Tumgik
#emin alper
swanasource · 4 months
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Some LGBT+ Films By SWANA Filmmakers
Circumstance (2011). Dir. Maryam Keshavarz Laurence Anyways (2012). Dir. Xavier Dolan Appropriate Behaviour (2014). Dir. Desiree Akhavan In Between (2016). Dir. Maysaloun Hamoud No Hard Feelings (2020). Dir. Faraz Shariat Breaking Fast (2021). Dir. Mike Mosallam Burning Days (2022). Dir. Emin Alper The Blue Caftan (2022). Dir. Maryam Touzani El Houb (2022). Dir. Shariff Nasr The Persian Version (2023). Dir. Maryam Keshavarz
140 notes · View notes
maurafranklin · 11 months
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
I remember bits and pieces, but not the whole night.
Burning Days, 2022 dir. Emin Alper
113 notes · View notes
joannacnewsom · 11 months
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
“People think I influence you.”
Selahattin Paşalı and Ekin Koç as Emre & Murat
Kurak Günler/Burning Days (2022) dir. Emin Alper
69 notes · View notes
lunatichaotiche · 1 year
Text
Tumblr media
Son bi kaç haftadır bu şekildeyim
75 notes · View notes
xavierkat · 1 year
Photo
Tumblr media
It’s been a while since I’ve enjoyed being so blatantly manipulated by a film.
- Emin Alper’s clever Kurak Günler/Burning Days (2022) and its phenomenally chosen lead, Selahattin Pasali. 
30 notes · View notes
cinematicfragments · 11 months
Text
Tumblr media
Burning Days [Kurak Günler], (Emin Alper,2021).
7 notes · View notes
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Un Certain Regard:
Kurak Günler (2022) Burning Days, directed by Emin Alper.
Ekin Koç as Murat; Selahattin Pasali as Emre; Selin Yeninci as Zeynep; Sinan Demirer as Ilhan; Erdem Senocak as Kemal; Erol Babaoglu as Sahin.
54 notes · View notes
denizkabuguincisi · 10 months
Text
Kurak Günler
Unutmayayım diye izledikten 3 gün sonra filan yazayım dedim. Vizyona girdiğinde sinemada izlemek istemiştim. Bir türlü vakit bulamamıştım. Bence evde izlenmesi daha uygun oldu.
Tumblr media
Taşraya giden bir savcının Anadolu hikayesi diyerek bir giriş yapabilirim. Eli yüzü düzgün şehirli savcı Emre, küçük bir kasabada çalışmaya başlıyor. Kasabanın sıkıntısı su. Yeraltı suyunu çektikçe çevrede kocaman obruklar oluşuyor. Bu sebeple farklı çözümler bulunmalı. Her seçimde belediye başkanlarının vaatleri de buna yönelik oluyor. Bu konuya dair de davalık işler var. Savcımızın bu konu üzerine yöneleceğini düşünüyoruz. Ancak film açılış sekansının verdiği etkiyle devam ediyor: avlanmak. Film bir yaban domuzu avı sahnesiyle başlıyor. Domuzu öldüren “avcılar” sokak arasında havaya ateş açıyor, ölen domuzu meydana sürüklüyorlar. Bunu yapan kişilerin başında belediye başkanın oğlu avukat bir kişi var. Daha sonra da bu avına devam edecek. Kasaba halkı, tipik diyebileceğimiz içine kapalı ve bilgisiz. Cahil demek hakaret gibi oluyor ama belki de cahil. Bu tablo içine bir de biraz farklı ve ürkütücü bir gazeteci ekleyerek olayları örmeye başlayabiliriz.
Okuduğum bir yorumda filmin hikayesi için; gerçek, flu ve derinliksiz denmişti. Tam olarak öyle. Özellikle seçimden sonra izleyince daha da rahatsız edici geliyor. Açıkçası ben son seçimlerden sonra tamamen ülkeye dair bir his beslemeyi bıraktım. Batarız, çıkarız çoğul meseleleri dert etmemeye çalışıyorum. Neyse bunu belki başka bi yazıda dökerim. Filmde de bir şeylerin aslında neden değişemediğini görebiliyoruz. Film erkek karakterlerin hakimiyetinde, hakim rolündeki kadının bir şeyleri değiştirmek için çabalamayışını üstünde konuşarak ortaya çıkarabiliriz.
