Explore Tumblr blogs with no restrictions, modern design and the best experience.
Fun Fact
Kazakhstan’s Minister of Communications and Informatics has blocked the Tumblr site because it contained 60 sites of terrorism, extremism, and pornography in 2015.
Kim ne derse desin bence tüm geçmişe pazartesi’den bakmak güzel !!!
Mesela birbirini takip eden yağmurlu ve soğuk günlerden sonra doğar ya hani güneş o güneşte ısınmak güzel.
Bir ufuk çizgisinde yüreğinin, geçmişinin ve geleceğinin ince ayarında akort değiştirmek ne heyecanlı.
Hani sicimine ağırlığınca küfür yağdırıp, hani ebesini yeni jenerasyon dumanı üstünde fantezilerle süslediğin sevgilinin selamında iştahlanmak.
Siz ne derseniz deyiniz pazartesi başlamak için en ileri noktadır.
Bir pazartesi başımı arakaya doğru eğip, ters çevirdim dünyayı, severim ben debisi yukarı akan suları, okyanuslar başımdan aşağı dökülüverir, bir mercan ellerimi okşayarak kayarken, bir yengeç dansa kaldırır deniz yıldızını, bir yunus içten gülümseyişiyle tenimi keşfe gezinir, tuzdan bedenim eriyene kadar devam eder bu keşif, yunus olur kaşif.
“ bakar görür beni koca yunus, görür ki aşk beni de eyler”
Dün sabah güneş doğumu, munzur dağının zirvesini gördüm bir bulutla oynaşırken, iç içe geçmişlerdi, delikten sızan ışık demeti dört bir koldan savaşırken kar taneleriyle.
Eriyen taneler zevk kıvrımında süzülmekteydi, tam o anda deli boran bir rüzgar sarstı bedenimi, Rüzgarın saçımı savurması, tenimi serin serin kavurması güzel, rüzgar benim sevgilim.
Yürürüm tüm yaprakları yoluma serer, bir bir ezerim, rüzgar benim fahişe sevgilim.
Gezinir nice afetlerin pürüzsüz teninde, yavuz delikanlıların meşin ceketinde, bir sarhoşun dengesinde, bir fahişenin memelerinde, nice ölünün çiçeğinde, nice sevgilinin küfründe, bir dertlinin tütününde.
Sonra oturmuşum istanbulda bir kumsala gözlerimi ufuklara daldırıyorum, gökyüzü bir noktadan sonra denizle birleşiyor, tüm katmanlara rağmen.
Atmosfer biliyor aşkı, insanlar gibi değil, izin veriyor aşıklara, yerle bir ediyor tüm katmanlarını, al diyor senindir gökyüzü.
deniz kızları, oğlanları halaya birleştirirken ellerini, deniz anaları yaşlarını salıyor milyar metreküp suya.
Bir deniz kızı farkediyor beni, tutuyor ellerimden, ıslak tuzlu ellerini tutuyorum ve yürüyoruz ufka doğru, ıslanıyor önce ayaklarım, sonra dizkapaklarım.
Hiçbir borcum yokken koca denize, dokunmazken hiçbir yâre yüreğime, borç bildim, bir yaş’da ben saldım.
Tabanı yok hüznün dibi keşfetmek güzel, meraksız yaşarsan şayet ve hiç sorusuz, yaşamak aslında o kadar da çetrefilli bir iş değil.
Derinleri keşfetmek yüzeysel yaşamının bir katman berisi, küçük bir adım koca bir boşluk, saniyeler içinde artan hız ivmeleri, derinin yüzünü yırtması, kalp atışlarının saniyede yüzleri gördüğü bir çarpıntı.
İliklerine kadar hissetmek korkuyu güzel.
Gözümü açıyorum, bir koca İstanbul çok büyük, çok ulu..
ilk gözüme çarpan koca bir çınar ağacı, bir cami kubbesi, yükselen bir ezan sesi, tılsım tılsım yayılan bir davet, bir dua, 40 yıllık bir geçmiş, bir sonbahar sabahı günlerden pazartesi.
Toprak bekler. Sessizleşir. Hırpalar tabiatı hazan yağmurları. Koparır alır, savurur neyi varsa. Kuş yuvadan ayrılır, yaprak daldan, dal ağaçtan.
Ayrılma zamanıdır sonbahar. Yeniden kavuşana dek.
