Tumgik
#pes etmek için mi bu kadar yol
delikiz · 1 month
Text
Çok güzel bir motivasyon sözü buldum;
“Eğer burada durup bir adım daha ileri gitmeyeceksek, neden bu noktaya kadar geldik”
35 notes · View notes
shlimalzsblog · 7 months
Text
YOLCULUK
Hayatımız uzun yolculuğa benzer. Biz bu yoldaki 'Geldik mi? Ne kadar kaldı?' diye sürekli soran o küçük çocuğuz ,ve hayatta bize 'Az kaldı' diye cevap veren ve yolun bitimini bilen o kişi gibidir... Biz sürekli bu yolculukta sıkılırız, bitsin isteriz, aslında bitmesini değil de o yolculuktaki en güzel yeri, görmek istediğimiz yere bir an önce varmak isteriz.
Bu 'Hayat' denen yolculuk sandığımız gibi kolay değildir. Bu yolculuğa başlarken bizi nelerin beklediği hakkında en ufak fikrimiz yoktur. İlk başlarda yani biz küçükken fark etmeyiz bu yolculukta başımıza neler geleceğini. Ailemiz bizi bu yolculukta kucaklar, bizim o engelleri fark etmememiz için her şeyi yaparlar. Çıktığımız bu yolcukta ilk başlarda ailemiz ile devam ettiğimiz kısımları araba ile ilerliyormuş gibi varsayalım. İlerleyen yaşlarımızda o arabadan inip kendi ayaklarımız üzerinde durmalı ve artık o yolda yürümeye başlamalıyız.
Ailemiz ile olan kısmı araba ile ilerlediğimizi varsayalım dedim çünkü; küçüklüğümüz çabucak geçer ve belli bir yaşa geldiğimizde hayatımızın göz açıp kapatmak kadar hızlı ilerlemiş olduğunu görürüz, bunda ailemizin de katkısı vardır. Belli bir yaştan sonra artık o hız yavaşlar çünkü bu yolculukta olan zorlukları fark edip kendimiz başa çıkmayı öğreniriz. Belli bir yaştan sonra yürümek zorundayız çünkü; zaman yavaşlar, yoldaki engellerle tek başımıza mücadele etmek zorunda kalırız.
Bu yolculukta illaki birileri bize eşlik edecek ve ya etmeye çalışacaktır. Kimisi bu yolda bizi düşürecek ve daha sonrasında arkasına bakmadan kendi yoluna gidecek. Kimisi bizimle yürüyormuş gibi yapıp aslında kendi çıkarları için yürüyor olacak. Bu yolda bir sürü kişi ile tanışacağız. Emin ol hepsinin bir amacı var, bu amaçları yapıp kendi yolculuklarına gidecekler. Gittiklerinde sadece gitmelerine izin vermeli ve arkalarından yere düşmemeliyiz. Senin de birinin hayatında amacın var. Onun yolculuğunda ona bir şeyler gösterecek/öğreteceksin. Yapman gerekeni yaptığında ise tıpkı onlar gibi sende yoluna dönüp ilerleyeceksin. İlerlemek zorundasın çünkü...
Olurda ilerleyemezsen ya da pes etmek istersen bu yol için kendine bir amaç bulmalısın, eğer bir amaç koyarsan pes etmekten vazgeçersin. Eğer olurda bu yola bir amaç koyamazsan sadece dümdüz ilerlemeye çalışmalısın. Eğer yolu yarıda bırakırsan arkanda kalanlar (emin ol) çok fazla üzülecek, neden o yolu bıraktığın için düşünecekler ve belki birileri o yolu yarıda bıraktığın için sana çok kızacak. 'Arkamda kimse kalmayacak' diye düşünemezsin çünkü her zaman ailen dışında birinin hayatına dokunmuşluğun var ve o kişi seni hatırlayacak ve üzülecek. Her zaman arkada bırakacağın biri vardır. Bunu düşünerek bu yola devam etmelisin.
Bir şekilde yoluna çıkan sorunları halletmelisin, ya da bir şekilde ilerlemelisin. Bu yolculuk senin için var ve elinden gelenin en iyisini yapmak zorundasın. Yorulsan da ağlasan da pes etmek istesen de bir şekilde devam etmenin yolunu bulmalısın ve emin ol her zaman başka bir yol vardır. Eğer yol çıkmazsa ellerinle kazıyıp başka bir yol yapmak zorundasın.
Yorulursan dinlen ama pes etmeyi aklına getirme. Hayat bazen çok zor olabilir ya da can sıkıcı olabilir, engelleri aşmayacağını düşünüyor olabilirsin ama her zaman bir şeyler vardır. Yanında biri olsun ve ya olmasın her zaman çözümü bulup devam etmelisin. Her zaman sanki bu yolculuğa ilk gün başlamış gibi o hevesle ilerlemelisin. Bir yol olmuyorsa diğer yollara bakmalısın. Önünde sadece 1 tane yol olduğunu düşünme. İlerledikçe daha fazla yol olduğunu görüp hangi yoldan gitmek istediğine sen karar vereceksin, Eğer olurda girdiğin yolu sevmediysen dönüp başka bir yola girmelisin ama asla pes etmemelisin...
Şimdilik yazımı burada bitirmek istiyorum ve uzun zamandır yazı paylaşmadığım için özür diliyorum, benimde ilerlediğim yolda halletmem gereken çok fazla sorun var. Okuduğunuz için teşekkür ederim, diğer yazılarımda görüşmek üzere; KARANLIĞIN İÇİNDEKİ AYDINLIK'TAN TÜM YOLCULARA...
5 notes · View notes
zeyneptgrl · 11 days
Text
Kırgınım sana ben’ ve ‘ben gökyüzünü tutamam. Hayalleri çalanlar var bu vazgeçişlerin suçlusu onlar’
• bahsetmek istediğim bir konu var. FİZİKSEL ACI! Söyliceklerim bu kadar.
• canım kendim. Daha ne kadar ders alıcaz?
•mesela şey diyebilir miyiz ? PES! Çok ihtiyacım var. Biraz kendimi terk etmek ve bu zihinden uzaklaşmamaya…
•sarhoşluğumu bile elimden almışlar gibi hissediyorum. Çok sıkıldım. Çooook sı-kıl-dım.
•ben hiç kolay delirmedim.
•beni boğan bu insanlar.
•son zamanlarda istediğim iki şey var. Saçma sapan bir partide saçma sapan dans etmek,bütün gün yorganın altında uyumak. Hepsinin sonu çok alkole bağlanıyor. Katlanamıyorum. Ayık bu dünyaya,zihnime… katlanamıyorum.
•ve herkesin dolabmda bir tane ceset var. Hepsini görmek! Çok yorucu.
•dolabını gördüğüm insanlar canım insanlar. Siz sadece hazırsınız. Sevmeye,sahiplenmeye o kadar hazırsınız ki! Bunun kaknem bir bencillik olduğunu farketmicek kadar da ‘bencil’siniz. Ben sadece dürüstlerle yürüyebilirim. Adı korkaklıksa eğer; korkağım kabul.
•’bana sen lazımsın’ diyenileceğim tek bir insana bile sahip değilim. Bunun nasıl derin bir boşvermişlik yarattığını anlayamazsınız. Kahkaha atıp yol alıyorsun. Biraz içip ağlayabilmek için böbreğimi verirdim. Ama anlayamazsınız.
•tarot kartlarımı elime almayalı haftalar oluyor. Kartların bir sesi var. Duymamak için hepsini sakladım. Çok konuşuyorlar. Ve ben çok yorgunum. Herkesi eğlendirmekten de çok yoruldum.
•falımızda hasret var. Ayrılık var.
• herşeyi bilmek çok yorucu. Biliyorsun. Ama aktaramıyorsun. Çünkü bilgi ‘hak edilir.’ Bu karmayla devam edemiyorum.
•beni boğan bu insanlar!
•hayat cidden güzel mi ?
•bilir musun? Mutlu değil gibisin sanki?
•canım yazmak bile istemiyor.
Yarım kalan herşeye. Ve akamayan her göz yaşına. Yorulan her kadına ve özünü kendine bırakan her kadına. Çünkü bu bir kış yağmuru değil. Ve çekilen her fiziksel acıya. Acısını göstermeyecek kadar güçlü olan her insana. Canımız yanarken attığımız her güzel,pahalı kahkahaya!. İçimdeki boşluk asla dolmuyor. Ve kafamdaki sesler ne içsem dinmiyor. Çok şeyi hak ettim. Ama yoruldum. Biraz sessiz! Beni olduğum gibi kabul gibi edicek biri var mı ?
•ben çok yoruldum.
•kahkahamı ödicek param kalmadı.
•bir de gülmek için bir sebep bulamıyorum artık.
•çok yorgunum.
Ps: yazım yanlışları için sorry. Tırnaklarım çok uzun ve kimse için kesemem. Sikerleeeeeeer
0 notes
a-y-i-s-i-g-i · 2 years
Text
İçedönük olmak zor değil. Hatta bunun zorlukla bir ilgisi yok. Zor olan, bunu tuhaf bulmaları. Oysa ben senin kadar konuşmak, senin kadar gürültülü olmak, kahkaha atmak, ağlamak zorunda değilim. Benim fırtınam içeride kopuyor. Gemim yol mu alıyor su mu alıyor ben ona bakıyorum.
Ya hu güzel kardeşim, bu dünya bir düğünse, ben halaya katılmak zorunda mıyım? Ben halaya katılanlara neden oynuyorsunuz, çok tepinip terlediniz, acık oturun, diyor muyum? Düğünde, mümkünse en az görünen, kimsenin uğramadığı bir masada yer almak istiyorum. Bunun nesi tuhaf? Hadi tuhaf desen anlarım, onunla da kalmıyorsun. Soğuk diyorsun, donuk diyorsun, yabani diyorsun. Tabiatımızın farklı olması, neden birimizi yukarı çıkarıp diğerimizi aşağı indiriyor ki? Hem zaten ben de senin gibi her akşam için bir plan yapıyorum. Evdeyim, oturuyorum.
Sonra bir de şey var, "hiç görünmüyorsun ortalarda", "sesin çıkmıyor", "bir yorum yap, beğen, rt, fav, gönder gelsin ya"... Sebep? Hareketlerimin hepsi neden senin istediğin gibi olmalı? Hareket etmek istemiyorsam mesela, sen buna neden alınıyorsun? Şöyle düşün mesela: Bütün gece kar yağmış. Sabah millet kendini sokağa atmış kar topu oynamak, kardan adam yapmak için. Bense pencereden onları seyretmek istiyorum. Bunun nesi tuhaf? Nedir yani? Pes. Zaten ben kardan adam pek sevmiyorum. Havucu, zeytini, bilmem nesi. Nimetle oyun olmaz hem.
Aşırılığı sevmiyoruz kardeşim biz. Artık sen buna "kaçıngan karakter" mi dersin, "pasif agresif" mi dersin, "anası küçükken terliğini ters giydirmiş o yüzden dünyaya ayak uyduramıyor" mu dersin, "çocukken bakkal buna leblebi tozu kalmadı demiş o yüzden travmalı" mı dersin. Deme kardeşim. Bir şeyim yok benim. Çok iyiyim, valla.
Tüm bunları yazmak bile benim için ne kadar zor bir bilsen. Zorunda bırakıyorsun işte. Bizim aslında esas meselemiz bu. Hiçbir şeyi zorunda kaldığımız için yapmak istemiyoruz. Zorlanmayı sevmiyoruz. Kendimizi zaten fazlasıyla zorluyoruz. Enerjimiz olmadığı için falan değil etiket bulma hemen, ne tür bir insan olduğumuzu anlayabilmek için.
Neyse, neler yazdırdın bana gece gece. Tamam tüm coşku, sevinç, neşe senin. Gam, kasvet, keder bizim.
La havle ve la kuvvete illa billahil aliyyil azim.
Yağız Gönüler
Tumblr media
0 notes
yantekerlek · 3 years
Text
uçağın iniş takımlarına yapışan afganlar cahil, gerizekalı, amerika aşığı değillerdi belki de. sadece öldüklerini herkes görsün istediler.
1990'da ARD (Alman Televizyon Kanalı), BBC'nin önderliğinde birkaç Avrupalı yayıncı tarafından üretilen ve o zamanların varsayımı olan fakat günümüzün gerçeği hâline gelen felâket filmi ve bilim kurgu karışımı olarak kurgulanan bir televizyon filmi yayınladı. Thee March isimli film, Afrika'dan Avrupa'ya doğru ilerleyen bir mülteci göçünü anlatmaktadır. Afrika'da beş yıl boyunca süren kuraklığın ardından Sudan'da bir mülteci kampında yaşayan halk, duruma pasif bir şekilde katlanmamaya ve — kanaat getirdikleri gibi sefaletlerine sebep olan başlangıç noktasına, yani Avrupa'ya gitmeye karar verirler. Sudan'dan Fas'a yol alırken yolda kendilerine denk gelen ve gittikçe çoğalan Afrikalı yoksullar bu kafileye katır ve böylece sonunda Cebelitarık Boğazı'nda Avrupa Birliği'nin dış sınırlarını zorlayan binlerce kişi olur. Brüksel'de Afrikalıları geri dönmeye ikna etmek için bölgeye aceleyle elçiler ve arabulucular gönderilir. AB Kalkınma Komiseri Clare Fitzgerald, anavatanlarına dönmeleri için milyonlarca mülteciye yardım sözü verir. Ancak Afrikalılar kalkınma yardımına olan güvenlerini yitirmiştir ve Cebelitarık Boğazı'nı yüzlerce küçük botla geçerler. İspanya sahiline vardıklarında tanklar ve askerler tarafından karşılanırlar. Film, Cebelitarık Boğazı'nı geçen ilk grubun ordu tarafından kuşatılması ve umutsuzca pes etmesiyle sona erer. Filmde mültecilere Avrupalıların onayı olmadan Avrupa'ya gideceklerine nasıl inanabildiklerini alaycı bir üslup ile soran AB Kalkınma Komiseri'nin sözü dışında onların gelecekteki kaderleriyle ilgili tek bir kelime bile edilmez.!
Bugün filmi izleyenler senaryoya pek şaşırmayacaklardır. Nitekim, filmde her ne kadar iyi örgütlenmiş bir kitle hareketinden bahsedilse de bu, bugün birçok Afrikalının bireysel olarak başvurduğu bir yöntemdir. Filmdeki diyaloglar gerçekten çok dikkat çekicidir. Afrikalıların lideri İssa el-Mehdi, açıkça AB arabulucularını suçlar ve "Siz zengin olduğunuz için biz fakiriz." sloganını kullanır. Mehdi, Avrupa'nın kalkınma yardımı için Afrika'ya çok para gönderecekleri yönündeki söyleme, evcil kedilere atıfta bulunarak yanıt verir. Avrupa'da evcil hayvanların yıllık ortalama bakım maliyetinin yaklaşık 200 ABD doları olduğunu söyler. İssa onlara, “Evcil hayvanınız olarak Avrupa'ya gelelim" “Sür içebiliriz, ateşin yanında yatabiliriz, elinizi yalayabiliriz, mırıldanabiliriz ve bizi beslemek çok daha ucuz olur!” demektedir. Aslında İssa'ya göre bu filmdeki Afrikalılar Avrupa'ya orada daha iyi bir yaşam sürmek için gitmek istememektedir. Avrupalılara mevcut dünya düzeninden ne kadar faydalandıklarını ve Afrikalıların bu durumdan ne kadar muzdarip olduklarını göstermek istemektedir. İssa ısrarla Afrikalıların kendi anavatanlarındaki mülteci kamplarında sefaletten ölmek isemediklerini, buna karşın “öldüğümüzü görmeniz için” Avrupada can vermek istediklerini söyler.
Filmdeki en etkileyici sahnelerden biri, AB Dışişleri Komiseri'nin İspanya kıyılarındaki teknede İssa ek-Mehdi ile nasıl karşılaştığını anlattığı ve onu kıyıdaki ordunun varlığı hakkında bilgilendirdiği sahnedir. İssa, olayların bu şekilde değişmesinden yılgın bir vaziyette sorar: “Bize söylemek istediğiniz şey, zengin kalabilmeniz için bizi öldüreceğiniz mi?”
Afrika'ya yardım fonlarını artırmak için yıllardır boşuna mücadele eden AB Dışişleri komiserinin çok kısa bir cevabı vardır. İssa'nın anlayışını paylaşarak, ona ve teknedeki diğer Afrikalılara Avrupadaki yurttaşlarının tavrını bildirir:
Tüm dünya basınının önünde ölürseniz, bu dünyanın zenginlerinin sizin için tüm kapıları açacak kadar şok olacağını ve bu kadar utanacağını gerçekten düşünüyor musunuz? Evet, şok olacaklar ama aynı zamanda tamamen korkacaklar. Kapılarını kapatacaklar, kilitleyecekler. Yüksek bir duvar inşa edecekler ve sizi sonsuza dek oraya mahkum edecekler. Fakir olduğunuz için sizden zaten korkuyorlar. Sizi öldürmek zorunda kalırlarsa sizden nefret edecekler. Ve sonra ne sizin için ne de bizim için bir çıkış yolu görünür mü? Sizler sonsuza kadar dışarıda, bizler de içeride kalacağız. Bunun için gerçekten ölmeye değer mi?
8 notes · View notes
tumitutscanlation · 4 years
Text
Heavenly Blessing – 179. Bölüm
Mega // Drive // Wattpad
Bölüm 179: On Bin Tanrı Mağarası, On Bininin de Yüzü Aydınlatılıyor
“Sorun ne?” Diye sordu Hua Cheng.
