Tumgik
#yönetmen filmi
elestirmen-46-86 · 1 year
Text
Efsane Yönetmen Mehmet Ali Gündoğdu
Efsane Yönetmen Mehmet Ali Gündoğdu
1. Betül FIRAT: Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız? Mehmet Ali GÜNDOĞDU: Ben Mehmet Ali GÜNDOĞDU. 1965 Sivas Doğumluyum. Annem Malatyalı babam Ağrılı. Evliyim eşimde Yapımcı Saliha Gündoğdu olmakta ve 3 kız 3 erkek 6 tane evladım bulunmakta; Gamze, Gözde, Gökselin, Sinan, Berk, Uzay isimlerinde. Yönetmenliğe 1974 de Yılmaz GÜNEY’İN ‘Baba’ filmi ile başladım. İstanbul’da ikamet etmekteyim.…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
ysfogzdgrz51 · 10 days
Text
İCİMDEKİ SESSİZ ADAM
Biraz derin biraz da uzun bir meselemiz var eski zamanlardan bahsetmek birazda kendim gibi gordugum insanlar dan çorba gibi birsey aslında tatsız tuzsuz hastane de verilen çorba gibi hayatim çok kez mücadele verdim çok kez yıkıldım çok kez hayal kırıklığı oldu ağladım guldum mutlu oldum mutsuz da oldum yüzde yirmi mutlu yüzde seksen de mutsuz oldum hepimizin başından birseyler geldi geçti ve bitti diyoruz ama bitmiyormus demekki yasadiklarimiz aynisini tekrar tekrar yaşıyoruz hiç tanıdık geldimi sana da bu insan der gibi acısı aynı gülüş aynı sokaklar bile aynı insanlarda çok degismis içimdeki adam
İçimdeki bu adamla cokkez tartistim çok kez konustum derdimi anlattım ama hiç benden yana olmadi aslında her zaman yalnız başıma kaldım içimdeki ses bile beni terketti bir zaman sonra o bile beni anlamadı ki kaldı karsimdaki insanlar beni anlayacak anlamaz lar
Defalarca söyledim içimdeki sese bazen susmasini öğren diye onuda. Susturamadim çoğu kez hayattan koptum kenara çekildim Hayat a dort kolla sarıl diyenler kollarimi kırdılar farkında idim çoğu şeyin bense içimdeki sesi dinleyip kirmamayi denedim defalarca kirilmama rağmen
Sevgiden yana belki çok darbe de almış olsa bu gönül sevmekden asla vazgeçmedi çünkü ben sevmeyi değer vermeyi hoş gormeyi bildim ben böyle yaşadım böyle de devam etti hayatim
Hayatim boyunca kirmadan sevmeyi öğrendim yani böyle köşe yazarlarından değil severek öğrendim aldanmayi severek öğrendim kirilmayi acı ceke ceke öğrendim yaşamayı ayakta kalip duse kalka büyüdüm
Aslında en çok da çocuk yanimi ozledim çocuk iken en fazla duser dizimiz ACİRDİ ya şimdi oyle mi digil simdi nereye donsek sol yanimiz aciyor sol yanin acısı ile yatıp kalkan çok sevipde terkedilen gordum hayatim boyunca her zaman derim sevmelerin sonu terkedilmekse sevmeyin sevmek oyle basit bir şey değil ki sinemaya gidip mısır yiyip flim bitene kadar degilki bir insanı sevmek için bir çok insanımız elde etmek için her mücadele yi veriyor elde ettikten sonra ne oluyor mücadele sevgi aşk o güzelim sözler nerde bitti işte biz buna ne sevgi ne aşk diyoruz biz buna sinema filmde izlediğiniz mutsuz bir son filmi diyoruz askiniz bir flim kadar kısa ise yönetmen olmaya da oyuncu olmaya da izleyici olmayada gerek yok eğer bir kalbiniz varsa ve kalbiniz bir buz kütlesi gibi ise onu sıcak bir yurek ile eritin bu sizin gözlerinizden akacak olan mutluluk gözyaşları dir içimdeki sesinde haklı olduğu yerler var mesela bundan sana yar olmaz dediginde dinlemezdim yok bu öyle bir insan değil derdim çoğu zaman tartışmalar oldu içimdeki ses ile kimi deli der kimi ise aşık der ikisini birlestikmi deli aşık olur dimi hanginiz sevmediki deliler gibi deli aşık olmadi ki bu sevgiyi basit gormeyin içimizdeki sese kulak verin
Bir çocuk dünyaya geldiğinde bir zamani vardır gozleri ni dünyaya acmak için ve bir zaman sonra emekler ve sonra yurumek ister ama bir güce ihtiyaç vardır ona verilecek en büyük güç sevgidir işte oyuzden hic lafimi esirgemem sevgiyi okadar güçlü birseyki isteseniz de bir insanın kalbindeki sevgiyi yikamazsiniz ama yüzünü soldurabilir yuregindeki neseyi bitirebilir siniz ama kalpdeki sevgiyi bitiremezsiniz çünkü kalpde sevgi olduğu sürece yüzündeki gülümseme tekrar yeserecek yurekteki nese tekrar isinicak sevgi oyle bir kutsal birsey ki yüce rabbim kalplere sevgi asilamistir
103 notes · View notes
obenimkalbimde-kaldi · 9 months
Text
💙Kocaeli, İzmit Körfez💙
İzmit Körfez'de "Üsküdar Vapuru Faciası" 1 Mart 1958
Belki de çoğunuzun ilk defa öğreneceği...İzmit Körfezi' nde 1 Mart 1958 de yaşanan Titanik benzeri bir deniz faciası..yani Üsküdar Vapuru Faciası...
