Tumgik
#harekete geç
nedemeliyim · 2 months
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Kendini olduğun gibi kabul etmek ve hayatında neler yapabileceğini daha derinlemesine araştırmak.
2 notes · View notes
Text
وَمَنْ يَعْمَلْ سُٓوءًا اَوْ يَظْلِمْ نَفْسَهُ ثُمَّ يَسْتَغْفِرِ اللّٰهَ يَجِدِ اللّٰهَ غَفُورًا رَح۪يمًا
Kim bir kötülük yapar, yahut kendine zulmeder, sonra da Allah’tan bağışlama dilerse, Allah’ı çok bağışlayıcı ve çok merhamet edici bulur.
6 notes · View notes
bircicekannesi · 2 years
Text
Nedendir bilmiyorum ama inancı olmayan insan inancı olan insandan daha gayretli oluyor genelde.
8 notes · View notes
alasestrellas · 1 year
Text
Anlık öyle fikirler geliyor ki aklıma. Bana yakınımda 7/24 'Olur, hadi yapalım' diyecek biri lazım.
2 notes · View notes
Text
Çok Hızlı! (6) (Orhan 36 Y., Bursa)
Gece 23:00 civarı bir mesaj geldi Sevgi'den, "Biz Fatma abladayız!" diye. Bir de foto ekliydi. Hikmet'in yarağı Fatma'nın amında, Sevgi de Fatma'nın götüne vibratörü sokarken çekilmişti. Cevap olarak, "Vay alçaklar :)" deyip gülücük gönderdikten sonra balkona çıkıp sigara yaktım...
Her blokta 8 daire olan, 4'er katlı, 10 bloklu bir sitede, 4. katta oturuyordum. 10 blok da sitenin ortasına otoparka aynı zamanda dış taraflara bakan bir haldeydi. Balkonlar pimapenle kapanmış, bir oturma grubu sığacak büyüklükte bana göre evin en rahat bölümlerinden biriydi. Sigaramdan bir nefes çekip karşıya doğru üfledim. O an mesaja cevap var mı diye telelefonumu kontrol edip kafamı kaldırdığımda, karşı çapraz blokta, aynı katta biri sigarasından nefes aldı ki bir ışık geldi geçti. Kim oturuyordu diye hesaplarken, Dr. Ahmet aklıma geldi. Ama adam apartman toplantılarından anımsadığım kadarıyla 1.20 kilo, 1.60 boyunda, 50'li yaşlarda, sigaradan nefret eden, gıcık, çirkin bir tipti.
Karısını bir kez görmüştüm, 1.60 boyunda, ince saçları kısacık erkek saçı gibi kesilmiş, kocasından yaşça çok küçük olduğu belli olan minyon bir kadındı. İki tane 10 yaş altı oğulları vardı. Sigara kokusuna bile tahammül edemeyen adamın evinde sigara içenlerin 10 yaş altı çocuklar olamayacağına göre, misafir gelmiştir deyip sigaramdan nefesi çektim. Aynı anda karşıdan da sigara ışığı yandı! Sigaram bitince, 5 dakika sonra yeni bir sigara yakıp, balkon lambasını açtım, bir dakika kadar o yöne bakıp tekrar balkon lambasını kapadım. Ama sigara dudaklarımda, o kor kırmızı gecenin köründe nefesi çektiğimde, karşı çaprazın lambası yandı. Balkondaki Dr. Ahmet'in karısı Merve idi. Sigarasından iki nefes çekip lambayı kapadı. Şimdi karanlıkta sigara ile mors alfabesi yazılıyordu...
O gece saat 02:00'ye kadar yarım paket sigara ve iki kadeh rakı içtim. Hatta iki kez lambayı yakıp kadeh bile kaldırıp gülücük yolladım Merve'ye. O da bir şişe bira içti, lambayı iki kez daha yakıp gülümseyerek bardağını çaktırmadan kaldırarak. Ne oluyor lan diyordum kendi kendime. Esnaf ağzıyla söyleyeyim, Sevgi ayağını sürümüştü sanırım :)
Sabah her zamanki saatimde kalktım. Balkondan baktım, ama onların balkon boştu. Merve'ye nasıl ulaşacağımı düşünerek arabamla siteden çıktım. Daha 100 metre gitmeden sağda kaldırımda gülümseyerek bekler halde onu gördüm. Önünde durdum, kapıyı uzanıp açtım. Arabaya binince, gazlayıp ara sokağın birine girdim. "Günaydın! Heyecanlı ve çok eğlenceli bir gece geçirdim sayende!" dedim. "Günaydın, sorma ben de, çok zor uyudum, iyi ki bira içtim, yoksa sabah olmazdı!" dedi. Gülümsedim ve, "Sana nasıl ulaşırım diye düşünüyordum ben de! Daha önce denk gelmemiştin, daha geç gidiyorsun işe diye biliyordum!" dedim. Kendi şirketi vardı.
O da, "Sabah senin bu saatte çıktığını görmüştüm, onun için bu sabah erken çıktım ben de! Doktor bir akrabasının cenazesine memleketine gitti. Çocuklar okula gitti, ben de tek başıma kahvaltı etmek istemedim!" dedi. "O zaman kahvaltıya gidiyoruz!" dedim. "Nereye?" dedi. Dobruca taraflarında güzel kahvaltı mekanları vardı. Genel müdürlük'teki mali işler müdürünü arayıp, öğlene dek izin rica ettim. Çünkü fabrikada amirim yoktu. Rahattım. Bu arada Merve, çantasından çıkardığı sigarayı yakmaya çalışıyordu. Evlendiğimizde, 3 yıl önce almıştık evi, 3 yıldır kadından bir hareket gelmemişti. Gerçi kadını kocasıyla ilk gördüğüm günden beri, bu kadının bu adamla ne işi olur ki diye aklımdan geçmişti.
Ağaçlar altında şırıl şırıl bir dere akan kahvaltı mekanında oturduk. Kahvaltı gelmeden birer bardak küçük çay istedim garsondan. Birer de sigara yaktık. "Sen şimdi nerden çıktı bu diyorsun, değil mi?" dedi aklımı okurcasına. "Açıkcası öyle!" dedim. "Çapkınlık yaptığında dikkatli olmalısın Orhan bey!" dedi gülümseyerek. "Nasıl ya?" dedim. Merve'nin işyerini bilmiyordum. Güzellik Salonu olduğunu, elemanlarının sabah işyerini açtığını, kendisinin 10:00 gibi işe gittiğini kısaca anlattı ve "İşyerim nerede biliyor musun?" dedi. Gözlerimi kocaman açıp, bilmiyorum anlamında kafamı salladım.
Meğer Sevgi'yi aldığım, servisten indiği, sonra da şehir dışına çıktığımız (10 günde 2 kez) köşedeki binaymış. "Kadını aldığında balkonda sigara içiyordum, arabanı bildiğim için gayri ihtiyari baktım, sonra da o kadının arabaya binişini gördüm! Sahi kim o kadın?" dedi. Teyzemin kızı diyecektim bir an, ama vaz geçip, "Bir arkadaş!" dedim. "Benim işyerim hemen dükkan üstü, kadını belki 5 metreden gördüm, heyecandan eli ayağı tutmuyordu kadının!" dedi gülümseyerek, sonra da, "Aramızda kalacak, o nedenle rahat ol. Ben seni evine bağlı bir adam olarak görüyordum. Ama o gün öyle görünce, hem merak ettim, hem de seni daha iyi tanımak istedim!" dedi.
Kahvaltı servis edilirken bir an susup gözlerimiz kenetlenmiş bakışıyorduk. Yeni bir işe başladığımı, kadının da mesai arkadaşım olduğunu, orada tanıştığımızı söyledim. O an ağzından çıkan laf, "İşyerinde de yapıyor musunuz?" oldu. Hemen sonra da, "Direkt sordum ya, ayıp!" dedi kendi kendine gülerek, sonra da, "İşyeri aşklarını hep merak etmişimdir!" dedi. "Zor!" dedim. "Neden?" dedi. "Canın her çektiğinde tehlikeyi göze alıyorsun, ama bir o kadar da heyecanlı, yakalanma korkusu felaket adrenalin veriyor!" dedim. "İşyeri dışında nereye gidiyorsunuz, otele falan mı?" dedi. "Yok, otel zor, şehrin çıkışında, bekarlık günlerimde keşfettiğim bir arazi var!" dedim. "Nasıl bir arazi ki?" dedi. Ben de konuyu değiştirip, "Ya sen, var mı kimse?" diye sordum.
