Tumgik
#sinema günlüğü
yorgunherakles · 16 days
Text
keder hemen her şeyi ele geçirmedi - ama yine de aşınmak nedir bilmiyor. ben bundan dolayı acı çekiyorum. kederimin indirgenmesine - genelleştirilmesine katlanamıyorum: sanki insanlar onu benden çalıyorlarmış gibi.
roland barthes - yas günlüğü
5 notes · View notes
nedennedircom · 1 year
Text
Clinton Eastwood Kimdir Kaç Yaşında Filmleri
Tumblr media
Clinton Eastwood Kimdir Kaç Yaşında Filmleri
Clinton Eastwood Kimdir Kaç Yaşında Filmleri: Clint Eastwood, 31 Mayıs 1930 tarihinde babası çelik işçisi olan bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Oyunculuğa adım attığı 1950'li yıllarda, başlangıçta B sınıfı filmlerde yan karakterleri canlandırarak haftalık 75 dolar kazanıyordu. Bazı stüdyolar, yüz hatlarının fazla çıkık olduğu gerekçesiyle ona rol vermek istemiyordu. Ancak, Eastwood oyunculuk konusundaki kararlılığından ödün vermedi ve boş zamanlarında yüzme havuzları için çukur kazarak hayatını sürdürdü. İlk büyük çıkışını, 1959-1966 yılları arasında yayınlanan Rawhide adlı televizyon dizisindeki Rowdy Yates karakterini canlandırarak yaptı. Eastwood'un gerçek çıkışı, 1964 yapımı Bir Avuç Dolar ve ardından 1965 yapımı Birkaç Dolar İçin filmleri ile oldu. 1966'da, aynı serinin son filmi İyi, Kötü ve Çirkin ile Eastwood, dünya çapında ünlü bir oyuncu haline geldi. 1971 yılında Play Misty For Me ve The Beguiled filmleri ile büyük bir başarı yakaladı. Yine 1971 yapımı Dirty Harry filminde, müfettiş Harry Callahan karakteri ile kendi yöntemleriyle suçluları yakalayan "kendi başına buyruk" polis imajını oluşturdu. 1980'lerde, iyi yapımlarda oynasa da önceki yıllardaki kadar büyük çıkışlar yapamadı. Ancak 1990'ların başında, hem yönettiği hem de oynadığı filmlerle sinema dünyasına yeni sürprizler getirdi. 1992'de yönettiği ve oynadığı Unforgiven adlı film ile en iyi yönetmen Oscar'ını kazandı ve en iyi oyuncu ödülüne aday gösterildi. Eastwood, bugüne kadar 60'tan fazla film ve TV yapımında oynadı, 30 film yönetti, 25 filmin yapımcılığını üstlendi, 10 filmin müziklerini besteledi ve soundtrack'lerine imza attı. Özel hayatına gelince, Maggie Johnson ve Dina Eastwood (ikinci eşi) ile iki evlilik yaptı ve toplamda yedi çocuğu var.   2021 Cry Macho 2018 The Mule (Kaçakçı) 2008 Gran Torino 2004 Million Dollar Baby (Milyon Dolarlık Bebek) 2002 Blood Work 2000 Space Cowboys (Uzay Kovboyları) 1999 True Crime 1997 Absolute Power 1995 The Bridges of Madison County (Yasak İlişki) 1993 Kusursuz Dünya (A Perfect World) 1993 In the Line of Fire / Ateş Hattında 1992 Unforgiven / Affedilmeyen 1990 The Rookie / Çaylak 1990 White Hunter Black Heart / Beyaz Avcı, Kara Yürek 1989 Pink Cadillac / Pembe Cadillac 1988 The Dead Pool / Kirli Harry: Ölüm Havuzu 1986 Heartbreak Ridge / Zorlu Yokuş 1985 Pale Rider / Namludaki Adalet 1984 City Heat / Şehrin Ateşi 1984 Tightrope / Düğüm 1983 Sudden Impact / Kirli Harry: Ani Darbe 1982 Honkytonk Man / Müzikholdeki Adam 1982 Firefox 1980 Any Which Way You Can / Ne Yaparsan Yap, Yap 1980 Bronco Billy / Bronco Billy 1979 Escape from Alcatraz / Alkatraz'dan Kaçış 1978 Every Which Way But Loose / Her Ne Yaparsan yap, Boşver 1977 The Gauntlet / Düello 1976 The Enforcer / Kirli Harry: Uygulayıcı 1976 The Outlaw Josey Wales / Kanunsuz Josey Wales 1975 The Eiger Sanction / Zirvede Ölüm 1974 Thunderbolt and Lightfoot / Yıldırım ve Hafifayak 1973 Magnum Force / Kirli Harry: Magnum Gücü 1973 Breezy / Esinti 1973 High Plains Drifter / Kasabadaki Yabancı 1972 Joe Kidd / Joe Kidd 1971 Dirty Harry / Kirli Adam 1971 Play Misty for Me / Ölümün Sessi 1971 The Beguiled / Kadın Affetmez 1970 Two Mules for Sister Sara / El Torida 1970 Kelly's Heroes / Çılgın Savaşçılar 1969 Paint Your Wagon / Altın Avcıları 1968 Where Eagles Dare / Kartal Yuvası 1968 Coogan's Bluff / Ölüm Oyunu 1968 Hang 'Em High / Onları Yükseğe As 1967 The Magnificent Stranger / Muhteşem Yabancı 1967 The Witches / Cadılar 1966 Il buono, il brutto, il cattivo / İyi, Kötü ve Çirkin 1965 For a Few Dollars More / Birkaç Dolar İçin 1964 A Fistful of Dollars / Bir Avuç Dolar 1959 Maverick (TV) / Maverick 1959 Rawhide (TV) / Dolu Dizgin (Dizi) 1958 With You in My Arms / Kollarımda Sen 1958 Ambush at Cimarron Pass / Cimarron Geçidinde Pusu 1958 Navy Log / Donanma Günlüğü 1957 Escapade in Japan / Japonya'dan Kaçış 1957 West Point (TV) / Batı Noktası (TV) 1956 Death Valley Days (TV) / Ölüm Vadisinde Günler 1956 The First Traveling Saleslady / İlk Kadın Seyyar Satıcı 1956 Away All Boats / Tüm Botlar İleri 1956 Star in the Dust / Tozlu Yıldız 1956 Never Say Goodbye / Asla Elveda Deme 1956 Highway Patrol (TV) / Otoyol Devriyesi (TV) 1955 Tarantula / Tarantula 1955 Lady Godiva of Coventry / Covenrty'li Leydi Godiva 1955 Francis in the Navy / Francis Donanma'da 1955 Revenge of the Creature / Yaratığın İntikamı Read the full article
0 notes
1kitap1film1sarki · 3 years
Text
Tumblr media
📽 The Truman Show 📽
Hayatınızın her anının bir başkası için dizi niteliğinde olduğunu, tamamen kurgulanmış bir dizi setinde her şeyden habersiz yaşadığınızı, etrafınızdaki herkesin birer dizi oyuncusu olduğunu öğrenseydiniz hayat sizin için nasıl olurdu? İşte Truman bunu yaşamaktadır.
Bebekliğinden itibaren kameralarla sarılmış bir sette yaşayan Truman içindeki kaşif sese kulak vererek hep yaşadığı adadan başka yerlere gitmek, farklı yerler görmek ister. Ancak setin dışına çıkması her seferinde bir şekilde engellenir. Dışarıdan bakıldığında cennet gibi bir adada, güvenli bir hayatı olan Truman için yaşadıkları hapsedilmiş hissi uyandırmaktadır. Her şeyin aynı rutinde ilerlediği bu hayatı sorgulamaya başlayan Truman kendisine oynanan oyunu fark eder. Geriye sadece özgürlüğünü kazanmak kalır.