Gelene teslim olan bekler.
Neyi?
Önce uyku zamanı kışı, sonra deli baharı. Uyumak bahara uyanmaktır. Çünkü sonbaharı veren baharı getirmeye muktedir olandır.
Manevî bahar mevsimleri ve çiçekler, sonbaharların içinde gizlenmişlerdir. Sonbahar da ilkbaharın içinde saklıdır. Ve baharı olduğu kadar, mutlak bir sonbaharı da olacaktır her insanın.
“Tortuyu süzmek, sâfı meydana getirmek için aklımızın ne kadar zahmetler çekmesi lâzım. Kış ve güz imtihanlarıyla yazın harareti, can gibi olan bahar, yeller, bulutlar, şimşekler, hep hâdiselerin zuhur etmesi; rengi toprak olan yerin, yeninde, yakasında bulunan lâlle, âdi taşı meydana çıkarması içindir. Ey yiğit; Ulu Tanrı, sıcağı soğuğu, zahmeti, derdi bedenlerimize havale etmiştir. Bütün bunlar, korku, açlık,malların azlığı, bedenimizin hastalığı, hepsi can nakdinin meydana çıkması içindir.”
( Mesnevi 2950-2960)
Ruhu sonbaharla tanış, sonbaharı bir başka seven insanlar vardır. Hırpalanmayı, kendinden vermeyi, bir yaprak gibi dökülmeyi görmüş, örselenmeyi öğrenmiş, sezmiş tanımış. Bu insanlar sonbahar gelince sevinirler. Kendilerinden, eskilerinden izler taşıyan koca mevsim onlara kışa kadar eşlik eder. Halleşirler. Eskilerden konuşurlar. Ta ki ilk kar düşene, toprak ana uykuya dalıncaya dek.
Hüznü erken öğrenmiş çocuklardır onlar.
Azarlandığında, korktuğunda, hırpalandığında, kaybettiğinde başına gelen her şeyi, her sonbahar yeniden yaşar. Eski fotograflara bakar gibi bakar yaşanmışlıklarına. Ne yapması gerektiğini de yine sonbahardan öğrenir. İyice hırpalanınca toprak, nasıl karı yorgan yapıp uykuya dalarsa, bu çocuklar da öyle yapar. Korkulu gecelerde uykuyu yorgan yapıp hayallerini bahara saklar.
İnsan anlaşıldığı yere gider, kendini anlayana yakın hisseder. İşte sonbahar bu insanlara seni anlıyorum, bak ben de senin gibiyim, sendenim, gelir geçerim ama, bahar da, yaz da bizdendir diyen mevsimdir.
Sonbahar, ruhu hazanda kalmış çocuklar için gelir en çok.
Rüzgarı ve yağmuruyla sarsmak, onları kış uykusunda dinlendirip iyileştirmek ve bahara kavuşturmak için.
Her güz; bağı bahçeyi yakıp yandırmakta sonra yeniden bahçeleri renklere boyayan kırmızı gülleri yetiştirmektedir. Hazan kıymetli mevsimdir. Tarumar olan her bahçe için dua zamanıdır. Yoksa külhanda nasıl olur da gül bahçesi yetişir?
Ey hamuru toprak olan insan, yağmur da, kar da, rüzgar da, bahar da, yaz da hepsi senin için, hepsi sana. Madem topraktan yaratıldın toprak gibi yap. Ne hazandan kork, ne yazdan.Ne sadece güneş, ne de bulut.
Tevazu ile aç kollarını, gelen kimse, neyse, tohum gibi al içine, sen de başağa dönüşsün, ağaç olsun, meyve versin, sonra yine bir hazan gelir nasılsa, ardından başka bir bahar.
Ey toprak korkma, görkemli dallar yetiştir ve onları dua eden eller gibi gökyüzüne sal.Toprak olsan da uzan uzanabildiğin kadar. Ağacınla, dalınla, meyvenle. Hani analar vardır, bağrında yıldızlar yetiştirip tevazuyla gökyüzüne bırakır, işte o kudretli kadınlar gibi sen de bekle ve büyüt içindekini.
Ey toprak sevin. Hüzünlüyken de sevin. Sonbahar nasıl yakıştıysa sana, hazan nasıl girdiyse koynuna, yazın sıcağına da, baharın serinliğni de öylece aç kendini.