Xie Lian dönerek ona baktı. “Yüzü Olmayan Beyaz. Neden Tong Lu Dağına geldi?”
“Belki de güçlerini tümüyle geri kazanmamıştı ve Ocak’ı kullanarak bu dünyada tekrar doğmak istiyordur.” Hua Cheng cevapladı.
“Eğer öyleyse, bunun anlamı onun şu anda bir Yüce… olmadığı mı?” Diye merak etti Xie Lian.
“Bu tümüyle imkansız değil.” Dedi Hua Cheng.
Öncesinde Yüzü Olmayan Beyaz, Feng Xin ve Mu Qing taklit ederken aniden saldırdığı zaman, ani ortaya çıkışı hem şok edici hem korkutucu olmuştu. Dahası Xie Lian’ın ilk tepkisi ‘o yenilmez, kaçalım!’dı, bu nedenle Hua Cheng’i yakalamış ve kaçmıştı. Onunla uzun bir süre yüzleşmemişlerdi, bu nedenle de onun şu anki gücünü tam olarak ölçemiyorlardı.
Hepsi sadece blöf müydü? Yoksa göründüğünden daha mı güçlüydü? Sadece birkaç saniye boyunca dövüşmekle hiçbir şey anlaşılmazdı.
Xie Lian mırıldandı. “Farkında olmadan sadece o iki sahte deriyi görünce onun daha güçlü olduğunu düşündüm, ama belki de… tam olarak yenilenmemişti ve belki de şu anda en zayıf halinde? Yoksa, neden Tong Lu Dağına gelsin? Belki de… deneyebilirim.”
Onu yenip yenemeyeceğini görebilirdi!
Hua Cheng hemen cevapladı. “Tamam. Gidip onunla dövüşeyim.”
Xie Lian hemen kendine geldi ve aceleyle konuştu. “Hayır, yapma. Onunla doğrudan yüzleşemezsin. Benim denemem yeterli olur!”
Normalde Yüce Hayalet Kralları asla birbirleriyle kolay kolay dövüşmezlerdi, bu sayede Gemileri Batıran Kara Su ve Çiçeğe Uzanan Kan Yağmuru beraberce var olabiliyorlardı. Hayalet Krallar güçlerini, saraylarının ne kadar büyük olduğunu, kaç tapınanları olduğunu, kudretlerinin sınırını takip etmek isteyen herkesle paylaşan cennet mensuplarına benzemezlerdi; gerçek güçlerini saklarken bir yandan da geçmişlerini gizlerlerdi. Birbirlerinin güçlerini bilmedikleri için, kimse iki Yüce dövüşmeye başladığında neler olacağını kestiremezdi, eğer bir denge kurulabilirse, o zaman böyle devam ederlerdi.
“Endişelenmene gerek yok.” Dedi Hua Cheng. “Kimin kazandığı kim kaybettiği henüz belli değil. Yoksa gege onunla tek başına yüzleşmesine izin vereceğimi mi düşünüyor?”
“…”
Xie Lian başını iki yana salladı. “Ondan değil San Lang. Biz aynı değiliz. O… beni öldürmeyecek, yemin ederim.”
“Neden?” diye sordu Xie Lian.
Bir an tereddüt ettikten sonra Xie Lian yine de cevap vermemeyi seçti. “O yaratığın ne kadar korkunç olduğunu bilmiyorsun…”
Hua Cheng sert bir şekilde sözünü kesti. “Ekselansları! – Biliyorum.”
Ancak o zaman Xie Lian bir zamanlar Hua Cheng’in de Xian Le ordusuna katıldığını hatırladı ve Xian Le’nin savaşını ilk elden tecrübe ettiğini, kendi gözleriyle cesetlerin yığılışının trajedisini görmüştü. Ama Hua Cheng onun gibi değildi. O hiçbir zaman kendi gözleriyle Jun Wu ile Yüzü Olmayan Beyaz’ın arasındaki şok edici savaşı görmemişti. Aynı zamanda daha önce hiç Yüzü Olmayan Beyazla karşılaşmamıştı.
Bunlar aklından geçici Xie Lian zorla başını iki yana salladı. “Sana güvenmiyor değilim, sadece, ben sadece… sana bir şey olmasını istemiyorum.”
Bunu duyunca Hua Cheng’in gözleri titreşti. Bir an sonra gülümsedi. “Gege, endişelenme. Ben zaten ölüyüm, tekrar ölmem hiç kolay değil. Ayrıca sana öncesinde ne dediğimi unuttum mu? Küllerimi bulamadığı sürece bana hiçbir şey yapamaz.”
Bu hatırlatmasıyla beraber Xie Lian küllerin varlığını hatırlamıştı ve hızla konuştu. “Bekle! Hepsi bir yana. San Lang, senin… senin küllerin düzgünce saklandı mı?”
“Uzun zaman önce.” Dedi Hua Cheng.
Xie Lian başını salladı, ama bir an durduktan sonra ikinci kez kontrol etmekten kendini alamadı. “İyice sakladığına emin misin? Yeterince güvenli bir yerde mi? Bulunmaz değil mi?”
Hua Cheng tembelce cevap verdi. “Bana göre, dünyadaki en güvenli yerde.”
Xie Lian ise, bu dünyada o kadar kesin bir şeyin olmadığını düşünüyordu ve bastırdı. “Kesinlikle emin misin?”
Hua Cheng neşeyle gülümsedi. “Eğer sakladığım yer yok olursa, o zaman benim de artık var olmama gerek kalmaz. Elbette eminim.”
Her ne kadar ‘var olmama gerek kalmaz’ kısmına takılmış olsa da, şu anda güvenli bir yerde duruyor sayılmazlardı ve belki de konuşmalarına kulak misafiri olanlar vardı, bu nedenle konuyu derinlemesine açmak için doğru bir yerde değillerdi ve konuyu kapattı. Ama konuşma bu konuya geldikten sonra Xie Lian’ın sahiden ona sormak istediği bir soru vardı – o nasıl ölmüştü?
Sahiden bilmek istiyordu ama bir yandan da nasıl soracağını bilmiyordu. Ölümlüler öldükleri zaman, maddesel dünyada kalmalarının nedeni saplantılı bağları olurdu. Çoğu zaman acı ve nefret takıntılarının en önde gelenleriydi ve bir Yüce olmak için, bu saplantıları normalden çok daha güçlü olmalıydı. Eğer sorarsa, Hua Cheng’in yarası deşilmiş gibi hissetmesinden korkuyordu. Xie Lian da dinlemeye dayanamayabilirdi. Bu geçen sekiz yüz yıla Hua Cheng nasıl katlanmıştı?
Düşünceleri bu noktaya gelince, dehşet verici bir düşünce Xie Lian’ın aklında filizlendi ve anında buz gibi terler döktü. Hemen Hua Cheng’e döndü. “San Lang!”
“Efendim?” Dedi Hua Cheng.
Xie Lian’ın parmakları hafifçe titriyordu. “S… Sana sormak istediğim başka bir soru var.”
“Dinliyorum.” Diye yanıtladı Hua Cheng.
Xie Lian ona baktı. “Geçen sekiz yüz yıl içerisinde, Xian Le dışında, herhangi bir zaman aralığında seninle karşılaştık mı?”
“…”
Hua Cheng başını yavaşça çevirdi. “Ne yazık ki her ne kadar hiç pes etmeyerek seni bulmak için elimden geleni yapmış olsam da, cevabım hayır.”
Xie Lian ısrarcıydı. “Gerçekten mi?”
Hua Cheng gözlerinin içine baktı. “Gerçekten. Neden gege soruyor?”
Xie Lian rahat bir nefes aldı ve zorla gülümsedi. “Hiç, sadece, eski zamanlarda, günlerimi nasıl geçirdiğimi görmeni istemezdim, hoş bir görüntü değildi, hepsi karanlık ve başarısızlıklarla dolu. Sadece eğer şahit olduysan, iyi olmaz diye düşünüyordum.”
Hua Cheng güldü. “Nasıl yani?”
Xie Lian ise hiçte gülmüyordu. “Şaka yapmıyorum, sahiden çok kötüydüm.”
Bunu duyunca Hua Cheng gülümsemesini geri çekti ve ciddileşti. “Sorun değil. Ekselanslarının kendisi söylememiş miydi?”
“Ben mi?” Xie Lian şaşırmıştı. “Ben ne dedim?”
Hua Cheng sakince tekrar etti. “Bana göre, sonsuz bir ihtişamla parlayan da sensin; gözden düşen de. Önemli olan ‘sen’sin, içinde bulunduğun durum değil.”
Xie Lian’a baktı ve manidar bir şekilde göz kırptı, tek kaşını kaldırmıştı. “Ben de aynı şeyi düşünüyorum.”
“…”
Xie Lian uzunca bir süre donakaldı, aniden bir PAT! Sesiyle kendine tokat atarak yüzünü örttü, başının alev aldığını hissediyordu. “Bunu, bunu ben mi söyledim?!”
“Evet!” Dedi Hua Cheng. “Gege sakın inkar etme.”
Xie Lian koluyla tüm yüzünü kapattı. “Ben, bence söylemedim!”
“Gege, izlemek ister misin? Senin için bulabilirim.” Dedi Hua Cheng.
Xie Lian hemen başını kaldırdı. “??? Sen… sen… hayır… San Lang… sen… sahiden her şeyi kaydediyor musun?!”
“Şaka yaptım, şakaydı.”
“Sana inanmıyorum…”
“Gege bana güven.”
“Sana artık güvenmiyorum!”
İkisi bir yol ayrımına daha geldiler ve tam bu sırada ani bir rüzgar esti ve Hua Cheng irkildi, hemen önüne geçerek onu korumak istercesine kolunu uzattı.
Rüzgar aslında hiçbir şey değildi ve doğal olarak herhangi bir koruma gerektirmiyordu, ama Hua Cheng’in hareketi tümüyle doğal görünmüştü. Rüzgar geçerken, rahatsız edici bir şekilde saç telleri uçuştu ve Xie Lian ancak o zaman Hua Cheng’in kendisine bakmadığını fark etti, yüz ifadesi ve tüm yüz hatları buz gibiydi. Soğukkanlılığı inanılmaz güzeldi, Hua Cheng hiç tereddüt etmeden hareket ettiğini fark etmemişti bile, sanki Xie Lian’ı korumak bir refleks gibiydi onun için.
Xie Lian tekrar konuştu. “San Lang!”
Hua Cheng ona bakmak için başını eğdi ve ancak o zaman gülümsedi. “Bir şey mi oldu Ekselansları?”
Xie Lian, muhtemelen Hua Cheng’in gülümsüyor olduğunu fark etmediğini düşündü.
İçinden net ve güçlü bir ses ona bu adamın onu sahiden bir tanrı olarak gördüğünü söylüyordu.
Xie Lian sessizce yumruklarını sıktı. “Tong Lu Dağından çıktıktan sonra, sana söylemek istediğim pek çok şey var.”
Hua Cheng hafifçe başını salladı. “Pekala. İple çekiyorum.”
“Feng Xin ve Mu Qing çıktılar mı?” Diye sordu Xie Lian.
“Çoktan.” Diye cevapladı Hua Cheng.
“Peki ya Yüzü Olmayan Beyaz?” Diye sordu Xie Lian. “Bize yetişemedi ve onları da durdurmaya gitmedi? Şu anda nerede? Bizden ne kadar uzakta?”
Hua Cheng cevapladı. “O…”
Cümlesini tamamlayamamıştı ki yüz ifadesi değişti iki parmağını hafifçe sağ gözünün üzerindeki kaşına bastırdı. Bir an sonra konuştu. “…O kayboldu.”
Xie Lian şok olmuştu. “Nasıl kayboldu?”
Hua Cheng sakin sayılırdı ve dikkatle araştırdı. “Ortadan kayboldu.”
Bir hayalet bile olsa, binlerce hayalet kelebekle sarılmış On Bin Tanrının Tapınağında bir anda ortadan kaybolmak imkansızdı!
Xie Lian. “Ben de bakayım mı?”
Ardından elleriyle Hua Cheng’in omuzlarına tutundu ve parmak uçlarına yükselerek alnını onunkine değdirdi. Hua Cheng eli bir anlığına onun beline uzandı. Kısa bir süre tereddüt etti, geri çekecek gibiydi, ama nihayetinde eli olduğu yerde kaldı ve onu daha da sıkı tuttu.
Hua Cheng’in biraz önce gördüğü sahneler hızla Xie Lian’ın gözlerinin önünden geçti. Beyaz cübbeli adam yavaş adımlarla taş bir mağaraya gelmiş ve sayısız hayalet kelebek ona doğru uçuşarak onu insandan ışıldayan bir kozaya çevirmişlerdi. Donuk bir zamanın ardından hepsi geri çekilmiş, gümüşi bir ışık patlamasıyla parçalanmış ve gümüş kelebekler toza dönüşmüşlerdi. Ancak sonrasında gümüş ışık dağıldığı zaman o da kaybolmuştu!
Hemen ardından Hua Cheng’in sağ gözü bakışlarını çevirdi ve sayısız başka tüneldeki durumlara göz attı, ama yüzü olmayan beyaz hiçbir yerde yoktu. Xie Lian şaşkındı ve geri çekildi.
“Gitti mi?”
Diğerleri bilmiyor olabilirdi ama Xie Lian, Yüzü Olmayan Beyaz’ın onu gördüğü anda bıkmak bilmeden kovalayacağını biliyordu.
“Belki önceki düşüncelerimizde haklıydık.” Dedi Hua Cheng. “İlk amacı Ocak’ı kullanarak Yüce seviyesine erişmek.”
Sesi hemen kulağının dibindeydi ve Xie Lian ancak o zaman kendine gelerek Hua Cheng’in yüzünü ellerinin arasına aldığını fark etti. Onu çekerek belinin hafifçe bükülmesine neden olmuştu. Xie Lian hemen bıraktı ve haykırdı. “Onu durdurmamız gerek!”
Tong Lu Dağına gelmekteki amaçları Yüce olma potansiyeli taşıyan tüm adayları ortadan kaldırmaktı. Öncesinde beyaz cübbeli adamı görmezden gelmişlerdi ama şimdi durum aydınlatılınca, sayısız ilahi heykelin arasında onu aramaya başlamışlardı. Onu en son gördükleri yere varmaları uzun sürmedi.
Sahiden de ilahi heykeller dışında içeride hiç kimse yoktu. Gümüş ışıltılar yerleri sarmıştı ve şok dalgası tarafından tümüyle yok edilemeyen gümüş kelebekler kırık kanatlarını çırpıyorlardı. Xie Lian eğildi; yardımı dokunabilir mi bilmese de yine de onları eline almak istiyordu. Tam bu sırada arkasından Hua Cheng’in konuştuğunu duydu. “…Gege, yanıma gel.”
Sesinde baskılanmış bir öfkenin izi vardı, ama bu öfke ona yönelik değildi.
Xie Lian başını kaldırdı ve Hua Cheng’in parlayan gözlerinin önlerindeki ilahi heykele odaklanmış olduğunu gördü.
İlahi heykel baştan aşağıya beyaz tülle örtülmüştü, hareket etmiyordu ve genel hatları seçilebiliyordu. Bir kılıç uzatmış gibiydi ve bir ucu son derece sivriydi.
Ancak tam da bu sırada, keskin kılıcın ucunun gösterdiği noktadan bir kırmızılık sızmaya başladı, durmadan ilerliyor ve beyaz ipeği kirletiyordu.
Kılıç kanlıydı!
Böyle bir sahneye şahit olan herkes ilahi heykelde bir tuhaflık olduğunu anlardı. Belki de şu anda beyaz tülün altındaki gerçek ilahi heykel değil, başka bir şeydi. Xie Lian ayağa fırladı ve Hua Cheng’in yanında durdu, Fang Xin ilahi heykele doğru çevrilmişti. Karanlık bir ifadeyle Hua Cheng elini salladı ve tül kaldırıldı.
Xie Lian’ın gözleri ardına dek açıldı.
Tülün altında onun bir kutsal heykeli vardı. Tanrıyı Memnun Eden Veliaht Prens heykeliydi, bir elinde kılıç diğer elinde çiçek vardı, yüzünde ise bir gülümseme. Ancak, gülümsemesinde kan vardı.
Kanın kaynağı ise elinde tuttuğu kılıçtı. Kılıca geçirilmiş bir genç vardı, başı sargılarla sımsıkı sarılıydı, tüm bedeni kanla yıkanmıştı. Bu Lang Ying’di!
 Çevirmen: Nynaeve
124 notes · View notes
mavi1gezegen · 4 years
Text
Saat 22:12.
Karanlık odamın içinde, her zamanki üzerinde oturduğum ranzamın başında, kulağımda kulaklıkla yazıyorum bu mesajı.
İçimi dökmek istiyorum... Yine bir mektubu daha sizden habersiz yazıyorum. Ve evet, hiç beklenmedik anda, hiç beklenmeyecek şeyleri yapmayı çok seviyorum...
İçimi dökmek istiyorum...
Son zamanlarda olanları, tüm hissettiklerimi birer birer buraya bırakmak istiyorum...
Kaç gün oldu bilmiyorum. Saymadım...
Yorgun uyuyup, yorgun uyandığım kaç gün oldu. Yalandan gülümseme kondurup tek başıma kaldığım her yerde hıçkıra hıçkıra ağladığım kaç gün oldu. Kaç defa kendimden kaçıp, yine gerçeklerle yüzleşince ortada kaldım. Kaç defa tam düşerken ayağa kalktım. Bilmiyorum gerçekten. Hatta "bunları ben mi yaşadım"  diyorum bazen. Kendime bakıyorum. Sanki eskisi gibi değilsin diyorum. Hatta bazen bakmaya bile korkuyorum. Kendimden korkuyorum. Kendimi mahvetmekten korkuyorum...