10 notes · View notes
yurekbali · 3 years
Text
Tumblr media
Türküleri yakamazsınız, turnalar sizi çarpar. 2 Temmuz 1993 günü Sivas şehrimizde 33 yazar, şair ve aydınımızın gericiler, yobazlar tarafından yakılarak katledilmesi çağlar geçse unutulmayacaktır ve asla da bu insanlık dışı vahşet unutturulamayacaktır. Bu dünya acısı katliam için nice sanatçılarımız, şiirlerle, şarkı ve türkülerle anmışlar, ağıtlar yakılmış, romanlar yazılmış, ayrıca Genco Erkal’ın Sivas ‘93 adlı belgesel oyunu sahnelenmiş ve oyunun müziklerini Fazıl Say bestelemiştir. Bu arada Ulaş Bahadır’ın yazıp ve yönettiği Madımak: Carina’nın Günlüğü Sivas 93 adlı sinema filmini de saymalıyım. Ne yazık ki, o günden beri hepimizin canı acıyor, canı yanıyor, canı ağlıyor ama bir tek insan postuna bürünmüş, insan maskesi takmış mahlûkatlar hariç! O suratından salyalar akan, “vurun kahpeye” filminden çıkmış, irin yüzlü, çirkin yüzlü, dünyada haybeye yer kaplayan mahlûkatları Allah nasıl cezalandıracak bilemiyorum ama bu dünyada yok öyle bir şey! Türküleri yakamazsınız, semah sizi çarpar. Orada aşk, gönül, muhabbet vardı. O günü asla unutmamız mümkün değil. Bu yazımı yazarken bile tüylerim diken diken oluyor, insanlığımdan, insanlıktan feci hâlde utanıyorum. Bunları yapan kâbus yüzlü mahlûkatları o gün ve bugün değil, her zaman lanetleyeceğimi biliniz. O manyak, hasta, budala ve tedavisi pek mümkün olmayan karanlık zihniyet hâlâ aramızda dolaşmakta, çağdaş olana, Cumhuriyet’e, Atatürk ilke ve devrimlerine, insanlığa olan düşmanlığını sürdürmekte, neredeyse her gün kötülük ve karanlık için iş başı yapmaktadır. Canım dostum Aziz Uzun’un pek sevdiğim bir cümlesi vardır, hemen paylaşmalıyım: “Bütün bu kâinat, Allah’ın çeyiz sandığıdır.” Bu derin cümlenin içinde insan yavrusu elbette vardır ama canlı olmayan bu zombi kılıklı mahlûkatlar insana, ağaca, hayvanlara, çocuklara kısacası doğaya düşmandırlar. Şu an yazımı yazarken sevdiğim insanım, Atatürk âşığı gerçek bir ‘dindar’, zarif ve beyefendi bir insanımızı kaybetmişiz, Yaşar Nuri Öztürk’ü. Mekânı cennet olsun. Üzgünüm çok ve giderek azalıyoruz, farkında mısınız? Cehalet kadar korkunç bir şey yoktur, cehaletin işgali altında yaşıyoruz ve cehalet büyük bir terör örgütüdür. Korkarım cehaletten ve cahil insanların cehaletiyle övünmelerinden sakınır ve uzak dururum. Hakikat denilen kâinatın ruhunu incitirseniz doğanın dengesi yerinden oynar ve elinde tespih sallayarak yolda yürüyen, aklını örten, özgürlüğü değil; biat etmeyi işaret eden, sizin yerinize başkalarının karar verdiği, tek tip bir anlayışın ve despotizmin egemen olduğu bir fabrikasyon tipi çıkar. Yani kendisine ait olmayan, kendisi olamamış, baskı altına alınmışlıktan âdeta ‘huzur’ duyabilen bir cehalet dağı oluşur. O cehalet dağından insanlık bahçesi çıkmıyor. İnsan kardeşini yakar mı hiç, yakamazsınız, ağaçlar sizi çarpar! Söz gelimi bir zeytin ağacı çiçek açtığı zaman aradan tam 9 ay 10 gün geçiyor, bunu biliyor muydunuz? Bu bağlamda annelere, kadınlara kıymayınız maço suratlı, badem bıyıklı, düğünlerde havaya mı nereye ateş açtığını bilmeyen katil suratlı kötülük arsızları. Yeter artık! Nice güya ‘okumuş’ profesör “namaz kılmayan hayvandır” dediği ülkemizde, gerçekleri anlatmaya çalışan gazeteciler, yazarlar ve aydınlarımız içeride, ama unutmayınız tarihin diyalektiğinin tekeri hiç kırılmadı, geriye doğru değil, ileriye doğru bir nehir, ırmak gibi akar. Siz ey yakıcılar nasıl uyuyorsunuz yataklarınızda, rüyalarınız yanıyor mu? Ülkemizin ruhsal, dinamik yapılarını zedelemek isteyenleri, ‘özel hayatımıza müdahale edilmesin’ diyen Gezi Parkı’ndaki o güzelim gençlere ‘çapulcu’ denildiğini nasıl unuturum. Acımasızca nasıl gençlerimizin üzerine biber gazı sıkıldığını da unutmadım, unutmadık. Şu polis kardeşlerimize soruyorum ve böyle bir film bile yapılabilir, yahu üzerine biber gazı sıktığın evlat senin oğlun bile olabilir. Madımak Katliamı insanlık tanımayan bir zorbalıktır. Katilleri nerede? Ve toplumunu kucaklayacakken, halkına sarılacakken ısrarla yine adamın biri konuşuyor: Adam ülkesine uzlaştırıcı, barışçı ve kardeşlik duygusuyla gelmiyor. Bu karanlık zihniyetin derdi cahil insanlar yetiştirmektir, o yüzden sürekli ‘üç çocuk yapın’ der ama ‘üç çocuk eğitin’ demez. Bayağılaştırılmış kültür ve magazin düzeyinde toplumun, halkının cahil kalmasını ister. Neden mi? Bu zihniyet canavar bir kötülüğün ta kendisidir. Onlar velileri, sufileri, ilim, irfan, ihsan sahibini bilmezler. Giderek kafa kesici bir yönelişe doğru koşarlar. Okumazlar, erdem, fazilet, maneviyat nedir sorun bilmezler, anlamazlar ve insanlık fırtınası onlara dirhem uğramamıştır. Ve inanın cehaletinden ‘memnun’ halkın güce tapmak, güce tapınmaktan başka bir derdi yoktur. Zalimliğin, salaklığın, kafayı yemişliğin ameliyatla düzeltilememesi acıdır. Dünya ne yazık ki kaos çağına girdi. Dünyanın kendisi toplama kampına mı dönüştü bilemiyorum ama Sivas, Madımak ruhumu delik deşik eden bir vahşet bombasıdır, tıpkı Hiroşima’ya ve Nagazaki’nin üzerine bırakılan bomba gibi. Sözü uzun tutmak istersem kaç cilt dolusu kitap yazasım var. Hakikati, insanlığı, merhameti, sanatı ve türküleri öldürmek ve yakmak isteyenler, bunu hiç utanmadan yapanlar her gece rüyalarında kaç kere ölüyorlardır bilemem? Gezi aynı zamanda özeleştiri yapmayan iktidara ve provokatörlere karşı enfes bir duruştu. Şiddet, zalimlik ve kısacası faşizm her zaman, karşısında demokrasinin, cumhuriyetin o insanlık tokadını yemiştir. İçkiden nefret edip ama kibir sarhoşluğu içinde uygarlığı tersine çevirmek isteyen nice yobazlar yok olup istedikleri karanlığa gömülüp gitmişlerdir. Aziz Nesin’in 1993 yılında söylediği o önemli sözü hatırlayın lütfen. “Özgürlüğün en büyük düşmanı hâlinden memnun kölelerdir” sözü kulağımıza küpe olsun. Gül yazısı bu ama kül kardeşlerim için yazıldı. Ne demişti şair: “Temmuz yandı, şiir yandı, dil yandı. Mektup yanar, zarf yanar, pul yanar bundan. Annem gibi kızıl gül yanar bundan.” İnsanın aklını, barışı, kardeşliği yakamazsınız, tarihin diyalektiği çarpar! - Engin Turgut, Semah - Görsel Manipülasyon: İstasyon Dergisi (Temmuz, 2021, Sayı: 10)
25 notes · View notes
mevsimsizcicek · 4 years
Text
2019 Biterken
31 Aralık 2018 pazartesi akşamı evde oturup gece yarısını beklerken ve diğer taraftan Zeki Müren şarkıları dinleyerek, müthiş gece manzarasını seyrederken bu yıl için 19 tane hedef yazmıştım.  Geçen yılların aksine bu yıl değerlendirmemi o 19 hedef üzerinden yapacağım. 