"5 yıl önce vardı. 3 yıl sürdü, ama 2 yıl önce bitti. O günden bu yana sadece işime odaklandım!" dedi. "Kimdi?" dedim. "Doktorun mesai arkadaşlarından biriydi. Tayini çıktı taşındı. Taşındıktan sonra birkaç kez geldi, bir kez ben gittim, ama uzak mesafe yürümedi!" dedi. "2 yıldır görüşmüyor musunuz?" dedim. "Hayır, telefonda bile görüşmüyoruz, numarasını bile sildim!" dedi. Adam birkaç kez whatsaptan yazmış, ama bu olmayacağı için cevap yazmamış. Bu arada 29 yaşında olduğunu öğrendim. "Doktorla nasıl evlendin?" diye sordum. Olay tam tahminim gibiydi, doktor zengin, kız fakir, 2 yıllık okurken doktor bunun aile hekimiymiş, ordan göz koymuş, ailesinden istetmiş, aile de zengin diye vermiş, aralarındaki 20 yaş farka rağmen. "Ama sanma ki o dışarıdaki nemrut adam evde de öyle... süt dökmüş kedi gibidir evde!" dedi.
Bu arada saat 10:00 olmuş, kahvaltı bitmiş, kahvelerimizi bile içmiştik. Merve, "Eee, ne yapıyoruz? Sen izinlisin, ama benim işe gitmem lazım!" dedi. Arabayı direk benim ağacın oraya sürdüm ve "Nasıl bir arazi demiştin ya, işte burası!" dedim. "Hımm... Beni buraya birlikte olmak için getirmedin umarım, ilk seferimizin böyle bir yerde olmasına müsaade etmem!" dedi. Gülümsedim, elini tutup öptüm, "Nasıl isterseniz leydim!" dedim. "Teşekkür ederim beyefendi!" dedi gülüştük. Onu işyerine doğru götürürken, işten kaçta çıktığımı sordu. "16:00'da." dedim. O da, "Beni işyerimin ordan alır mısın?" dedi. Numaralarımızı verdik birbirimize...
İşyerine vardığımda Sevgi merakla odama geldi. Ona, "Kız diş çıkarıyor, ateşli biraz da, doktora götürdük!" dedim. Fatma'dan mesaj vardı, "Aşkım akşam için kızmadın umarım, Hikmetle Sevgi çat kapı geldi. Otururken sevişmeye başladılar, ben de dayanamadım, ama sensiz de hiç güzel olmadı!" yazıyordu. Sevgi'nin akşam gönderdiği fotoya tekrar baktım, Hikmet amcığında, vibratör sevginin elinde göt deliğine sokulmuşken zevkten gözü dönmüş görünüyordu. "Neden kızayım, tadını çıkartalım, kıskanmak yok!" yazdım. Cevap gülücük oldu. Sonra Sevgi, "Akşam üzeri bana gelir misin?" yazdı. "Gelemem, eve gitmeliyim!" dedim. Sevgi, Fatma, şimdi de Merve. Kendi kendime, (Ulan hatları karıştırcaksın iyice!) dedim.
Saat 16:15'de Merveyi aldım işyerinin önünden, gayet rahattı. Bir kilometre kadar aralardan gittikten sonra çok daireli bir binanın önünde durduk. Binaya birlikte girdik. İkinci katta bir dairenin kapısını anahtarla açıp, beni içeri buyur etti. "Kimin burası?" dedim içeri girince. Anlatmaya başladı. 5 yıl önce işyerini açtığında, beraber okuduğu (estetisyen) bir arkadaşını işe almış, kadın başka şehirden olduğu için burayı tutmuşlar, sonra ilişkisi başlayınca arkadaşıyla paylaşmış, o da bir odasını Merve'ye vermiş.
İçeriye girince, kapının üst kısmından aldığı anahtarla odasını açtı. Tam takım bir yatak odasıydı, ama köşede bir masa ve iki koltuk ta vardı. Bir otel tipi mini buzdolabı da vardı. "İki yıldır kullanmıyorum, o nedenle dolap falan boştur. Ama içerden bişeyler bakayım, ne içersin?" dedi. "Ne varsa!" diye cevap verdim. İki dakika sonra buzlu viski ile dolu iki bardakla yanımdaydı. "Bize!" dedim kadehleri tokuştururken. "Umarım!" dedi. Kadehi elinden alıp dudaklarını dudaklarımın arasında aldım, ihtirastan daha çok duygusulallıkla öpüşmeye başladık. Birkaç dakika sonra iyice gevşemiş, kollarımda kendini salmıştı.
Bisiklet yaka ipekimsi bluzunu çıkardım. Muhteşem pembe dantelli bir sütyen içinde göğüslerini avuçlayıp, kulak memelerinden boynuna, sonra da göğüslerine kaydım. Sütyenin üzerinden öpüp koklayarak soymaya başladım. Önce sütyen, sonra kot pantolonu, altta küçücük pembe tangası. Sonra elimden tutup ayağa kaldırdı beni, kendisi de kalkıp gömlek düğmelerimi tek tek çözerken hiç acelesiz her düğmeden sonra açılan yerleri öperek kotumu düğmelerini çözüp çıkardı. Sonra boxerımın üzerinden kalkmış yarağımı avuçlayıp, "Hımmm..." dedi. Yere diz çöktü, önce küçük öpücükler kondurdu yarağımın kafasına, sonra da ağzına alıp alıp çıkarmaya, arada tükürüp tekrar ağzına almaya devam etti. Bu işi biliyordu.
Birkaç dakika yaladıktan sonra onu alıp koltuğa oturttum. "Ben de tadına bakayım!" deyip öne doğru çektim, bacaklarını omzuma alıp dilimle amını keşfe çıktım. Çizgi gibi bir amı vardı, kalçaları ufacık ama çok güzeldi. Amını ve göt deliğini uzun uzun emdim. Klitorisini dilledim ve dilimle siktim bir süre. Sonra internetten öğrendiğim 2 parmak hareketimi yaptım. İlk seferinde tüm sevgililerime yaptığım, hepsinin müptelası olduğu, ortadaki 2 parmakla amcığa seri hareketlerle pompalayınca bu kadınların işer gibi amının suyunu getiren bir hareketti. Merve parmaklarımın ucunda kuduruyor, suları neredeyse yüzüme çarpacak kadar fışkırtıyordu. Bağırışları kesin dışarılardan duyuluyordu. Öyle orgazm çığlığı ilk kez duyuyordum.
Elimi çektikten en az 5 dakika sonra gözlerini açıp, "Ne yaptın sen böyle? O nasıl bir hareket, hayatımda hiç böyle ıslanmamıştım!" dedi. Oturduğu, kaykıldığı koltuğun önü su birikintisi kaplıydı, halı, koltuk sırılsıklamdı. Güldüm elinden tutup yatağa uzatıp, "Şu suların bir de tadına bakalım!" deyip yamuldum amcığına. Birkaç dakika yaladıktan sonra hareketlerinden tam kıvama geldiğini anlayıp, üzerine çıkıp yarağımı amcığına soktum. "Ohhhhh!" diye derin bir kavuşma nidası yükseldi aynı anda ikimizden de. Yarağımı köküne kadar sokup, kafasına kadar çekip tekrar sokarken dudaklarını dudaklarıma aldım. Nefes nefese, hem öpüşüp hem sikişiyorduk. Benim her darbeme o da kalçaları ve kasıklarıyla cevap veriyordu.
Bir süre siktikten sonra, Merve, "Geliyorum aşkım!" dediğinde, ben de saldım döllerimi amcığına. Rahattım, yolda gelirken başka çocuk istemediği için tüplerini bağlattığını söylemişti. Birer sigara yaktık. Yastığın üzerine dirseğine dayadığı başıyla beni izleyip sigarasından derin nefesler alıyordu. "Eminim söylemişlerdir, ama muhteşem bir adamsın!" dedi. Gülümseyerek, "Karşımdaki muhteşemse ancak!" diye cevap verdim. "Aşık oluyorum kesin!" dedi yüzünü iki eliyle kapatıp...