Geçmişime dönüp bir bakıyorum arada...
Neler neler yaşadın diyorum. Şu koskoca 17 yıllık hayatında ne anı biriktirdin, ne kadar insan tanıdın, ne kadar güldün, ne kadar ağladın, ne kadar düştün, ne kadar kalktın...
Söylesene, kendin için en son ne kadar çabaladın? En son ne zaman, ne için ağladın? Neden tam düşecekken ayağa kalkmak istedin? Neden kendin için böyle yaptın ya da yapmadın?..  Hatta neden şuan burada, tam bu satırda içinde bir şeylerin olduğunu hissettin?  Acı mıydı duyduğun, nefret mi, aşk mı, sevgi mi, umut mu yoksa?
Neydi seni bunu hissetmeye sürükleyen?
Geçmişinde aldığın bir darbe mi, yoksa daha dün aldığın bir hediye mi? Tam az önce döktüğün göz yaşı mı, unutamadığın bir gülüş mü? İnan bana, bende bilmiyorum. Hangi seçiminden dolayı böyle oldu, neden hissettim sandığım şeylerin benim için bir enkaz oluşunu gördüm. Neden tam düşeceğim an tutunmak istedim. Neden göz yaşımı silip yalandan bir gülümseme kondurdum yüzüme. Ve neden, kim ne derse desin, herkese ve her şeye rağmen o yolu yürümek istedim. Düşeceğimi bile bile o yolu yürümek istedim... Engelleri yıkmak istedim. Kendim için, kendimden vazgeçtim.
Ellerimle ördüğüm duvarları yıktım. Evet, ördüğüm duvarlar üzerime yıkıldı birer birer. Evet, ben o enkazın altında kaldım. Evet, gerçek sandığım sahte düşünceler  arasında ezildim. Evet, yoruldum. Hemde çok yoruldum. Hatta "tüm yolu tek başıma yürüyormuş" gibi hissettiğim bile oldu bazen. Ama günün sonunda, yatağa girdiğim o an, soyutlandığım o kalabalığın, yankılanan tüm seslerin aralandığı o an, bir şeyler oldu. İçimde bir şeyler oldu... Hani çok gürültülü bir ortamda olursun da duyamazsın ya karşındakinin sesini? Hani konuşmaya çalışır da bir türlü anlatamaz ve sende onu anlamazsın ya? Onun gibi oldu.
Susmak bilmeyen bir zihnim vardı. Parça parça olmuş bir kalple birlikte. Birisi hareket halinde, diğeri ise kımıldayamayacak vaziyette. Birisi koşmak isterken, diğeri hep durur vaziyette. Gitmekle kalmak arasındaki tam o ince çizgide. Bir şey olduğu an, her şeyi yıkabilecek güçte. Tüm birikmişleri bir anda ortaya atıp, kaçmak ister halde. Öyle yorulmuş, öyle bıkmış vaziyette...
Ve bunu geçirecek tek şey; anlaşılmaktı oysa. Önce kendini anlamak, sonra etrafını. Önce kendin için savaşmak, sonra etrafın. Önce kendini korumak, sonra etrafındakiler. Önce kendin için ayakta durmak, sonra etrafındakiler. Öncelik kendindin. Seçmen gereken kişi sendin. Kurtarılmayı bekleyen, kurtarmayı bekleyen sendin. Senin en çok sana ihtiyacın vardı. Yürümen gereken bitmek bilmeyen bir yol, kazanman gereken bir savaş vardı. Ve bu senin elindeydi. Hâlâ da senin elinde. Belki de geç değil hiçbir şeye? Belki de tam şuan yapman gerek onu.
O adımı atman, o yolu yürümen ve ne olursa olsun kazanman gerek savaşı. Pes etmek sana yakışmaz, biliyorsun. Düşman beklediğinden güçlü olsa, şartlar ve imkanlar zorlaşsa, kendinden başka kimsen kalmasa ve o yolu tek başıma yürümen gerekse de, yapmalısın bunu. Keşke yapsaydım diyerek pişman olmaktansa, yaptım ama bu da ders oldu demelisin.
Ve bilmelisin; hiç bir şey boşu boşuna olmaz. Her şeyin bir sebebi vardır. Şimdi üzülüp ağladığın şey, hiç beklemediğin anda, hiç beklemediğin bir şekilde, yüzünde saçma sapan bir gülümseme bile oluşturabilir. Tesadüfen, mutluluk denen şey senin de kapını çalabilir. Çünkü "umut her zaman vardır, sadece zamanı gelince doğar."
Zamanı var güzel insan. Sabret. Bugün keşke olsa dediğin şeyler, yarın iyi ki olmamış dedirtebilir. Ve bir gün hiç beklemediğin anda, gelmesini deliler gibi istediğin şey, senin ayaklarına kendiliğinden gelir. Sen yeter ki umudunu yitirme ve bekle.
Bu günlerde geçecek, önceden olduğu gibi.
Sadece bekle...
"Umut et, mutlu kal...💙"
79 notes · View notes
sizenebayim · 3 years
Note
Hayırla geçsin gününüz. Kardeşim ben namaz konusunda çok sıkıntıdayım.. Başlıyorum güzel gidiyor herşey birden soğuyorum uzaklaşıyorum ve bir türlü kılamıyorumn inanın çok kötü durumdayım bir türlü sürekli kılamıyorumn napacağım Allah rızası için bana yardımcı olurmusunuz..
Selâmünaleyküm 🕊
Önce şurdan başlamak isterim, nice namaz kılmayanlar var ki içlerinde bulundukları halden habersizdirler bir eksiklik duymazlar sıkıntı ve üzüntü de hissetmezler çünkü artık kalpleri ölmüştür.
Ama çok şükür sizin kalbiniz halâ ölmemiş diriki bunca sıkıntı duyuyorsunuz. Ya duymasaydınız bu sıkıntıyı.
Bazen bu sıkıntı denen şey nasıl da nimet oluyor değil mi?
Kalbinizin bunca sıkıntıda olması böylesi huzursuzluğunuzun size anlatmak istediği bir şeyler var belli ki. Çünkü kimi zaman namazlı kimi zaman namazsızsınız. Kalbiniz namazın lezzetini biliyor onu tatmış, bilmiş, onunla kendini doyurmuş. Ama siz şimdi onu namazdan böylesi mahrum bıraktıkça da size sinyaller gönderiyor çünkü onu darlıkta ve açlıkta, ölüme bırakıyorsunuz. Bu sıkıntı sizi tekrar o lezzete çekmek için bir davettir, lütfen icabet edin.
Bi sonraki nokta da şöyle evvela şu konuyu bilelim ve buna karşı uyanık olalım. Bizler nefs sahibiyiz. Nefs ise ibadetleri gözümüzde büyütür, sürekli ağırlaştırır da ağırlaştırır, sanki dağlarca yükü omuzlayacakmışız gibi korkutur, halbuki ruha dinginlik ve hafiflik veren huzur getiren şifalarla doludur ibadetlerin içi. İhlasla yapılan bir ibadette nefsin payı yoktur. O yüzden nefs istemez bunları yapmamızıı, kabul etmez güçten düşmeyi.. Halbuki onun istedikleri cehennemin etrafını donatan zevk ve eğlencelerden ibarettir, ve bizi götüreceği yer bellidir.
Namaz ise emir dairesindendir. O yüzden namazın kılınmaması Allah'a isyandır. Günde beş kez Rabbin seni çağırırken bile isteye gitmememek isyandır. Sen istedin ama canım istemiyor kılmak, canım ne zaman isterse o zaman kılarım demektir. Asıl canımız istemediği zaman kılıcağız çünkü ihlas bunu gerektirir, çünkü nefsin istemezken sen sadece Rabbin için bunu yapmış olucaksın.
Peki Rabbin için yapmak ne demek. Ya da Rabbin senden isterken yapmamak ne demek. Kişi sevdiğinin her nazını çeker, onu hoş edebilmek için ne dilerse yapar. Peki bu yapmayışlar neyin belirtisidir. Biz Allah'ı gerçekten seviyor muyuz ? İsteklerini yapabilmek için sevmek gerekir, sevebilmek için tanımak gerekir, tanıyabilmek için ise tefekkür gerekir, okumak gerekir, düşünmek, farketmek gerekir. Üstündeki lütuf ve rahmetini.. Tecellilerini, yansımalarını, ahlâkını.. seni gözetişini, her ihtiyacını karşılamanı.. nizam ve düzenini, rahmet ve mağfiretini..
O'nu bilip, tanıyıp, sevelim ki kime secde ettiğimizi ya da etmediğimizi bilelim, namazda kiminle konuştuğumuzu bilelim, bizi namaza çağıranın kim olduğunu bilelim. Bilelim ki ona böylesi bilmeden koca bi gafletle şükürsüzlük etmeyelim, bilelim ki sevginin yerini itaatsizlikle değiştirmeyelim. Bunların farkında olunmadığı için gerçek mahiyetleri anlaşılmadığı için devamlılık sağlanamıyor. Anlamalı, her ölümün iki namaz arasında geldiğini unutmamalı. Bir hoca efendi "Ruh bünyesinin banyosu namazdır, fizik bünyesi nasıl yıkanmayınca kokuyorsa, ruh bünyesi de öylece kokar" diyordu. Namazla arınmalıyız. Namazımız gözbebeğimiz olmalı. Onu hayatımızın merkezine koymalı.. namaz merkezli bir hayat yaşamalıyız. O yüzden farzın etrafını sünnetlerle, sünnetlerin etrafını nafilelerle kuşatıp sağlam bir iman inşa etmeliyiz.
Ve bu noktada kontrol etmemiz gereken bir diğer şey imanımız. İmanımız ne durumda, imanın farkında mıyız?
Efendimiz aleyhisselâm "Birinizin elbisesi eskidiği gibi göğsündeki imanı da eskir. Öyle ise Allah`tan kalbinizdeki imanı tazelemesini dileyiniz." buyuruyor. Öğreniyoruz ki göğüsteki iman eskiyor, güçten düşüyor. Onu tazelememiz gerekiyor. İmanı güçlendiren en büyük şeyse ibadetler. Siz ibadetleri bıraktığınız an iman evini korumasızca öylece bırakmış olup onu da sıkıntıya sokuyorsunuz. Oysa iman dediğimiz şey hayatımıza tesir edecek, bizi değiştirecek kadar güçlü olmalı.
Biraz da somut olarak düşünürsek insan belirli bir süre için yola koyulmuş bir araba gibidir ve bu süre de katettiği yol mühimdir. Evet kimi zaman zemin ıslak olucak yavaşlıycaz kimi zaman yollar dümdüz olucak hız katedicez kimi zaman virajlar gelicek savrulmadan geçicez, gibi zaman arabamız bozulucak yolda kalıcaz ama her türlü bu arabayı ilerleticez, düştük diye kalmak yok yeniden kalkıcaz yeniden ve yeniden.. yolun ortasında pes etmek arabayı bi kenara çekip beklemek yok. Gerekirse iteleye iteleye ilerliycez. çünkü zaman tükenmekte ve insan ziyanda. Yolu düzeltmek için uyanık, dikkatli ve heran kontrolde olmalıyız.
Son olarak abdestli durmak ibadettir, bozulunca hemen yenileyin, üstelik ezan öncesi abdestli olmak namazı da kolaylaştırır. Ve sakın ertelemeyin, hep ilk vaktinde kılmaya çalışın. 21 gün alışkanlık kazanmak için önemlidir, 90 günde ise bu artık hâle dönüşür yapmazsanız eksikliğini hissedersiniz. O yüzden bu sürelere dikkat edin. Tam bir namazlı hale kavuşmak için Ramazan sizin miladınız olsun ramazanın bereketinden faydalanın. Kadir gecesi gibi bir hazine yatmakta şu günlerin içinde, arayın bulun, namaza tutunun ve hiç bırakmayın. Bir hadiste efendimiz "İkindi namazını kaçıran kimse, sanki ailesini ve malını yitirmiş gibidir.” diyor. Kılmayan demiyor bak kaçıran diyor. Bile isteye kılmayan neleri kaybediyor nerelerden nerelere yuvarlanıyordur kim bilir. .
O yüzden nefse galip gelicek bir kalp, yetiştirmeli.. Zikirle, duayla, tefekkürle, ilimle, ibadetle ve sohbetle beslemeli.
Allah'tan size bunu kolaylaştırması için yardım ve destek isteyin, duayı ve samimiyetinizi hiç bırakmayın. Napacaksınız bir abdest alıp yola koyulacaksınız, dua ile :)
(Bloğa namaz yazıp aratırsanız daha evvelki namazla ilgili sorular var onların cevaplarından da faydalanabilirsiniz )
6 notes · View notes
yinedemeliha · 4 years
Text
Sevgili dost,
Sanki ilk kez yazıyorum sana bitti sandığım o karanlık günler uğruna küçük bi ışıkla küçük bi umutla buradayım .. Sana sarılınca geçer sandıklarımla, düşmem sandığımda asla asla korkmam dediklerimle göz yaşımla, huyum kurusun.. hüzün kovan kuşu şarkısı bana neden yakıştırdığını şimdi anlıyorum... Bunları yazarken tüm kuralları çiğneyebilirim umrumda değil..
İnsan çok şey umut ediyor karşılıksız , karmakarışık duygularımızla bu dünyaya çok bel bağlıyoruz. Kendimizi kendi kollarımızla, ellerimizle sıkıca tutacakken katilimiz olmayı başarıyoruz. Yüzümüze bi baksak ona yaklaşsak o acıları bi silksek, yeniden denesek ?
Çok şey bekliyoruz bazen kendimizden çok şey başarmış olmak çok güzel çok yetenekli çok aşık çok çok, böyle bi düzene kapılıp gitmek uğruna savaştıklarımız şeyler boşu boşuna değil mi?
Herkes birbirinin benzeri olsa nasıl desem bi şiir mesela en güzeli kalbe dokunması akılda kalan tek mısra olması tek, anlatabiliyor muyum? Lisedeyiz şiir günleri yapılıyor hatırlarsın o kadar heyecanlıyız ki çok güzel şiirler var hangisini okursak hissettireceğiz ve hangi müzik fonu sesimize uyum sağlar..Necip Fazıl’dan bekleyen şiirine karar vermiştim şimdi tekrar düşünüyorum o kadar beni anlatıyor ki şimdiki halimi.. Sadece karar vermek ya benim için dünyanın o kadar zor şeyi ki.. ama pes etmek tek tercih ettiğim yol.. karşıma kim çıkarsa ona yenik düşmek için yaşıyorum ama daha çok kendime.. en büyük kötülüğü insan kendine yapıyor ya işte kendini sevgisiz bırakıyor sonunda kalbide soluyor.. Hala içinde umut besliyor ama bi ses bekliyor duymak için hazır belkide rüyalarında, dış dünyada o sesi bekliyor.. Bazen kendi sesimi duymak istemediğimde o kadar çok kitap okuyorum ki karakterin yaşamından çıkmamak beni iyi hissettiriyor. İnsan kendi kendisinin de terapisti olmalı yoksa bu hayat çekilesi olmayan taraflarıyla açtığı yaralar kabuk bağlamaz.. Yastığın bi ucunda göz yaşlarının tuzuna vararak bazen yorganın içinde nefes alışını dinleyerek bazen kederli bi şarkı açıp ağlayarak bazen ellerini kenetleyip geçecek ya diyerek.. öyle böyle güç bela sırtlanıyoruz bu dünyayı..
Sevgi ve Özlem’le...
31 notes · View notes
seyyahe-iavare · 4 years
Text
İstanbul’a çakılı olma sebebimi buldum Fatma Zehra buradan gitmemem için dua ediyormuş. Aa sahi ben bir zaman Fatma Zehra’dan bahsedecektim burada. Aklıma gelmişken yazayım belki hepimizin inanmaya inancı tazelenir. 