Çayınızı, kahvenizi, ıhlamurunuzu artık ne içmeyi seviyorsanız alıp gelebilirsiniz. Çünkü gerçekten uzun olacak. 
Bir de şey: sıradan bir hayat yaşayan, kendini ara sıra Heidi olarak gören bir kızın, sıradan bir yıl değerlendirme yazısını okuyacaksınız. Bunun yerine daha faydalı işler yapabilirsiniz. Değerli vakitlerinizi çalıp bu günaha ortak olmak istemem. Bu yazı sadece kendimi rahatlatmak için yazılmıştır. 
Başlıyorum.
1. Çok çok çok oku. Güzel oku. 
3. sınıf stajının, teorik derslerden bir anda pratiğe geçmeninin vermiş olduğu bunaltıyla okumayı neredeyse unuttuğum bir yılın ardından yazmışım bu hedefi. Hayatımın belirli dönemlerinde gece gündüz, yemeden içmeden kesilip sürekli kitap okuduğum dönemler olduğu gibi elime ne alırsam alayım okumayı bir türlü beceremediğim dönemlerde oldu. Aramızda kalsın Ekim ayında elime bilmem kaçıncı kez aldığım Franz Kafka Davayı daha dün gece bitirdim. Aslında bu maddeyi yazarken hedefim okumayı sürekli bir alışkanlığım haline getirebilmekti. Mesela günümün belirli kısımları yollarda geçiyor neden okumayım ya da gece yatmadan önce mutlaka üç sayfa neden okumayım? yılın ilk yarısında müthiş bir keyifle benden beklenmeyecek bir yükselişle harika kitaplar okudum ve yılın ikinci yarısı ise okuma yaptığım saatler gece uyumadan önceye, stajda dinlenme arasına ve toplu taşımada geçen sürelerle sınırlı kaldı. Yine de harika kitaplar okudum.
2. Kendine daha çok güven.
Uzun zamandır yıllık hedefler koyuyorum kendime ve önceki yıllık yazılarımdan hatırlayanlar olacaktır. Başımın belası ve yıllık hedeflerimin vazgeçilmezidir kendisi. Ve mutlu haber: 2020 için böyle bir madde yazmıyorum, çünkü bu maddenin üzerine kocaman bir çizgi çekmiş bulunmaktayım. Kendimi hatalarımla ve kusurlarımla sevmeyi öğrendiğim o belirsiz andan beridir bu konuyla olan savaşım bitti. Üzerinde çok yazmak dahi istemediğim çünkü kendimi hiç uğruna üzdüğüm zamanları hatırlayıp eğlenebiliyorum artık. Arada bir yaptığım gibi eski günlüklerimi aldım ve okudum. Döktüğüm gözyaşlarına mı yanayım, üzüldüğüm şeylere mi, umutsuzluğa düştüğüm bomboş şeylere mi? Geçen yılda yazmıştım bunu, günlüklerimi okudukça şöyle bir istek geliyor içime: Sıcacık bir el gibi o zamanlara uzanıp kendime sıkıca sarılabilmek ve üzme kendini bu kadar, hiçbirini hatırlamayacaksın sonra diyebilmek. İnsanın kendisine dolu dolu, heyecanla her halimle seviyorum kendimi, hatlarımı, pişmanlıklarımı, kusurlarımı diyebilmesi öyle güzel bir özgürlük ki tarifi yok. 
3. Manevi anlamda kendini besle. 
Bu alanda kendimi geliştirmek için birbirinden farklı şeyler denedim. Ve yine en iyi yöntemi kişinin kendisini tanıyarak bulabileceğini gördüm. insan kendini bu alanda nasıl besler bilemiyorum fakat şuna emin oldum ki ne zaman ruhum aç kalsa tüm vücut işleyişim ve hatta gündelik hayatım bu durumdan kötü etkileniyor. En basitinden kendime ısmarladığım sinema ve yemek, düşüncelerimle birlikte bir yerde oturup içtiğim bir fincan kahve, hiç bir şey düşünmeden gözlerimi dikip baktığım pencere ve aklıma gelmeyen diğer şeylerle ruhumu olabildiğine beslemeye çalıştım. Buna da tik atabiliriz.
4. Dinginleş. Sakinleş. 
Kendine güvenmekten sonra başımın bir diğer belası. Koşmaktan yoruldum temalı onlarca post attım. Bu problemi nasıl anlatsam bilemiyorum. Kafanızın içinde koşan yüzlerce at düşünün. Hepsi farklı yönlere doğru koşuyorlar ve gerçekten çılgınca koşuyorlar. Bu problem bana doğru nefes almam gerektiğini öğretti. Çözüm bu diyemem. Fakat beynimdeki atlar ortaya çıktığında bir kenara çekilip derin derin nefesler almaya çalışıyorum. Yıl boyunca bunu denedim. Başka da bir çözüm yok. bir dakika kaliteli nefes almak. mis gibi çözüm. 
5.Kendini mutlu hissedeceğin kadar kadar kilo ver.
Bu maddeye güzel bir random gülüş atmak istiyorum. jshdjhsDjhsdhsdhsdkhDS. Buram buram yüzeysellik kokan bu maddenin üzerini daha şubat ayındandayken çizdim çünkü gerçekçi olmadığına karar verdim. Kilo ile mutluluğu eşleştirmek rahatsız etti beni aslında. Sonra dedim ki ben bu maddeyi sağlıklı beslenmeye çevireyim. Önce yine yavaştan paketli gıdaları kestim. Sonra yine bir anda, 1 eylülde rafine şekeri bırakma kararı aldım. O gün bugündür rafine şeker olmadan beslenmeye çalışıyorum. deliler gibi erimedim fakat vücudum müthiş inceldi. Ama yine, her şeyden önemlisi mutluyum, gecenin bir yarısı gelen çikolata yeme krizlerim olmuyor, ya da uykudan uyanınca bir anda şeker yeme ihtiyacım. Bunu kimseye inandıramıyorum ama ruhi olarak da iyi geliyor, nasıl anlatsam: Mesela aşırı hızlı duygu değişimlerini yaşamıyorum artık ve bana kalırsa en müthiş şey bu benim için. Ha bir de ben rafine şekeri bıraktığımdan beri evde kendi ekmeğimizi yapmaya annemleri de ikna ettim. Yaklaşık dört aydır mis gibi ev ekmeği yiyoruz. 
6. Eleştirilere karşı sakin kal.
Kendimi eğitmek istediğim bir başka konuydu. Sanırım başardım. Konuşmadan önce içimden üçe kadar sayınca ağzımın ucuna gelen her şey geri gidiyor. 
7. Hayır kelimesini doğru kullan.
Hayır gelemem bugün işlerim var diyebilmek benim için dünyanın en zor işlerinden biriydi. Son durumu şöyle özetlemek isterim: geçenlerde annem bana ‘’her şeye hayır deme artık, biraz dur düşün’’ diyerek sitem etti. Dengeyi ucundan kaçırmış olabiliriz. 
8. Önceliklerine önem ver.