Ey toprak yumuşa, yumuşa ki kıvrımlarına yeni tohumlar atılsın artık.
Hz. Süleyman'ın sarayına kuşluk vakti saf bir adam telaşla girer. Nöbetçilere, hayati bir mesele için Hz. Süleyman'la görüşeceğini söyler ve hemen huzura alınır. Hz. Süleyman (a.s) benzi sararmış, korkudan titreyen adama sorar:
- Hayrola ne var? Neden böyle korku içindesin? Derdin nedir? Söyle bana...
Adam telaş içinde:
- Bu sabah karşıma Azrail (a.s) çıktı. Bana hışımla baktı ve hemen uzaklaştı. Anladım ki, benim canımı almaya kararlı..
- Peki ne yapmamı istiyorsun?"
Adam yalvarır:
- Ey canlar koruyucusu, mazlumlar sığınağı Süleyman! Sen her şeye muktedirsin. Kurt, kuş, dağ, taş senin emrinde. Rüzgarına emret de beni buradan ta Hindistan'a iletsin. O zaman Azrail (a.s) belki beni bulamaz. Böylece canımı kurtarmış olurum. Medet senden!
Hz. Süleyman, adamın haline acır. Rüzgarı çağırır ve:
- Bu adamı hemen al. Hindistan'a bırak!" emrini verir. Rüzgar bu... Bir eser, bir kükrer. Adamı alır ve bir anda Hindistan'da uzak bir adaya götürür.
Öğleye doğru Hz. Süleyman, divanı toplayarak gelenlerle görüşmeye başlar. Bir de ne görsün, Azrail (a.s.) da topluluğun içine karışmış, divanda oturmaktadır. Hemen yanına çağırır:
- Ey Azrail! Bugün kuşluk vakti o adama neden hışımla baktın? Neden o zavallıyı korkuttun?" der.
Azrail (a.s) cevap verir:
- Ey dünyanın ulu sultanı! Ben, o adama öfkeyle,hışımla bakmadım. Hayretle baktım. O yanlış anladı. Vehme kapıldı. Onu, burada görünce şaşırdım. Çünkü Allah (cc) bana emretmişti ki:
- "Haydi git, bu akşam o adamın canını Hindistan'da al!" Ben de bu adamın yüz kanadı olsa, bu akşam Hindistan'da olamaz. Bu nasıl iştir, diye hayretlere düştüm. İşte ona bakışımın sebebi bu idi.
Osman Nuri, Mesnevi Bahçesinden Bir Testi Su
Read the full article
"Ben belalı bir adamım," (...) "Ne?" dedi afallayarak. "İnanmıyor musun?" "Kesinlikle çok belalı bir tipsin," dedim kahkaham durduğunda. "Yoksa birine un çuvalı mı fırlattın? Aman Allah'ım!"
Dikenli yollarla kaplı olduğunu zannediyorduk hayatın.
Ne büyük uçurumlara bizi sürükleyip tam kıyısında yakamızı bıraktığını...Bir adım sonrasının,karanlıktan başka bir çıkışı olmadığını bile bile bizi ne çok sınadığını...Ne acımasız olduğunu...Ne hırçın mücadelelerle bize yaşama savaşı verdiğini,ne gaddar bir hisle ruhumuzu sarstığını...Korkunç bir kader çizgisini takip edip yolun sonu meçhule varınca ondan ne çok nefret ettiğimizi...Ne çok "zannediyorduk" hayatı.
Her şeyin bir hiçlik olduğunu yeni anlıyordum oysa.Bunların hiçbirini hayatın yaptığı yoktu.Hayat oturur ve yanlızca bizi uzaktan seyrederdi.
Çünkü dikenli yollları önümüze seren de sonra bizi hiç düşünmeden bizi o yollara zalimce iten de insanlardan başkası değildi,olamazdı.Kalbim,geçmişin kırıklıklarıyla dolup taşmışken göğüs kafesimi parçalamasın diye korkarak avuçlarını bastırdım tenime.Bu kırıkları içime hapseden o zalim insanlardan başkası değildi.
Yürüdüğümüz yolu yokuşa çeviren de güllerimizi soldurup bizi dikenlerine mahkûm eden de insanlardı.Hayati suçlamak,şimdi fazlasıyla acımasız geliyordu kulağıma.Bunu,ihaneti tadınca fark edebilmiştim.