Bir inanış hikayesi
İnsan inanınca Allah'ın yardımıyla başarıyor. Benim bir hikayem var aslında. Mezun olduktan sonraki yıl 1 sene öğretmenlik yaptım. Biraz elit biraz da varoş bi okuldu iç dünyası olaylı bir okuldu biraz. O yüzden aşkla görev yaptığım 1 yıl bana 10 yıllık tecrübe kazandırdı. İdealist olarak nitelenen ve bıkıp yorulması beklenen öğretmenlerdendim. İlk dönem 5 ve 6.sınıfların dersine girdim. İkinci dönemin ortasında müdür beyin ani kararıyla birden 5-6'lardan alınıp 7-8'lere girmeye başladım. Ama birinci dönemden beri giriş çıkışlarda her karşılaştığımızda bana “Abla, bilmem kimi tanıyor musun ona çok benziyorsun” diye soran bir kız öğrenci vardı. Artık onun da dersine girmeye başlamıştım. Ben düzene, ani değişikliğe alışmaya çalışırken nasıl oldu hatırlamıyorum bu çocuk benle sıkı bir iletişime geçti. Öğretmenler odasında uyarıldım tabi hemen 'Aman hocam, uzak dur. Aman yüz verme bulaşır’ gibi bir sürü cümle duydum. Tabi öğrencinin o zamanki durumundan bahsetmem gerek kısaca önce. Bu, 8. sınıfa giden bir kız öğrenci, tavırlar tamamen erkeksi, jilet çekiyor, sigara kullanıyor. Uyuşturucu, içki muallak. Küfür kıyamet ağız. Saygı yok sürekli bir atar hali. Sen anlamazsın hocaa modlarında. Arkadaşları tarafından ne dışlanabilen ne içlerine alınabilen bir yapıda. Sürekli eşofman ile geziyor falan. Her neyse ben pes etmedim.Bu çocuk ilgiye şefkate ve ona birilerinin içindeki cevheri göstermesine muhtaç dedim. Zor muydu çok zordu. Ama Allah'a güvenip dönmedim yolumdan. Ne zaman yorulacak olsam pes etme Seyyâhe eğer bu çocuktan bir cevher çıkarabilirsen bu senin dünya ahiret azığın olacak deyip motive ettim kendimi. Peşime takılıp evimi bulmadığı mı kalmadı. Yoksa benim başka bir yerde işim varken peşime takılıp gelmesi mi istersiniz. Bir ara bıçağı takacak diye düşünmedim değil işin açığı. İdare ile başımı derde soktu. Hoş benden ziyade başkasının başı derde girdi. İyi de oldu anlatırım o meseleyi de sonra. Ama ben anaç davranmaya çalışıp onu hep anlamaya çalıştım. Ve ufak ufak alttan alta ne yapması nasıl davranması gerektiğine dair bir yol haritası çizmeye çalıştım. Ve sanırım başarılı oldum hamd olsun. Ben geçen aylarda o çocukla oturup kahvaltı ettim ve karşımda sevimli mi sevimli bir hanımefendi vardı. 2 yıl olmuştu görüşmeyeli. İlk peşime takılıp hayatında ilk kez metrobüse bindiğinde yanımda olmasından utanıyor çevreye bakmıyordum tavırlarından ötürü. Geçen aylarda ikinci kez benimle metrobüse bindi ve onu o ilk gittiğimiz yerde bir mekanda kahvaltıya götürdüm. Karşımda hayattan umutlu, hayalleri olan, doktor olmak için gecesini gündüzüne katıp çalışan bir FzB gördüm. Bu kendine verdiği isim :) Lise 3'e geçti ve her iki yılı da birincilikle bitirdi. Edebiyatı ve şiiri de ihmal etmedi bu süreçte. Şimdilerde ona insan olabilmenin her şeyin üstünde olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Ha tabi sigarayı bana verdiği söz üzerine kademeli olarak bıraktı. Jilet vb arabesk falan uzak duruyor. Kuş gibi cıvıldıyor ve bana hayat enerjisi aşılıyor. İnanmanın ve güvenmenin insana şifa olduğuna iman ediyorum.Hatta ona da bahsettim son görüşmemizde seninin elinden tutulması gerekiyordu ben tuttum. Sana düşen de bundan sonra her yerde gördüğüne elini uzatmak her ne kadar seni yanına çekme ihtimali de bulunsa diyorum. Şimdi onunla en büyük hayalimiz onu muayenehanesinde ziyaret etmem ve onun bana çay ısmarlaması inşallah nasip olur siz de dua edin olur mu :) Biraz önce aradı. Neşem yerine geldi. Zorlandığından bahsetti. Elinden geleni yapıp tevekkül etmesi gerektiğinden bahsettim. Allah gerçekten kendi elimle kendi başımı okşatıyor zaman zaman. Ona söylediklerim kendime aslında. En son dedim ki pes etmek yok ben çocuklarımı sana getireceğim sen muayene edeceksin onları çünkü çocuk doktoru olmak istiyor kuşum :) 
8 Aralık 2019, İstanbul
27 notes · View notes
horozmehmetemin · 4 years
Text
Tumblr media
EVLİLİĞİ BOŞANMAYA GÖTÜREN 10 ŞEY
Evlilikler başlar ve evlilikler boşanma ile sonlanır. Evliliklerin mutlu bir şekilde sürmesini ya da boşanma ile sonlanmasını sağlayan temel etkenler nelerdir? Evliliğini mutlu bir şekilde sürdüren çiftlerin yapmamaya özen gösterdiği, evliliği biten çiftlerin ise ısrarla sürdürdüğü bazı davranışların olduğunu gösteriyor. İşte evliliğin sonlanmasını neredeyse % 100 sağlayan 10 şey.
1. TARTIŞMALARA SERT BAŞLAMAK
Boşanma habercilerinden ilki tartışmalara sert bir şekilde başlamak. Tartışmaya eşlerden birinin çok sert başlaması örneğin, saldırgan bir şekilde, yüksek sesle veya karşı tarafı aşağılayan bir cümle ile başlaması tartışmaların giderek alevlenmesini ve büyük kavgalara dönüşmesini sağlıyor. Bu durumun sıklıkla olması ise çifti boşanmaya götürüyor.
2. ELEŞTİRİ VE AŞAĞILAMA
Çiftlerin birbirleriyle iletişim halindeyken kullandıkları “eleştiri ve aşağılama” ilişkinin %90 oranında boşanma ile sonuçlanacağını gösteriyor. Örneğin, eşin yaptığı davranışı değil de kişiliği eleştirmek “benimle bunu paylaşmanı isterim” yerine “sen çok bencilsin demek”; eşle konuşurken daha üst bir seviyedeymiş gibi onu aşağılayıcı şekilde konuşmak örneğin, dalga geçmek, isim takmak, gözlerini devirmek vb. Bu davranışları yaptığınızda ona giden mesaj ona hiç değer vermediğiniz yönünde oluyor.
3. SAVUNMA
Pek çok kişi eşinden herhangi bir eleştiri aldığında hemen savunmaya geçer. Bu davranış esasen eşini suçlamanın bir diğer yöntemidir. Savunmaya geçerek eşinize bu benim değil senin problemin demiş oluyorsunuz. Örneğin; “bu benim suçum değil, senin şu davranışından kaynaklanıyor” gibi. Eşten gelen eleştirilerden hiçbir zaman sorumluluk almayıp sürekli savunmaya geçildiğinde ilişkinin sonlanma ihtimali artıyor.
4. DUVAR ÖRME
Eşlerden birinin tartışma sırasında “hı hı”, “evet” “hayır” gibi aktif bir dinleme halinden sessizliğe bürünmesi ve göz kontağını keserek iletişimden tamamen kopması kısaca bir duvara dönüşmesi. Tartışmalarda duvar ören eşler genellikle o sırada bedenlerinde hissettikleri yoğun stresi azaltmak için bunu yapıyorlar. Duvar ören bir eşin karşısındaki eş ise bu durumu bir tepki olarak algılıyor ve tartışmayı daha fazla alevlendiriyor.
5. DOLMA-TAŞMA
Tartışma sırasında bedende oluşan fizyolojik değişimler örneğin kalp atışının hızlanması, adrenalinin ve kan basıncının artması eşlerin tartışmayı sürdüremeyecek bir noktaya gelmesini sağlıyor. Beynin bilgi işlemleme becerisi azalıyor. Yani eşler tabiri caizse dolup taşıyorlar. Eşlerden biri böyle hissettiğinde kendini korumak için genelde eşiyle iletişimi kesip duvar örüyor. Bu durumun sıkça yaşanması da evliliği sonlandıran nedenlerden biri.
6. BAŞARISIZ TELAFİ GİRİŞİMLERİ
Bir tartışma sırasında ya da sonrasında bunu telafi edebilecek herhangi bir özür veya af dilemenin olmaması boşanmanın diğer belirtilerinden biri. Evliliğinden mutlu olduğunu ifade eden çiftlerin ilişkileri incelendiğinde tartışma esnasındaki en önemli farklarından biri eşlerine “özür dilerim” “seni kırmak istemedim” gibi cümleler kurmaları.
7. KÖTÜ HATIRALAR
Boşanmayı sağlayan nedenlerden biri de çiftin geçmişle ilgili olumsuz şeyleri hatırlamaları ve sürekli gündeme getirmeleri. Bu durum yaygın olarak tartışmalarda ortaya çıkıyor ve ‘Sen şöyle yapmıştın böyle yapmıştın’ gibi cümlelerle başlıyor. Geçmişle ilgili bu olumsuzluklar ilişkinin bugününü ve geleceğini de olumsuz etkileyerek boşanmaya götürebiliyor.
8. SONRAYA SAKLAMA VEYA BİRİKTİRME
Çiftler birbirleri ile ilgili bir olumsuzluk yaşadıklarında bunu sonraya saklamaya veya birkaç olay üst üste geldiğinde eşi ile paylaşmaya çalışabiliyor. Böyle olduğunda bekleyen konular başta küçük olsalar bile sonradan büyük meselelere ve kavgalara dönüşebiliyorlar. Bu durumun sık olması ise boşanmaya neden olabiliyor.
9. DUYGUSAL KOPUKLUK
Duygusal kopukluk eşlerin eskisi gibi birbirleri ile hiçbir şeyi paylaşmamaları, beraber vakit geçirmemeleri kısacası “biz” olmaktan çıkarak sadece birer birey olarak hareket etmeleri anlamına geliyor. Aldatmanın da bir numaralı belirtisi olan duygusal kopukluk kaçınılmaz olarak boşanmanın da en önemli göstergelerinden biri.
10. ETKİYİ KABUL ETMEMEK
Eşlerin birbirlerinden gelen etkilere açık olmaları ve birbirlerini dikkate almaları yerine diğerinin söylediği, düşündüğü şeyi reddetmeleri ya da önemsememeleri. Bu konudaki önemli bir araştırma bize erkeklerin kadınlara göre etkiyi çok daha az kabul ettiğini ve kabul etmemeyi sürdürdüğünde boşanma oranının % 80 olduğunu gösteriyor.Sual: Ben jinekolog bir bayan doktorum. Bekaretini kaybeden kızlar, diktirmek için bize başvuruyorlar. Ben müslüman bir doktor olarak bunu yapmayı uygun bulmuyorum. Fakat tesettürlü kızlar da geliyor. Zina etmediklerini tahmin ettiğim bu kızlar, sivri herhangi bir şeyi kastederek, bir kaza geçirdik bizimkini diker misiniz diyorlar. Bunlarınkini dikmem günah olur mu?
CEVAP
Zina edenlerinkini dikmek, onların yaptıkları hileye ortak olmak demektir. Veballi bir iştir. Bu arada kaza ile yırtılanların da olması mümkündür. Bunu tespit etmek tıpça mümkün olmadığına göre, müslüman olan kızların sözlerine itimat etmenizde vebal olmaz.
Sual: Fakirliğe sebep olanlar nelerdir?
CEVAP
Hadis-i şerifte şöyle bildirilmiştir:
Cünüp olarak yemek yemek.
Ekmek ufağını, hor görüp basmak.
Büyüklerin önünde yürümek.
Babasını ve anasını adıyla çağırmak.
Defi hacet yaptığı yerde, temizlemeden abdest almak.
Çanağı ve çömleği, yıkamadan yemek koymak.
Elbisesini üstünde dikmek.
Aç iken soğan yemek.
Yüzünü elbisesi ile silmek.
Evinde örümcek bırakmak.
Sabah namazını kılınca mescidden acele çıkmak.
Pazara, erken gidip, geç dönmek.
Babaya ve anaya, kötü duada bulunmak.
Yemek kaplarını açık bırakmak.
Bir iş yaparken besmele çekmemek.
Zaruretsiz ayakta defi hacet görmek.
Sual: Günümüzün şartları çok ağır, artık yılgınlık geldi, her şeye küsüp, pes etmek üzereyim...
CEVAP
Yılmak, pes etmek yok. Şu olay belki azminizi artıracaktır. İlmi ve âlimleri seven ve İslamiyet’e çok hizmetleri geçen Timur Han, ilk savaşlarının birinde bozguna uğradıktan sonra, çadırına çekilir. İşin içinden nasıl çıkacağını düşünürken, çadır bezinin üstünde bir karıncanın tırmana tırmana yukarıya çıktığını görür. Hemen bir fiske atıp yere düşürür. Yine düşüncelerine dalar. Bir iki dakika sonra hayvanın tekrar yukarı çıkmaya başladığını görür. Onu tekrar yere düşürür. Ama biraz sonra yine aynı manzarayla karşılaşır. Bu hâl çok defa tekrarlanınca, Timur Han nihayet elini alnına koyup, "İşin sırrını şimdi çözdüm. Bunu bana bu karınca öğretti. Başarının yegane çaresi sebat etmektir" der ve ondan sonra ömrü boyunca bu esastan ayrılmaz.
Sual: Yatağa girince hangi tarafa yatılır?
CEVAP
Sağ tarafa, kıbleye karşı yatılır. Sonra sola dönülebilir. Hatta rahatsız olan sırt üstü de yatabilir. Yüzükoyun yatmak mekruhtur.
Sual: Sırtüstü yatmak da mekruh mu?
CEVAP
Evet. Hastalar rahat ettiği şekilde yatar.
Sual: İhtiyaç olunca, 2 kadın veya 2 erkek aynı yatakta yatabilir mi?
CEVAP
Yatabilir.
Sual: Öğretmek için akıl baliğ oğulun elini öpmek haram mı?
CEVAP
Hayır.
Sual: Beni boşayan kocamın, mahkeme kararı ile çocuğuma verdiği nafakayı almam caiz mi?
CEVAP
Elbette caizdir.
Sual: Vazife icabı dövmek gerektiğinde, ne yapmalı?
CEVAP
Terbiye için baba oğlunu, hoca talebesini hafif dövebilir. Tokat atamaz. Başka ceza vermeli.
Sual: Doğup büyünen yeri, akraba olmasa da ziyaret iyi mi?
CEVAP
Faydalıdır, kalbe rikkat verir.
Sual: Gündüzün ilk vaktinde uyumak mekruh. Bu hangi vakittir?
CEVAP
Güneş doğduktan işrak vaktine kadar olan vakittir.
Sual: Hangi lisanı öğrenmelidir?
CEVAP
İngilizce ve Arapça.
Sual: Kurumuş ekmekleri çöpe atmak uygun mu?
CEVAP
Kurumuş da olsa, ekmeği çöpe atmak hiç uygun değildir. Üstelik israf da olur. Bir hayvana yedirilirse israf olmaz. Ekmek parçalarını, kırıntılarını çöpe atmayıp yemek sevap olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Sofradan düşen kırıntıları yiyen fakirleşmez, çocukları da ahmak olmaz.) [İ.Neccar]
Sual: Oturmak için ev ararken nelere dikkat etmelidir?
CEVAP
Her müslümanın, bilhassa yeni evlilerin, ehl-i sünnet olan ve haramlardan sakınan, ibadetini yapan salih müslümanlar arasında ev araması gerekir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ev satın almadan önce, komşuların nasıl olduklarını araştırınız! Yola çıkmadan önce, yol arkadaşınızı seçiniz!) [Şir’a]
Sual: Küpe için kulağımı deldirmedim. Bazı kadınlar, "Kulağı deldirmek sünnettir. Küpe için kulağını deldirmeyen günaha girer" dediler. Kulağımı deldirmesem günaha girer miyim?
CEVAP
Küpe takmak için kız çocuğun kulağını delmek caizdir. (Eşbah)
Küpe takmak ibadet değil âdettir. Peygamber efendimizin ibadet olarak değil de, âdet olarak devamlı yaptığı veya yapılmasına izin verdiği şeylere, (Sünnet-i zevaid) denir. Zevaid sünnetleri terk etmek günah olmaz. Mesela Peygamber efendimiz, gümüş yüzük takardı. Gümüş yüzük takan Eshab-ı kirama da mani olmazdı. Erkeklerin gümüş yüzük takmaları (sünnet-i zevaid) olduğu için terk etmeleri günah olmaz. Bayramlarda herkesin takması müstehaptır. Gösteriş için takmak haramdır. (Mevahib)
Sual: Hamileyken saç kestirmekte mahzur var mıdır?
CEVAP
Hamileyken veya değilken, ihtiyaç varsa saç kestirmekte mahzur yoktur. Hamile değilken de, lüzumsuz yere saç kestirmek uygun değildir. (Hadika)
Sual: Kaç yaşına gelen kız çocuğunun odasını ayırmak gerekir?
CEVAP
On yaşına gelen kız ve erkek çocuğun yatak odasını birbirinden ve ana-babanın odasından ayırmalıdır. (Hadika)
Sual: Camiye bitişik lokalde, dinimize aykırı olmayan toplantılar yapmak, kına gecesi düzenlemek caiz midir?
CEVAP
Caizdir.
Sual: Burada dini bilgisi olmayan yaşlı bir kadın, Kırk Yasin Toplantısı düzenliyor. Namazdan haberi olmayan ve tesettüre riayet etmeyen kadınları topluyor, çeşitli dedikodulardan sonra ezbere bilenlere Yasin okutuyor. Böylece Cennete gidileceğini söylüyor. Bu kadının yaptığı uygun mudur?
CEVAP
Sadece Belçika’da değil, dünyanın çeşitli yerlerinde dine aykırı acayip toplantılar yapılıyor, âdetler ibadetlere karıştırılıyor. Böyle toplantılarda muteber bir ilmihal okunması çok iyi olur. Çünkü itikadı düzgün olmayanın, bid'at işleyenin, ibadetleri kabul olmaz.
Sual: Evde huzursuzluk olmaması iyi midir?
CEVAP
Elbette iyidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlânın sevdiği ev halkı arasında mülayemet [uygunluk, yumuşaklık] olur.) [İ.Ebiddünya]
Sual: Bir çocuklu eşim İstanbul’dan İzmir’e gidince, orada bir arkadaşımla beraber olduğunu itiraf etti. Bir daha böyle bir şey olmaması için, o arkadaşı tehdit etmem veya gözdağı için yaralamam uygun olur mu?