Bu maddeyi neden yazdım bilmiyorum. Ajanda kullanmaya başladığımdan beri her günümü ve haftamı yaklaşık olarak planlamaya çalışıyorum ve bunu yaparken önceliklere dikkat ediyorum. Aslında bu maddeyi ertelemeyi bırak olmalıydı. Ertelemekten tamamen kurtulduğum söylenemez fakat gerçekten iyi seviyedeyim. 
9. Herkesi mutlu etmek zorunda olmadığını unutma. 
Bu mükemmel madde, sen bir pizza değilsin herkesi mutlu edemezsin sözü yüzünden tüm ciddiyetini kaybediyor. Bu konu hakkında çok konuşmak istemiyorum. Sanırım hayır diyebilmek, önceliğe önem vermek maddelerinde gösterdiğim üstün başarılarım dolaylı olarak bu maddeyi de etkiledi. Çevremdeki kişileri sevgiden boğduğum doğrudur fakat herkesi mutlu edebilme hevesimden bir hayli uzağım artık. Çünkü gerçekten yoruluyorum ve bazen kendimi de sevmem gerekiyor. 
10. Bu madde sır.
11. 365 gün boyunca kendi fotoğrafını çek.
ilk üç ay devam ettiğim bu mükemmel hedef 4. ayda sonsuza kadar durdu. Çünkü sıkıldım jdhskhsak. 
12. Mümkün olduğunca sağlıklı beslen.
5. maddede açıkladığım gibi bu maddeye dolu dolu bir başardım yazmak istiyorum. Umarım devamlı olur. 
13. Mutlu olabildiğin şeyleri yapmaya çalış.
Bu da her yıl hedeflerim arasında olan bir maddeydi. Ve mutluluğu genelde insanlara bağlardım. Bu yıl tek başıma da harika ve mutlu günler yaşayabildim. Mutluluk olayıyla olan kavgam sanırım bu yıl bitti. Hatta ara sıra gelen blog ismini de mi değiştirsem hissini de yazmasam olmaz. mutluluğun sürekli bir hedef olarak gösterilmesinden biraz bıktım galiba. Yaşadığım hayat engelli koşu gibi bir şey ve ne zaman, hangi zorlukta, nasıl bir engelin geleceğini kestiremiyorum. Şu bitsin mutlu olacağım, buna ulaşayım mutlu olacağım gibi sözleri görmek bir yana duymaya dahi katlanamıyorum. Yok böyle bir şey yok. Hatta belki hiçbir zaman mutlu da olmayabiliriz. Böyle de bir gerçek var. Önemli olan güzel görebilmek her zaman ve her yerde.
14. Kendini bir konuda gerçekten geliştir.
Bu dönem okulda bir ödevimiz vardı. Personal Growth Project. Benim projem fotoğrafçılık konusunda kendimi geliştirmekti. Hatta bu uzun projenin sunumunu geçen hafta bir video çekerek yaptım. Elimde uzun çalışmalar sonucu çekebildiğim ve bastırdığım 54 fotoğrafım var. Bakıp bakıp mutlu oluyorum. her birinin başka emeği ve hikayesi var. 
15.Bu madde sır.
16.Sabah saatlerini değerlendir. 
Kesin ve net olarak bu maddeyi burada bitirmek istiyorum. Ben, işim olmadığı sürece kesinlikle sabah insanı değilim. Keyfim yoksa ve mutsuzsam akşama kadar panda gibi yatabilirim. Tamamen keyfime bağlı bir mesele. en azından artık bunu anladım. Bundan sonra sabah insanı olmalıyım, eyvah sabahlarım verimsiz geçiyor diyerek kendime acı vermeyi bırakıyorum. Yok olmuyor. 
17. Korkularının üzerine git.
Bu madde altında tek tek ne yaptım hatırlamıyorum fakat sanıyorum ki kendine güvenmek ve sevmek konusunda attığım her adım aslında bu maddeyle aşırı ilgili. 
18. Daha çok su iç.
Komik bir madde ama son derece önemli. Sanırım başarılı oldum.
19. Doğa ile daha çok içe içe ol. 
Elimden geldiğince üzerinde çalıştığım bir başka konu. Doğada daha çok zaman geçirmek dışında doğal olanı ve doğayı korumak adına da güzel şeyler gerçekleştirdim. Kendi deodorantımı yaparak başladığım yolculuğa şampuan kullanmayı bırakarak devam ettim. Sirkey ve karbonat en yakın arkadaşlarım oldular. Önce kendi ekmeğimizi sonra kendi sirkemizi yapmaya başladık. Her sabah bir kaşık ev yapımı misler gibi elma sirkesi içmek keyfini anlatamam mesela. Doğada ve doğal olanla ne kadar çok vakit geçirirsem o kadar sakin, o kadar mutlu, keyifli ve hayat dolu oluyorum. Bana yaşama gücü veren bir şey varsa o da dokunduğum ağaçlar, kokladığım çiçekler ve incelemeye doyamadığım bulutlardır. 
Tumblr media
Tüm bu maddelerin dışında arkadaşlarımla harika zamanlar geçirdiğim, ders çalışarak sabahladığım, gelecek kaygısına düşüp üzüldüğüm, sabah uyanırken ağlayıp, eve dans ederek girdiğim, gece yatağa mutlulukla atladığım yüzlerce gün geçirdim. Her yeni güne başlarken tek hedefim, gelecekte bu günü hatırlamaya değecek kadar güzel anılar biriktirerek o günü geçirmekti. Anılara, anlara çok değer veriyorum. Kısacası bu yıl da bitmek üzere, yeni yıl ajandam önümde. Bu yazı sonrası açıp yeni hedefleri yazmam gerek. Düşünerek, tadını çıkararak. 
Yazının bu bölümüne kadar gelenlere güzel kokulu dağ çiçekleri gönderiyorum. Yılın sonunda insanın kendi yılını gözden geçirirken, bir başkasının yazdıkları çok da umrunda olmuyor bazen. En başından beri bir üniversite günlüğü tutmak amacıyla başladığım bu blogda, yıllık değerlendirmelerimi topluca görebilmek ilginç bir rahatlama hissi veriyor bana. Bu yazının tek yazılış amacı budur. İçimi rahatlatmak. 
69 notes · View notes
kitapcafe · 6 years
Photo
Tumblr media
Keşke görseydi beni, keşke ruhumun içine bakabilseydi. Keşke! -Baştan Çıkarıcının Günlüğü, Soren- 📚 #kitap #kitapçı #kitaplık #kitabevi #sahaf #kitapkurdu #kitaptavsiyesi #kitapkokusu #fotoğraf #edebiyat #sanat #sinema #felsefe #resim #kitapcafe #aşk #şiir #roman <*)))>{ https://www.instagram.com/p/BqZNVE9hZo_/?utm_source=ig_tumblr_share&igshid=ffp3xgxwf52s
5 notes · View notes
mevcutbilgi · 2 years
Text
Cem Davran, İnkılap Kitapevi Etiketiyle Raflarda Yerini Alan “Palyaço’nun Günlüğü” Kitabını İmzalıyor
Cem Davran, İnkılap Kitapevi Etiketiyle Raflarda Yerini Alan “Palyaço’nun Günlüğü” Kitabını İmzalıyor
Yer aldığı tiyatro oyunları, sinema filmleri ve televizyon dizileri ile milyonların sevgisini kazanan ünlü sanatçı Cem Davran tahminen 15 yaşından beri küçük küçük ve dağınık notlarla yazdığı günlüğünü “Palyaço’nun Günlüğü” adıyla İnkılap Kitabevi aracılığıyla geçtiğimiz günlerde sevenlerinin beğenisine sunmuştu.     Cem Davran ilk kitabı “Palyaço’nun Günlüğü” ile 20 Şubat Pazar günü saat 15:00’…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
medyadergisi · 2 years
Text
Cem Davran, İnkılap Kitapevi Etiketiyle Raflarda Yerini Alan “Palyaço’nun Günlüğü” Kitabını İmzalıyor
Cem Davran, İnkılap Kitapevi Etiketiyle Raflarda Yerini Alan “Palyaço’nun Günlüğü” Kitabını İmzalıyor
Yer aldığı tiyatro oyunları, sinema filmleri ve televizyon dizileri ile milyonların sevgisini kazanan ünlü sanatçı Cem Davran tahminen 15 yaşından beri küçük küçük ve dağınık notlarla yazdığı günlüğünü “Palyaço’nun Günlüğü” adıyla İnkılap Kitabevi aracılığıyla geçtiğimiz günlerde sevenlerinin beğenisine sunmuştu.     Cem Davran ilk kitabı “Palyaço’nun Günlüğü” ile 20 Şubat Pazar günü saat 15:00’…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
yorgunherakles · 2 years
Quote
yaşamımın geri kalanı bir boşluk olarak uzanıyor önümde.