İnsanların ruhumuza bıraktığı acıların hesabını hayattan soramazdık.Hayatımızı mahvedenler,birkaç kalpsiz yeniden başkası değildi.
Rüzgar türbinleri Türkiye Kalkınma ve Yatırım Bankası desteğiyle dönüyor
Rüzgar türbinleri Türkiye Kalkınma ve Yatırım Bankası desteğiyle dönüyor
İSTANBUL (AA) – Türkiye Kalkınma ve Yatırım Bankası, Bursa’da kurulacak ve yıllık üretim kapasitesi 353.000.000 kWh olan Güriş Ulu RES projesine finansman kredisi sağladı.
Bankadan yapılan açıklamaya göre, Türkiye Kalkınma ve Yatırım Bankası, Güriş Grubu tarafından, Bursa’nın Keles ve İnegöl ilçe sınırları içerisinde inşa edilmekte olan 120,4 MW’lık kurulu güce sahip Ulu Rüzgar Enerjisi…
Sanat tarihi akımları hakkında okumalar devam ederken bir yandan da yaratılış mitleri hakkında yazılar derleyeceğimden bahsetmiştim. Zerdüşt ve İskandinav mitleri yazılarım da taslaklarda hazır ancak içerik olarak vakit buldukça farklı kaynaklardan zenginleştirmeyi bekliyorum. Bu yazıları derlerken hem öğreniyor hem de mutlu oluyorum.
Eski Yakın Doğıu mitleri arasında en öne çıkanlardan biri olan Enuma Eliş, Babil bilgi dünyasının da en önemli ve temel bilgi kaynaklarından biridir. Bu epik şiirde amaç daha çok Babil’in tanrısı olan Marduk’u kutsamaktır. Miti okurken özellikle Yunan mitolojisini ve oradaki Kronos-Zeus ilişkisini düşünerek okumanızı tavsiye ederim
Enuma Eliş ismi yazının açılış cümlesinden gelmektedir: “Enuma elish la nabu shamanu…”
Yani çevirisini yazacak olursam “Yukarıda göklere adı verilmemişken (henüz manasında)
Tarihsel anlamda bu mit ilk olarak Ninova’daki Kral Asurbanipal’in (MÖ 668-626) kütüphanesinin yıkıntıları arasında keşfedilmiştir. Ancak kalıntının içinde övgüyle anlatılan Marduk’tan yola çıkarak söz konusu mitin Marduk’un milli bir tanrı haline geldiği ilk zamanlardan geldiği düşünülmektedir. İçinde bahsedilen olaylar MÖ 2057-1758 yılları arasında geçer, en çok da ünlü kral Hammurabi (MÖ 1990) dönemine denk geldiği görülmektedir.
Enuma Eliş’teki bu çoğu ismin esasen Sümerce olduğu ifade edilmektedir ve Apsu, Anu, Enlil gibi tanrılarında Sümer Tanrısı olduğu ifade edilmektedir. Bu anlamda kesin bir şey söylenemese de bu Babil mitolojisinin büyük bir kısmı Sümerlerin bir türevi gibi gözükmektedir ancak Sümerlerde bir örneğine rastlanamadığı için kesinlik atfedilmemektedir.
Enuma Eliş karakter sayısı bolca olan bir mit, o yüzden ben okurken karakterleri soyağacı gibi çizerek okudum. Buraya da bir grafiğini bırakıyorum ki kafalar çok karışmasın.
Destan, Apsu (okyanus) ve Tiamat (ilksel sular – anne) beraber hareketsiz durmasıyla başlar ve sonunda bunlar tanrısal doğa güçlerini yaratırlar. Aile grafiğinde göreceğiniz üzere;
Kumu temsil eden Lahmu, çamuru temsil eden Lahamu;
Gökyüzünün ufkunu ifade eden Anşar, dünyanın ufkunu ifade eden Kinşar
Bulutların sisi ve entropi prensibini ifade eden Mummu yaratılır.
