrını çözmeye kararlı olduğunu hissettiriyordu. Ancak karanlık suların ötesinde, bilinmeyen bir tehlike onları bekliyordu.
Güneş, ufuk çizgisinin altına doğru kayarken, gemi nihayet Karanlık Ada'ya ulaştı. Adanın kıyıları yaklaşırken, mürettebatın yürekleri hızla çarpmaya başladı. Şimdi, gerçek bir macera ve tehlike dolu bir yolculuk başlıyordu.
Gemi, Karanlık Ada'nın gizemli kıyılarına yanaştı ve mürettebat hazırlıklarını tamamladı. Artık önlerinde, adanın derinliklerine doğru bir keşif yolculuğu vardı. Ancak bilmedikleri şey, adanın sırlarının ve tehlikelerinin ne kadar büyük olduğuydu.
BLEACH KARAKTER İSİM ANLAMLARI VE KARAKTER UYUMU - BÖLÜM 2
8 - 山本元柳斎 重國 (Yamamoto Genryūsai Shigekuni)
Yamamoto'nun adı normalde Shigekuni ancak sonrasında Genryūsai lakabını alarak ismi yerine bunu kullanmayı tercih ediyor. "重國" yani "Shigekuni" ismini incelersek "重" "bereketli" anlamına geliyor. "國" ise "ülke". O yüzden mecaz olarak bakarsak Yamamoto'nun ilk adı için "bereketli topraklar" diyebiliriz. "元柳斎" yani "Genryūsai" lakabını incelersek kanjilerin tek başına "söğüt" ve "arıtmak" gibi anlamları var ancak bir bütün olarak bu ismi çevirmek pek mümkün değil. Ama "Kutsal Söğüt" diyebiliriz. Bu lakabı da kurduğu "Genryū" isimli okuldan sonra alıyor.
Yüzündeki yara izinden ötürü aldığı diğer lakabı ise "丿字斎" yani "Eijisai". Bunu da tam olarak çevirmek mümkün değil. Bu lakabı alma sebebi yüzündeki izin "丿" şeklinde olması.
Soyismine gelirsek "山" "yama" yani "dağ" demek. "本" "moto" yani "bir şeyin temeli, kaynağı" anlamına gelmektedir. Bir bütün olarak incelediğimizde ise "dağın etekleri" anlamına geliyor. Hem "Kutsal Söğüt" hem de "dağın etekleri" Yamamoto'nun bilgeliğini gösteriyor.
9 - 京楽 次郎 総蔵佐 春水 (Kyōraku Jirō Sōzōsa Shunsui)
Adının tam karşılığı olarak "Kyōraku Ailesinin Her Şeye Sahip/Gizleyen Yardımcı İkinci Oğlu Shunsui" diyebiliriz. İlk adına değinmeden önce "総蔵佐" lakabına değinmek istiyorum. Serinin Wikipedia sayfasında "Sakuranosuke" olarak yazılmış ancak kanjileri bu şekilde okuduğumuzda ortaya çıkan anlam bizim için anlamsız oluyor. O yüzden kanjilerin doğru okunuşu "Sōzōsa" olmalı. Anlamı da "Her Şeye Sahip/Gizleyen Yardımcı" demek. Bu da Kyōraku'nun geçmişine bir gönderme olabilir. İsmine geri dönersek "春水" yani "Shunsui" "kaynak suyu" anlamına gelmektedir. Ancak asıl olay soyisminde yatıyor. "京" yani "Kyō" "şehir", "楽" yani "raku" "rahatlık, eğlence" demek. Buradan Kaptan Shunsui'nin zengin yani şehirli rahatına da düşkün biri olduğunu anlıyoruz. :)
10 - 浮竹 十四郎 (Ukitake Jūshirō)
Shunsui'den bahsettikten sonra Kaptan Jūshirō'ya değinmemek olmazdı. "十四郎" yani "Jūshirō" aslında "14.Oğul" demek. Shunsui'de olduğu gibi burada da asıl olay aslında biraz soyisminde yatıyor. "浮竹" "yüzen bambu" demek aslında ama "浮" kanjisinin çok yaygın olmasa da "fazlalık" gibi bir anlamı da var. Ukitake'nin hikayesine baktığımızda alt sınıf bir aileden geldiğini ve 5 erkek 2 kız kardeşi olduğunu görüyoruz. Ancak isminin anlamı "14.oğul" olduğuna göre büyük kardeşleri vefat etmiş gibi görünüyor. Bunun yoksulluk gibi pek çok sebebi olabilir. Soyismindeki "bambu" göndermesine bakıldığında bambular dayanıklı ve uzun ömürlü bitkilerdir. Ama aynı zamanda işgalci bir yapıları da vardır ve bambuların diğer bitkilerin yapraklarına değmemesi gerekir. Aksi halde o bitkileri soldurur. Buradan Ukitake'nin bir bambu gibi hayatta kaldığını ancak diğer kardeşlerinin bunu başaramadığını ve tabiri caizse "solduklarını" görebiliriz. "Jūshirō" ismindeki "shiro" kısmı ise "beyaz" anlamına geldiği için muhtemelen hastalığına ve saçlarına bir gönderme. Soyismindeki "浮" kanjisinin "fazlalık" anlamına gelebiliyor olması da muhtemelen yine Ukitake'nin güçsüz bünyesine yani "işe yaramaz"lığına bir gönderme.