CEVAP
O insanın yaralanması veya öldürülmesi asla çare değildir. O arkadaşla niye beraber olduğunu tespit etmek gerekir. Sizden daha mı zengin? Mevkisi mi yüksek? Daha mı yakışıklı? Mutlaka bir sebebi vardır. O sebepler bir başkasında da olabilir. Sizden ayrılıp, o arkadaşla evlense bile, ondan daha iyisini bulunca bu sefer onunla da beraber olabilir.
O arkadaş İstanbul’a gelip beraber olmuyor ki. Kabahat onun ayağına giden eşinizdedir. Tehdit edilmesi gereken biri varsa eşinizdir. Bir daha öyle bir şey duyarsam seni bırakabilirim diye gözdağı vermeniz gerekir. Çocuğumuz var diye göz yumuyorsanız, bu da sizin bileceğiniz bir iş.
Bir hadis-i şerifte (Kadınlarınızın iffetli olmasını istiyorsanız, siz iffetli olunuz) buyuruluyor. Siz başkasının karısına kızına böyle şeyler yapıyorsanız, sizin başınıza da aynı şeylerin gelmesi anormal sayılmaz. Etme bulma dünyasındayız.
Sual: Din kitaplarında vaty ve cima kelimeleri geçiyor. Bunlar aynı şeyler midir?
CEVAP
Vaty, cinsel ilişkinin genel ismidir. Nikahlı ile olan ilişkiye cima, nikahsız olan ilişkiye ise, zina denir.
Sual: Evimizin ihtiyaçları için, beyimin cebinden habersiz para almam, caiz midir?
CEVAP
Caiz değil, haramdır.
Tek başına
Sual: Bir kimsenin evde tek başına yaşaması caiz midir?
CEVAP
Mekruhtur. Bir mazereti varsa, o zaman yalnız kalabilir.
Sual: Dinde ikinci bir kadınla evlenmenin hükmü nedir?
CEVAP
Din kitaplarımızda şöyle bildiriliyor:
Dörde kadar evlenmek, vacib, hatta mendub da değildir. İhtiyaç halinde izin verilmiştir. Bu bir emir olmadığı gibi, kadınlar da bunu kabul etmeye mecbur değildir. (Nimet-i İslam)
Devlet haram olmayan bir şeyi yasak ederse, bu şeyi yapmak mubah olmaktan çıkar, haram olur; çünkü Müslüman, kanuna karşı gelmez, suç da işlemez. Bir erkeğin ikinci bir kadınla evlenmesi için, bu hususta birinci hanımının hakkını koruyan ekonomik ve sosyal şartlar vardır. İkinci kadının da, ayrıca hakları vardır. Bu şartlara haiz olmayanın, ikinci bir kadınla evlenmesini dinimiz yasak etmiştir. Zaruretsiz, böyle bir şey yaparak birinci kadını incitmek haramdır. Hayat şartları da, göz önüne alınınca, ikinci bir kadınla evlenmenin caiz olmayacağı açıktır. Örf ve âdete tâbi olan ahkâmın, zamana göre değişebileceğini İslam dini kabul eder. (H.L.O.İman)
Sual: Düğünlerde, âdete uyarak, gelin arabasının önünü kesip, para alıyorlar. Gelinin akrabaları kapıyı kapatıp, para almadan açmıyorlar. Böyle alınan paralar helal olur mu?
CEVAP
Rızalarıyla veriyorlarsa helal olur. Mecbur bırakılarak, gasp ediliyorsa helal olmaz.
Evlilik günü
Sual: Evlilik için belli bir gece var mıdır?
CEVAP
Pazartesi ve Cuma gecelerini tercih etmelidir.
Allah’ın emriyle
Sual: Kız istenirken (Allah’ın emriyle) deniyor. Evlenmek farz mı da böyle söyleniyor?
CEVAP
Allahü teâlânın her emri farz değildir. Kur’an-ı kerimde evlenilmesi haram olanlar ve caiz olanlar bildirilmiştir. Evlenmek, Allahü teâlânın emrine aykırı değildir. Kur’an-ı kerimde,(Haksızlık yapmaktan korkarsanız, bir kadınla evlenin!) buyuruluyor. Evlenmek farz değildir. Allah’ın emriyle demek, Allah’ın emrine aykırı olmayan, onun emrine uygun olan demektir.
Kadının sütü
Sual: (Üç yaşındaki bir çocuk, bir kadının sütünü içse, o kadının süt çocuğu olmaz. Bu bakımdan, erkeğin hanımının sütünü emmesinde bir mahzur yoktur) deniyor. Doğru mudur?
CEVAP
Yanlıştır. Erkeğin, hanımının sütünü içmesiyle süt çocuğu olmadığı doğruysa da, hanımının sütünü içmesi haramdır. Ancak salih ve uzman olan doktor, (Kadın sütü, bu hastalığa iyi gelir) derse, o zaman ilaç olarak içilebilir. (İslam Ahlakı)
Yemek için ücret
Sual: Dinimize göre kadın evde yemek pişirmek zorunda olmadığına göre, yemek yaparsa, bunlar için kocasından ücret istemesi gerekir mi? Kadın yemek yapmazsa kadının yiyeceğini erkeğin getirmesi gerekmez mi?
CEVAP
Kadın ücret istemez. Kendisine yaptığı yemekten kocasına da verir. Müslüman kadınlar bu ihsanı kocalarına yapmışlardır. Kadın yemek pişirmem derse, pişir diye zorlanamaz. Kocası ona peynir, zeytin gibi şeyler getirir. (Hindiyye)
Nikâhta istibra
Sual: S. Ebediyye’de, (Zina eden kadını başkasının, istibra etmeden nikâh etmesi caiz olur) deniyor. Burada istibra nedir?
CEVAP
Buradaki istibra, nikâhla alınan zina etmiş bir kadının, gebe olmadığına kanaat getirmek için, bir âdet görünceye kadar beklemek demektir. Bu zamanı beklemeden başka birinin nikâh etmesi, yani evlenmesi caizdir.
Evlenene yardım
Sual: (Ev alanla evlenene Allah yardım eder)atasözü doğru mudur? Evlenecek olan fakire Allah yardım eder mi?
CEVAP
Atasözleri genelde âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerin açıklaması mahiyetinde olur. Bu söz de, diğer atasözleri gibi doğrudur. Nur suresinin (Aranızdaki bekâr [veya dul] köle ve cariyelerden [evlenecek durumda olan] salihleri evlendirin! Eğer onlar fakirseler, Allah kendi lütfuyla onları zenginleştirir. Allah’ın lütfu boldur. O, her şeyi hakkıyla bilendir) mealindeki 32. âyet-i kerimesiyle, Deylemi’nin bildirdiği (Rızkı evlilikte arayın!) hadis-i şerifi gereğince, evlilik genelde rızık bolluğuna ve nimet çokluğuna sebep olur.
Şahitlerin kızı tanıması
Sual: S. Ebediyye’de, (Nikâh kıyılırken, veli veya vekil, şahitlerin bildiği kadının yalnız ismini söyler. Şahitlerin tanımadıkları kadının, babasının ve dedesinin adını da söylemesi lazımdır. Tanımak, kimin kızı ve hangi kızı olduğunu bilmek demektir. Şahsını, şeklini bilmek değildir) deniyor. Buna göre, babasını ve dedesini de hiç tanımasak, nikâh sahih olur mu? Kızda olduğu gibi oğlanı da tanımaları gerekir mi?
CEVAP
Tanımak tarif edilirken, (İsmini bilmek demek değildir) deniyor. Kız nikâhta bulunmuyorsa, yani şahitler kızı görmüyorsa, kızın ismi ve soyadı söylenilse, fakat o kız bilinmiyorsa nikâh sahih olmadığı gibi, sadece babasının ve dedesinin ismini bilmekle de nikâh geçerli sayılmaz. Mesela Ali oğlu Veli’nin kızı dense, sarı çizmeli Mehmet ağanın kızı gibi bir şey olur. Sarı çizmeliyi bilmiyoruz ki, nikâh sahih olsun. Kızı tanımak, kimin hangi kızı olduğunu bilmek demektir deniyor. Büyük kızı mı, küçük kızı mı, bunu da bilmek şarttır. Ali ve oğlu Veli de bilinmiyorsa nikâh sahih olmaz. Mesela Turgut Özal’ın büyük kızı dense, Özal’ı şahitler tanıdığı için nikâh sahih olur. Büyük kızını hiç görmeseler de sahih olur. Kimin hangi kızı olduğu bellidir.
Oğlan da, nikâhta bulunmayıp yerine vekili varsa, oğlanın da kim olduğu bilinmiyorsa, şahitlerin, kızda olduğu gibi oğlanı da tanımaları gerekir. Erkek genelde tanındığı için, tanınmasa da, nikâhta bulunduğu için, kitaplarda kızı tanımak bildiriliyor. Ali oğlu Veli’nin kızı, Mahir oğlu Tahir’in oğluyla evlense, şahitler bunları tanımasa nikâh sahih olmaz. Yahut kızı tanısalar, oğlanı tanımasalar yine nikâh sahih olmaz.
Eşi ismiyle çağırmak
Sual: Kadın, eşine ismiyle hitap etse günah olur mu?
CEVAP
İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki: Ana babayı ve kadının zevcini, isimleriyle çağırması tahrimen mekruhtur, küçük günahtır. Tazimle, saygı anlatan kelimelerle ve yanına giderek çağırmaları lazımdır. Uzaktan, yüksek sesle çağırmamalı. (S. Ebediyye)
İsmi ne ise sonuna bey kelimesini getirerek, mesela Ali Bey, Veli bey gibi söylenebilir. Mesleği ne ise öyle hitap edebilir. Doktorsa doktorum veya doktor diyebilir. Bunun gibi, onbaşım, çavuşum, yüzbaşım, komutanım, polisim, patronum, mimarım, tüccarım, kaptanım, pilotum, avukatım, ustam, reisim, başkanım, hocam, öğretmenim, şefim, müdürüm, noterim denebilir. Yahut sevdiği sıfat ne ise o da söylenebilir. Beyim, aslanım, yiğidim, hayatım, şekerim gibi. Erkek hangisinden hoşlanıyorsa onu söylemeli, istemediği ismi veya sıfatı söylememeli. Aynı şekilde erkek de hanımına, onun hoşlanacağı şekilde hitap etmeli. Mesela güzelim, bitanem gibi şeyler söylemesi uygun olur.
Vedalaşırken kucaklaşmak
Sual: Bir bayan, babasıyla, oğluyla veya kardeşiyle vedalaşırken kucaklaşıp öpüşebilir mi?
CEVAP
Kadın kadına, erkek erkeğe kucaklaşıp öpüşmek de uygun olmaz. Bir hadis-i şerifte, (Karşılaştığınız zaman kucaklaşmayın!)buyuruluyor. (Berika)
Kadınların birbirleriyle erkeklerin yanında öpüşmeleri de ayrıca uygun değildir. Müsafeha etmeli, çünkü müsafeha sünnettir. Müsafeha edince günahlar dökülür.
Mahrem akraba ile öpüşürken az da olsa şehvet meydana gelirse hürmet-i müsahere olur. Mesela amcayla hürmet-i müsahere olsa, o amcanın oğluyla evlenilemez. Babayla hürmet-i müsahere olursa, annesi babasına haram olur. Onun için çok yakınımız da olsa, mahremimiz de olsa şehvetlenme tehlikesi varsa, uzak durmak gerekir. Kız, babasının veya oğlan, annesinin elini öperken bile buna dikkat etmelidir. Sıkışık oturmamalıd��r.
Eşinden izin almak
Sual: Kadın sokağa çıkarken kocasından izin alması gerektiği gibi, erkek de sokağa çıkarken hanımından izin alması gerekir mi?
CEVAP
Erkek, evin reisidir. Reis, maiyetinde bulunanlardan izin almaz, ama evdeki huzurun bozulmaması için, (Ben şuraya gidiyorum) diye haber vermelidir.
S. Ebediyye'de, (Zevcesinden izinsiz sefere, hattâ nafile hacca gitmemeli) deniyor. Nafaka bırakmadan farz olan hacca gitmek de haram olur. Eskiden hacca gitmek de sefere çıkmak da uzun sürerdi. Hacca giderken, sefere çıkarken evin ihtiyaçları temin edilirse, izin almak şart olmaz.
Evin işine karışmak
Sual: Erkeğin, hanımının ev işlerine karışmasının, evdeki huzura ne gibi etkisi olur?
CEVAP
Bu konuda, Enver Abimizin iki sözü var:
Allahü teâlâ, evin dışını erkeğe, içini de kadına vermiştir. Bir erkek, evin içine ne kadar çok karışırsa, dünyada ve âhirette o kadar sıkıntısını çeker.
Diğer sözü de şöyledir:
Fizikî kaideye göre, mıknatısın aynı kutupları birbirini iter, zıt kutupları birbirini çeker. Yani artı kutup artıyı, eksi kutup eksiyi iter, artı kutup eksiyi, eksi kutup da artıyı çeker. İki kişinin ikisi de, (Ben haklıyım) derse neticede kavga çıkar, huzursuzluk başlar. Biri, (Sen haklısın) diyebilirse, kavga biter. Karı kocadan biri de, diğerine (Sen haklısın) derse geçim olur. Yani hiç olmazsa, bir taraf mutlaka alttan almalı. Ama bunu kendisi yapmalı, karşı taraftan beklememeli. İkisi de, (Ben haklıyım) derse, o evde kavga bitmez. İkisi de, (Sen haklısın) derse ne olur? Hiç kavga olmaz, o evde ilahî aşk başlar.
Düğünde mevlit okutmak
Sual: Bir arkadaş, (Sünnet düğünü olsun, diğer düğünler olsun, düğün yemeğinden önce veya sonra, sohbet etmek, mevlid okumak dine aykırıdır) diyor. Merhum hocamızın torunlarının sünnet düğününe katılmıştım. Orada sohbet olmuştu. Enver abi de, her düğün yemeğinde sohbet ederdi. Neden böyle söyleniyor ki?
CEVAP
Söyleyene sormalı. Haram işlenmeyen düğün yemeklerinde, sohbet etmek, mevlit okutmak sevab olur. Sohbet, emr-i maruf demektir. Emr-i maruf, fitne çıkmayacak her yerde yapılır. Ayrıca düğünde yemek yedirmek sünnettir. Tam İlmihâl’de deniyor ki:
Yemek yerken hiç konuşmamak mekruhtur. Ateşe tapanların âdetidir. Neşeli konuşmalıdır. (S. Ebediyye)
3 notes · View notes
lacivertin50tonu · 5 years
Text
Uzun Zaman Olmuş
Chrome ana ekranımda Tumblr gitmiş bile, uzun yazıları bilgisayarda yazardım.  Merhaba, ben Batuhan. Şaka tabi geçtik buraları. Neler oldu...? Çok şey yada hiçbir şey. Bazı kararlar almıştım, evren bazıları için yardımcı oldu bana bazılarında ise pek uygulayamadım henüz ama pes etmek yok. Psikolog nasıl gidiyor derseniz -bahsetmiş miydim bundan?- biraz karışık ama karışmak lazımmış zaten, o da öyle dedi. Ben de çok çok öncelerinde su bulanmadan durulmaz demiştim, okuyanlar bilir. Bu karışıklık tabi ki de rahatsız edici zaman zaman, mesela bu sabah durduk yere ağlayasım geldi. Ağlayasım diyorum çünkü ne hikmetse bırakmıyorum kendimi, ne zaman bunu zayıflık olarak kodladı acaba beynim. Durduk yere dedim ama tabi tetikleyen bir şey oldu. 4-5 yaşlarında saçları kardeşime benzeyen bir çocuk gördüm. Sadece saçtan insan insanı benzetir mi, benzetiyormuş. Bu arada churchill güzel şey, deneyin, hazırlayın, için. Uzun zamandır bu saatlere kadar oturmuyordum sanırım, oysa ki sabah uykusuzdum ve gün içinde uyumadım, serviste tam dalmıştım ki telefon çaldı, ha bir de servis değişti, “ah be amcacım, o sağdan dalanlara sövmek yerine biraz onlara uysan 2 saat sürmeyecek yol” uyanınca da uyuyamadım geri.  Niye bilmiyorum yaklaşık bir saat önce evimi sevmek geldi içimden, solmak üzere olan fesleğenimi baş köşeye koydum, 2-3 mum, aspiratörün sıcak sarı ışığı, bununla ilgili bir yazı vardı ama nerede acaba, fonda hafif sayılabilecek şarkılar, kabaca toplanmış bir mutfak... Neden sevmeyeyim ki. Belki de gitme ihtimalimdir sevmemi başlatan, belki de bendeki değişimler... Gitmek mi, kim nereye gidiyor? Henüz bir şey belli değil o yüzden sessizlik.  Yetti şimdilik bu kadar ben şarkılarıma döneyim, Türkçe eşlik ettiklerime...
2 notes · View notes
brieffarmnerdhoagie · 5 years
Text
Tumblr media
Sual: Ben jinekolog bir bayan doktorum. Bekaretini kaybeden kızlar, diktirmek için bize başvuruyorlar. Ben müslüman bir doktor olarak bunu yapmayı uygun bulmuyorum. Fakat tesettürlü kızlar da geliyor. Zina etmediklerini tahmin ettiğim bu kızlar, sivri herhangi bir şeyi kastederek, bir kaza geçirdik bizimkini diker misiniz diyorlar. Bunlarınkini dikmem günah olur mu?
CEVAP
Zina edenlerinkini dikmek, onların yaptıkları hileye ortak olmak demektir. Veballi bir iştir. Bu arada kaza ile yırtılanların da olması mümkündür. Bunu tespit etmek tıpça mümkün olmadığına göre, müslüman olan kızların sözlerine itimat etmenizde vebal olmaz.
