Tumgik
#baş belası
alperen1emre · 2 years
Text
Kendi tipime onca laf attıktan sonra aynaya karsı yine ben:
Tumblr media
74 notes · View notes
awesome-cherry-fan · 9 months
Text
0 notes
womanhidinginbooks · 10 months
Text
Tumblr media
-YARALASAR-
34 notes · View notes
uykucupandaa · 1 year
Text
"Bir kız kitap okumaya başladıysa artık o...
Bora'nın nazlı sevgilisi
Bartu'nun kardosu
Oğuz'un yıldızı
Yankı'nın yuvası
Onur'un güzeli
Koza 'nın miniği
Mutlu'nun pembe panteri
Efe'nin ykk
Ege'nin incisi
Kuzeyi'n kediciği
Merih'in kar tanesi
Uraz'ın 889'u
Alaz'ın baş belası
Burak'ın muzlu rulo pastası
Tugay'ın sevgili avukatı
Ateş'in ateşparesi
Korel 'in pusulası
Olmuştur"
389 notes · View notes
benegeninincisi6 · 20 days
Text
"Ben Alaz Altuğ Sipahi"
"Baş belası küçük bir kadına karşı kaybettim"
43 notes · View notes
bungoustraydogs-tr · 1 month
Text
Dazai Osamu'nun Giriş Sınavı: Sonuç
Wattpad Linki
MangaTR Linki
Tumblr media
Ofisteki masama oturup defterimi karıştırdım.
“Ve böylece Mavi Haberci durduruldu. O zamandan beri iki yıl geçti.”
Uzun hikayeyi sonlandırarak defterimi kapattım.
“Dazai ile ilk davan buydu demek, huh?” dedi Tanizaki hayranlıkla.
“Evet ve o zamandan beri gram değişmedi. Hala arsız bir baş belası. Bugün işimiz olmasına rağmen yine ortalıkta yok… Naomi, vericideki sinyalin izini bulabildin mi?”
“Buldum. 20 dakikadır hareket etmiyor. Sanırsam… nehirden geliyor.”
“Nehir mi?”
Naomi haritaya baktı. Dazai’ye verdiğim bozuk para şeklindeki takip cihazı nehrin ortasında duruyordu. Düşünmek için bir dakika ayırdım.
“Ne olduğunu biliyorum. O geri zekalı gözüne takılan bir nehre atlayınca cüzdanındaki takip cihazı muhtemelen cebinden düştü ve Dazai akıntıda sürüklenirken para dibe battı.”
Birlikte bir soruşturmanın ortasındaydık ve telefonda konuşurken aniden “Oha nehre bak” dedikten sonra yüzüme kapattı. Neyden bahsettiğini merak ediyordum…
Bu intihar manyağının tatmin olması için başıma kaç bela sarması gerekiyordu?
“Şu ucubeyi aramaya çıkıyorum. Rezillik resmen, işimi bitiremeden ortağımı bulmak zorundayım.”
“Dikkatli ol, Kunikida. Bugünkü davanın konusu neydi?” Junichiro sandalyesinden kalktıktan sonra sordu.
“Bir kaplanı arıyoruz. Yokohama’da dolaşan ‘insan yiyen bir kaplan’ varmış”
Zor bir işti ama yine de…
- Birkaç yıl sonra şüphesiz en iyi dedektiflerimizden birisi haline gelecektir.
Yine de Dazai için kolay bir dava olacaktır.
Defterimi elime alarak Dedektiflik Ajansından ayrıldım. Akşam güneşi ufukta yavaşça batarken Yokohama göğünü maviye ve kızıla boyuyordu. Esen rüzgâra aşina olduğum bir koku eşlik ediyor, burnumu gıdıklıyor ve olduğum yerde duruyordum.
Binadan aşağıya baktım.
Gördüğüm caddede, insanlar ve bazen suç ve keder dolaşıyordu.
Ne zaman böyle bir kederle karşılaşsam ideallerim yıkılıyor, sözlerim anlamlarını yitiriyor ve yüreğim yanıyordu.
İdeallerin peşinde koşmak neticesiz, zor bir yoldu.