Tumblr media
Savcı su sorunu üzerinde gidecek derken bi rakı masasında işler değişiyor. Küçük, cahil bir taşra kasabasında tecavüz dosyasını açıyoruz. Hem de zihinsel engelli bir kız çocuğunun olduğu bir dava. Bilinmezlikler, sisli anlar, gazetecinin yakınlığı ve yaklaşımı… Hukuk, adalet vicdanımızdaki gibi işleyemiyor. Gazeteci ve savcı arasındaki elektriklenme için bir çift sözüm var. Gazetecinin tavrı hiç hoşuma gitmedi. Hikayenin bir yanını eşcinsellikle yürütmeye çalışmışlar. Ancak bu hikayede de gazeteci savcıyı da ayrı taciz ediyor gibi geldi. Aşırı rahatsız olarak izledim. Karşılıklı bir “tension” olsa belki daha farklı olabilirdi. Belki de yaratılmak istenen de buydu. Tekinsizlik.
Tumblr media
Obruğun çevresinde bitiyor film. Çöken ahlak mı hukuk mu bir toplum mu sorularını çıkarabiliriz. Sanırım filmin en beğendiğim anıydı o kısım. Filmin pek beğendiğim bir yanı da olmadı açıkçası. Evet gerçekleri rahatsız edici bir şekilde anlatıyor belki. Ama bunları metaforlarla anlattıkça beni baydı. O suyun bir anlamı vardı, obruğun da savcının da yaban domuzunun da bir anlamı vardı. Bunları yakalamak izleyici olarak yorucu geliyor. Belki benim iyi bir anıma gelmedi. Yine de ortalama bir film. Amerika veya Avrupa sinemasında taşrada herkesin birbirini bildiği bir kasabada olaylar gelişir temalı filmlerin başarılı olanları cidden etkileyici. Ben bu filmde etkilenemedim sanırım. O da var. Daha iyi bir film olabilecekken öyle kalmış bir film. Daha iyileri gelene kadar önümüze bakmaya devam.
4 notes · View notes
cemyafilmarsiv · 8 months
Text
Tumblr media
Burning Days directed by Emin Alper
5 notes · View notes
watchingalotofmovies · 11 months
Text
Burning Days
Tumblr media
Burning Days    [trailer]
A young prosecutor newly appointed to the small town of Yaniklar, finds himself being pulled into a political conflict during his first murder investigation.
The crime part is a bit problematic. Since the prosecutor gets introduced as an idealistic, by-the-book guy, it's difficult to understand, even if it only gets clearer later how big his problem is, why he doesn't realise immediatedly that he can't stay involved in investigating the rape case.
As a drama, showing the difficulties to affect change in a rural area with an established, corrupt leadership with "traditional" values it is frighteningly intense. A not subtle story about Turkey as a whole.
5 notes · View notes
swanasource · 2 years
Photo
Tumblr media
On the one hand, Emin Alper’s Burning Days is a discreet but telling account of the resurgence of homophobia — a key plank of right-wing populism — in Turkey. On the other hand, it’s a half-and-half genre film: half crime thriller and half western.
Cannes Review: Emin Alper’s ‘Burning Days’ @ DEADLINE
107 notes · View notes
maurafranklin · 11 months
Text
Tumblr media Tumblr media
Burning Days, 2022 dir. Emin Alper
48 notes · View notes
joannacnewsom · 1 year
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Kurak Günler/Burning Days (2022) color palettes
Directed by Emin Alper
Cinematography: Christos Karamanis
64 notes · View notes
lunatichaotiche · 1 year
Text
Tumblr media
44 notes · View notes
5oclockcoffees · 1 year
Photo
Tumblr media
3 notes · View notes
pinarworks · 3 months
Text
Tumblr media
Burası bizim değil, bizi öldürmek isteyenlerin kasabası
Taşra Horror 
Dindar ve dürüst bir polis memuru, izole bir İskoç adasındaki köyde kaybolan bir genç kızı aramak için görevlendirilir. (Wicker Man, 1973, yönetmen Robin Hardy.)
Genç ve temiz yüzlü savcı Emre’nin tayini Yanıklar isminde bir kasabaya çıkar. (Kurak Günler, 2022, yönetmen Emin Alper.)
İdealist, Kadıköylü ve iyi kalpli Ali, isimsiz bir köye orman memuru olarak atanır. (Karanlık Gece, 2022, yönetmen Özcan Alper.)