"烈" yani "Retsu" "yanan, güçlü, şiddetli" gibi anlamlara gelmektedir. Unohana'nın geçmişini bilenler bu ismin ona oldukça yakıştığını bilecektir. :) "八千" yani "Yachi" "8000", "流" yani "ru" "stil" anlamına gelmektedir. Yani aslında söylenmek istenen muhtemelen "8000 tane (kılıç kullanma) stili". Unohana'nın tecrübesine ve gücüne baktığımızda, ilk Kenpachi olduğunu da göz önünde bulundurursak o zamanları için uygun bir isim. Soyismine dönersek "卯", "U" Çin astrolojisinde tavşanı temsil ettiği gibi aynı zamanda sabah 05.00 - 07.00 saatlerini de temsil ediyor. "ノ" burada aitlik bildiren bir ek. "花" yani "hana" ise "çiçek" demek. Yani soyismini "tavşan çiçeği" gibi çevirebiliriz ama ben tavşandan ziyade sabah saatlerine atıfta bulunduğunu düşünerek Türkçede "sabah sefası" olarak bilinen çiçeğe gönderme yapmayı tercih ediyorum. İngilizcesi "morning glory" olan bu çiçek sabahları açıyor ve eski zamanlarda Çin'de tıbbi alanda kullanılıyordu. Eh Unohana da Dördüncü Bölük kaptanı. :)
12 - 更木 剣八 (Zaraki Kenpachi)
Zaraki'nin bir adı yok. Soyismi yaşadığı Zaraki bölgesinden geliyor. " 更" yani "Zara" "alışmamış, yepyeni" gibi anlamlara gelirken "木" yani "ki" "ağaç" demek. Unohana'nın ardından yetişen "yeni" kenpachi olduğu anlamını çıkarabiliriz. "剣八" yani "Kenpachi" ise bir isim değil, bir unvan. Kılıç kullanımında en güçlü shinigamiler için kullanılır. "剣" yani "Ken" "kılıç" demek. "八" yani "hachi" ise "sekiz" demek. Yani "sekiz kılıç" anlamı çıkıyor. Burada Yachiru ismindeki 8000 anlamıyla buradaki 8'in bir bağlantısı olduğunu düşünüyorum açıkçası. Muhtemelen Unohana'nın 8000 kılıç kullanma stili olması onun ilk kenpachi olarak normalin kaç katı güce sahip olduğunun bir göstergesi.
13 - 藍染 惣右介 (Aizen Sōsuke)
Geldik bakalım Aizen'e. Bizi bu konuda asıl ilgilendiren kısım soyadı aslında. Çünkü Sōsuke adının kanjilerini incelediğimiz ortaya çok da anlamlı bir bütün çıkmıyor. En azından ben bulamadım. Bulan olursa DM kutum açık. :') O yüzden tek tek adının kanjilerine değinmeyeceğim. Gelelim soyadına. "藍染" soyadının tam çevirisi "Indigo rengi" anlamına gelmektedir. Indigo, mor-mavi ağırlıklı bir renk olmakla birlikte seride Aizen'le özdeşleşmiştir.
Indigo renginin anlamına gelirsek. En temel iki anlamı "bilgelik" ve "önsezi". Sezgilerin kuvvetli oluşuna atıfta bulunan bu renk. Üçüncü gözün açık olması anlamına gelmektedir. Bu ne demek? Indigo, Ajna olarak da bilinen 6.çakrayı temsil etmektedir. Yani sezgilerimizle, psişik durumumuzla alakalı olan bu çakra "üçüncü gözümüzü" açmaktadır. Bakalım Aizen'in üçüncü gözü ne zaman açılmış?