İçeride bir buçuk saat kalmıştık. "Beni işyerime bırakır mısın?" dedi. Bıraktım. Arabadan inerken, "Yazarsın, doktor 2 gün daha yok!" dedi. Eve giderken karım aradı. Köyden dedesi ile babaannesi gelmiş, bu gece annelerinde kalabilir miymiş diye sordu. Canıma minnet. Eczacı arkadaşa uğradım, bir çay içip, bitmiş olan bitkisel takviye hapından 2 kutu alıp, arabanın bagajındaki ilk yardım çantasına zulaladım. Bir tanesini de içtim. Canım göt sikmek istiyordu. Fatma'yı arayıp, eve gitmeden yarım saat zamanım olduğunu, özlediğimi söyledim. Fatma da, "İstersen 5 dakika olsun, ona bile razıyım, bekliyorum!" dedi...
Fatma çırılçıplak karşıladı bu kez beni. "Zaman yok dedin!" diye kıkırdıyordu. Mutfağa götürdü. Balla kaymak koymuştu bir tabağa. "Aşkım!" dedi, parmağını daldırıp kaseye ağzıma uzattı emerek yalayıp yuttum. Sonra sol göğüs ucuna koydu bir parça, ısırarak yaladım. Sonra diğer göğsüne, göbek deliğine ve amcığına, hepsini yaladım. Sonra bir parmak ta ben aldım, bunu tezgaha ellerini dayayarak domaltıp, göt deliğine sürdüm bal ve kaymağı, dilimle yalayıp parmağımı soktum. Ohhhh, Ahhhh sesleri yükselirken amcığına dil darbeleri atarken orgazm oldu.
Amının sularını göt deliğine sürdüm ve yarağımı götüne sapladım. "Ahhh, aşkım yırttın, çok acıdı, ama sik aşkım, harikasın erkeğim!" diye inliyordu. "Yavrum bu göte hastayım, gerçi senin heryerine hastayım ya, offf, orospum benim!" dedim. Sanki o da bu lafları dememi bekler gibiydi, "Ohhhh, sik beni, siktir beni, bu orospuyu sat sermayen olayım, sokaklarda her bulduğuna siktir beni!" diye bağırarak orgazm oluyordu, parmaklarım amında, yarağım götünde çalışırken...
Ben de götüne boşalıp sigaralarımızı yaktığımızda, kocasının yatakta küfrederek sikmeyi sevdiğini, zamanla alışıp kendisinin de çok zevk aldığını anlattı. Zamanım yoktu, sigaradan sonra öpücükle uğurladı beni :)
[Orhan]
102 notes · View notes
nesrin-c · 11 months
Text
Beni her ölüm etkiler.
Tanımasam bile üzülürüm
Yitirilmiş ümitlere...
Hiç gerçekleşmeyecek ideallere,
Yaşanmamış sevgilere üzülürüm.
Bu yüzden, korkarım yaşamı ertelemekten.
Ne yapılması, ne söylenmesi gerekiyorsa
Söylenmeli, yapılmalı.
Seviyorsanız, sevdiğinizi bugün söyleyin.
Sevdanızı bugün yaşayın.
İşinizde yapılacak ne varsa
Bir an önce yapın.
Yarın çok geç olabilir.
Bir anda bitebilir her şey.
Yaşamak için acele edin bence.
Kısa yaşanmışlıklar,
Yaşanmamışlıklardan daha iyidir.
Geriye dönüp baktığınızda keşkeler
Çoğunlukta olmasın.
Uzun vadeli hedefler için bile
Bugünden harekete geçmeli.
Yarınlar çok uzakta olabilir.
Daha okulda başlamıyor muyuz
Ertelemeye yaşamı?
Hep yarına yatırım, bu günü sonra
Yaşamacasına...
İşe gireyim, sonra...
Evleneyim, sonra...
Çocuklar büyüsün, sonra...
Emekli olayım, sonra...
Sonra...
Sonra...
Sonra...
Bu sürecin başında, ortasında,
Yaşam her an sona erebilir.
Sonrası olmayabilir.
Fedakârlıklar güzel ama unutmayalım:
Herkes kendi hayatını yaşar.
Ertelenen
sevdaların
bedelini
ödemiyor yaşam.
Tayfun Talipoğlu....
Tumblr media
149 notes · View notes
nevzatboyraz44 · 6 months
Text
NELER OLUYOR?
TÜRKİYE’YE NASIL BİR TUZAK KURULUYOR?
Şuan Türkiye’de;
1-Van DEM Parti adayı Abdullah Zeydan’ın mazbatasının verilmemesinden çok daha öte şeyler yaşanıyor.
2- Van’da başlayıp Siirt, Batman, Diyarbakır, Adana, İstanbul ve daha bir çok il ve ilçelerde başlayan olayların, seçimden sadece iki gün sonra bu kadar yayılmasının başka sebepleri de var. Bence bunların acilen dikkate alınması lazım.
3- PKK’nın direk sokak çağrıları, Kobani olaylarının ilk anlarını andıran protestolar daha da yayılabilir, Çok ciddi güvenlik krizine hatta İstanbul dahil, bir çok yerde sokak terörüne dönüşebilir.
4- 31 Mart yerel seçimlerinde CHP-HDP ortaklığının kazandığı moral üstünlük Türkiye’yi çok ciddi iç bölünmelere, çatışmalara hatta bölgesel krizlere sürükleyebilir. Bunun işaret fişeği ateşlendi. Bu ortaklık sadece demokratik tercihler için kurulmadı.
5- Aslında bu olayların başlayacağını zaten biliniyordu, bekleniyordu. Abartmıyorum, bekleniyordu. Neden? Anlatalım:
6- Türkiye’den Basra Körfezi’ne uzanan, bölge ülkelerini ekonomik, güvenlik hatta siyasi yakınlık olarak birbirine bağlayacak Güney Koridoru inşa ediliyor. Türkiye ve Irak, gecikmeli de olsa, bu konuda anlaştı.
7- Bu Koridor, Çin’den Londra’ya uzanan, Türkiye’yi ana eksenlerden biri yapan Orta Koridor’un benzeri. Sadece ekonomik değil, coğrafya inşasının da önemli bir parçası.
8- Bu kapsamda, Irak’ın Kuzeyi’nde tarihin en büyük operasyonlarından birine hazırlık yapılıyordu. Koridorun güvenliğini tehdit eden ne varsa bölgeden temizlenecek.
9- Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Bu yaz Irak’ın kuzeyinde PKK’nı kalıcı olarak bitireceğiz. Ölümcül darbe indireceğiz” cümlesi bunun açık ilanıydı. O bölgede PKK tamamen temizlenecekti.
10- Türkiye ve Irak yönetimi, Koridor güzergahının güvenliğinin kalıcı olarak çözülmesi için kapsamlı anlaşmaları yaptı. Sadece ne zaman başlayacağı tam tarih olarak bilinmiyor. Ancak Nisan sonu-Mayıs ayı içinde bekleniyor.
11- Seçimlerden sonra, işte bu büyük operasyonun engellenmesi için Türkiye içinde, PKK’nın öncülüğünde, CHP’nin koruması altında çok büyük kitlesel hareketlerin, tepkilerin örgütleneceği hatta şehir terörünün yeniden devreye alınabileceği zaten biliniyordu.
12- PKK bu tepkiyi Van’daki “Mazbata olayı” ile başlatmış oldu. O olmasa da başlayacaktı, belki biraz daha geç başlayacaktı. Aslında bu olayla, güvenlik krizi erkene alınmış oldu.
13- PKK’nın burada iki amacı var: Birincisi; Irak’ın kuzeyinde başlayacak büyük operasyonu içeride büyük krizleri hatta terörü ateşleyerek durdurmak. İkincisi; Güney Koridoru’nun inşasını engellemek.
14- İkinci madde tamamen bölgesel ve küresel güç denklemleri bağlantısını ortaya koyuyor. Hangi ülkelerse (bir çoğunu tahmin edersiniz) bu projeyi baltalamak için harekete geçmiş görünüyor.