Yazar Adam Scovell, Folk Horror Chain adını verdiği formülde, folk horror adı verilen türde bir filmin içermesi gereken unsurları şöyle sıralar: Kırsal bir coğrafya, bu coğrafyada izole yaşayan bir topluluk, bu topluluğun çarpık ahlaki inançları ve sonunda topluca gerçekleştirdikleri şiddet olayları. Yukarıdaki üç film de bu formüle uyan örnekler olarak değerlendirilebilir: Bir beyaz erkek bir görevle atanmış olduğu geri kalmış bir kasabaya gelir, orada kendi inanç ve ahlaki değerlerine uymayan bir grup insanla karşılaşır ve filmin sonunda bu insanlar tarafından, gerçek ya da metaforik anlamda, kurban edilir.
Folk horror, aslen 1960’ların sonlarından itibaren Britanya’da ortaya çıkan ve en çok The Wicker Man, The Blood on Satan’s Claw ve Witchfinder General gibi ilk dönem örnekleri ile bilinen bir tür. 2010’ların başlarından itibaren Midsommar, The Ritual ve The Witch gibi filmlerle tekrar popülerlik kazanan bu tür, kentleşmiş merkezlerden uzak, teknolojiden ve güncel seküler ahlaktan nasibini almamış bir grup insanın pagan yahut şamanik inançlarının sebep olduğu dehşet üzerinden, modernite ile modern öncesi arasındaki gerilimi sembolize eder. Türün 2000’lerin ikinci yarısında yeniden keşfinin Türkiye’deki tezahürünün cinler, batıl inançlar ve dini temalarla ilgilenen Dabbe gibi filmlere denk geldiği kabul ediliyor ancak ben son dönemde yapılmış taşra odaklı Türkiye sinemasının da giderek bu türe evrildiğini düşünüyorum. Zira bu filmler izleyiciye  klasik bir korku filminin yaptığı gibi duyusal katarsisten ziyade modern ve antik, ilerlemiş ve geri kalmış, kentsel ve kırsal, doğa ve kültür gibi ikilikler üzerinden belirlenen ahlaki bir yol ayrımında doğru pozisyonu alma “imkânı” vaat ediyor. Bu da genellikle “kültüre değil, doğaya ait” olarak nitelendiren ve bu nedenle modern kapitalist toplumda “öteki” olarak kodlanmış taşranın filmin kentten gelen kahramanı karşısında homojen, değişmez, sırrı çözülemez, gizemli ve kötücül bir varlık olarak, düzleştirilmiş bir şekilde tasvir/temsil edilmesi demek oluyor. Bu taşra, kentli ve orta sınıf olarak hayal edilmiş izleyicinin bakış açısıyla şekilleniyor, onun endişeleriyle ilgili yerleşik klişelere oynuyor ve bu klişeleri yansıtıyor. 
Gelgelelim kırsal yahut kentsel mekanlar hiçbir zaman tamamen doğal bir şekilde yahut kendiliğinden değil, daha çok tarihsel yapıların, sosyoekonomik koşulların etkisi ile yoğrulup şekillenirler. Taşranın “taşra” olarak adlandırılmasının ve bu şekilde kalmasının arkasında, kapitalist modern toplum ve uygulamaları bulunur. Devletin ve sermayenin gözünü dikmediği ve müdahale etmediği kentler düşünülemeyeceği gibi tamamen izole bir kırsal alan da düşünülemez; bu alanları oluşumunun arka planında emek politikaları, sömürü, ideoloji ve arazi yönetimi gibi sosyal süreçler çalışır. Yine de folk/taşra horror filmlerindeki kırsal temsili, sinemanın asıl tüketicisi olduğu varsayılan kentli izleyicinin bakış açısına ve kültürel kodlarına göre inşa edilir. Ancak bu temsilde arkaplanda işleyen maddi sebepler değil, kasabalı insanın özüne dair soyut varsayımlar ön plana çıkar ve bu varsayımlar her şeyin üzerinde kanat germiş, verili ve yüce bir ahlaki pozisyonun gölgesi altındadır. Bu ahlak, medeniyetin ve evrensel bilincin ahlakıdır. Kasabalılar, “geçmişin karanlığında sıkışıp kalmış tekinsiz insanlar” olarak gösterilirken aslında temsil edilen taşralı olmakla eşitlenen yanlış ve yoz ahlaki pozisyonlardır.