Ve buna rağmen, yine de…
Kendimi Yokohama’nın meşgul caddelerine bırakarak yoluma devam ettim.
22 notes · View notes
kitapkontu · 2 months
Text
Tumblr media
George, söylendi:
"Ne baş belası adamsın, ama biliyor musun? Sen peşimde olmasan ne rahat ederdim ya. Gül gibi geçinir giderdim, belki evlenirdim de."
Lennie, uzandığı yerde bir an sessiz kaldı, sonra umutla:
" Bir çiftlikte çalışmaya gidiyoruz, değil mi, George?"
"Çok güzel. Bunu bari anlayabildin. Ama burada uyuyacağız, öyle gerekiyor."
Artık ortalık hızla kararıyordu. Yalnız Galiban dağları­nın doruğu, vadiden uzaklaşmış olan güneşin ışıklarıyla parıldıyordu. Bir yılan, başını periskop gibi çıkarmış, suda dalgalandı: Akıntıdan sazlar hafifçe kımıldıyordu. Uzakta, şosede, adamın biri, bir şeyler haykırdı, bir başkası ona cevap verdi. Frenk çınarlarının dallarını ürperten hafif bir yel esti ve hemen dindi.
"George, neden çiftliğe gidip akşam yemeği yemiyoruz? Çiftlikte yemek verirler."
George, yan tarafına döndü:
"Sana hesap verecek değilim. Burası hoşuma gidiyor."
Tavsiye Kitap 4 🩷
24 notes · View notes
lalebahcesi · 3 months
Text
Sıkılmak büyük baş belası... Boş durmamak lazım, daima faydalı bir iş ile meşgul olmak lazım.
21 notes · View notes
amezhu · 2 days
Text
Heaven Official's Blessing▪︎
236. BÖLÜM - Kan, çiçeği arzuluyor - Yüzü Olmayan Beyaz'a karşı amansız savaş
Tam o sırada hepsi aynı anda alttan gelen kabarık sıcaklık dalgasını hissetti ve hep birlikte haykırdılar, “DİKKAT EDİN!” ve daha hızlı adımlarla gitmeye başladılar. Yedi sekiz ateş sütunu gökyüzüne fırladı, aşağıya baktıklarında ise artık daha fazla erimiş kederli ruh vardı!
“Feng Xin, Mu Qing’i bana ver!” Xie Lian seslendi.
Tek kelime etmeden Feng Xin, Mu Qing’i Xie Lian’ın sırtına verdi, Xie Lian’in sırtına döner dönmez Mu Qing haykırdı, “Beni hemen yere indir! Ne baş belası!”
“Demene gerek yok!” Feng Xin cevapladı ve yayını geri çıkartıp birkaç kez etrafa atış yaptı. Silahının saldırı gücü Xie Lian’dan daha genişti ve körü körüne atışlar yapıyordu. Oklar lavları patlatıyor, dalgalanmalar yükseklere, havaya doğru uzanıyor ve her yandan çığlık sesleri geliyordu. “İYİ İŞ!” Xie Lian iltifat etti.
“İyiydi, sanırım!” Mu Qing arkadan yorum yaptı.
Kederli ruhlar kin doluydu, bir araya geldikten sonra alevler uçurmak için birlikte çalışarak daha ileri ve uzağa yüzdüler. Birkaç gürlemeden sonra Xie Lian, “Köprünün ilerideki kısmını yakmışlardı, yolumuzu engellemeye çalışıyorlar.” dedi.
Feng Xin küfretti, “Vay anasını, bir araya gelip nasıl da sıkı çalıştıklarına bak, neden insanlara zarar vermek yerine gidip başka bir şey yapmıyorlar!‌ Eğer böyle devam ederseniz affedileceğinizden ve başka bir sekiz bin yıl bu lavdan kaçabileceğinizden şüpheliyim!”
Yayını kaldırdığı an o erimiş kederli ruhların hepsi yine dağıldı. Xie Lian konuştu, “Pekala, daha fazla bağırma, hazır ol! Zıplayacağız! Bir, iki, üç –!!”