Sual: Fakirliğe sebep olanlar nelerdir?
CEVAP
Hadis-i şerifte şöyle bildirilmiştir:
Cünüp olarak yemek yemek.
Ekmek ufağını, hor görüp basmak.
Büyüklerin önünde yürümek.
Babasını ve anasını adıyla çağırmak.
Defi hacet yaptığı yerde, temizlemeden abdest almak.
Çanağı ve çömleği, yıkamadan yemek koymak.
Elbisesini üstünde dikmek.
Aç iken soğan yemek.
Yüzünü elbisesi ile silmek.
Evinde örümcek bırakmak.
Sabah namazını kılınca mescidden acele çıkmak.
Pazara, erken gidip, geç dönmek.
Babaya ve anaya, kötü duada bulunmak.
Yemek kaplarını açık bırakmak.
Bir iş yaparken besmele çekmemek.
Zaruretsiz ayakta defi hacet görmek.
Sual: Günümüzün şartları çok ağır, artık yılgınlık geldi, her şeye küsüp, pes etmek üzereyim...
CEVAP
Yılmak, pes etmek yok. Şu olay belki azminizi artıracaktır. İlmi ve âlimleri seven ve İslamiyet’e çok hizmetleri geçen Timur Han, ilk savaşlarının birinde bozguna uğradıktan sonra, çadırına çekilir. İşin içinden nasıl çıkacağını düşünürken, çadır bezinin üstünde bir karıncanın tırmana tırmana yukarıya çıktığını görür. Hemen bir fiske atıp yere düşürür. Yine düşüncelerine dalar. Bir iki dakika sonra hayvanın tekrar yukarı çıkmaya başladığını görür. Onu tekrar yere düşürür. Ama biraz sonra yine aynı manzarayla karşılaşır. Bu hâl çok defa tekrarlanınca, Timur Han nihayet elini alnına koyup, "İşin sırrını şimdi çözdüm. Bunu bana bu karınca öğretti. Başarının yegane çaresi sebat etmektir" der ve ondan sonra ömrü boyunca bu esastan ayrılmaz.
Sual: Yatağa girince hangi tarafa yatılır?
CEVAP
Sağ tarafa, kıbleye karşı yatılır. Sonra sola dönülebilir. Hatta rahatsız olan sırt üstü de yatabilir. Yüzükoyun yatmak mekruhtur.
Sual: Sırtüstü yatmak da mekruh mu?
CEVAP
Evet. Hastalar rahat ettiği şekilde yatar.
Sual: İhtiyaç olunca, 2 kadın veya 2 erkek aynı yatakta yatabilir mi?
CEVAP
Yatabilir.
Sual: Öğretmek için akıl baliğ oğulun elini öpmek haram mı?
CEVAP
Hayır.
Sual: Beni boşayan kocamın, mahkeme kararı ile çocuğuma verdiği nafakayı almam caiz mi?
CEVAP
Elbette caizdir.
Sual: Vazife icabı dövmek gerektiğinde, ne yapmalı?
CEVAP
Terbiye için baba oğlunu, hoca talebesini hafif dövebilir. Tokat atamaz. Başka ceza vermeli.
Sual: Doğup büyünen yeri, akraba olmasa da ziyaret iyi mi?
CEVAP
Faydalıdır, kalbe rikkat verir.
Sual: Gündüzün ilk vaktinde uyumak mekruh. Bu hangi vakittir?
CEVAP
Güneş doğduktan işrak vaktine kadar olan vakittir.
Sual: Hangi lisanı öğrenmelidir?
CEVAP
İngilizce ve Arapça.
Sual: Kurumuş ekmekleri çöpe atmak uygun mu?
CEVAP
Kurumuş da olsa, ekmeği çöpe atmak hiç uygun değildir. Üstelik israf da olur. Bir hayvana yedirilirse israf olmaz. Ekmek parçalarını, kırıntılarını çöpe atmayıp yemek sevap olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Sofradan düşen kırıntıları yiyen fakirleşmez, çocukları da ahmak olmaz.) [İ.Neccar]
Sual: Oturmak için ev ararken nelere dikkat etmelidir?
CEVAP
Her müslümanın, bilhassa yeni evlilerin, ehl-i sünnet olan ve haramlardan sakınan, ibadetini yapan salih müslümanlar arasında ev araması gerekir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ev satın almadan önce, komşuların nasıl olduklarını araştırınız! Yola çıkmadan önce, yol arkadaşınızı seçiniz!) [Şir’a]
Sual: Küpe için kulağımı deldirmedim. Bazı kadınlar, "Kulağı deldirmek sünnettir. Küpe için kulağını deldirmeyen günaha girer" dediler. Kulağımı deldirmesem günaha girer miyim?
CEVAP
Küpe takmak için kız çocuğun kulağını delmek caizdir. (Eşbah)
Küpe takmak ibadet değil âdettir. Peygamber efendimizin ibadet olarak değil de, âdet olarak devamlı yaptığı veya yapılmasına izin verdiği şeylere, (Sünnet-i zevaid) denir. Zevaid sünnetleri terk etmek günah olmaz. Mesela Peygamber efendimiz, gümüş yüzük takardı. Gümüş yüzük takan Eshab-ı kirama da mani olmazdı. Erkeklerin gümüş yüzük takmaları (sünnet-i zevaid) olduğu için terk etmeleri günah olmaz. Bayramlarda herkesin takması müstehaptır. Gösteriş için takmak haramdır. (Mevahib)
Sual: Hamileyken saç kestirmekte mahzur var mıdır?
CEVAP
Hamileyken veya değilken, ihtiyaç varsa saç kestirmekte mahzur yoktur. Hamile değilken de, lüzumsuz yere saç kestirmek uygun değildir. (Hadika)
Sual: Kaç yaşına gelen kız çocuğunun odasını ayırmak gerekir?
CEVAP
On yaşına gelen kız ve erkek çocuğun yatak odasını birbirinden ve ana-babanın odasından ayırmalıdır. (Hadika)
Sual: Camiye bitişik lokalde, dinimize aykırı olmayan toplantılar yapmak, kına gecesi düzenlemek caiz midir?
CEVAP
Caizdir.
Sual: Burada dini bilgisi olmayan yaşlı bir kadın, Kırk Yasin Toplantısı düzenliyor. Namazdan haberi olmayan ve tesettüre riayet etmeyen kadınları topluyor, çeşitli dedikodulardan sonra ezbere bilenlere Yasin okutuyor. Böylece Cennete gidileceğini söylüyor. Bu kadının yaptığı uygun mudur?
CEVAP
Sadece Belçika’da değil, dünyanın çeşitli yerlerinde dine aykırı acayip toplantılar yapılıyor, âdetler ibadetlere karıştırılıyor. Böyle toplantılarda muteber bir ilmihal okunması çok iyi olur. Çünkü itikadı düzgün olmayanın, bid'at işleyenin, ibadetleri kabul olmaz.
Sual: Evde huzursuzluk olmaması iyi midir?
CEVAP
Elbette iyidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlânın sevdiği ev halkı arasında mülayemet [uygunluk, yumuşaklık] olur.) [İ.Ebiddünya]
Sual: Bir çocuklu eşim İstanbul’dan İzmir’e gidince, orada bir arkadaşımla beraber olduğunu itiraf etti. Bir daha böyle bir şey olmaması için, o arkadaşı tehdit etmem veya gözdağı için yaralamam uygun olur mu?
CEVAP
O insanın yaralanması veya öldürülmesi asla çare değildir. O arkadaşla niye beraber olduğunu tespit etmek gerekir. Sizden daha mı zengin? Mevkisi mi yüksek? Daha mı yakışıklı? Mutlaka bir sebebi vardır. O sebepler bir başkasında da olabilir. Sizden ayrılıp, o arkadaşla evlense bile, ondan daha iyisini bulunca bu sefer onunla da beraber olabilir.
O arkadaş İstanbul’a gelip beraber olmuyor ki. Kabahat onun ayağına giden eşinizdedir. Tehdit edilmesi gereken biri varsa eşinizdir. Bir daha öyle bir şey duyarsam seni bırakabilirim diye gözdağı vermeniz gerekir. Çocuğumuz var diye göz yumuyorsanız, bu da sizin bileceğiniz bir iş.
Bir hadis-i şerifte (Kadınlarınızın iffetli olmasını istiyorsanız, siz iffetli olunuz) buyuruluyor. Siz başkasının karısına kızına böyle şeyler yapıyorsanız, sizin başınıza da aynı şeylerin gelmesi anormal sayılmaz. Etme bulma dünyasındayız.
Sual: Din kitaplarında vaty ve cima kelimeleri geçiyor. Bunlar aynı şeyler midir?
CEVAP
Vaty, cinsel ilişkinin genel ismidir. Nikahlı ile olan ilişkiye cima, nikahsız olan ilişkiye ise, zina denir.
Sual: Evimizin ihtiyaçları için, beyimin cebinden habersiz para almam, caiz midir?
CEVAP
Caiz değil, haramdır.
Tek başına
Sual: Bir kimsenin evde tek başına yaşaması caiz midir?
CEVAP
Mekruhtur. Bir mazereti varsa, o zaman yalnız kalabilir.
Sual: Dinde ikinci bir kadınla evlenmenin hükmü nedir?
CEVAP
Din kitaplarımızda şöyle bildiriliyor:
Dörde kadar evlenmek, vacib, hatta mendub da değildir. İhtiyaç halinde izin verilmiştir. Bu bir emir olmadığı gibi, kadınlar da bunu kabul etmeye mecbur değildir. (Nimet-i İslam)
Devlet haram olmayan bir şeyi yasak ederse, bu şeyi yapmak mubah olmaktan çıkar, haram olur; çünkü Müslüman, kanuna karşı gelmez, suç da işlemez. Bir erkeğin ikinci bir kadınla evlenmesi için, bu hususta birinci hanımının hakkını koruyan ekonomik ve sosyal şartlar vardır. İkinci kadının da, ayrıca hakları vardır. Bu şartlara haiz olmayanın, ikinci bir kadınla evlenmesini dinimiz yasak etmiştir. Zaruretsiz, böyle bir şey yaparak birinci kadını incitmek haramdır. Hayat şartları da, göz önüne alınınca, ikinci bir kadınla evlenmenin caiz olmayacağı açıktır. Örf ve âdete tâbi olan ahkâmın, zamana göre değişebileceğini İslam dini kabul eder. (H.L.O.İman)
Sual: Düğünlerde, âdete uyarak, gelin arabasının önünü kesip, para alıyorlar. Gelinin akrabaları kapıyı kapatıp, para almadan açmıyorlar. Böyle alınan paralar helal olur mu?
CEVAP
Rızalarıyla veriyorlarsa helal olur. Mecbur bırakılarak, gasp ediliyorsa helal olmaz.
Evlilik günü
Sual: Evlilik için belli bir gece var mıdır?
CEVAP
Pazartesi ve Cuma gecelerini tercih etmelidir.
Allah’ın emriyle
Sual: Kız istenirken (Allah’ın emriyle) deniyor. Evlenmek farz mı da böyle söyleniyor?
CEVAP
Allahü teâlânın her emri farz değildir. Kur’an-ı kerimde evlenilmesi haram olanlar ve caiz olanlar bildirilmiştir. Evlenmek, Allahü teâlânın emrine aykırı değildir. Kur’an-ı kerimde,(Haksızlık yapmaktan korkarsanız, bir kadınla evlenin!) buyuruluyor. Evlenmek farz değildir. Allah’ın emriyle demek, Allah’ın emrine aykırı olmayan, onun emrine uygun olan demektir.
Kadının sütü
Sual: (Üç yaşındaki bir çocuk, bir kadının sütünü içse, o kadının süt çocuğu olmaz. Bu bakımdan, erkeğin hanımının sütünü emmesinde bir mahzur yoktur) deniyor. Doğru mudur?
CEVAP
Yanlıştır. Erkeğin, hanımının sütünü içmesiyle süt çocuğu olmadığı doğruysa da, hanımının sütünü içmesi haramdır. Ancak salih ve uzman olan doktor, (Kadın sütü, bu hastalığa iyi gelir) derse, o zaman ilaç olarak içilebilir. (İslam Ahlakı)
Yemek için ücret
Sual: Dinimize göre kadın evde yemek pişirmek zorunda olmadığına göre, yemek yaparsa, bunlar için kocasından ücret istemesi gerekir mi? Kadın yemek yapmazsa kadının yiyeceğini erkeğin getirmesi gerekmez mi?
CEVAP
Kadın ücret istemez. Kendisine yaptığı yemekten kocasına da verir. Müslüman kadınlar bu ihsanı kocalarına yapmışlardır. Kadın yemek pişirmem derse, pişir diye zorlanamaz. Kocası ona peynir, zeytin gibi şeyler getirir. (Hindiyye)
Nikâhta istibra
Sual: S. Ebediyye’de, (Zina eden kadını başkasının, istibra etmeden nikâh etmesi caiz olur) deniyor. Burada istibra nedir?
CEVAP
Buradaki istibra, nikâhla alınan zina etmiş bir kadının, gebe olmadığına kanaat getirmek için, bir âdet görünceye kadar beklemek demektir. Bu zamanı beklemeden başka birinin nikâh etmesi, yani evlenmesi caizdir.
Evlenene yardım
Sual: (Ev alanla evlenene Allah yardım eder)atasözü doğru mudur? Evlenecek olan fakire Allah yardım eder mi?
CEVAP
Atasözleri genelde âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerin açıklaması mahiyetinde olur. Bu söz de, diğer atasözleri gibi doğrudur. Nur suresinin (Aranızdaki bekâr [veya dul] köle ve cariyelerden [evlenecek durumda olan] salihleri evlendirin! Eğer onlar fakirseler, Allah kendi lütfuyla onları zenginleştirir. Allah’ın lütfu boldur. O, her şeyi hakkıyla bilendir) mealindeki 32. âyet-i kerimesiyle, Deylemi’nin bildirdiği (Rızkı evlilikte arayın!) hadis-i şerifi gereğince, evlilik genelde rızık bolluğuna ve nimet çokluğuna sebep olur.
Şahitlerin kızı tanıması
Sual: S. Ebediyye’de, (Nikâh kıyılırken, veli veya vekil, şahitlerin bildiği kadının yalnız ismini söyler. Şahitlerin tanımadıkları kadının, babasının ve dedesinin adını da söylemesi lazımdır. Tanımak, kimin kızı ve hangi kızı olduğunu bilmek demektir. Şahsını, şeklini bilmek değildir) deniyor. Buna göre, babasını ve dedesini de hiç tanımasak, nikâh sahih olur mu? Kızda olduğu gibi oğlanı da tanımaları gerekir mi?
CEVAP
Tanımak tarif edilirken, (İsmini bilmek demek değildir) deniyor. Kız nikâhta bulunmuyorsa, yani şahitler kızı görmüyorsa, kızın ismi ve soyadı söylenilse, fakat o kız bilinmiyorsa nikâh sahih olmadığı gibi, sadece babasının ve dedesinin ismini bilmekle de nikâh geçerli sayılmaz. Mesela Ali oğlu Veli’nin kızı dense, sarı çizmeli Mehmet ağanın kızı gibi bir şey olur. Sarı çizmeliyi bilmiyoruz ki, nikâh sahih olsun. Kızı tanımak, kimin hangi kızı olduğunu bilmek demektir deniyor. Büyük kızı mı, küçük kızı mı, bunu da bilmek şarttır. Ali ve oğlu Veli de bilinmiyorsa nikâh sahih olmaz. Mesela Turgut Özal’ın büyük kızı dense, Özal’ı şahitler tanıdığı için nikâh sahih olur. Büyük kızını hiç görmeseler de sahih olur. Kimin hangi kızı olduğu bellidir.
Oğlan da, nikâhta bulunmayıp yerine vekili varsa, oğlanın da kim olduğu bilinmiyorsa, şahitlerin, kızda olduğu gibi oğlanı da tanımaları gerekir. Erkek genelde tanındığı için, tanınmasa da, nikâhta bulunduğu için, kitaplarda kızı tanımak bildiriliyor. Ali oğlu Veli’nin kızı, Mahir oğlu Tahir’in oğluyla evlense, şahitler bunları tanımasa nikâh sahih olmaz. Yahut kızı tanısalar, oğlanı tanımasalar yine nikâh sahih olmaz.
Eşi ismiyle çağırmak
Sual: Kadın, eşine ismiyle hitap etse günah olur mu?
CEVAP
İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki: Ana babayı ve kadının zevcini, isimleriyle çağırması tahrimen mekruhtur, küçük günahtır. Tazimle, saygı anlatan kelimelerle ve yanına giderek çağırmaları lazımdır. Uzaktan, yüksek sesle çağırmamalı. (S. Ebediyye)
İsmi ne ise sonuna bey kelimesini getirerek, mesela Ali Bey, Veli bey gibi söylenebilir. Mesleği ne ise öyle hitap edebilir. Doktorsa doktorum veya doktor diyebilir. Bunun gibi, onbaşım, çavuşum, yüzbaşım, komutanım, polisim, patronum, mimarım, tüccarım, kaptanım, pilotum, avukatım, ustam, reisim, başkanım, hocam, öğretmenim, şefim, müdürüm, noterim denebilir. Yahut sevdiği sıfat ne ise o da söylenebilir. Beyim, aslanım, yiğidim, hayatım, şekerim gibi. Erkek hangisinden hoşlanıyorsa onu söylemeli, istemediği ismi veya sıfatı söylememeli. Aynı şekilde erkek de hanımına, onun hoşlanacağı şekilde hitap etmeli. Mesela güzelim, bitanem gibi şeyler söylemesi uygun olur.