“Neden yaptığımız çocukları yok edelim? “
Çocuklar büyüdükçe düzensiz dünyaya bir düzen getirmeye uğraşırlar, aralarından soyları türer. Her geçen süre daha isyankar hale gelirler. Bunların var edicisi Apsu ve Tiamat çocukların bu hallerine gücenip öfkeyle ağırklıklarını yeniden göstermek isterler. İçlerinden Mummu’yu çağırıp diğer genç tanrıları öldürmek için komplo kurarlar. Fakat bu plan suya düşer çünkü Tiamat annelik kaygısıyla geri çekillir ayrıca bu geri çekilmede 3. Soyda bulunan Suyun ve Toprağın Efendisi Ea’nın (başka deyişle Enki veya Nudimmud) Apsu’yu kurnaz hünerleriyle yolundan döndürmesi de vardır. Bu olaylar sonrası Ea Mummu’yu hapseder, Apsu’yu ise bağlar ve öldürür.
Ea’nın karısı Damkina’yla birliktelerinden muhteşem Marduk dünyaya gelir.
“O, derindeki sularda doğdu. Marduk, Apsu’nun kalbinde oluştu, onun kalbinde yapıldı. Ea onu doğurttu ve Damkina onu doğurdu. O tanrıçaların memesini emdi, süt analarından dehşetle beslendi.”
Babası Ea, onu görür görmez sevinir, onun mükemmel olduğunu fark ettiği için onu birinci ve en yukardaki ilan eder.
Ayaklan, Annemiz! Onlardan öcünü al ve onları rüzgar gibi içi bomboş yap.
Marduk büyürken gökyüzünün ulu babası Anu ise savaşçıları yönetmeleri için güçlü rüzgarları yaratır ve bu rüzgarları dört bir yandan estirir. Tiamat’ı korkutmak için dehşet bir kasırga meydana getirir.Diğer bazı tanrıların sürekli esen bu rüzgardan ve süregelen bu halden huzur kalmamıştır ve Tiamat’a gidip komplolarını anlatırlar.
Annelerine şöyle derler: “Apsu’yu öldürdüklerinde bir şey yapmadın, kocana yardım etmedin. Şimdi de Anu, dört yandan bu rüzgarları seni korkutmak için rüzgarları estiriyor. Terk edilmiş halde etrafta dolanıyorsun ve bizleri de artık sevmiyorsun. Gözlerimiz ağrıyor ve acı çekmekten bizler de artık uyuyamıyoruz.”
Bu gelişmeler üzerine Tiamat soyundan kendi genç tanrıları öldürmek için çeşitli işlere girer, bir takım düzensiz canavarlar yaratır. Evlendiği Kingu’yu da bu düzensiz canavarların şefi yapar.
“Bir zamanlar sözlerle bir tuzak kurmuştın, git ve dene onu.
Mumnu’yu öldürdün, Apsu’yu da öldürdün; Tiamat’ın önünde yürüyen Kingu’yu da öldür!”
Anşar, Tiamat’ın nasıl güçlendiğini duyduğunda huzursuz bir kedere kapıldı ve kendince direndi sonunda konuştu ve Ea’yı savaşmaya zorladı; onu zamanında yaptığı şeyleri tekrar yapması için telkin etti. Ea, Tiamatla görüşeceğini bildirir fakat yapmayı planladıklarının tamamını gördüğünde onunla yüzleşemez ve boynu eğik geri gelir ve Anşar bu sefer oğlu, göklerin ulu babası Anu’yu çağırır. Anu da gidip yüzleşemeden geri döner ve “Benim elim çok zayıf, onu yenemem.” Der.
Hangimiz savaşta en zorlu? Kahraman Marduk!
Tüm bu gelişmeler sonucunda Annunki tanrılar grubu toplantısı neticesinde efendi Anşar ve diğer tanrılar Marduk’u yardıma çağırır ve Marduk bunun karşılığında bu tanrılardan kendisinin üstünlüğünün tanınmasını ister.
Neden isyan ediyorsun, kabaran kibrinle, kalbindeki çatışmayla, oğullar babalarını reddetsinler diye mi? Hepsinin annesi olarak neden savaşa annelik ediyorsun?
Hazırlanan Marduk sonunda Tiamat ile yüz yüze gelir, Kingu bile Marduk’u görünce bocaladı ve geride kaldı ama Timat hiç çekinmeden gürledi; Marduk’u kibir ve görmemişlikle suçladı. Marduk ise yukarıda başlıkta belirttiğim gibi Tiamat’a karşı suçlamalar yöneltti.