15- Bu ülke ve çevreler, PKK’yı en etkin ve en kirli bir şekilde kullanacak. Her şeye hazır olunmalı. Yine bu ülke ve çevreler, CHP’yi en etkin bir şekilde kullanacak, buna da hazır olunmalı. Seçim sonuçları 2 gün içinde güvenlik şantajı olarak Türkiye’nin önüne sürülmüştür!
16- Bu iş, Kobani olaylarının bile ötesine geçebilir. Çok daha yaygın bir krize dönebilir. Türkiye içeride ağır bir bunalıma sokulabilir. Bölgesel etkinlik alanının daraltılması için harekete geçilmiş olabilir.
17- Peki Türkiye tedirgin olup geri adım atar mı? “Terörle terbiye” gibi geleneksel yaptırıma boyun eğer mi? “İçeriden vurup dışarıda durdurma” silahı bu sefer işler mi?
18- Eğer boyun eğerse, “Türkiye’nin bölünebilirliği”, uzun bir aradan sonra yeniden tartışma alanına taşınacak. Bölgesel nüfuz alanındaki genişlemede gerileme dönemi başlatılmış olacak. Bunlar olursa zaten “iç güvenlik” diye bir şey artık bir daha asla mümkün olmayacak.
19- Türkiye boyun eğmemeli. Dışarıda birileri “Türkiye’de iç savaş çıkar” söylemlerini yeniden servis etmeye başladı bile. Bu bile aslında neler olduğunun, olabileceğinin bir göstergesi.
20- Seçim sonuçları ne olursa olsun, “Dirayetli Ülke, Güçlü Devlet” pozisyonu asla terkedilmemeli. İçeride, bunun tam tersi “mantıklı gerekçe” sunanların bu oyunun bir parçası olabileceği asla akıldan çıkarılmamalı. Kim olursa olsun…
21- Önümüzdeki 1, 2, 3 yıl içinde bütün bölge, Doğu Avrupa, Rusya, Pasifik, Doğu Afrika savaş bölgesine dönebilir. Bütün ülkeler buna hazırlık yapıyor ve bu gerçekten de bekleniyor.
22- Böyle bir dönemde her devletin öncelikleri değişmiştir. Bu değişikliği yakında Avrupa ülkelerinde göreceksiniz. Kimse kimsenin gözünün yaşına bakmayacak. Her devlet ayakta kalmak için olağanüstü tedbirlere gidecek.
23- Böyle bir atmosferde Türkiye asla “zayıf ülke, zaaflar devleti” olamaz. Terörle, siyasi şantajlarla, “iyi niyetli nasihatlerle” hizaya sokulursak, küresel bunalımda biz de ayakta kalamayız.
24- Türkiye’nin üstünde hiçbir siyasi önceliğin meşruiyeti yoktur!
İbrahim KARAGÜL
62 notes · View notes
paradoksadam · 3 months
Text
Sizin olmadığınız masada hep siz mağlup kalkarsınız. O masada yoksanız her şey sizin lehinize olsa dahi aleyhinize sonuçlanır. Biz sosyal medyada yokuz. Bu sahaların yazılı yerlerinde de zayıfız. Kavga varken oturup keyif yapan insan haindir. Boş oturmayacağız. Sosyal medyayı gerektiğinde aktif kullanacağız.
Twitter'da, Tumblr'da ya da Instagram'daki tek bir beğeniniz bile bir cevaptır, tepkidir, üstünlüktür. Cehalet; sosyal medyada bizden daha aktif olduğu için kendisini sayıca üstün gösteriyor. Bu da yayılmasına sebep oluyor.
Sosyal medyada harekete geç, tepkini göster.
25 notes · View notes
kitapsevenbiriii · 3 months
Text
Bazen böyle daraldığım anlar oluyor. Boş geçmiş bir günün sonunda, hiçbir şeye yetişmediğim zamanlarda daraldığım oluyor. Kendimi bir yerlere götürüp orda kalmak istiyorum. Ve bu gibi zamanlarda hep kitaplara kaçıyorum. Bir şeyler yapamıyorum, gücüm yetmiyor, vaktim olmuyor... Hemen kitaplarıma gitmek istiyorum. Bazen insanlarda görmek istediğini kitaplar verir sana. O kitaptaki bir cümle bile günümü güzelleştiriyor. Sıkıntılarımın kaybolup gittiğini hissediyorum. Bazen Kur'an-i Kerim'e bazen bir romana bazen bir şiir kitabına bazen de bir deneme kitabına dalıp gidiyorum.
Bugün çıkardığım birçok ders arasından biri : Kendi hayatımıza odaklanmıyoruz!
En tehlikeli örneği sosyal medya. İnsanları izleyip duruyoruz.Komik olan şeyler var, genel kültür olsun diye bir şeyleri takip edip izledik, saatlerce saçma sapan akımları izleyip durduk. Tamam ama bunun bize yararı neydi?
Artık izleyen tarafta değilde harekete geçen tarafta olalım. Hep hayalini kurduğun elbise, araba, kitaplar, eşyalar sende de olabilir. Bizim yapmamız gereken harekete geçmek. İzleyen tarafta olmak istiyorsanız kalalım öyle. Birileri gelip bize el uzatmayacak. Hayatın daha kötü yanını görmemişiz ki böyle rahatız.
Geç olmadan harekete geçelim, çok çalışalım , çok çabalayalım. Olur mu? Geleceğin senin elinde.
Geleceğin sana ihtiyacı var.
19 notes · View notes
moonlight08sblog · 5 months
Text
Düşüncelere ne kadar zaman harcarsan harekete o kadar geç başlarsın.
22 notes · View notes
kosmazsankosamazsin · 5 months
Text
Anne biliyor musun bugün o kadar güzel uyandım ki baba beni yarım saat önceden uyandırmaya çalıştı babaya sen git ben kendim durağa kadar giderim dedim o gitti sonra ben yine uyudum böyle olunca geç kaldım tabi ama yinede çok güzeldi uyku. Okula gittim enerjim baya yerinde böyle şarkı söyleye söyleye herkese günaydın diyorum her zamanki Beyzanın "guluum yavrrım günaydın" diyişiyle daha bı enerjim yerine geldi. Sonra fizik dersine girdik tabi 3 haftadır ders işlemiyoruz bastık gaza konuları yetiştiricez. Hoca derste ay tutulmasını canlandırcaz dedi. Yüzü ay gibi bı öğrenci lazım bize dedi, benim kafa sıradaydı kafamı kaldırdım hoca dedi ahaa bembeyaz gel bakim sen tahtaya, tahtaya çıktım Ege mal mal hareketler yapıyor Emirhan desen orda kışkırtmaya çalışıyor gülmemek için zor tuttum kendimi. Sonra din dersine girdik hocaya o kadar çok üzüldüm ki düşün 34 kişilik sınıfta sadece 3 4 kişi ders dinliyor diğerleri uyuyor empati kurdum biraz sonra dedim bende derse katilicam, çok güzel geçti ders. Matematiğe girdik hoca sinirden çıldırdı kaş göz hareketi yapıyor bana çabuk uyandır şunları diye bide diyo o arka dörtlüyü dağıttım yine de kurtulamadım sizden baktım Mehmet horluyo uyandırdım Ege sakat gibi yatmış onu da uyandırdım Beyza kendi kendine uyandı. Sonra kimyaya girdik, hoca simsiyah giyinmişti işte birkaç kişi hocam azrail mı oldunuz, cenazeye mı gidiyonuz falan diyo ben onlar yerine utandım. İnşallah hoca duymamıştır. Nedense bi bu hocayı ve İngilizceciyi zorbaliyorlar. Hocalar utanmasalar aglayacaklar yani. Kadının boğazı yırtıldı susun demekten. Sorulara birkaç kişi kalktı. Ben 1. Ders uyudum çünkü konuyu biliyordum 2. Ders derse katıldım. Okuldan çıktık ben sağlık ocağına gittim sonra kargomu aldım sonra geri sağlık ocağına gittim. Gelirken hep aklımda biri vardı. Ona göndermek için o kadar büyük bı hevesle video çektim ki. Videoyu defalarca kez çektim. Yolları karıştırdım, şarkıyı karıştirdim, etraftaki insanlar ben şarkı söylüyorum onlar bakıyor falan ama gram umrumda değil. Çünkü o kişiye değer. Eve gelince abla dedi babayla anneye çay demle işte yolda geliyorlar, çay demledim, yemek yaptık sonra siz geldiniz eve. O sırada videoyu atmam gereken kişiye attım ama o görmedi, görmemesi gereken biri gördü o yüzden sildim. Tekrar göndermek istiyorum ama şuan o kadar hevessizim ki hani o kişi yanında olmasa bile onun enerjisini hissedersin ya benimki de öyle ,onun o enerjisi bendeki hevesi aldı. Buna ben sebep oldum farkındayım ama bende çok yoruldum ve nasıl düzelticem bilmiyorum. Hani günüm gerçekten çok güzel geçiyor ama tek bir değer verdiğim kişinin bana soğuk yapmasına bakıyor. Neşem yerle bir oluyor. Az önce babalar yemek yedi. Beni çağırdılar ama yok işte o iştah ta kaçıyor, 2 3 kaşık çorba içtim sofradan kalktım. Seninde başın ağrıyor yatıyorsun, çabuk iyileş anne. Hastalığın yeniden başlamış ama kendini çabuk toparla, baba sensiz yapamaz her ne olursa olsun bu aile sensiz yapamaz. Şimdi yataktayim bunları yazıyorum. Ders çalışmam gerek, motivasyonum tavan ama harekete geçemiyorum. Sırf seni utandırmak, bana söylediğin o lafları sana hatırlatmak için kalkıp çalışıcam. Ama sen bunları bilmesen de olur
22 notes · View notes
amezhu · 4 days
Text
Heaven Official's Blessing▪︎
232. BÖLÜM - Hünerli zar - Yuvarlanan hep yek kalbi korkutuyor - 4
Mu Qing derin bir nefes aldı ve kabul etti, “…Doğru, Feng Xin’i inciten bendim.