kazuo ıshiguro - the remains of the day
26 notes · View notes
yurekbali · 4 years
Text
Tumblr media
“küçük İskender” anısına... (28 Mayıs 1964, İstanbul - 3 Temmuz 2019, İstanbul) Gerçek adı “Derman İskender Över” olan fakat sınırları olmayan, şiirimizin aykırı halkasıydı “küçük İskender”. Bir metropol şairi olduğunu söylüyordu kendisi; gettoları, barları, çıkmaz karanlık sokakları, gece yaşamıyla büyük kentin görünmeyen yüzüne ayna tutuyordu. İlk kitabı Gözlerim Sığmıyor Yüzüme’yi 1988 yılında yayımlayan küçük İskender, otuz yılı aşan yazı hayatında şiir, deneme, inceleme-eleştiri, roman, serbest metin, derleme, günce türlerinde olmak üzere elliden fazla kitap üretti. 1964 doğumlu şair böylelikle neredeyse her yaşına bir kitap armağan etti. Hayatını da şiire armağan ederek... İçten dışa doğru kendi labirentini örerek kendini oldurmuş, kendinden yeni kendiler çıkarmış, kendini yıkıp yeniden kurmuş, kendini doğurmuş bir benzersiz şiirdir küçük İskender’in yazdığı. Diklenmenin şiiridir. Deşmenin ve deşilmenin şiiridir. Yanmanın ve yakmanın şiiridir. “İbret olsun”un şiiridir. “Bu da size dert olsun”un şiiridir. Bile isteye eylemenin, bile isteye kurmanın ve bile isteye kurcalamanın şiiridir. Temasın, akışın, arzunun, aşırılığın, sapkınlığın, kışkırtıcılığın, aşkınlaşmanın, akışkanlığın şiiridir. Kusurlarıyla barışık kendiliğindenliğin şiiridir. Başına buyruk bir inadın, gözü pek bir varoluşun, savrulmaktan korkmayan bir sahiciliğin şiiridir. Okurunun kafasını da gönlünü de bulandırmanın şiiridir. Sarsmanın ve sarsılmanın, silkelenmenin ve silkelemenin şiiridir. Kabına sığmayan protest diliyle şiire farklı söyleyişsel ve anlamsal olanaklar, yeni izlekler ve içerikler kazandırmak için uç deneyimlere girişmekten, arayışlarını çeşitlendirmekten, her türlü otorite ve iktidarla, başta din ve ahlakla, geleneksel değerlerle kıyasıya çatışmaktan çekinmemenin şiiridir. Coğrafyasının farkında olan bir şiirdir yazdığı. Başka coğrafyaları da merak eden, başka coğrafyaları da bilen, öğrenen bir şiir... Çok kollu ve çok damarlı bir şiir... Dicle ile Fırat’ı da, Kerem ile Şule’nin Ayrılık Senfonisi’ni de yazmıştır, lolita ve gay fanzin ile batman forever 2’yu da... Nick Cave ile Karacaoğlan, Jan Garbarek ile Pilli Bebek, Guns N’ Roses ile Ezginin Günlüğü, Ayfer Feray ile Edith Sedwick, Kenneth Anger ile Tunç Başaran, Hollywood ile Yeşilçam, Sabahattin Ali ile Mark Twain, Edip Cansever ile Boris Vian, Hart Crane ile Hüseyin Avni Dede, “Somethings Gotten Hold Of My Heart” ile “Şimdi Uzaklardasın Gönül Hicranla Doldu”, Pinokyo ile Yedi Uyurlar yan yanadır onun yazdıklarında, birbirlerini yadırgamazlar. küçük İskender dili de sınırları çizilmiş bir alandan, kurallardan, başka bir deyişle esaretten, bağımlılıktan kurtarıp özgürleştirmeyi amaçlar. Edebiyat “edep’ten gelir” anlayışındakilerce dışlanan, ötekileştirilen, ayıp, çirkin, kötü sayılan sözcüklere de kucak açmış, Baudelaire gibi onlara da “çiçekler” açtırmıştır. Söyleyiş ya da anlatımı kısıtlayıp zorlamamış, kimi zaman bilinç akışının özgürlüğüne, kimi zaman sinema dilinin görsellik ve kıvraklığına yönelmiştir. Argoyu, şiddeti, küfür ve kaba sözleri, kara mizahı da içeren, yüksek sesle okumaya uygun, kurgu ve yapısıyla dinamik, devingen, abartılı, yıkıcı bir şiir dili ve anlatımı yaratmıştır. Sözcük seçiminde ne dilde yenileşme taraftarlarından kimilerinin ne de gelenekçilerin bağnazca tutumlarını benimsemiş; öz Türkçe, Osmanlıca ya da yabancı sözcükleri yan yana, alt alta birlikte kullanmıştır. Edebiyata, şiire sokulmamış, dışlanmış sözcüklere sıkça yer verir. Bir söyleşisinde şöyle der bu konuda: “... dilimizdeki bütün kelimelere dahi eşit davranırım: En zarif olanıyla en ahlaksız olanı yan yanadır bende. Aralarında ayrım gözetmem.” Tıp eğitimi görmüş, kadavralar incelemiş, anatomi, patoloji gibi dersler almış olması nedeniyle ilaç isimlerinden uyuşturuculara, otopsiden tümöre, kanserden morg ve kadavraya, ameliyattan komaya tıp terimlerine sıkça yer verir örneğin. Bazı şiirlerin gölgesi bile bazı şiirlerden uzundur! küçük İskender hem aslını hem gölgesini yazacak kadar aşırıydı, çünkü çok zekiydi. Şeytani değil şiirsel bir zekâydı bu. Şiir varken şeytana ne gerek var ki zaten! küçük İskender şiiri: Bizim büyük mirasımız. Şiir gözyaşlarımızdan uzundur, belki de gözyaşlarımızı uzatır: küçük İskender, upuzuuuuun bir şiir. * * * Bir çöl kaç kum saati eder içimde... Gitgide azalarak artan kuraklık eskiyip unutulmuş bir tabir gibi hâlâ yerli yerinde. Bu uzun yolda esvabını havalandıran tek rüzgâr yok işte - o yüzden kırdım asamı omurgamı iyiliklerle. Ben yalnızsam her şey yalnızdır demekti dün, suretim sürüklenedursun ne çıkar, gölgemle konuşabileceğim efkâr yeter bana o çölde. Gördüğüm serap sadece kendi gövdem, hayaller tırmanmış üstüme - hızla ruhumu kemirmekte. Bir kum saati kaç çöl taşır dilimde... Gitgide çoğalarak kaybolan teselli gülümseten ölümler gibi hâlâ peşimde. Hâlâ peşimde. - küçük İskender, Yalnızlığın Takibi (Mayıs Giremez) - Görsel: Benoît Hamet (küçük İskender)
20 notes · View notes
barkoturktv · 4 years
Text
Usta sinemacı Andersson'un son filmi 'Sonsuzluk Üzerine sinemaseverlerle buluşacak
Tumblr media
Sinema salonlarında bu hafta 4'ü yerli 9 film vizyona girecek. Leigh Whannell'in yönettiği; Elisabeth Moss, Storm Reid, Oliver Jackson-Cohen ve Aldis Hodge'nin başrollerinde oynadığı "Görünmez Adam" izleyici ile buluşacak. H.G. Wells'in aynı adlı ünlü eserinin yeni bir uyarlaması olan film; zengin bir bilim insanı olan eşinden kendisine taciz ve şiddet uyguladığı için boşanan Cecilia Kass'in, eşinin intiharı sonrası kendisine yüklü bir miras bıraktığının bildirilmesiyle yaşadığı olayları çevresine kanıtlama ve bu durumdan kurtulma mücadelesini anlatıyor.