Bir’de hızlarını ve güçlerini arttırmaya başladılar, İki’deadımlarını hesapladılar ve Üç’te ayaklarını itip zıpladılar –üç figür köprü arasındaki kırık boşluktan geçerek havaya sıçradı ve diğer tarafa inerek hızla koşmaya devam ettiler. Bu köprü ‘cennete uzanması’ için yapıldığından doğal olarak yukarıya doğru çıkıyordu ama Xie Lian koştukça bir kırlangıç kadar hafifleşiyordu, “Üçümüz böyle bir şey yapmayalı uzun zaman oldu, ha!”
“Yan yana savaşmamızı mı kastediyorsun yoksa canımız için kaçtığımızı mı?” Mu Qing sorguladı.
“İkisi de!” diye cevapladı Xie Lian.
“Bunu açık bir şekilde her zaman yapıyoruz!” Feng Xin haykırdı!
“Cidden mi?” Xie Lian meraklandı.
Ancak bazı şeyler açığa çıktığında, zihniyet tamamen farklı olacaktır. Xie Lian bir süre güldü ama hala gözleri dikkatlice aşağıyı izliyordu, kırmızı bir silüetten hiçbir iz yoktu, kendini kenardan bağırmaktan alamadı, “SAN LANG!!”
Seslenişi geniş ve boş yer altı mağarasında yankılandı ama cevap veren yoktu. Xie Lian’ın dudakları kuruyordu, yaladı. Sırtındaki Mu Qing onun her yeri arayışını izliyordu, bir süre sessizlikten sonra konuştu, “Ekselansları, onu gerçekten seviyorsun, ha?”
“…”
Xie Lian aniden bunu sormasını beklememişti, “ Ah. Ah?... Ah.”
Yüzü tamamen şaşkınken kulaklarının uçları yavaş yavaş kırmızıya dönüyordu. Onu böyle gören Mu Qing’in nutku tutuldu, bir anlık bir tereddütten sonra konuşabildi, “Seni bilerek korkutmaya çalışıyor falan değilim, ama sana hatırlatmalıyım. Hiç düşündün mü… belki biz köprüye gönderilen tek iki kişiydik ve Çiçeği Arayan Kızıl Yağmur... değil mi?”
“Bu tamamen saçmalık değil mi?” dedi Feng Xin, “İkiniz burada olduğundan tabii ki başka bir yere gönderildi…”        
Mu Qing’in ne demeye çalıştığını fark etmeden önce çoktan bunları söylemişti bile. Hua Cheng’in başka yere gönderildiğini söylemiyordu, ama… belki, Hua Cheng lav havuzuna düşmüştü.
Xie Lian dudağını yaladı, “B-bu nasıl mümkün olabilir?”
“İmkansız olduğunu düşünme.” Dedi Mu Qing, “Çiçeği Arayan Kızıl Yağmur bir yüce hayalet kral, buna şüphe yok, ama yüzü olmayan beyaz da öyle. Ayrıca o yüce hayalet kralların ilk jenerasyonu, TongLu dağının efendisi. Burası onun bölgesi, güçlerinin en kuvvetli olduğu yer.”
Feng Xin, Mu Qing'e deli gibi baktı ve azarladı, “Kapa çeneni! Senin sorunun ne? Böyle bir zamanda iyi bir şey söyleyemez misin? Sana söyleyeyim o Çiçeği Arayan Kızıl Yağmur!!” Mu Qing gerçekten de bu konuyu durdurdu ama yine de onun aksini ispat etmek zorundaydı. “Sadece her durumda ne yapmamız gerektiğini bir gözden geçirmemiz gerektiğini düşündüm.”
Xie Lian'ın gözlerinin önünde Hua Cheng'in soluk avucundaki anormal derecede parlak kırmızı nokta belirdi ve o da ne diyeceğini bilemedi. Tam konuşacakken aniden durdu ve arkasındaki Feng Xin neredeyse ona çarpacaktı, “O NE?”
Kelimeler dudaklarından döküldüğü anda sormasına gerek olmadığını fark etti.