Feng Xin çok öfkelenmişti, “Onun kesinlikle sen olduğunu biliyordum!”
Mu Qing Xie Lian’a döndü, “Ama bunun sebebi Cennet başkentinin işi bitmiş olmasıydı.  O sıra tüm cennet mensupları kaçmak için bir yol arıyordu fakat o hala gitmeyi reddederek orada kaldı ve çağırıldığında da dinlemedi. Eğer kalmaya devam etseydi er ya da geç karma ateşleriyle yanıp kül olurdu, İşte bu yüzden onu sana fırlatmadan önce onu itmeyi planladım!”
“Ama onu bana vermedin, onun yerine kayboldu ve buraya geldi.” Dedi Xie Lian.
“Çünkü yolda küçük bir kaza oldu.” Dedi Mu Qing.
“Ne kazası?”
“Şu cenin ruhu.” dedi Mu Qing, “Aniden bana arkadan pusu kurdu, beni ısırdı onu götürmemi reddederek ısırmayı bırakmadı. Cennet başkenti tekrar şekillenmeye başlamadan önce onu yukarı çekecek şansım olmadı, yani…”
Yani Feng Xin bir şekilde altındaki toprak parçasıyla birlikte buraya taşındı.
Eğer bu doğruysa Mu Qing iyi bir şey yapmaya niyetlenmişti ama yanlışlıkla işleri daha kötü hale getirmiş ve Feng Xin’e ayıp etmişti. Çok tuhaf bir durum.
Xie Lian “Neden bunu daha önce söylemedin…” dedi, Feng Xin de şüpheliydi, “Beni cennet başkentinde ölüme terk etmeyi planlamadığına emin misin? Beni yere yıkmayı ve orada bırakmayı?”
Mu Qing'in yüzü sertleşti ve Xie Lian'a döndü, “Cenin ruhu tüm zaman boyunca onun göğsünde çömeliyordu ve daha sonra kadın hayalet Jian Lan da geldi, Onun yanmasını izlemek yerine uyandıracağını veya Feng Xin'i hareket ettireceğini düşündüm.”
Böylece Xie Lian da anladı. Mu Qing suçluluk duygusundan kurtulmak için gelmişti sonuçta Feng Xin’i iten oydu. Sorumluluk duygusu nedeniyle doğal olarak biraz çaba harcaması gerekiyordu. Tüm yol boyunca gergin ve sabırsız olmasına şaşmamalıydı, muhtemelen Feng Xin’in ölebileceğinden endişelenip korkmuştu…
Ancak bu bahaneler dizisine inanmak zordu. Feng Xin çılgınca onun saçını çekti, “İŞLERİ NE KADAR DA KARIŞTIRDIN! ONLARI ARADIĞIMI BİLMİYOR MUYDUN? EĞER BENİ İTMESEYDİN BELKİ ONLARI BULABİLİRDİM!”
Mu Qing sakince konuştu, “Cenin ruhu, yüzü olmayan beyazın emrinde, yüzü olmayan beyaz onlara kötücül bir şey yapmaz. Ve senle gitmek istemediler, yani geride kalmak sadece zaman kaybı. Onlara binlerce kez seslensen de boşa olurdu, bu yüzden neden ilk önce cennet başkentini terk edip sonra da bir fırsat bulunca onları aramayasın? Ben sadece o anda tüm hepiniz için mümkün olan en iyi kararı verdim.”
Feng Xin onun olduğu kadar sakin değildi, “Mümkün olan en iyi seçimmiş götüm! Senin ailen değil tabi öyle dersin! Bekle, bunu derken ne kastediyorsun? Beni kurtarmaya ve gitmemi sağlamaya mı çalışıyordun?”
Ancak Hua Cheng sözünü kesti, “Bu kadar boş konuştuğunuz yeter, soruma cevap ver; Jun Wu sana ne dedi?”
Mu Qing çenesini kapattı ve biraz tereddütlüydü.
Hua Cheng ona baktı, “Şu an onun emri altında mısın?”
Mu Qing aniden cevapladı, “Öyle bir şey yok!”
“O zaman bu lanetli zinciri açıkla.” Dedi Hua Cheng.
Mu Qing uzun zamandır tartışıyordu, ağzı kurumuştu ve bir süre sonra kısık bir sesle konuştu, “Zaten dedim… bana inanmayabilirsiniz.”
“Daha önce sorduğumuzda ölümüne her şeyi inkar etmiştin ve bunu ancak şimdi kabul ediyorsun, bu yüzden tabii ki sana inanmak zor olacak.” Dedi Feng Xin.
Mu Qing biraz kızmıştı, “Neden inkar ettim acaba? Eğer olup bitenleri sana daha önce anlatsaydım, zaten bana kesinlikle inanmazdın! Bu tavırla kim herhangi bir şeyi kabul eder ki? Her şeyi kabul ettiğim an kendimi hiçbir şekilde açıklayamazdım. Bu yüzden hiçbir şey itiraf etmesem de olurdu!" Ayrıca, Feng Xin'in başına bir şey gelmemesi büyük bir şanstı ama tüm bu olay oldukça utanç vericiydi ve kişiliği gereği bunu itiraf etmek istememesi de normaldi.
Xie Lian tüm zaman boyunca onu sabırla dinlemişti, “Bırak bitirsin.”
Mu Qing, Xie Lian'a baktı ve zorlukla sendeleyerek konuşması bir an sürdü "Bu... Çünkü benden Ekselanslarına zarar verici şeyler yapmamı istedi, ben reddettim, bu yüzden..."
Hua Cheng onun yerine devam etti, "Yani, bir öfke nöbetinde sana lanetli bir zincir mi taktı?"
Mu Qing konuşmadı.
“Başka bir şey?” Feng Xin ısrar etti.
Hua Cheng'in yüz ifadesinde kayda değer bir şey yoktu: "Az önce söylediğin sözlere yürekten inanıyor musun?"
“…”
Mu Qing sanki büyük bir aşağılanmaya maruz kalmış gibiydi ve soğuk bir sesle, "İsterseniz inanın. Feng Xin'i bayıltmamda bir yanlış anlaşılma var ama ben kimsenin emri altında değilim," dedi.
Feng Xin cevapladı, “Mu Qing… en iyisi doğruyu söylemen.”