"愛染" bunların yanı sıra Budist bir terimdir ve Budizm'deki Ragaraja'nın Japon Budizm'indeki karşılığı olan Aizen Myō-ō'nun içinde geçmektedir. (Tam hali 愛染明王 veya 愛染妙王) Aizen Myō-ō Japon Budizm'inde aşk ve şehvetin tanrısıdır. Bunun yanında o da üç gözlü olarak bilinir. Ayrıca Aizen Myō-ō başka birkaç tanrı gibi elinde Budizm'de "Cintamani" Japon Budizm'inde ise "宝珠" "Hōju" olarak bilinen dilekleri yerine getiren bir taşla tasvir edilmiştir. Fandomda pek çok hayran bu taşı "Hōgyoku"ya benzetmektedir.
Pazar gününüz nasıl geçiyor? Benimkisi bolca antibiyotikli, zencefil-karanfil çaylı. Yatağından içinden, önceden çektiğim kitap fotoğraflarını kurcalamaya devam. Dün hikayede bu kitap serisinden söz etmiştim, paylaşma vakti gelmiş.
.
Kitabın romantik bir komedi olduğunu söylemekle başlayayım. Piper isimli ana karakterimiz, bir parti kızı ve hafife alınan bir karakteri var. Şehirli kızımız, büyük bir skandala karışınca üvey babası tarafından küçük bir sahil kasabasına gönderiliyor. (Aklını başına toplaması ve biraz büyümesi için.) Burada başlangıçta nefret edeceği, kaptan Brandon'la tanışıyor ve olaylar gelişiyor. Kitapla ilgili sevdiğim şey, gerçekten komik olması. Diyalogları okurken kendimi sırıtırken hatta kahkaha atarken buldum. Bir romantik kitaptan bekleyebileceğimiz her şeyi karşılıyor ve sizi çok tatlı bir mutlu sonla karşılaştırıp yüreğinizi sıcacık yapıyor.
Evimiz iki katlı, toprak damlı, eski tarz bir Adana eviydi.
Tahta bir merdivenle üst kata çıkılırdı.
Büyük bir salona açılan üç yatak odası, bir de mutfağı vardı.
Alt katı depo olarak kullanılıyordu.
Salonda, devamlı tüten, kurumu, zifiri bol bir soba yanardı. Mutfak olarak kullanılan odada, büyük bir bakır sini içinde
tek kaptan oluşan yemeği çömelerek kaşıkladığımızı hatırlıyorum.
Gene aynı odada leğen içine tahta tabureyi koyar, ocakta ısıtılan bir gaz tenekesi suyla yıkanırdık.
O evde on beş kişiye aş pişecek, on beş kişinin bulaşığı, çamaşırı yıkanacak, söküğü dikilecek, çorabı yamanacak... Anam, sabahın dördünde gün ağarırken sabah ezanıyla kalkar, gece yatsı namazına kadar gerçek bir ağır işçi gibi çalışırdı. Yatağa düştüğünde, uyudu mu, bayıldı mı belli olmazdı.
Ama anamın hiçbir şeyden şikâyet ettiğini duymadım, mutsuz halini de görmedim...