Vedalaşırken kucaklaşmak
Sual: Bir bayan, babasıyla, oğluyla veya kardeşiyle vedalaşırken kucaklaşıp öpüşebilir mi?
CEVAP
Kadın kadına, erkek erkeğe kucaklaşıp öpüşmek de uygun olmaz. Bir hadis-i şerifte, (Karşılaştığınız zaman kucaklaşmayın!)buyuruluyor. (Berika)
Kadınların birbirleriyle erkeklerin yanında öpüşmeleri de ayrıca uygun değildir. Müsafeha etmeli, çünkü müsafeha sünnettir. Müsafeha edince günahlar dökülür.
Mahrem akraba ile öpüşürken az da olsa şehvet meydana gelirse hürmet-i müsahere olur. Mesela amcayla hürmet-i müsahere olsa, o amcanın oğluyla evlenilemez. Babayla hürmet-i müsahere olursa, annesi babasına haram olur. Onun için çok yakınımız da olsa, mahremimiz de olsa şehvetlenme tehlikesi varsa, uzak durmak gerekir. Kız, babasının veya oğlan, annesinin elini öperken bile buna dikkat etmelidir. Sıkışık oturmamalıdır.
Eşinden izin almak
Sual: Kadın sokağa çıkarken kocasından izin alması gerektiği gibi, erkek de sokağa çıkarken hanımından izin alması gerekir mi?
CEVAP
Erkek, evin reisidir. Reis, maiyetinde bulunanlardan izin almaz, ama evdeki huzurun bozulmaması için, (Ben şuraya gidiyorum) diye haber vermelidir.
S. Ebediyye'de, (Zevcesinden izinsiz sefere, hattâ nafile hacca gitmemeli) deniyor. Nafaka bırakmadan farz olan hacca gitmek de haram olur. Eskiden hacca gitmek de sefere çıkmak da uzun sürerdi. Hacca giderken, sefere çıkarken evin ihtiyaçları temin edilirse, izin almak şart olmaz.
Evin işine karışmak
Sual: Erkeğin, hanımının ev işlerine karışmasının, evdeki huzura ne gibi etkisi olur?
CEVAP
Bu konuda, Enver Abimizin iki sözü var:
Allahü teâlâ, evin dışını erkeğe, içini de kadına vermiştir. Bir erkek, evin içine ne kadar çok karışırsa, dünyada ve âhirette o kadar sıkıntısını çeker.
Diğer sözü de şöyledir:
Fizikî kaideye göre, mıknatısın aynı kutupları birbirini iter, zıt kutupları birbirini çeker. Yani artı kutup artıyı, eksi kutup eksiyi iter, artı kutup eksiyi, eksi kutup da artıyı çeker. İki kişinin ikisi de, (Ben haklıyım) derse neticede kavga çıkar, huzursuzluk başlar. Biri, (Sen haklısın) diyebilirse, kavga biter. Karı kocadan biri de, diğerine (Sen haklısın) derse geçim olur. Yani hiç olmazsa, bir taraf mutlaka alttan almalı. Ama bunu kendisi yapmalı, karşı taraftan beklememeli. İkisi de, (Ben haklıyım) derse, o evde kavga bitmez. İkisi de, (Sen haklısın) derse ne olur? Hiç kavga olmaz, o evde ilahî aşk başlar.
Düğünde mevlit okutmak
Sual: Bir arkadaş, (Sünnet düğünü olsun, diğer düğünler olsun, düğün yemeğinden önce veya sonra, sohbet etmek, mevlid okumak dine aykırıdır) diyor. Merhum hocamızın torunlarının sünnet düğününe katılmıştım. Orada sohbet olmuştu. Enver abi de, her düğün yemeğinde sohbet ederdi. Neden böyle söyleniyor ki?
CEVAP
Söyleyene sormalı. Haram işlenmeyen düğün yemeklerinde, sohbet etmek, mevlit okutmak sevab olur. Sohbet, emr-i maruf demektir. Emr-i maruf, fitne çıkmayacak her yerde yapılır. Ayrıca düğünde yemek yedirmek sünnettir. Tam İlmihâl’de deniyor ki:
Yemek yerken hiç konuşmamak mekruhtur. Ateşe tapanların âdetidir. Neşeli konuşmalıdır. (S. Ebediyye)
Yemek esnasında, yemekten önce veya sonra konuşmayı, sohbeti yasaklayan dînî hüküm yokken, bunları dine aykırı gibi göstermek çok yanlış olur.
Evlenen rızka kavuşur
Sual: (Evlenen rızka kavuşur) deniyor. Doğru mudur?
CEVAP
Doğrudur yani rızka kavuşması kolay olur. Çünkü Peygamber efendimiz, (Evlenerek rızık arayın!)buyuruyor. (Deylemî)
Hazret-i Ömer de, (Evlenmeden rızk arayanlara şaşarım) buyurup, Nur sûresinin 32. âyetini okuyor. Meali şöyledir:
(İçinizdeki bekârları, kölelerinizden ve cariyelerinizden iyi olanları evlendirin. Eğer yoksul iseler, Allah onları lütfuyla zenginleştirir. Allahü teâlâ, lütfu bol olandır, bilendir.) [Nur 32; Medârik Tefsiri]
Bir atasözümüz de şöyledir:
(Ev alan ile evlenene, Allahü teâlâ yardım eder.)
Demek ki, zengin olmasa da, Allahü teâlâ, dine uymak, haramlardan korunmak niyetiyle evlenen sâlih Müslümana rızık sıkıntısı çektirmez. Bir hadis-i şerif:
(Haramdan korunmak için evlenene, Allah’ın yardımı hak olur.) [İbni Meniy]
4 notes · View notes
otadam · 5 years
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Engeller ve bizim ısrarla engel olduğuna inandıklarımız üzerine...
Merhaba herkese,
Beni, yazılarımı, düşüncelerimi sevmeyen, hoşlanmayan, yanlış bulanlar da dahil olmak üzere okuyabilecek fırsatı bulmuş herkes sesleniyorum. Burada konu ben değilim. Hepimiziz.
Milyarların ve evrenin sonsuzluğu içinde kendimize bir yer bulmaya çalışıyoruz yer yüzünde. Sahip olduklarımız, olamadıklarımız, olmayı istediklerimiz var. Hepimizin olası ve imkansız olarak tanımladığımız hayallerimiz, arzularımız var.
Kimisi için çabalıyor, kimisi için çabalamaya gerek dahi duymuyor, kimisi için de bir süre sonra pes ediyoruz.
Belki çabaladığımız her konuda başarılı olamıyoruz ama başarılı olduğumuz her konu için çabaladığımızı biliyoruz.
Başaramadıklarımız için engellerden, imkan yetersizliklerinden bahsediyoruz. Peki gerçekten yetersiz mi tüm imkanlar? Yoksa sadece en kolay yol mu kapalı? Sizi hedefinize götürecek diğer tüm zorlu yolları denediniz mi?
Sırf daha fazlasına sahip olmayışınız sizi hedefinizden alı koymak zorunda değil. Belki sizin hedefinize kolay yoldan sahip olabilen birçok insanla aynı şartlara sahip değilsiniz, yeterli güç, para, vakit yok, hatta bedensel olarak eksiklikleriniz vardır. Belki diğerleri kısa bir emekle oraya ulaşabiliyorken sizin daha fazla emek harcamanız gerekiyordur.
Bu pes etmeniz için yeterli mi? İmkanlarınıza isyan etmek yerine imkan yaratıp ısrarla, istikrarlı olarak hedefinize ilerlemeniz gerekmez mi?
Sanırım bu biraz da hedefe ulaşmayı gerçekte ne kadar istediğinize bağlı.
Sadece hevesinizi kırmayın. Engellere takılmayın. Engeller aşmak içindir.
Görme yetisine sahip olmayan gazeteci bir arkadaşım var. Eğer bu yazıyı dinleyebiliyorsa ona onunla gerçekten gurur duyduğumu ve bana verdiği büyük azim, harika bakış açısı için çok teşekkür ettiğimi söylemek istiyorum. Kendisi bir telefon, kulaklık ve yazmasına yardımcı olacak bir klavye ile şu an gazetecilik yapmakta, üstelik çok başarılı bir öğrenciydi, çap yaptı, okulunu bir sene uzatmak zorunda kalmıştı, bunun nedeni ise derslere yetişememesi değil bir sene Erasmus'la Avrupa'yı gezmek istemesiydi. Bu onun hayaliydi. Etrafındakilere göre imkansız bir hayal. Fakat o birden fazla ülkeyi tek başına büyük bir cesaret ve heyecanla gezip gelmeyi başardı. Kendine işler bulup para kazanmayı da başardı.
O bir engelli değil, sadece görme yetisi yok, ona kıyasla bakıldığında engelli olan benim. Benim daha fazla eksiğim vardı. Aslında engel olmayan birçok şeyi kendime büyütüp ketler olarak vurduğumu fark etmemi sağladı.
Hiçbir şey aşılamaz değildir. Siz yeter ki isteyin ve yollar arayın.
Gelelim bir diğer konuya.
Fotoğrafta gördüğünüz kitabın yazarı Rukiye tüm ömrünü yatakta geçirmiş, bedeninin sağ tarafı hiç tutmayan bir kadın.
Sadece bir parmağını kullanarak yazmış bu kitabı. %99-98 engelli bedeninde onu hedefine götürmesine yeterli bir parmak.
Düşüncelerini bizlere aktarmayı başarmış.
Bir kitap sizin için çok büyük bir şey olmayabilir. Ama onun için anlamı çok büyük.
Kitabı alıp bir kenara atarak unutmaktansa üzerine düşünüp kendi çıkarımlarınızı, değerlendirmelerinizi yapabilirsiniz.
Anlamaya çalışın, hislerini, içinde bulunduğu durumu, yazdıklarını düşünerek onunla empati kurmaya çalışın. Elbette onu anlamamız mümkün değil.
Fakat buna çabalarken öğreneceklerimiz bize çok yardımcı olabilir.
İnsan imkanlarını kendi oluşturur. Tüm yollar kapalı gibi göründüğünde bile bir açık yol bulunabilir.
Sorun kendinize dürüstçe, gerçekten hedefiniz için elinizden gelen her şeyi, yapabileceğiniz her şeyi yaptınız mı?
Tüm olasılıkları, ihtimalleri değerlendirdiniz mi?
Kolaya kaçmış olabilir misiniz?
Şu an yaşadığınız yaşam sizin en fazla çabalamış halinizin sonucu mu oldu?
Kitap hakkında söylenecek her şeyi arka sayfası ve ilk sayfalarındaki Rukiye'nin ile kitabın yayıncısı açıklamalarıyla yapmış. Ben de okumanız üzere buraya bırakıyorum.
Rukiye Türeyen, yüce yürekli kadın, bize büyük, çok büyük bir ders veriyor. Kitabıyla engellilerin sesini geniş kitlelere duyurmak istemiş. Ben de alıp okumanızı tavsiye ediyorum. Rukiye'ye ise başarılar diliyorum bu hedefinde. Ben kitabını aldım, okuyorum, tavsiye ediyorum ve onu güzel dileklerle anıyorum.
Hepimiz bir gün engelli olabiliriz. Şu an yürüyor, konuşabiliyor, görebiliyor olmamız yarın da bunları yapabileceğimiz anlamına gelmiyor.
Bedensel engeli olan insanların bir çoğunun doğuştan değil de sonradan bu engellere sahip olduğunu biliyor muydunuz?
Başkalarının başına gelirken sizin başınıza gelmesine ne engel olabilir?
Gerisi tamamen sizin düşüncelerinize kalıyor.
Engeller gerçekten aşılamayacak şeyler mi? Yoksa engeller aşılmak için mi varlar?
Kendinize sormanızı tavsiye ederim.
İyi ve engelsiz günleriniz olsun güzel insanlar.
14 notes · View notes
umuttosunlar · 5 years
Text
Kendimize İnanmanın Olumlu Yönleri Nelerdir?
Tumblr media
Hepimiz hayata büyük hayalleri olan çocuklar olarak başlarız. Aslında biz biri olmak istiyoruz. Peki kim? Sonra gerçek dünyanın pencereleri açılıyor ve bizi aşağıya atmaya başlıyor. Sonra da biz kendimizi aşağıya atmaya başlıyoruz. Zamanla kendimize çok az inanç duyduğumuz ya da hiç inanmadığımız noktalara doğru yol alabiliyoruz. 
İnsanların her zaman cesurca "alçak gönüllü" olmaları gerektiğini düşünürüm. Bunun, benlik saygısı olan, kontrolsüz bir egoya sahip olmayan zor bir şey olduğunu anlayabiliyorum. Bu bir çelişki gibi hissedilebilir. Zaten hayat çelişkilerle dolu değil mi? Ama ikisi arasında sağlıklı bir denge bulma yeteneğinizi geliştirmelisiniz. Bu tip çelişkileri sağlıklı bir şekilde yönetebilmeli ve taşımalısınız. Hayatta ne istediğini elde etmek için kendinizde olan inancı inşa etmek zorundasınız. Bununla birlikte, hangi seviyede olursa olsun alçak gönüllülüğü korumanız çok önemlidir. 
Zamanınızı kimlere harcadığınız çok önemli bir konu. Kimlerle konuşuyorsun? İnsanlar çoğu zaman kendilerinin bataryalarını tüketen, negatif olan ve onları inşa etmeyen insanlarla zaman geçirirler. Ondan sonra, karşılıklı bir göz yaşartısı toplumu haline geliyorlar. Kendinizi, olumlu olan, sizi geliştiren ve kendinize inanç oluşturmanıza yardımcı olan kişilerle kuşatın. Bu tutum küçük yaşlardan itibaren aile içinde başlar. Ebeveynlerin çocuklarına her zaman yüksek düzeyde inanç vermeleri gerekir. Bu tip bir motivasyon desteği ilerleyen yıllara iyimser ve pozitif insanları düşünen bir olasılıkla çevrelenmenizi sağlar. 
Önümüzdeki engelleri aşmak için büyük bir şeyler yapmak zorunda değiliz. Atacağımız küçük adımlar bir süre sonra problemlerin ortadan kalkmasında çok önemli bir etki yaratırlar. Yapacağını söylediğin bir şeyi yapmak, kendin hakkında daha iyi hissetmeni sağlar. Her gün başarmak için neye ihtiyacın olduğunu bilmen ve ona göre hareket etmen gerek. İşleri, yapılacakları her gün kontrol et. Devamlı bu mücadelenin içinde olmalısın. Bu aynı zamanda yaşamında daha az bunalmış hissetmenize yardımcı olur. Bazı insanlar çok fazla anlamsız bilgiye sahiptirler. Bu kadar çok anlamsız bilgi boğulmanıza ve pes etmenize neden olur. Bunun için en önemli şey liste(ler) yapmak. Yaşamınız boyunca "to-do list"leriniz hiç eksik olmasın. Liste yapma konusuna çok önem veren biri olarak çok farklı seçeneklerde listeler yapıp, düzenli olarak bunları kontrol eden bir yapım var. Listeler yaparken önem sırası ve kategorilendirme üzerinde çalışmanız gereken küçük detaylar olarak aklınızda kalsın.
Kafamızın içindeki sesler her zaman pozitif değildir. Çoğu kişiye göre, çoğu zaman pozitif değildir. Aslında, çoğu zaman gürültülü sesler veren negatif iç sesimizi kabullenmek zorundayız. "Çok aptalım, hiçbir şey yapmadım, yine başarısız olacağım" gibi düşüncelerle başa çıkmayı öğrenmemiz gerek. Başarının en alt katmanında bunlarla nasıl başa çıkmamız gerektiği yer almalıdır. Zaman zaman zihnimiz ile oyun oynamak, zihniyetimizin de değişmesine neden olur. Zihninize dikkat edin. Düşünceleriniz sizi aşağı çekiyorsa, bu düşünceleri tersine çevirmek zorundasınız. Her konunun pozitif özelliklerine odaklanmaya çalışın. Kendimiz hakkında ne düşündüğümüz, yaşamın her alanında aldığımız sonuçları etkiliyor.
Hayat çok kısa, çok çabuk geçiyor. Ne hakkında endişeleniyorsun? Emin olun, endişelendiğiniz şeylerin çoğu gerçekçi ve önemli değil. Mesela işinizden nefret mi ediyorsunuz? O zaman işini değiştir. Sadece bunun üzerine git! Hayatını hoşlanmadığın ya da yaptığın şeylerden nefret etme rutiniyle geçirme. Bununla ilgili bir şeyler yap. Kendine inanmayı bul ve o yoldan git.
Büyük bir başarı kazandığınızda, onun o kadar da büyük bir şey olmadığını fark etmek için iç sesiniz ile konuşun. Bu başarıları yüksek sesle dile getirdiğimiz zaman hiç bir şey bilmeme durumuna düşebiliyoruz. Alçak gönüllülük ve benlik saygısının zor bir birleşimine göre, hepimizin bu hayatta büyük bir değeri var! Unutma, insanlık tarihinde bu gezegende bulunabilecek tek kişi sensin. Olabileceğin en iyi şey ol! Hayatta hiç bir zaman iyi olmadığımızı düşündüğünüz kadar iyi bir yaşam süremezsiniz. Ve asla olmadıklarını düşündüğünüz kadar da kötü olamazsınız. Sonuç mu; arada bir yerdeyiz. Hepimiz eşit ve aynıyız. Sonsuz bir döngüde çok da fazla "şey" olmamak gerek.. :)
4 notes · View notes
tumitutscanlation · 5 years
Text
Heavenly Blessing - 26. Bölüm
Mega // MangaTr
Bölüm 26: Oyalanan HuaLian, Günahkarın Çukurunda Akşam Vakti
Hikaye gittikçe daha karmaşık ve dolambaçlı bir hal alıyordu. Xie Lian tekrar sordu. “General, BanYue Baş Rahibesi neden kalenin kapılarını düşmanlara açtı?”