Tumblr media
"Kelly Çetesi'nin Gerçek Hikayesi" Justin Kurzel'in yönettiği "Kelly Çetesi'nin Gerçek Hikayesi", tarihin en ünlü kanun kaçağı ve haydutlarından Ned Kelly ile çetesinin hikayesini konu ediniyor. Avustralya'nın ünlü kanun kaçağı Ned Kelly'nin hayatını odağına alan biyografi türündeki film; bir ülkenin karanlık geçmişini, daha önce hiç anlatılmayan kısımlarıyla gözler önüne seriyor. Senaryosu Shaun Grant'a ait olan yapımda George MacKay, Essie Davis, Nicholas Hoult, Charlie Hunnam, Russell Crowe ve Orlando Schwerdt rol aldı.
Tumblr media
"Jexi" Adam Devine, Alexandra Shipp, Ron Funches, Charlyne Yi, Michael Pena, Wanda Sykes ve Justin Hartley'in oynadığı "Jexi"nin yönetmenliğini Scott Moore ve Jon Lucas üstlendi. Komedi türündeki film, bir adamın yeni aldığı akıllı telefonda bulunan işletim sistemi Jexi ile birlikte değişen hayatını beyaz perdeye yansıtıyor.
Tumblr media
"Sonsuzluk Üzerine" Usta sinemacı Roy Andersson'un yeni filmi "Sonsuzluk Üzerine"; hayatın hem hayallerde görülebilecek kadar güzel hem de bir o kadar acımasız tarafını anlatıyor. Roy Andersson'un Binbir Gece Masalları'nın anlatıcısı Şehrazad'ın öykü anlatımından ilham alarak çektiği film, seyirciyi insanlığın varoluş öyküsünde rüya gibi bir gezintiye çıkarmayı amaçlıyor. Dram ağırlıklı İsveç, Almanya ve Norveç ortak yapımın başrollerinde Bengt Bergius, Anja Broms, Tatiana Delaunay, Jan-Eje Ferling ve Lotta Forsberg gibi isimler yer alıyor. "Acı Kiraz" Serdar Akar'ın yönettiği "Acı Kiraz", birbirinden farklı zorlu hayatların bir noktada kesiştiği bir hikayeyi odağına alıyor. Film, kiraz yetiştiricisi yaşlı bir çiftçiyi, gırtlağına kadar borca batmış sahtekar bir nakliyeciyi, umuda yolculuklarında ihanete uğrayan göçmenleri ve lösemi hastası çocuğunu kurtarmak için çırpınan bir babanın hikayesini anlatıyor. Erdal Beşikçioğlu, Belçim Bilgin, Ertan Saban, Bülent Şakrak, Luran Ahmeti ve Halil Ergün'ün başrollerinde yer aldığı filmin senaryosu Oliver Romevski imzası taşıyor.
Tumblr media
"Geçerken Uğradım" Onur Bilgin'in yönettiği "Geçerken Uğradım", ülkenin görülmesi gereken yerlerini görmek adına bir tatile çıkan Cavit ile ailesinin, Afyon'da Cavit'in askerlik arkadaşı Cemil'e uğramalarıyla gelişen olaylar etrafında dönüyor. İstanbul'dan Antalya'ya uzanan komedi türündeki hikayenin başrollerinde Selahattin Taşdöğen, Mihriban Er, Emre Ertunç, Mustafa Ertunç Alıcı, Hilal Anay ve Ahmet Taşpınar yer alıyor. "Semur 2: Cinlerin Büyüsü" Burak Çelik'in yönettiği; Furkan Karaca, Bora Altınışık, Cansel Aydos ve Ülker Su Osmanoğlu'nun rol aldığı haftanın yerli korku filmi "Semur 2: Cinlerin Büyüsü", arkadaşlarıyla birlikte dedesinden gelen bir mektubun peşine düşen Alesia'nın, geçmişinde yaşadığı olaylarla yeniden yüzleşmesini konu ediniyor.
Tumblr media
"Kaptan Pengu ve Arkadaşları: Mandalina’nın Günlüğü" TRT Çocuk kanalında yayınlanan Su Elçileri adlı çizgi dizinin sinema uyarlaması olan "Kaptan Pengu ve Arkadaşları: Mandalina'nın Günlüğü", sera gazları ve küresel ısınma yüzünden buzulların erimesi neticesinde kaybolan arkadaşlarını ararken türlü maceralara atılan Kaptan Pengu, Misket, Pelik ve Mandalina'nın hikayesini anlatıyor. Nurullah Yenihan ve Engin Baştürk'ün yönetmenliğini üstlendiği animasyonun seslendirmelerini Onur Orhan Akgülgil, Emin Yaraç, Ufuk Yüksel, Ezel Kalkan ve Başak Arslan yaptı.
Tumblr media
"L.O.L. Sürpriz! Beyazperdede" Haftanın bir diğer animasyonu "L.O.L. Sürpriz! Beyazperdede", influencer Tahani ve Mykal-Michelle'in sinema maceralarını anlatıyor. Read the full article
0 notes
istfilmfest · 7 years
Text
FESTİVAL GÜNLÜĞÜ #09 | 13 NİSAN 2017, PERŞEMBE
Porto: İlk görüşte aşk hikâyesi / Porto: A Story of Love at First Sight
Please scroll down for English.
Tumblr media
Porto
“Dünya Festivallerinden” bölümünde yer alan Porto, Altın Lale Uluslararası Yarışma jüri üyesi, yönetmen Gabe Klinger’in katılımıyla gösterildi. Talihsiz bir kaza sonucu hayatını kaybeden genç oyuncu Anton Yelchin’in rol aldığı son film olan Porto’yla ilgili yönetmen “benim için bu hikâyeye başlarken farklı anlatım biçimlerine ulaşmak önemliydi. O yüzden de üç farklı film formatı denedim. Parçalanan zaman algısını ve sübjektif alanı anlatmak açısından bu önemliydi” dedi. Mekân olarak neden Porto’yu tercih ettiğine dair gelen soruya ise şu şekilde yanıt verdi: “Sinema tarihindeki büyük aşk hikâyelerine bakarsak genellikle Paris, Londra gibi şehirlerde geçtiklerini görürüz. Porto da bu anlamda doğru bir seçim gibi geldi. Zira Porto daha küçük ve zamanda sıkışıp kalmış bir yer, tıpkı karakterler gibi…” Yönetmen ayrıca bir aşk filmi olan Porto’yu yaparken 1920’li ve 1930’lu yılların filmlerini örnek aldıklarını da söyledi.
Porto from “Best of the Fests” was screened with the attendance of jury member of International Golden Tulip Competition, director Gabe Klinger. Porto is the last film of young actor Anton Yelchin who passed away after an unfortunate accident. The director commented on the film: “When I began to work on this story, to me it was important to arrive at different forms of narration. And that’s why I used three different film formats.” To a question about why he chose Porto as location, he replied: “When we look at the greatest love stories in cinema, they happen to be set in such big cities like Paris or London. Porto felt right in that sense because Porto is a smaller place as if trapped in time, just like the characters...” The director also shared that when he filmed Porto as a love story, he was inspired by the films of the 1920s and 1930s.