İkisi karşı karşıya gelip kavgaya tutuştular, Efendi Marduk, Tiamat’ın üzerine ağını attı ve sürekli esen vahşi rüzgar İmhullu arkadan gelerek Tiamat’ın yüzüne vurmaya başladı, Tiamat onu yutmak için ağzını açtığında Marduk rüzgarı içeri itti ve karnına inen hava Tiamat’ı şişirdi. Sonunda Marduk ona bir ok attı ve ok karnını yarıp Tiamat’ın rahmine saplandı. Efendi Marduk böylece Tiamat’ı yendi.
Gücü elinde tutan Marduk bu olaylardan sonra gökte yıldızların yerini tayin eder, tanrılara görevlerini dağıtır, gökyüzü ile dünyayı birbirinden ayırır. Kendini yaşayacak yer olan Babil’i kurar ve sonunda dünyadaki kaosa bir son vererek kendince bir düzen verir. Özellikle mitolojinin bu kısmında zamanı anlamlandırma, gökyüzünü anlamlandırma, tekrar eden doğa hareketlerini bir kalıba oturtabilme çabası görüyoruz.
Vaktiyle sizler derin suların üzerinde boşlukta oturdunuz fakat ben dünyayı, gökyüzünün aynası olarak yaptım, onun temellerini yapmak için toprağı sertleştirdim. Orada şehrimi, sevgili evimi kuracağım.
Fiziksel dünyanın düzeni efendi Marduk tarafından tahsis edildikten sonra Marduk kutsal bir alan oluşturmaya ve orayı yaşam alanı ilan etmeye karar verir. Tanrılar ona şükranlarını sunar ve büyüklüğü kabul ederler, krallarına şöyle haykırırlar;
İzin ver, Ea senin mimarın olsun ve mükemmel planı çizsin, biz de onun duvar ustaları olacağız.
Marduk tanrılardan da aldığı ilhamla bir sanat eseri yaratmak için heyecan içindeydi ve içinden geçenleri Ea’ya şöyle anlattı:
“Kanı kandan alıp
kandan ve kemikle,
özgün bir şey yaparım,
onun adı İnsan,
ilk insan
benim eserim olacak.
Onun tüm işi
sadakatle hizmettir,
düşmüş tanrılar dinlensin
onların görevlerini
dikkatle değiştireceğim
ama kutsallıkları
aynı kalacak.”
İnsan, tanrılara hizmet edecek olan!
Ea, dikkatle dinledi ve Marduk’a soylarından bir kişinin öldürülmesinin diğer tanrıları yaşatmak için yeteceğini ifade etti. Toplantılar sonucu isyanı başlatanın Kingu olduğu, savaş suçlusu olduğu söylenir.
Onu suçlu ilan ettikten sonra Kingu Ea’nın önüne getirilir. Damarlarını kestiler ve vücudundan insanı yaptılar. Ea onun kanından tanrılara hizmet amacıyla insanı yaratmış oldu.
Mitin kalanında Marduk’a yapılan detaylı övgülere yer verilir ve ona ait elli ismin zikredilmesiyle son bulur.
Enuma Eliş, yüksek sesle okunmak içindir ve yılda bir defa, yeni yıl kutlamasının dördüncü gününde, Marduk heykelinin önünde sahnelenir. Mit ayinde okunurken, hem kainat sembolik olarak yeniden yaratılır hem de dünyanın düzeni yeniden onaylanır. Kral, yüce rahip Marduk’un önünde diz çöker, böylece o ve onun temsil ettiği ülke tanrısal güce itaatini gösterir.
Kaynakça:
Demirci, K. (2013). Eski Mezopotamya Dinlerine Giriş: Tanrılar, Ritüel, Tapınak, Ayışığı Kitapları, İstanbul.
Köklerinden vazgeçersen kurursun! Bu doğanın kuralıdır. Bir ağaç gibi köklerinden vazgeçmeden dünyanın her tarafından rüzgar gibi saldıran düşmana karşı dik durup, gökten inen rahmete kucak açıp, akan su gibi sana hayat olan hakikate yol verip, ötelerden güneş gibi ışık saçan medeniyete açık olursan asırlık çınarlar gibi büyür, binbir çeşit meyve ağacı gibi çiçeklenir türlü türlü meyveler verirsin. Buda tarihin kuralıdır.
Köklerine, ulu çınarlar gibi ecdadına sahip çıkan Neslin Çanakkale Zaferi kutlu olsun.