Folk horror janrası arkaik efsaneler ve mitolojilerden beslenir, bu açıdan günümüz Türkiye’sindeki politik buhranları temsil eder görünen bu “toplumsal gerçekçi” filmlerle karşılaştırılması ilk bakışta abes bulunabilir. Ancak eleştirel ekol perspektifiyle aydınlanmacılığın da bir mitoloji olarak değerlendirildiğini düşünürsek, bariz bir aydınlanmacı pozisyonda duran bu filmlerin de sırtını bir mite (taşranın bu dehşetengiz özü de kentsoylular nezdinde bir şehir efsanesi değil midir?) dayadığı iddia edilebilir. Sonuçta soykırımlar, iki büyük dünya savaşı, kolonyalizm, ırkçılık gibi insan aklının sebep olduğu türlü başka kıyım Adorno ve Horkheimer’a göre din-sonrası, rasyonel ve uygarlığın beşiği aydınlanmacı ideolojiye içkindir ve bu ideolojinin sonuçlarıdır. Bu anlamda folk horror ne kadar mitoloji kökenliyse, taşra-horror da o kadar mitoloji kökenlidir.
Folk/taşra horror türünde, izole kasabalarda yaşayan bu insanların ahlakları gibi toprakları da kurumuştur. (Wicker Man‘de kasabalılar kuraklıktan kurtulmak için düzenli olarak insan kurban etmek zorundadır; Kurak Günler‘de ve Karanlık Gece’de toprağın ve ahlakın verimsizliği insan yutan obruklarda kendini belli eder.) Bu kasabalarda yaşayanlar medeniyetle henüz tanışmamışlardır ve bu medeniyet öncesi halleri çok basit metaforlarda kendini gösterir (Karanlık Gece’de köylü kıza okuma yazma öğreten, kasabayı French Press teknolojisiyle tanıştıran Ali karakteri gibi). Bu insanlarin uygarlık dışılıkları henüz ölüm gerçeğini tam olarak hayatın dışına atamamış oluşlarında da kendini gösterir; öldürme eylemi onlar için sıradan ve hatta karşılığında getireceği şeyler düşünüldüğünde tercih edilesi bir seçenektir. Modernlik öncesi döneme sıkışmış ve bunu kendi doğalarına özgü bir inatla sürdüren karakterler, kültürün bağrından çıkıp gelmiş medeniyet temsilcisi yabancıyı kurban eder ve bunu illa pagan bir ritüel eşliğinde yapmaları da şart değildir. Kurban etme eylemi, Kurak Günler ve Karanlık Gece’de olduğu gibi namus cinayeti gibi taşraya özgü “arkaik” gelenekler şeklinde de ortaya çıkabilir. “Kaba” insanlar ile toprak arasındaki bağ işte böyle son derece dolaysız ve abartılı bir şekilde tasvir edilir. En çok kindar, cahil erkekler, bencil ebeveynler, ya kurnaz ve işgüzar ya da en iyi ihtimalle saf ve deli olarak temsil edilen kasabalı karakterlerde cisimlenen soyut ve kaba genellemeler, bu geri kalmışlığı, medeniyet dışılığı bir kader gibi coğrafyaya, toprağa mıhlar. 
Bunlar elbette belirli bir coğrafya ve sınıfa ait olduğu düşünülen bir ideolojinin soyutlamalarıdır. Kırsal alanlar genellikle öteki olarak çerçevelenir ve içler acısı durumumuzun sebebi/sonucu/temsili olarak kurulur. Adeta medeniyet ödülü karşılığında hayvani tarafına ket vurmak zorunda kalmış kentli bakışın bastırdıkları geri döner ve bahsi geçen anlaşmanın insanlık için en doğru seçenek olduğunu bir kere daha hatırlatır. Dolayısıyla bu tür anlatılar, ikili karşıtlıklar yerine anlamlı alternatifler sunma konusunda başarısız olur ve bunun yerine standart iyi/kötü ve uygarlık/doğa ayrımlarını pekiştirmek dışında da pek bir şey de yapmaz. Kırsal alanların kasıtlı biçimde öteki olarak çerçevelenmesi, taşrayı hem ruhani hem de fiziksel bir tehdit olarak sunarak bu toplulukların çağdaş ana akımdan dışlanmasına da katkıda bulunur. Zira kentli/modern/medeni bakış için yükselen faşizmin ve ırkçılığın kaynağı bu hayvani ve bastırılması gereken kalabalıklardadır. Doğayı ve doğayla özdeşleşmiş vahşi içgüdülerinin kölesi insanı düşük, medeniyeti yüksek olarak kodlamaktan öte bir amaca hizmet etmez ve bu dehşetin kaynağı yeniden toprağın altına gönderilmediği sürece değişimin mümkün olmadığı konusunda ısrar eden bir perspektif sunar: Böylece belirli birilerini tarihin ve ortak sorumlulukların yükünden de kurtarmış olur. İkilikler güçlenerek yerli yerinde kalır. Ya o tarafındasınızdır obruğun ya da bu tarafında.
0 notes