2 notes · View notes
kitapcafe · 7 years
Photo
Tumblr media
"Küçük Prens’ten Benim Adım Kırmızı’ya en çok tercüme edilen kitaplar." 〰 İlk sırada Dünyanın en çok çevrilen kitabı 253 kere çevrilen Antoine de Saint Exupéry’nin "Küçük Prens" 〰 Carlo Collodi’nin orijinali İtalyanca olan "Pinokyo"su ise 240 kere çevrilmiş. 〰 John Bunyan’ın "Çarmıh Yolcusu" adlı kitabı 200 kez başka dillere aktarılmış. 〰 Hans Christien Andersen’in "Andersen Masalları" 159 çeviri ile dünyanın en çok çevrilen dördüncü kitabı. 〰 Türkiye'de oldukça ilgi gören Paulo Coelho’nun "Simyacı" 80 kez çevrilmiş. 〰 "Harry Potter ve Anna Frank’ın Günlüğü"nün ise 67 kez başka dillere çevrilmiş. 〰 George Orwell’in distopik "1984" adlı romanı 65 kez çevrilmiş. 〰 Orhan Pamuk’un "Benim Adım Kırmızı"sı 60 kez başka dillere aktarılmış. 〰 Hobbit 50 çeviri Don Kişot 48 çeviri Koku 47 çeviri Yabancı 45 çeviri Muhteşem Gatsby 42 çeviri Bülbülü Öldürmek 40 çeviri 📚 #kitap #kitapçı #kitaplık #kitabevi #kütüphane #kitapçı #kitapkurdu #kitaptavsiyesi #kitapkokusu #edebiyat #sanat #felsefe #resim #sinema #kitapcafe #aşk
2 notes · View notes
Link
Ölülerin Günlüğü izle HD Full Türkçe Dublaj. Bilim kurgu filmlerinde istenilen karelerin doğru ve güzel kullanıldığı Ölülerin Günlüğü filminde efektler ve görüntü oldukça etkileyici. #ÖlülerinGünlüğü #ÖlülerinGünlüğüizle #ÖlülerinGünlüğüFullizle #ÖlülerinGünlüğüHDizle #ÖlülerinGünlüğüAltyazılıizle #ÖlülerinGünlüğüTürkçeDublajizle #film #filmizle #hd #full #hdfullfilmizle #sinema #cinema #tv #movie #movies
0 notes
mortem-vitae · 7 years
Text
Başa çıkamayanın günlüğü.
Geçen sene bahar aylarıydı yanlış hatırlamıyorsam, belki de yazın hemen başlarıydı, Beşiktaş-Kadıköy vapurundaydık, hangi istikamete gittiğimizi de hatırlamıyorum. Ben, kız arkadaşım ve Alman ev arkadaşımız. Karşımızda, Boğaz’a bakan cephesinde “OFİS ÇİFTÇİNİN KARAGÜN DOSTUDUR” yazan Toprak Mahsulleri Ofisi’nin olduğunu hatırlıyorum, bir de ışıldayan denizi. Üçümüz de ertesi yıl İstanbul’a olmayacağımız için İstanbul’dan uzak kalmak üzerine konuşuyorduk. Hayatının tümünü bu şehirde geçirmiş biri olarak ben, İstanbul’dan uzak kalmanın ne kadar güzel olacağından ve İstanbul’u hiç özlemeyeceğimden bahsediyordum. Tabii onlar da söylediklerime karşı çıktılar, biraz uzak kaldıktan sonra mutlaka özleyeceğimi söylediler. Açıkçası üç ay sonunda İstanbul’a dair içimde bir özlem filizlendiğini söyleyemem. Yine de, arada Abbasağa’daki dairemizi ve orada geçirdiğimiz günleri özlemediğimi söyleyemem. Abbasağa Parkı’nın içinden kedileri seve seve geçip Maşuklar Yokuşu’ndan Çarşı’ya inmek, ardından Ihlamurdere Caddesi’ni boylu boyunca kat edip dönüşte cadde üzerinde bir kahve içmek iyi geliyordu. Akşam dönüşte biraz Alberto Manguel okumak veya bir Woody Allen filmi seyretmek de öyle. Buraya geldiğimden beri ne kadar az okuduğumu kendime bile itiraf edemiyorum. Nedendir bilmiyorum ama yeni film veya yönetmen keşfetme arzum da daha önce izlediğim filmleri tekrar izleme isteğine bıraktı yerini. Belki özlem duygularımı bastırıyorum ve onlar da bu şekilde kendilerini açığa vuruyorlardır, bir psikolog bu ihtimali değerlendirirdi. Günümün büyük bir bölümünü maddi durumum üzerine kafa yorarak geçiriyorum. Yaklaşık olarak beni iki veya en çok üç ay idare edecek bir param kaldı ve henüz bir iş bulamadım. Böyle giderse planladığımdan erken dönebilirim. Bu düşünceler içerisindeyken tesadüfi bir şekilde Şükrü Erbaş’ın “Ömür Hanımla Güz Konuşmaları” şiirine denk geldim. Şiirin ‘dönmek’ temasını işleyen kısmında şair, “Büyürken geniş ufaklarımız olmadı bizim. Küçücük avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe yaşamın binlerce engeli yığıldı önümüze.” diyor. Sık sık kendi yaşamını gözden geçiren ve değerlendiren bir insan olarak tabii ki bu şiiri okumamın ertesinde de uzun bir süre yaşamımı düşündüm. Ortaya koydukları eserleri oldukça beğendiğim birkaç yazar veya yönetmenin verdikleri röportajlarda küçükken Jules Verne okuduklarını söylediklerini hatırlıyorum, kim olduklarını hatırlamasam da iki veya üç farklı kişi ve röportajdı. Oradan etkilenmiş olsam gerek, küçükken hiç Jules Verne okumamış olmanın -okumuşsam bile bunu hatırlamıyorum. Yalnızca gazetelerin hafta sonları verdiği DVD filmlerin birinin “Denizler Altında Yirmi Bin Fersah” çizgi filmi olduğunu ve onu izlediğimi hatırlıyorum- yaratıcı bir kişi olmamın önünde en büyük engel olduğunu düşünürüm hep. Yine de aşağı yukarı on yıldır entelektüel anlamda kendimi geliştirmek hayatımın birinci gayesi durumunda. Bu sebeple şiirden yaptığım alıntı beni çok etkiledi. Şükrü Erbaş’a bir mail yazmak istedim; fakat mail adresini bulamadım. Kitaplarının yayıncısı ise mailime henüz cevap vermedi. Neyse, konudan konuya geçtim. Uzun bir aradan sonra fotoğraf çekmek konusunda bir arzu kapladı içimi. Ne yazık ki ne filmim ne de filmlerimi yıkatabileceğim bir yer var. Sanırım IPhone fotoğrafçılığının konforuna kendimi bir süre daha bırakacağım. Tüm Pazar gününü evde geçirmenin sıkıntısı ve liseden bir arkadaşıma film tavsiyesi düşünürken Alejandro Amenábar’ın “Tesis” filminin aklıma gelmesiyle tüm geçmişime siktir geçip Madrid’e taşınmak ve sinema okumak gibi çılgın bir fikre kapıldım. En azından hala hayal kurabiliyoruz. Sevgiler. 
3 notes · View notes
Photo
Tumblr media Tumblr media
KAZIM...