Mu Qing onun yüz ifadesini görünce eklemleri çatladı, "Söylediklerim gerçekti! Ne duymak istiyordunuz? Jun Wu'ya teslim olduğumu ve hepinize zarar vereceğimi mi? Aklınızdaki kişi ben miyim? Ekselansları?"‌
Xie Lian'a baktı, gözleri duygusaldı. Xie Lian uzun süre dalgın dalgın ona baktı ama tam konuşmak üzereyken Hua Cheng kollarını kavuşturup önüne kalkan yaptı ve Mu Qing'in gözlerine bakarak sessizce konuştu, "Ekselanslarına böyle bakmana gerek yok. Ne de olsa bir geçmişiniz var."
"Sana sormadım!" diye karşı çıktı Mu Qing, "Ne geçmişi?"
Hua Cheng gülümsedi, "Ne geçmişi mi? Ekselanslarının elinden bir parça ruhani toprak çaldıktan sonra xiulian uygulamak senin için nasıl gitti?"
Gülümsemesi tüyler ürperticiydi ve ses tonu daha da çirkindi. Mu Qing şaşırdı, yüzü soldu ve istemeden birkaç adım geriye doğru sendeledi, "SEN!..."
Mu Qing'in kendisi de Xie Lian'la ruhani topraklar için dövüşme olayının etik olmadığını biliyordu, bu yüzden insanların bunu ortaya döküp parmaklarını ona doğrultmalarından en çok o korkuyordu. Hua Cheng'in ses tonu hafif olsa da güçlü ve acımasızdı.
Mu Qing şaşırmıştı ama Xie Lian da şaşırmıştı. Onun şaşırdığı şey, Hua Cheng'in bu olaydan nasıl haberdar olduğuydu.
Ne Xie Lian ne de Feng Xin dedikoducu tipler değildi ve insanların arkasından doğru ya da yanlışları tartışmaktan ya da herhangi bir şeyi yaymaktan asla hoşlanmazlardı. O sırada Mu Qing'in gidişi onlar için büyük bir şok olmuştu ama bu konuda kimseye bir şey söylememiş ya da şikâyette bulunmamışlardı. O uğurlu toprak parçası için yapılan kavgaya gelince, daha sonra Xie Lian bundan bir daha hiç söz etmemiş ve kimseye de bahsetmemişti. Feng Xin'in de aynı durumda olduğundan emindi.
Bu otuz kadar cennet mensubu, xiulian uygulamak için bir başkasının ruhani toprağını çaldıklarını doğal olarak kimseye gönüllü olarak söylemezlerdi, bu yüzden ya her şeyi tamamen gizli tutarlardı ya da gerçeği çarpıtırlardı. Bu nedenle, Xie Lian daha sonra bu olay hakkında bir daha hiç konuşulduğunu duymadı.
Eğer durum böyleyse, Hua Cheng bunu nasıl öğrenmişti?
Cennet Sarayına birçok casus yerleştirmiş olsa bile, bu olay gerçekten çok uzun zaman önceydi, yaklaşık sekiz yüz yıl geçti ve olaya karışanların çoğu tek bir kelime bile etmedi, yani Hua Cheng'in bu yıllanmış karmaşayı ortaya çıkarması gerçekten mümkün müydü?‌ ‌
Mu Qing sordu, "Ve sen bunu nasıl biliyorsun? Kim söyledi?” Feng Xin'e baktı, sonra Xie Lian'a baktı ve sonunda baktığı kişi yine Xie Lian'dı. Hua Cheng alay etti, "Ekselanslarına bakmana gerek yok, Ekselansları bana böyle şeyleri asla söylemez. Bu, karlı dağın tepesinde ikinizin de bağırdığı bir şeydi, unuttunuz mu?"
Mu Qing'in yüzü solgunlaşıyordu. Xie Lian'ın şaşkınlığı biraz azalmıştı ve terlemesine engel olamadı.
Feng Xin ve Mu Qing birbirlerinin boğazına sarılmaya başladıklarında, sık sık eski kavgaları deliler gibi canlandırır ve çılgınca birbirlerinin ayaklarındaki halıları çekerlerdi, bu yüzden kesinlikle yıllanmış eski pislikleri dinamit gibi paketleyip birbirlerine fırlatırlardı. Hua Cheng'in o sırada bu kadar öfkeli olmasına şaşmamalı. Ama Xie Lian yine de belli belirsiz bundan daha derin bir şey olduğunu hissetti.
Xie Lian'ın aklına başka bir şey daha gelmişti: Kırmızı Kaplı Hayalet ve Sivil ve Savaş Tapınaklarının Yakılması. Hua Cheng, otuz üç göksel yetkiliyi yendiği tek bir savaştan sonra bir gecede ünlenmiş ve alev alev yanan bir ateş ölümlüler diyarındaki tüm tapınak ve mabetleri yakmıştı.
Xie Lian, ruhani topraklar için kendisiyle savaşan cennet mensuplarının sayısını çoktan unutmuştu; unvanları, yüzleri ve söyledikleri sözler bile aklından çıkmıştı. Sadece hayal meyal otuz kişi olduklarını hatırlıyordu.
Peki gerçekten asıl sayı kaçtı?
O zamanki bazı cennet mensuplarının otuz tanesi olabilir miydi?
Eğer öyleyse, bu Hua Cheng'in olaydan uzun zamandır haberdar olduğu anlamına gelmiyor muydu?
Mu Qing'in "O zaman o zamandır bu zaman bu zaman! Her halükarda, bunu hiç düşünmemiştim..." diye homurdanması bir an sürdü.
Tam tartışıyorlardı ki, aniden Xie Lian'ın bacaklarından biri tekmelendi ve bağırdı, “DİKKAT ET!”
Mu Qing bunu hiç beklemiyordu ve anında yere yuvarlandı. Vın, vın ve iki keskin, ürpertici hava üzerinden geçerek duvara çarptı. Mu Qing ayağa fırladı ve göğsündeki ayak izinin tozunu sirkeledi, “BİLEREK Mİ YAPIYORSUN?? İLK ÖNCE SALDIRMAK MI??”
Xie Lian zihni meşgulken cevap verdi, "Üzgünüm üzgünüm, cidden kasıtlı değildi.” Kasıtlı olsaydı, Mu Qing şimdiye kadar duvardaki insan şeklindeki bir deliğe dönüşmüş olurdu. Herkes başını çevirip baktı; duvarın üzerinde iki keskin kılıç saplanmıştı ve kılıçlar hâlâ titriyordu. Feng Xin bağırdı, “KİM VAR ORADA?”
“Orada kimse yok.” Dedi Xie Lian, “Kendi kendilerine hareket ettiler.”
Klink, klank. Etraflarındaki her şeyden öldürücü aura fışkırdı. Duvarlara asılı silahlar ağırlaştı, şiddetli bir şekilde sarsıldı, öyle ki tüm oda sarsıntıdan inliyordu.
"Çabuk buradan gidelim!" diye bağırdı Xie Lian.
Yine de beklenmedik bir şekilde, eskiden girişin olduğu yere doğru koştuğunda, Feng Xin bağırdı, "NEDEN ORAYA KOŞUYORSUN? ORADA YOL YOK! Kapı nerede? Bu odanın bir kapısı olamaz mı? NASIL ÇIKACAĞIZ?"
"Eskiden bir kapı vardı!" diye haykırdı Xie Lian, "Ama gitmiş! O kollara ne oluyor? Öldürme niyeti neden aniden patladı?"
Hua Cheng iki parmağını kullanarak kendisine doğru uçan uzun bir kılıcı yakaladı ve fazla güç uygulamadan kılıç kırıldı, parçaları yere düşerken çatırdadı. Konuştu, "Birileri onları kullanmayalı çok uzun zaman oldu ve yalnız kaldılar. İnsanların geldiğini hissettiklerinde öldürmek istediler, hepsi bu."
Diğer ikisi bilinçsizce Mu Qing'e bakmak için başlarını çevirdiler. Mu Qing anında, "BUNUN BENİMLE BİR İLGİSİ YOK!" diye bağırdı.
“Ama,” dedi Hua Cheng, “Bizi buraya sen getirdin.”