Önlerinde, havayı çepeçevre saran, yıldızlar gibi parıldayan milyonlarca gümüş ışıltı vardı. Sanki biri gümüş tozuyla dolu bir hazine kutusunu devirmiş gibiydi.
Xie Lian Mu Qing'i yere bıraktı ve ileri doğru yürüdü. Elini uzattı ve diğerlerinden biraz daha büyük bir gümüş ışık parçasını yavaşça hissetti. Ona dokunduktan sonra avucunu kapattı ve yavaşça kendi gözlerinin önüne getirdi.
Diğer ikisi de bakmak için yaklaştı ve Feng Xin mırıldandı, “Bu, bu…”
Mu Qing bunu açıkça söyledi, “Bu hayalet kelebeğin… parçalanmış bir kısmı?”
Feng Xin ona yine öfkeyle baktı, muhtemelen Mu Qing'in aşırı açık sözlü olmasından dolayı onu küçümsüyordu. Xie Lian'ın eli biraz titredi ve hâlâ zayıf bir ışık yayan gümüş kelebek kanadının kırık parçasını sıktı, ardından uzun bir nefes verdi.
Feng Xin kafasını kaşıdı, “İyi yanından bak, en azından lav havuzuna düşmedi. Hala buralarda olmalı, değil mi?”
Mu Qing yan tarafı işaret etti, “O zaman burada birisiyle kavga etti. Büyük bir kavga.”
Xie Lian'ın bakışları işaret ettiği yönü takip etti ve gözleri hafifçe genişledi.
Etraftaki tüm kayalar sayısız keskin bıçağın korkunç yarık izleri ile kaplıydı.
Bu E-Ming kılıcının izleriydi.
Her kılıç darbesi adeta kemiğe kadar saplanıyordu. Xie Lian geçmişte Hua Cheng'in kılıç kullandığını hiç görmemiş değildi ama onun tarzı her zaman kolay ve yavaş, soğukkanlı ve rahattı. Bir silah tuttuğunu söylemekten ziyade, küçük bir bıçakla oynuyormuş gibiydi. Yine de bu bıçak izleri öldürme niyetiyle doluydu. Onunla darbe alışverişinde bulunan kişinin ne kadar yetenekli olduğunu ve bu savaşın ne kadar tehlikeli olduğunu hayal etmek kolaydı.
Xie Lian tek kelime etmeden kontrol etmek için yere eğildi. Köprüde kimsenin düştüğüne dair bir iz yoktu ve köprünün altında toplanan neşeli kederli ruhlar da yoktu, bu yüzden Xie Lian sonunda biraz rahatladı ve sürünerek ayağa kalktı, tek başına kararlı bir şekilde ileri doğru koştu. Arkasında Feng Xin, Mu Qing'i sırtında taşıyarak ona yetişti, "Ekselansları!"
Xie Lian nefesini tuttu, çünkü kendi sert ve endişeli nefes alışını duymak istemiyordu. Nefes alıp vermeyi karıştırmak dövüş sanatlarıyla uğraşan biri için büyük bir tabuydu çünkü bu sadece vücuda gereksiz yük bindirmekle kalmaz, aynı zamanda kalbin ritmini de bozardı. Ama nefesini tutmak bile işe yaramazdı; elleri ve bacakları titriyordu, koştukça onlarca kez neredeyse köprüden aşağı düşecek kadar ayağı takıldı, yere düştü ve yuvarlandı. Feng Xin ve Mu Qing ikisi de ona dikkatli olması için bağırmaya başladılar. Aniden Xie Lian konuştu, “Bu ses ne?”
Xie Lian olduğu yerde ayakta dikildi ve arkasına baktı, “Siz bir şey duyuyor musunuz? Bu bir şeyin sesi değil mi?”
‌ Çatışan silahlar ve çarpışan ruhsal güçlerin gürleyen ve kırılan sesiydi.‌ Cennete uzanan köprünün vücudu bile hafiften sallanıyordu. İlerleyen yolun karanlığında yanan sönen ışıklar vardı.
İleride birileri savaşıyordu!