davy jones bir zamanlar normal bir insandı. denize büyük bir aşk duyuyordu. denize aşık olduğu gibi, denizi temsil eden tanrıça calypso'ya da duymaktaydı aynı aşkı. calypso, jones'un aşkına karşılık verdi. fakat bir ilişki yaşayabilmeleri için bazı şartların yerine gelmesi gerekiyordu. calypso, jones'u ölümsüz kıldı ve ona ilahi bir görev verdi: the flying dutchman'ın kaptanı olacak ve denizde ölenlerin ruhlarını öte dünyaya taşıyacaktı. bu görevi yerine getireceği her 10 seneye karşılık, karada 1 günü aşkı calypso ile birlikte geçirebilecekti. eğer aşkı gerçekse, bir gün görevi sona erecek ve yerine başka bir kaptan bulunacaktı, böylece sonsuza kadar beraber olabileceklerdi. jones kabul etti. 10 sene görevini yerine getirdi. karaya çıktığında ise calypso ortalarda yoktu. calypso, jones'u seviyordu ama o gün ortaya çıkmamıştı. çünkü calypso da deniz gibiydi. tahmin edilemez ve gelgitleri olan. jones ihanete uğradığını düşündü ve kalbi öylesine kırıldı ki, calypso'dan intikam almaya karar verdi. korsanlara, calypso'yu bir insan suretine hapsederek güçsüz kılmanın yolunu gösterdi. calypso saf dışı bırakılınca denizler artık korsanlara aitti. davy jones intikamını almıştı ama calypso'ya olan aşkı devam ediyordu. aşk acısına ve suçluluk duygusuna daha fazla katlanamayan jones, duygularının kaynağı olan kalbini yerinden sökerek bir sandığa kilitledi. sandığı uzakta bir adaya gömdükten sonra denizlere döndü fakat ölülerin ruhlarını taşıma görevini artık terk etmişti. sahip olduğu güçleri denizlerde terör estirmek için kullanıyordu. uğradığı ihanetin acısını tüm denizlerden ve denizcilerden çıkarıyordu. kutsal görevini terk etmek, bir lanete sebep oldu, jones ve mürettebatı zaman içinde mutasyon geçirerek deniz mahsüllerine benzemeye başladılar. calypso sonunda insan bedenindeki esaretinden kurtulmuş ve esaretinin arkasındaki ismin jones olduğunu öğrenerek büyük bir kedere ve daha da büyük bir öfkeye kapılmıştı. calypso, 10 yılın sonunda jones ile buluşmayarak, jones ise onu esir ederek, birbirlerine ihanet etmişlerdi. yine de, ölmek üzereyken jones'un ağzından çıkan son kelime "calypso" olmuştu. aşkını kanıtladığı için görevinden azledilmiş ve ölüm tarafından sonsuza kadar serbest bırakılmıştı. yerine yeni bir kaptan geçmişti. jones'un bedeni denize düştü. denizin karanlık derinlikleri onu bağrına bastı çünkü her şeye rağmen calypso da onu seviyordu. artık sonsuza kadar beraber olabileceklerdi. tüm trajediye rağmen, bir anlamda, en sonunda her şey olması gerektiği gibi olmuştu.
Gemi, Karanlık Ada'nın gizemli sularında ilerlerken, mürettebatın yüreklerinde bir kararlılık ve umut hüküm sürüyordu. Emily, geminin güvertesinde duruyor ve etrafa bakınıyordu. Denizin derinliklerinde, Kayıp Ada'nın lanetli topraklarına doğru yaklaştıklarını hissediyordu.
Gabriel, kaptan James'in yanına yaklaştı ve sessizce konuşmaya başladı. "Bu yolculukta karşılaşacağımız tehlikelerin fark��nda mısın, kaptan? Ada, sadece fiziksel olarak zorlu değil, aynı zamanda ruhumuzu da test edecek."
Kaptan James, ciddi bir ifadeyle Gabriel'a baktı. "Tehlikelerin farkındayım, Gabriel. Ancak bu yolculukta tek bir amacımız var: Ada sakinlerinin lanetini sona erdirmek ve onları özgür bırakmak. Bunun için her türlü zorluğa göğüs gereceğiz."
Mürettebatın yüzlerinde, kararlılık ve cesaret vardı. Her biri, adanın gizemlerini çözmek için birlikte çalışmaya hazırdı. Ancak önlerinde uzun bir yolculuk ve birçok bilinmeyen tehlike vardı.
Güneş, ufuk çizgisinin ötesine batarken, gemi Karanlık Ada'ya yaklaşıyordu. İleride, adanın karanlık silueti yükseliyordu ve her birinin yüreğinde bir heyecan dalgası oluşturuyordu.
Artık önlerinde, adanın gizemlerini çözmek için bir yolculuk vardı. Her biri, birlikte çalışarak, laneti sona erdirmek ve adanın sakinlerini özgür bırakmak için kararlıydılar. Ancak bilmedikleri şey, onları bekleyen tehlikelerin ve sırların ne kadar büyük olduğuydu.
ATPL eğitimi, pilotluk kariyerinde ilerleme ve daha yüksek maaşlı pozisyonlara yükselme fırsatı sağlar. ATPL sahibi olan pilotlar, genellikle daha büyük ve daha karmaşık uçakları uçurma yetkisine sahip olurlar. Bu, daha büyük havayolu şirketlerinde veya diğer büyük uçuş operasyonlarında kaptan pilot olarak çalışma fırsatı yaratır. ATPL ayrıca, pilotlara uluslararası uçuşlarda çalışma ve dünya çapında farklı ülkelerde iş bulma fırsatı da sağlar. ATPL eğitimi, pilotların kariyerlerindeki ilerlemelerini hızlandırabilir ve daha rekabetçi bir pilot olmalarına yardımcı olabilir.