“Sadece cenin ruhunu gördüğüm için bu yolu işaret ettim.” Mu Qing karşı çıktı.
Hua Cheng de karşılık verdi, “Yalnızca sen gördün.”
‌Mu Qing’in diyecek hiçbir şeyi yoktu ve yumruklarını sıktı. ‌ Feng Xin konuştu, “Pekala şimdi ne yapıyoruz?‌ Bu silahlar kendilerini sakinleştiremez mi?"
‌ ‌ ‌Hua Cheng cevaplamadan Xie Lian aniden bu tür canavar ve şeytanlarla nasıl yüzleştiğini hatırladı ve mırıldandı, “Mümkün! Ama… öldürmelerine izin vermeliyiz.”
“Ama şu an buradan çıkış yok.” Dedi Feng Xin, “Ve burada yalnızca kilitlenmiş dördümüz varız. Nasıl öldürmelerine izin vereceğiz? Neyi öldürebilirler?”
Tam Xie Lian konuşmak üzereyken, Hua Cheng aniden şöyle dedi, “Üçümüz.”
“Ne üçü?” Feng Xin sorguladı.
“Sadece düzeltiyorum, hepsi bu.” Dedi Hua Cheng, “Burada kilitli olan yalnız üçümüzüz.”
Xie Lian kafasını çevirdi. Tabii ki cephanelikte dördüncü kişi olması gereken Mu Qing yok olmuştu.
Doğruydu. Mu Qing’in durduğu yerden boş havadan başka bir şey yoktu. Feng Xin sersemlemişti, “Bu nasıl olabilir? Az önce orada duruyordu!”
Hua Cheng daha önce böyle bir şeyle karşılaştığından hiç de şaşırmamıştı ve konuştu, “Artık yüzü olmayan beyazın bölgesindeyiz. Herkes onun emirlerine uyar, korkacak hiçbir şeyi yok yani tabii ki istediği gibi insanları götürebilir.”
“…”
Daha önce, Feng Xin'in Mu Qing'e tamamen inanmadığı zamanlarda sarf ettiği sert sözler çoğunlukla öfkeyle söylenmişti, ancak şimdi gerçekten ne diyeceğini bilemiyordu. Sonunda, "Ekselansları, Mu Qing, o, o gerçekten... olabilir mi?" diyene kadar uzun bir süre geçti.
Xie Lian hemen cevap verdi, "Şu anda bu konu hakkında konuşmayalım. Bu silahlar şiddete başvurmak üzere, önce onları sakinleştirmenin bir yolunu bulmalıyız, aksi takdirde lime lime edileceğiz.”
Ardından sırtında taşıdığı Fang Xin'i çıkardı. Ancak Hua Cheng kararlı bir şekilde elini bastırdı.
Xie Lian şaşırarak başını çevirdi ve Hua Cheng'in dikkatle ona baktığını, gözlerinin kenarlarında yavaş yavaş kırmızının yayıldığını gördü.
Karanlık bir sesle, "Gege, kılıcı çekerek ne yapmayı planlıyorsun?" dedi.‌
8 notes · View notes
Text
Yengemi Arabada Sikilecek Kıvama Getirdim! (Ahmet 30 Y., Erzurum)
Yengem (amca oğlumun karısı) kendimi bildim bileli hastası olduğum ve her görüşümden sonra mutlaka 31 çekerek rahatladığım biri. Yengem 46 yaşında olmasına rağmen, hele de o götü yok mu, onun o götünü görüp te dayanabilecek erkek tanımam. Yengemlerin askerden yeni gelen oğlu, komşu ilçeden kız kaçırınca, ortalığa aniden düğün bayram havası yerleşti. Bu en çok benim işime yaradı, çünkü yengemle ne kadar çok aynı ortamda bulunursam, onu o kadar çok elleme fırsatı buluyordum. Yengemi defalarca elledim. Kocasının, ya da oğlunun, ya da kardeşlerinin, ya da kayınlarının yanında ellenmedik yer bırakmazdım. Amı hariç! Oraya ellememe her seferinde bir şekilde engel olurdu. Yengemi bir türlü anlayamazdım, çünkü bazen ellememe izin vermesine rağmen, bir türlü ileriye gitmezdi...
Artık ilk fırsatta, bedeli ne olursa olsun yengemi sikme kararı aldığım bir dönemde, işlerimin ters gitmesi canımı epey sıkmıştı. O gün evlerinin önünden geçerken, pencereden yengemin seslenişiyle irkildim ve kafamı kaldırdığımda yengem beni çay içmeye çağırdı. Gittiğimde evde hiç kimsenin olmaması beni heyecanlandırdığı gibi ateşledi de. Biraz sohbet ve moralden sonra, yengem mutfağa çayları tazelemeye gidince, ben de birşeyler atıştırmak bahanesiyle arkasından gittim. Yengem çay doldururken etrafından geçme bahanesiyle hafif elledim. Tepki gelmeyince arkasına geçip götünü avuçladım. Yengem aniden irkildi ve döndüğü gibi tokadı yapıştırdı. Bunu hiç beklemediğim için sersemledim ne yapacağımı şaşırdım, utanarak evi terk ettim. Bu olayın üzerine birkaç ay evlerine gitmeyince, amca oğlunun dikkatini çekmişti. Ama her davetinde bir bahaneyle atlattım. Ta ki oğlu kız kaçırıncaya kadar...
Bu durumda mecbur ilgilenmek zorunda kaldım ve mahkemeydi, dava, düğün derken epey yoruldum. Bu yorgunluğuma karşılık, amca oğlum, "Erzurum'a gidilecek, alış-verişe..." diyerek beni de davet edince kabul ettim. Beni almaya geldiklerinde taksinin önünde her iki amca oğlum oturuyordu, arkada ise kız kaçıran yeğenim ve yengem vardı. Yengemi görünce utanmama rağmen tepki gösteremedim. "Hadi çabuk bin!" dedikleri için direk yengemin yanına oturdum. Yolda amca oğullarının sohbeti git gide hararetlenince, farkında olmadan yengemle bacaklarımızın yapışık olduğunu hissettim. Yengemi daha önce böyle yakaladığımda, birçok kez mutlaka ellememe rağmen, şimdi bir türlü cesaret edemiyordum. Ama ikimizin de terlediğinin farkına varınca, tekrar şansımı denemek istedim. Ve yavaşça elimi yengemin bacaklarında gezdirmeye başladım. Hem bir taraftan milleti daha hararetli tartışmaları için kışkırtırken, bir taraftan da yengemi iyice ellemeye başladım. Ama tam ısınınca Erzurum'a vardık...
Erken dönüp, düğün grubuna yetişmek isterken, alış-veriş, gezme, yemek derken epey geç döndük. Karanlık daha çok işime yarayacaktı. Ama ya yengem yanıma oturmazsa hiçbir işime yaramazdı. Korktuğum olmadı ve en son binen benim yanıma yengem düştü. Yeni aldığım eşya poşetlerini bacaklarını kapatacak şekilde yengemin kucağına koydum, ki rahat çalışayım diye. Ve Erzurum'dan itibaren yengemi ellemeye başladım, çünkü kaybedecek hiçbir saniyem yoktu. Yengemin bacaklarında ve götünde elim gezerek, elimi amına doğru hareket ettirdim. Elim yengemin amının kıllarını hissederken, yengem koluyla engel olmak istedi. Kocası, oğlu ve kaynı varken ses çıkartamaması beni daha çok heyecanlandırıyordu. Bu esnada elimi yengemin karnında ve meme ucunda gezdirince, yengemin kendini serbest bırakmaya başlaması beni hemen aşağıya, yani amına yönlendirdi. Ve okşaya okşaya amına geldim ve amını herkesin içinde parmaklayıp okşamaya başladım...
Acayip tahrik oldum. Yengeme bakınca ise, gözlerini kısmış, dudağını ısırmakla meşguldü. Bunu fırsat bilerek amını iyice parmakladım ve inanılmayacak kadar kısa bir süreçte ıslanınca, orgazm olduğunu anladım ve parmaklarımı geri çektim. Ve yarağımı dışarı çıkararak yengemin eline verdim. Yengemin eli değer değmez eline boşaldım. Yengem temiz eliyle çantasından kağıt medil çıkardı. Ben sikimi temizlerken yengem de elini temizlendi. Sonra ikimiz de yolculuğun kalanını dinlenerek geçirdik...