Xie Lian ileri doğru hücum ederken yarısı sürünürken yarısı tökezledi. Arkasında ‌Feng‌ ‌Xin‌ homurdandı, “Sevgili tanrım, tüm tanrılar ve budalar kutsamalarını versin ki o Çiçeği Arayan Kızıl Yağmur olsun, yoksa kafayı yiyecek!”
“Saçmalamayı bırak.” Mu Qing fırçaladı, “Biz o tanrılar ve budalarız ve bir bok veremeyiz, sadece ona yetiş. Şu koştuğu engelli yola bak, daha adamı görmeden takılıp düşecek ve eceline kavuşacak!”
Xie Lian nefesini tutmayı tamamen unutmuştu, beş, altı kilometre boyunca sadece kendi düzensiz nefes alışını dinledi. Birkaç devasa dolambaçlı yolu ve nihayet son köşeyi döndükten sonra, parlak beyaz ışık aniden görüşünü doldurdu.
Asılı Cennete uzanan Köprü'nün sonunda, kırmızı giysili bir adam ile beyaz giysili bir adam şiddetli bir savaşa tutuşmuşlardı.
Kırmızı giysili adam ince ve uzun, gümüşi beyaz bir pala kullanıyordu, formu baştan çıkarıcıydı, şimşek gibi çakıp sönüyordu –Hua Cheng’di. Artık gülümsemiyordu, tamamen odaklanmış ifadesi keskindi, yakışıklı ve solgun yanağındaki kanlı bir leke ısıran ayazına canlı bir parlaklık katıyordu. Bu beyaz giysili adam elbette yüzü olmayan beyazdı ve kim bilir nereden gelen bir kılıç kullanıyordu, yüzündeki o yarı gülümseyen, yarı ağlayan, ağlamaklı gülümseyen maske hâlâ yerindeydi. Yalnız, bu maske ile Xie Lian'ın daha önce gördüğü maske artık biraz farklıydı.
Ortadan çatlamıştı.
Bu çatlak göz ardı edilemeyecek kadar önemliydi ve alnın ortasından gözün altındaki yanağa kadar uzanıyordu, sanki her an kırılacakmış gibiydi!
Her ikisi de ayakları üzerinde son derece hafifti, saniyeler içinde saldırmadan önce devriliyorlardı, kötülüğün aurası havada patlıyordu, ancak her bir vuruşları binlerce ton gibi ağırdı, güçleri gökyüzünde patlıyordu. Kılıcın rüzgarına karşı kılıcın aurası, manyakça bir dans, kaotik bir uçuş ve yukarıdaki gümüş kelebekleri de aşağıdaki erimiş kızgın ruhlarla eşleşiyor, dağların çökmesi ve denizlerin devrilmesi gibi birbirlerine feryat ediyorlardı. Her çarpıştıklarında, havuzun içindeki erimiş lav ve alevli ateşler patlıyor, korkunç dalgalar metrelerce yükseğe çıkıyor, hiç kimse yaklaşamıyordu!
Feng Xin ve Mu Qing ikisi de arkalardan geldiler ve bu sahne karşısında kalakaldılar, sanki ayakları yere çivilenmiş gibi bir adım bile atamadılar.
Hiçbir savaş tanrısı yoktur ki böyle bir savaşı izleyip heyecan hissetmesin.
Hua Cheng'in gayet iyi olduğunu gören Xie Lian'ın gergin kalbi nihayet dinlenebildi ve hemen yere yığılıp çığlık atıp bağırmak istedi ama kendini tutmaya zorladı. Yetenekli dövüşçüler çarpıştığında, en ufak bir rahatsızlık zaferi ve yenilgiyi belirleyebilirdi. Üstelik bu, zamanlarının iki Yüce Hayalet Kralı arasındaki savaştı!
Yüzü olmayan beyazın uzağında bir yerde duran başka bir figür vardı, o Guoshi’ydi. Doğal olarak buraya yüzü olmayan beyaz tarafından getirilmişti. Xie Lian ve diğerlerinin geldiğini görünce rahatça nefes aldı ama dikkatsizce bir ses yapmaya da cesaret edemedi. Ancak kim bilir, Hua Cheng çoktan yeni gelenleri fark etmiş, donmuş, buz benzeri odağı yavaşça eridi ve sonunda yüzünde bir gülücük genişledi, “Görünüşe göre yine kaybettin. Ekselansları geldi ve yanında getirdiği kimselerden tek bir kişi bile eksik değil.”