İlk ve Ortaokuldayken tam bir müzik bağımlısıydım. Okuldan gelir gelmez odama kapanır saatlerce müzik dinlendirdim. O zamanlar çekme kasetlerimiz vardı. Sevdiğin şarkıları tekrar tekrar dinlemek bu kadar kolay değildi. İleri geri sara sara kasetlerin ömrü dayanmazdı. Gece yarısına kadar sevdiğim şarkılara denk gelebilmek için radyo kanallarını dolaşırdım tek, tek. Ben frekans panelinin en sonundayken ya panelin en başında benim şarkım çalınıyorsa diye düşünürdüm. Bazen şarkının sonuna yetişirdim, işte o zaman çok üzülürdüm. Şimdi bıkmadan dinlediğim şarkıcıların ve müzik gruplarının hepsi taa o günlerde keşfedilmişti. Ezginin Günlüğü, Yeni Türkü, Moğollar, Cranberries, Zuğaşi Berepe…
Ortaokul sondaydım. Sene 95. Yine bir akşam radyoda bir şarkı dinledim… çok sevdim… hep çalsın diye bekledim… “Baba ben yıkıcıyım ama  Kendini bilmez değilim  Yaşamak istiyorum sadece  Kendi savaşlarım uğrunda  Ben sadece ben olmak istiyorum  Işık hızıyla geçen zamanı  Yaşamak belki de çok zor  Korkuyorum ben geçmişten  Korkuyorum gelecekten” Şarkıyı Zuğaşi Berepe diye laz bir rock grubu söylüyormuş. Söyleyen kimse sesine bayılıyordum. Öyle hergün denk gelmiyordum radyoda. Denk gelirim diye kaydetmek için teybin içinde hep hazır kaset bulundururdum. Şimdi yazınca ne delice, ne tutkulu bir çaba haliymiş. Fakat sevdiğin şarkıları dinlemenin başka bir yolu yoktu. Harçlıklarını kasetlere yatıran bi dolu arkadaşım vardı ama benim buna maalesef bütçem yetmezdi. Arada birbirimizden alıp kaset çekerdik.  
Hafta sonlarını MKM’deki dersler katılarak geçiriyordum. Genel Kültürden dil dersine, tiyatrodan müziğe kadar bi dolu ders alırdık iki gün boyunca. Baharlı bir Cumartesi günü Zuğaşi Berepe’nin MKM’de dinleti vereceğini duydum. Fakat Halk oyunları dersinden yırtmamız çok mümkün görünmüyordu. Ben ve birkaç arkadaşım bir türlü derse adapte olamıyoruz. En sonunda Süleyman hoca “neyiniz var sizin” diye sordu. Bizde diğer binadaki dinletiye gitmek istediğimizi söyledik. Başta izin vermedi ama sonra derse ilgisiz olduğumuzu görünce “tamam hadi gidin” dedi. Binadan koşarak çıktık. Yetişmek için İstiklal caddesi boyunca koştuk. Neyse ki henüz yeni başlamıştı. Çok bir şey kaçırmamıştık. Biraz kendilerinden bahsettiler. Çok sıcak, çok güzel bi dinleti oldu. Sanırım o gün “Ben”i söyleyenin Kazım Koyuncu olduğunu öğrendim.
Uzun süre hep radyodan takip ettim. 2000 yılında Salkım Söğüt projesinde “Didou Nana”yı söyledi Kazım.
Artık bütün muhalif radyolarda bu şarkı çalıyordu. 2001 yazında tek başına Varto’ya otobüsle gittim. 24 saat sürer bizim oraya yolculuk. Yol boyu dinledim. (2003 yılında ise Gökhan Birben’in albümü bana eşlik etmişti.) Bıkmadan usanmadan dinledim yıllarca. Kazım ölünceye kadar…
Karadeniz müziğine ve kültürene karşı duyduğum sevgiyi anlayamıyordu arkadaşlarım. Bir sebei olmak zorunda da değildi zaten. 2003 yılında kankardeşim Saime bana Hey Gidi Karadeniz konseri için bilet verdi. Kardeşim Evin ve Ali ile birlikte gittik. Evin bir Halk Dansları topluluğunda Artvin yöresi oynuyordu. Bana da öğretmişti. O gün yorulana kadar horon oynamıştık. Sonra Kazım çıktı sahneye. Çok büyülü bir andı. Şimdi tam olarak ne söylediğini hatırlamıyorum ama çok güzel bir konuşma yapmıştı. O kalabalığın içinde tek başına “Yaşasın Halkların Kardeşliği” diye var gücümle bağırmıştım. Eşlik eden az oldu ama neyse. Gelecek yıl mutlaka yine geleceğim diye ayrılmıştım Açık Hava’dan. Ama olmadı.
2004 yılının ilk yaz vakti. Bir grup arkadaş Kadıköy’de Sinema atölyesini bitirmiş kendi atölyemiz için yer tutmuştuk. Bir gün Kenan ve ben temizlik yaparken Kenan “Hayde”yi açtı. Bütün albüme bayıldım. Birkaç günlüğüne ödünç aldım cdyi. Sonra baktım böyle olmayacak gidip Metropolden aldım albümü. 2004 yılında yine 24 saat süren Varto yolculuğum boyunca bu albümü dinledim. O yaz Varto festivali sebebiyle bir çok sanatçı konserler vermek için gelmişti Varto’ya. Tertip komitesinde babam da vardı. Keşke Kazım Koyuncu’yu çağırsalardı diye geçirmiştim içimden. Bir daha ki yaz için mutlaka önerecektim adını.
O yılın Aralık ayında küçücük bir gazete köşesinde Kazım’ın kanser olduğu yazıyordu. Tedavinin iyi gittiğini ve iyileşeceğini söylemişti Kazım. Çok üzülmüştüm fakat iyileşeceğim dediği için içim bi taraftan rahattı.
Aradan aylar geçti ve 26 Haziran’da Hey Gidi Karadeniz konserlerine katılacağını öğrendim. O zaman iyi diye düşünmüştüm. 25 Haziran günü iş yerinde bir grup arkadaşla konsere gitmeye karar verdik. Bilet fiyatını öğrenme işi bana kalmıştı. Eve gidince öğrenip hepsine haber vereceğimi söyledim. Ablamla eve gitmek için buluştuk ve minibüsle mahalleye gittik. İndiğimiz durağın yanında bir elektrikçi dükkanı vardı. Camına “Karadeniz’in hırçın çocuğu Kazım Koyuncu ölümsüzdür” diye bir yazı asmıştı. Ablamla şaşırarak baktık. Niye bunu asmışlar diye sordu ablam. Aklımın ucundan ölmüş olabileceği geçmedi bile. Çünkü yarın konser var ve o bu konsere çıkacaklar arasında. Hasta diye yazmışlardır dedim.
Eve geldik. Açık Hava’yı aradım ve bilet fiyatlarını öğrendim. O zamana göre epey pahalı gelmişti. Diğer arkadaşlarımı arayıp haber verdim. Yarın olsun konuşuruz dedik. Sonra odama gittim biraz uyudum. Uyandığımda annem ve Gülşenay abla mutfakta konuşuyorlardı. Banyoya gidip elimi yüzümü yıkadım. Yüzümü kurularken Gülşenay abla anneme “Kazım Koyuncu öldü çok üzgünüm” dedi. Bi an kala kaldım. İnanamadım. Koşarak mutfağa gittim. O kısmı pek hatırlamıyorum. Televizyonu açtım ve bütün haber bültenlerinde bu haber vardı. İnsan tanımadığı için bu kadar üzülür mü? Üzülmek ne kelime boğulurcasına ağladım. Evin Mersin’de okuyordu. Aradı ama ben ağlamaktan konuşamadım.  Bütün gece uyumadım. Ablam gelip beni sakinleştirdi.
Sabah oldu. Üstümü giyindim. Kuzenlerimle Şişli’de buluşup Açık Hava’ya gittik. Yakamıza bir fotoğrafını iliştirdik. (Hâlâ saklarım) Konserlerde bile bu kadar kalabalık yoktu. Herkes ağlıyordu. Onu anmak için sahneye çıkanları dinledik. Cenaze arabasının arkasından yürüdük metrelerce. Sonra Metropol’ün önünde oturduk biraz. Sonra eve geldim. O gün hiçbir şey yememiştim. Evet insan hiç tanımadığı biri için bu kadar üzülür… ağlar…
Çok uzun zaman dinleyemedim hiçbir şarkısını. Hâlâ da dinleyebildiğimi söyleyemem.
Bir gün mutlaka gideceğim mezarına.
İyi ki geçtin şarkılarla aramızdan şair ceketli adam…
0 notes