Ke Mo ise cevap vermek yerine. “Kardeşlerimi öldürdün, sana cevap vermeyeceğim! Onun yerine seninle dövüşürüm!”
San Lang. “Onları ben öldürdüm. O hiçbir şey yapmadı. Onun sorularına cevap verirken benimle dövüşebilirsin.”
“…”
Xie Lian içinden, İnkar edilemez bir mantık, diye geçirdi. Ke Mo öfkeyle bağırdı. “İkinizde o kaltaktan emir alıyorsunuz, hiçbir farkınız yok!”
Xie Lian hemen araya girdi. “General Ke Mo, sanırım bir yanlış anlaşılma var. Biz Gobi Çölünden BanYue’nin Baş Rahibesinden kurtulmak için geçtik, nasıl onun emrinde olalım?”
Xie Lian’ın aslında Baş Rahibeyi yok etmek için geldiğini duyunca Ke Mo sessizleşti. Ardından sordu. “Eğer ona yardım etmiyorsanız neden kardeşlerimi öldürdünüz? Ancak o böyle bir şey yapar!”
Xie Lian mantıklı bir şekilde açıkladı. “Bizi çukura atmaya başladığınız için sadece kendimizi savunduğumuzdan olmasın?”
Ke Mo sinirle bağırdı. “Saçmalık! Ben hiçbirinizi atmadım! Seni tutmaya bile çalıştım! Kendi kendinize atladınız!”
“…”
Şimdi Xie Lian nasıl düştüklerini bir kez daha gözden geçirince gerçekten konuşmaya nasıl devam edeceğini bilmiyordu. Bu yüzden de şöyle söyledi. “Ee, ehem, biz atılmamış bile olsak, diğerlerini atacaktınız bu yüzden sadece oturup bekleyecek halimiz yoktu. İnsan yiyorsunuz Cennet Aşkına!”
Bu konuyu açmak Ke Mo’nun nefretini alevlendirmiş gibiydi. “İnsan yememizin suçlusu da o kaltak!”
Nefreti iliklerine kadar işlemişti görünüşe göre. Xie Lian. “General, şu anda hepimiz çukurda kapana kısılmış durumdayız. Küfretmeyi bırak ve çıkmak için bir yol bulalım. BanYue’nin Baş Rahibesinin gerçek hikayesi nedir?”
Ke Mo soğuk bir sesle. “İkiniz hem sinsi hem adaletsizsiniz, benimle ikiye bir dövüştünüz. Dövüşü kazanamam ama sorularınızı da daha fazla cevaplamayacağım.”
Xie Lian usanmıştı, alnını ovuşturdu. “Sana sadece bir kez vurdum. Tek bir kez.”
Sinsi ya da adaletsiz olarak görünmek umurunda değildi. Eğer öyle gerekiyorsa, ikiye bir şöyle dursun tek kişiye yüz kişiyle bile saldırırdı, bire bir kimin umurundaydı ki? Ama öncesinde San Lang bir yandan onu taşırken bir yandan da dövüşte kazanan taraftı ve Xie Lian’ın katılmasına gerek bile yoktu. Ke Mo ise karşısında San Lang olsa dövüşü kazanabileceğini düşünür gibiydi, Xie Lian ona acıyordu.
San Lang ise hiçte kötü hissetmiyordu, mutlu bir şekilde konuştu. “Evet, seni döven bendim. Bi’ sıkıntı mı var?”
Hala kabadayı imajını korumayan çalışan Ke Mo hemen cevap verdi. “Önce bana karşı ikiniz dövüştünüz, şimdi de ikiye bir laf dalaşına giriyorsunuz. Bu ne kurnazlık! Hiçbir şeye yanıt vermeyeceğim!”
Ke Mo iş birliğine bir parça dahi yaklaşmıyordu ama Xie Lian endişelenmemişti. Ke Mo ağzından baklayı kolay çıkartacak birine benziyordu ve bol bol vakitleri vardı, sıkıntı yoktu. San Lang ise onun kadar sabırlı değildi, tembel bir halde konuştu. “Kardeşlerini düşünüyorsan, onun sorduğu sorulara cevap versen iyi olur.”
“Onları öldürdün zaten.” Ke Mo korkmamıştı. “Onları kullanarak beni tehdit edebileceğini mi sanıyorsun!”
“Öldüler ama cesetleri hala yerde yatıyor.” Diye cevapladı San Lang.
Ke Mo endişelenmeye başlamıştı. “Ne yapacaksın?”
San Lang sırıttı. “Senin ne yapacağına bağlı.”
Sadece sesinden bile Xie Lian, San Lang’ın bakışlarını dikkatle odakladığını hayal edebiliyordu. “Gelecek hayatlarının şansa bağlı olmasını mı yoksa bir kan havuzu olarak yeniden doğmalarını mı tercih edersin?”
Ke Mo duraksadı, ancak kısa bir süre sonra San Lang’ın ne demek istediğini anlayınca patladı. “SEN?!”
BanYue insanları ölümü ve cenazeleri çok ciddiye alırlardı. Ölü ne şekilde gömülürse, o halde tekrar dirileceğine inanıyorlardı. Örneğin ölen kişinin bir kolu kopmuşsa, bir sonraki hayatında sakat olarak doğacaktı. Eğer çukurdaki cesetler parçalanırsa ne şekilde doğarlardı?
Tavrı ve davranışlarından dolayı, General Ke Mo’nun safkan bir BanYue vatandaşı olduğu ve bu inançlara gönülden bağlı olduğu çok açıktı. Değerli ‘kardeşleri’ni onu tehdit etmek için kullanmak hiçte fena bir fikir değildi. Beklenildiği gibi de karanlık çukurun diğer tarafında Ke Mo öfkeyle nefesini tuttu, en sonunda ise çaresiz bir şekilde pes etti. “Kardeşlerimin cesetlerine dokunma. Hepsi iyi ve cesur askerlerdi. Bunca yıldır çukura hapsolmaları zaten yetince kötüydü. Onları öldürmüş olman belki de bir lütuftu bilmiyorum, ama cesetlerinin bozulmayacak.”
Duraksadı, ardından devam etti. “Buraya sahiden o kaltağı öldürmeye mi geldiniz?”
Xie Lian sıcak bir sesle cevapladı. “Yalan söylemedim. Onun hakkında ne kadar çok şey bilirsek, savaşı kazanmamız da o kadar kolay olur. Dış dünya BanYue’nin Baş Rahibesi hakkında pek bir şey bilmiyor, onunla nasıl savaşacağımız hakkında hiçbir fikrimiz yok. Ama sen geçmişte onun altında çalışıyordun, belki de bizi bazı konularda aydınlatabilirsin?”
Belki de ortak bir düşmanları – BanYue’nin Baş Rahibesi – olduğu için aralarında ılımlı bir bağ kurulmuştu veya belki de kendi askerlerinin ölü bedenleriyle birlikte kaçınılmaz bir dar boğaza sıkışmış olduğu için Ke Mo’nun cesareti kırılmıştı, ama sebebi ne olursa olsun general onlara saldırma isteğini kaybetmişti. “Kapıları neden açtığını bilmiyor musunuz? Çünkü o düşmanımız! Bizden nefret ediyor! BanYue krallığından nefret ediyor!”
Xie Lian sordu. “BanYue’nin Baş Rahibesi nasıl…”
Ke Mo düzeltti. “Kötü kalpli cadı!”
Siyahlı kızı artık Baş Rahibe olarak tanımıyormuş gibi görünüyordu, Xie Lian da bozmadı. “Pekala, kötü kalpli cadı. Bizden nefret ediyordu derken ne kastettin? O zaman nasıl Baş Rahibe oldu?”
Sonsuz küfürlerin arasından kelimeleri seçmeye çalışan Xie Lian en sonunda Ke Mo tarafından anlatılan hikayenin ana hatlarını anlamıştı.
BanYue’nin Baş Rahibesi, BanYue’li bir kadın ve Merkez Ovalı bir erkeğin kızıydı. Babası sınırda, sonsuz bir nefret ve mücadeleyle hiçte kolay günler geçirmemiş en sonunda yeterince katlandığına karar verdiğinde ise sınırdan taşınmış ve Merkez Ovalara geri dönmüştü. Her ne kadar eşiyle dostça ayrılmış olsalar da BanYue’li kadın kısa bir süre sonra ıstırabı nedeniyle vefat etmişti.
Geride ise altı, yedi yaşlarında bir çocuk kalmıştı; çocuk onu koruyan kimsesi olmadan aç ve sefil bir halde sokaklarda dolaşmıştı. Zaten çift en başından beri gittikleri hiçbir yerde istenmemişlerdi, şimdi ise kızları da nereye gitse hor görülüyordu. BanYue halkı uzun ve iriydi, güzelliği güç ve zindelikte bulurlardı. Ama bu kız melezdi bu yüzden de diğer BanYue çocuklarına kıyasla göre küçük ve cılızdı. Zorbalığa maruz kalarak büyümüş ve gittikçe daha somurtkan birisi olup çıkmıştı. BanYue çocukları da onunla oynamamıştı, ama bazı Merkez Ovalı çocuklar onunla ilgilenmişti.
Kız on iki yaşına geldiğinde iki ordu arasında bir savaş çıkmış, savaşın ardında ise kız ortadan kaybolmuştu. BanYue’de ne dostları ne de bir ailesi vardı, bu yüzden kimse onun kaybolduğunu fark etmemiş, umursamamıştı. Geri dönüşü ise bambaşka bir hikayeydi.
Kaybolduğu birkaç yıl içerisinde, binlerce kilometre yürümüş ve Gobi Çölünü geçerek Merkez Ovalar’a ulaşmıştı. Kimse orada neler olduğunu bilmiyordu ancak geri döndüğünde kara büyü öğrenmiş ve BanYue’de en çok korkulan zehirli yaratığı, akrep yılanları, kontrol edebiliyormuş.
Dönüşünün ardından hem ondan etkilenmiş hem de pek çok kişi korkmaya başlamıştı. Bunun bir nedeni kızın kişiliğinin hiç değişmemiş olmasıymış, hala karamsar ve içine kapanıkmış. Diğer bir nedeni ise çocukken neredeyse herkes ona zulmetmişti; eğer saraya girer ve yüksek rütbeli bir kişi olurda, bir gün onlardan intikam almak isterse ne yaparlardı? Bu yüzden de onu hükümdarlarına kötü, akrep yılanları kontrol ederek krallıklarının sonunu getirecek olan, bu nedenle de asılması gereken birisi olarak bildirmişlerdi.
Bu sıralarda Ke Mo çoktan seçkin, vahşi bir savaşçıydı. Birkaç kez birlikte çalıştıktan sonra Ke Mo onu makul, yetenekli, istikrarlı ve krallığına zarar vermek gibi kötü emelleri olmayan, yasalara saygılı bir yurttaş olarak görmeye başlamıştı. Ke Mo ona kefil olmuş ve söylentileri dindirmesine yardım etmişti. Dahası Ke Mo’nun kendisi de çocukluğunda zorbalığa maruz kalmıştı, bu yüzden onun mücadelesini anlayabiliyordu, doğal olarakta onunla fazlasıyla ilgileniyordu. Onunla ilgilendikçe de kızın ne kadar güçlü olduğunun farkına varıyor, hal böyle olunca da onu pozisyona uygun gördüğü için Baş Rahibe olmasındaki en büyük destekçisi olmuştu. Sonrasında ise Baş Rahibenin en sadık destekçisi olarak anılmıştı.
Ama hiçbirisinin aklına Baş Rahibenin garezinin kalbinin derinliklerine dek işlediği ve yeteneklerini gerçek niyetini saklamak için kullandığı gelmemişti. BanYue Krallığından her şeyiyle nefret ediyordu, kara büyüyü sadece ülkesinden intikam almak için öğrenmiş ve bu yüzden de en büyük savaşta kale kapılarını düşmana açmıştı.
Düşmanla var gücüyle savaşmakta olan Ke Mo ise Baş Rahibenin kapıları açtığını duyunca öfkeden deliye dönmüştü.
Ne kadar güçlü olursa olsun onca kişiye karşı tek başına savaşamazdı. Ama eğer kaderinde savaş meydanında ölmek varsa, o kadını da yanında götürecekti!
Bu yüzden de küçük bir askeri birliği yanına alarak kuleye koşmuş ve Baş Rahibeyi tutuklayarak Günahkarın Çukuruna getirmişti, ardından da asmıştı.
Düşman askerleri içeri girdikten sonra BanYue Krallığı, bir ölüm krallığı olmuştu. Savaşta ölen Baş Rahibe ve General ise kapana kısılmış ve birbirlerinin ‘Gazabına’ dönüşmüşlerdi.
Hiçbiri harabelerden ayrılamıyordu, ama her ikisi de birbirlerinden nefret ediyorlardı. Ke Mo ve askerleri Baş Rahibeyi sonsuza dek avlamakla lanetlenmişti ve onu her yakaladıklarında bir kez daha Günahkarın Çukuruna ‘ölmesi’ için asıyorlardı. Karşılık olarak o da çukurun çevresine bir rün çizerek kaçılması imkansız bir yere dönüştürmüş ve askerleri oraya atıyordu. Ondan nefret eden askerler kinlerini sadece taze et yiyerek azaltabiliyorlardı, yoksa geceleri açlıklarını bastıramadıkları için uluyarak geçiriyorlardı.
Bir zamanların cesur askerlerinin bu hale geldiğini görünce Ke Mo’nun kalbi şiddetli bir ıstırapla dolmuştu. Neyse ki Baş Rahibenin akrep yılanları saldırgandı ve sık sık avlanmak üzere harabelere geliyorlardı. Akrep yılanlar tarafından yaralanan yolcular ise ShanYue otu aramak için sık sık düşmüş kaleye giriyor ve Ke Mo tarafından yakalanarak, kapana kısılmış askerlerini rahatlatmak için Günahkarın Çukuruna atılıyorlardı.
Xie Lian sürüp giden hikayeyle mest olmuştu ve ancak Ke Mo uzunca bir süre duraksayınca kendine gelmişti, sordu. “Saraydaki ShanYue otu bahçesini sen mi yetiştirdin? Çamur yüzü sen mi gömdün?”
“Evet öyle. Çamura gömülen adam kraliyet hazineleri çalmak için gelmiş bir hırsızdı. Ama krallığımız iki yüz yıl önce çoktan temizlendi, o yüzden de eline tek geçen gübre olmak oldu.”
Bunu duyunca Xie Lian sessizleşti.
Ke Mo’nun yalan söylediğini düşünüyordu.
Ya da en azından bir şeyler gizlediğini.
Bu BanYue askerlerinin ShanYue otu yetiştirecek hatta yaşayan insanları gübre olarak kullanacak kadar düşünebiliyorlardı, demek ki kendileri artık insan olmasalar bile akrep yılanlara olan korkuları bir parça bile azalmamıştı. Yaşarken sahiden çok korkuyor olmalıydılar.
O zaman madem Baş Rahibe en çok korktukları şeyi, akrep yılanları, kontrol edebiliyordu, onu nasıl kolayca yakalayıp kuleden sürükleyerek Günahkarın Çukurunun üzerine asabilmişlerdi? Ke Mo’ya göre geçen iki yüz senede Baş Rahibeyi tekrar tekrar yakalamış ve defalarca asmışlardı.
Ve kaleden avlanmak için ayrılan yılanlar da ayrı bir konuydu. Rastlantı mıydı? Böylesi şanslı bir rastlantı olabilir miydi? Yoksa Baş Rahibe onları bilerek mi gönderiyordu? Eğer öyleyse, Ke Mo’nun canlı insanlar yakalayarak askerlerine yem etmesine yardım etmiş olmuyor muydu? Buna ‘karşılıklı nefret’ demek uygun olmazdı.
Günahkarın Çukuru etrafındaki rün Baş Rahibe tarafından çizilmişti; eğer o çizdiyse, nasıl yok edeceğini de biliyor olmalıydı. Bunun anlamı da askerleri çukura attığı gibi çıkartabileceğiydi. Ama o zaman neden bıkıp usanmadan dövüşüyor ve düşmanmış gibi davranıyorlardı?
Ve tüm bu karmaşanın içinde bir de gizemli beyazlı kadın ve eşlikçisi vardı.
Xie Lian bir süre düşündükten sonra daha fazla soru sorarak Ke Mo’nun sözlerinin ne kadar güvenilir olduğunu kestirmeye çalışmaya karar verdi.
“General Ke Mo, kaleye ilk girdiğimizde iki kadın gördük, birisi beyaz giysili diğeri ise siyah…”
Aniden San Lang fısıldayarak onu susturdu. “Şişt.”
Xie Lian neler olduğunu bilmiyordu ama hemen konuşmayı kesti. Tuhaf bir önseziyle başını kaldırdı.
Hala koyu mavi gökyüzü üzerindeki hilal görünüyordu. Ama ayın hemen yanında birisi vardı; küçük, siyahlara bütünmüş bir figür kenarda durmuş aşağıya bakmaktaydı.
Bir süre daha izledikten sonra küçük siluet birden büyüdü – aşağıya atlamıştı.
O düşerken Xie Lian açıkça uzun, dağınık saçları ve cılız bedeni gördü. Direğe asılmış olan Baş Rahibe’ydi.
Çevirmen: Nynaeve
99 notes · View notes