Xie Lian daha fazla dayanamadı ve bağırdı, “SAN LANG!”
Hua Cheng başını eğdi ve cevap verdi, “Gege.” Ardından sesi yine uyarıcı bir tona döndü, “Gege, bir dahaki sefer kendini yine öyle aşağı atarsan, kızacağım.”
Xie Lian da cevapladı, “Bir dahaki sefer sen de yine benimle atlarsan, ben daha fazla kızacağım!”
“…” bunu duyunca Hua Cheng'in ifadesi bir anlığına sanki Xie ‌Lian'ın sözleri gerçekten onu bir anlığına temkinli hale getirmiş gibi sertleşmiş gibi görünüyordu. Yüzü olmayan beyazla yüzleşirken bile hiç böylesine temkinli bir yüz göstermemişti. Yüzü olmayan beyaz içeri doğru itmişti, vurduğu Hua Cheng’di ama konuştuğu Xie Lian’dı, “XianLe, Siz ikiniz bahar rüzgarlarınızın tadını çok fazla çıkarmıyor musunuz, ve beni aşırı küçümsüyor?
E-Ming’in kabzasındaki göz topu Xie Lian’ı fark etti ve çatırdayarak çılgınca dönmeye başladı. Hua Cheng elini çevirdi ve itti ve Xie Lian bir ÇATIRTI duydu!
Ve kalbi küt küt atmaya başladı.
11 notes · View notes
3391kilometre · 4 months
Text
Ben Alaz Altuğ Sipahi. Baş belası küçük bir kıza karşı kaybettim.
20 notes · View notes
womanhidinginbooks · 10 months
Text
"-Özlemiş gibisiniz."
"Gibisi az kalır özledim."
-YARALASAR-
13 notes · View notes
insanze-24 · 1 year
Note
Sen alevimi kürtmü türkmüsün Tumblrin baş belası? madımağı anmışsın aylar öncede kürtleri öven bi şiir yazmıştın ne bok olduğun belli değil söylede bilelim rengini
Al işte bu da başka bi ruh hastası😂 senin için çok önemliyse söyleyeyim, iyi dinle.
Evet ben biraz Aleviyim..
Biraz da kürt. Büyüklerim biz türküz, sünniyiz dediklerinde tuhaf gelmişti halen de tuhaf gelir😊
Bugün net olarak biliyorum ki, ben biraz ermeniyim ve hiç istemesem de biraz da arap ve tabiki hepiniz gibi biraz da moğolum😉 bi DNA testi yaptırsam eminim biraz İtalyan biraz da yunan olduğumu görürüm. Ve daha nicesi. Hatta daha da ileri gidersek ben biraz da şempanzeyim🐒 %98,77 benzerlik boru değil yani😊 (hesap ismimi boşuna mı insanze koydum🐒) bak dostum maymunların ve bizim çok sevdiğimiz, ilk hali bol çekirdekli olup şimdi çekirdeksiz olan🍌var ya onla da %55 kadar akrabalığım var😊özetle ben homo sapiens sapiens'im yani modern insanım. Şimdi sen söyle senin rengin ne?sen nesin?! Gözlük rengini görüyorum onu sormuyorum, markası nedir? buradan belli olmuyor da😊
20 notes · View notes
benegeninincisi6 · 1 year
Text
"Sen kazandın."
"Ben Alaz Altuğ Sipahi."
"Baş belası küçük bir kadına karşı kaybettim."
127 notes · View notes
dijitaluyusturucuu · 2 months
Note
o kimm
baş belası
2 notes · View notes
mavininincisiderya · 1 year
Text
Tumblr media
Bana takılan ilginç lakaplar: baş belası
18 notes · View notes
mehmettsabri · 2 years
Text
Baş Belası Arabayı Haritaya Çevirdi Çize Çize 😅
54 notes · View notes