Eve vardığımızda millet toplanmış, davul zurna çalıyordu. Kalabalığa hoşgeldiniz dedikten sonra yengeme yanaştım ve kulağına fısıldayarak, "Hoşuna gitti mi?" diye sordum. Yengemin cevabı beni epey şaşırttı, "Hayır! Çünkü ben yarağını amıma istiyorum!" dedi. Bunun üzerine plan yapmaya başladım. Damadın malzemelerinin olduğu odanın anahtarı sadece bende olduğu için, bilinçli olarak odanın ampulünü gevşettim ve yengeme yardımcı olmasını, orada üstümü değiştireceğimi söyledim. Yengem ampülü değiştirmek için benden anahtarı aldığında, yengeme sessizce, "Külodunu çıkartıp orada beni bekle!" dedim. Yengemden birkaç dakika sonra da ben, "Üstümü değiştirip geleceğim..." diyerek kalabalıktan ayrılıp peşinden gittim. Yengem karanlık odada beni bekliyordu...
Yengeme sarıldığımda, yengem biri görecek diye korkuyor, "Yapmayalım!" diyordu. Eteğini kaldırıp bacaklarını elleyince, yengemin hazırlanıp külotsuz beklemesi, dudaklarına yapışmama sebep oldu. Sonra bacaklarını aralayıp, hafif kıllı amına yumuldum. Her dil darbemle yengem başımı daha çok sıkıyor, daha çok inliyordu. Yakalanma riskimiz olduğundan hemen yarağımı amına sokmalıydım, daha sonra geniş zamanda her türlü zevki yaşatacağıma dair söz verdikten sonra, yengemi sırtüstü damadın yatağına uzatıp, bacaklarını açtım. Yarağımı amının dudaklarında gezdirince, içine sokmam için yalvardı. Yarağımı hafif hafif amına sokup çıkarınca, gözleri döndü. Ve beklemediği bir anda aniden yarağımı tamamen amına kökledim. Ve amını kökleye kökleye siktikten sonra içine boşaldım...
Yengem tam kalkıp külodunu giymek için domalınca, arkasına geçip yarağımı götüne sürttüm. "Ordan olmaz, hiç yapmadım!" demesine rağmen götünü sikmek için ikna ettim ve hem yarağımı hem de göt deliğini iyice tükürükledim. Yengemin yaşına rağmen çok dar bir göt deliği vardı, ama bu o götü sikmeme engel olmayacaktı. Hayalimdeki kadını köpek duruşuna getirerek, yavaş yavaş yarağımı götüne soktum. Ve sikmeye başladım Çok dar olmasından dolayı acayip bir zevkleniyordum. Kısa bir hırpalamadan sonra götünün içine boşaldım. Ayak seslerini duyunca toparlandık. Yengem kıçına külodunu giyip, odadan çıkamadan dudağımı öperek, "Devamını isterim!" dedi. "Ben de isterim yenge!" deyip gönderdim yengemi. Sonra ben de hazırlandım ve çıktığımda kalabalıkta yengem hiçbir şey olmamış gibi gülerek karşıladı beni...
Gecenin ilerleyen saatlerinde gülerek koluma girdi ve "Götüm çok acıyor, ama umurumda değil, müsait bir anda o yarağı tekrar istiyorum!" dedi. Dört gün geçti ve ben müsait anı sabırsızlıkla bekliyorum. Yengem, seni seviyorum, senin amını ve götünü :)
[Ahmet]
205 notes · View notes
ikiodabirkafa · 1 month
Text
Bugün kardeşimle o kadar iyi bir menü çıkarttık ki, akşam yemeği faslımız yeni bitti sjfkglbş Eğitimden sonra geç çıkınca en azından azcık dışarıda hareket olsun diye yürüyüşe çıktık, sonra yolda inanılmaz hoşuma giden bir dondurmacıdan dondurma aldık. Eve doğru gelirken akşam yemeğini düşüniyorduk ki dönercinin önünden geçtik ama sonra evde hazır bekleyen carpaccio aklımıza geldi ve ortaya dürüm carpaccio menüsü çıktı ajfkgk
Günün yorgunluğunu da üstüne koyunca tam uyuyacak moddayım ama kardeşimle vakit geçiricez diye yine yürüyüşe çıktık. Söz konusu bu velet olunca kendimi hiç düşünemüyorum sjfkgl
11 notes · View notes
zemheri-zebanisi · 6 months
Text
Şuraya birşeyler yazmak isterim.
Şu son 3-4 gündür kendi içimde bazı kavgalar veriyorum, sürekli kafama şu soru takılıp duruyor: "Sen bu imtihan dünyasına ne amaçla geldin, madem herkesin kendince bir başarımı var, sen bu hayata neyi başarmak için geldin?". Daha sonrasında ise bu zamana kadara yaşadığım onca zamanı, anı aklıma getiriyorum. Travmalar dışında kendimde keşfettiğim şeyler, resim çizme konusundaki yeteneğimi 15 yaşında keşfetmiştim mesela. Bu alana yönelmiş olup kendimi düzenli ve önem vererek geliştirseydim şuan nerede olurdum. Ya da 17 yaşında keşfettiğim müzik yapabilme yeteneği. Acaba konservatuvar okuyor olsaydım nerede olurdum.
Sonrasında ise yaşadığım ülkemin durumuna bakıyorum, kimsenin sanata değer verdiği yok. Ülkemde değere gören 3 temel alan var: Tıp, Hukuk ve Ticaret. Buna bağlı kalmak zorundaydım ve şuan temel bilimler fakültesinde %100 ingilizceyle matematik okumaya çalışıyorum. Ama hiç mutlu olamıyorum.
Hani şey derler ya: "Hiçbir şey için geç değildir.". Bu ülkede bu söylem anlamsız kalıyor. Artık sanata yönelmem için çok geçmiş gibi hissediyorum, ya da çok resmi düşünüyorum, inan bana emin olamıyorum.
Daha sonra diyorum ki kendime: "Ulan madem resmi düşünüyorsun, hayatında tanıdığın insanlara ne demeli, iki tane konservatuvar mezunu adam tanıdın, biri orkestrada çello çalıyor, diğeri ise kurye. Sence de bu işte bir terslik yok mu, okuyan var okuyan var.". Belki ben de şuan mezun olup bir orkestraya katılmış olabilirdim, ya da herhangi bir metal müzik grubunda ilk albüm çalışmasında olabilirdim. Ama bunlar için artık geç kaldım.
Sonrasında "Madem geç kaldın, sevmediğin, sevemediğin bir bölümü bitirip oradan ilerleyeceksin." diyorum. Sonrasında ise şu soruya cevap arıyorum: "Senin mental sağlığın yerinde mi ki sen bu bölümü bitirebilecek, adam akıllı bir baltaya sap olacaksın." Bu noktada yaşadığım travmalar geliyor gözümün önüne.
Babamı örnek almaya çalışıyorum mental konusunda. Babam her zorluğa göğüs germeye çalışıyor, bu gerçekten insanı çok zorlayan bir davranış, ki babam bile zorlanıp krizlere girebiliyor. "Benim babamdan daha güçlü olmam, her olumsuz duruma katlanmam gerekiyor." diye düşünüyorum, evet 22 yaşımda bunları düşünüyorum. Gençliğim elimden kayıp gitti maalesef, neşeli ve sağlıklı bir birey olamadım, belki bunun için geç değildir.
Buraya kadar okuduysan sana teşekkür ederim, bu yaptığın hareket, benim gibi bir insana değer verdiğini, veya blogumu sevdiğini gösterir.
11 notes · View notes
bilmece · 4 months
Text
Pofpofpof hiç yapasım yooooook!
Bir yandan da terapistim beynimin bir köşesinde duyguya bakma harekete geç duyguya bakma harekete geç diye fısıldıyor ama yok yani. İnat edip çekildiği yönde ilerlemeyen bir katırım sanki.
Niye iş yine bana düşüyor ya bide??? Ona da ayrı gıcık oldum!
9 notes · View notes