1 Mart 1958 de İzmit'ten Gölcük'e doğru yola çıkan vapur, çoğu öğrenci yaklaşık 450 kişi taşıyordu...
(2013 Yılında Yönetmen Berk Erözer tarafından "72 Numaralı Üsküdar" adıyla belgesel filmi çekildi.
Belgesel 1958 yılında yaşanan ve Türkiye'nin en büyük vapur faciası olan Üsküdar Vapur Faciası'nı ve faciayla birlikte kazazedelerin yaşadığı aile dramlarını konu almaktadır.)
(Yaşayan son tanık Tarih TV ye anlattı)
67 notes · View notes
yedinciisanat · 6 days
Text
Sinematik Düşünce: TransSiberian/ Sibirya Ekspresi
Tumblr media
Transsiberian 2008 yılında, yönetmen Brad Anderson tarafından perdelere kazandırılmış bir film. Brad Anderson 2004 yılında “El Maqunistia” (The Machinist/ Makinist) filmiyle ünlenmiştir. Yönetmen Brad Anderson filmlerine çok hâkim olduğum bir yönetmen değil, ancak izlediğim ve yansıtılan kadarıyla temalarında karakter odaklı olmayı seven bir yönetmen. Karakterlerin iç dünyalarına inmeyi, karışık insan ilişkilerini, gizem ve gerilim ile beraber izleyicilerine sunmayı seviyor. Filmlerinin atmosferi izlediğim kadarıyla temaya çok uygun, bizleri de atmosfere tutup götüren ve karakterle aynı bunalıma sokan atmosferler. Filmin atmosferi hedeflendiği gibi yansıtılırsa, bizi karakterlerin iç dünyasına çeker. Çoğunlukla karakter ile yaptığımız empati sonucu kendimizden parçalar bulur ve karakteri daha iyi anlarız. Transsiberian filmi neo-noir tarzı psikolojik gerilim filmidir. Noir, genellikle siyah beyaz olarak çekilmiş karanlık atmosferli, kentsel ortamda geçen suç ve gerilim ögelerini barındıran filmleri tanımlar. Neo-noir ise, bu ögeleri günümüz sinemasına taşıyarak yeniden yorumlar. Neo-noir genellikle renkli olarak çekilir ve noir tarzını, temalarını günümüz izleyicisine uyarlar.
Film eleştirime gelecek olursak, bu eleştirinin benim fikirlerime dayandığını belirterek başlamak isterim.
Film için çok başarılı bir ekip toplandığını düşünüyorum. Yönetmenin işini severek yaptığı ve işine saygı duyduğu, verdiği özenden belli oluyor. Ben, görüntü yönetmeni Xavi Giménezi de çok başarılı buldum. Kendisi “El Maqunistia”nın görüntü yönetmenliğini de üstlenmişti ve iki filmde de o atmosferi çok iyi yansıtmış. Transsiberian film atmosferini oluştururken, renk paleti, ışıklandırma gibi hususlar ile beraber görsel estetiğini de ortaya koymuş ve bunun atmosferik bir ortam yakalamak için bu kadar önemli olacağını düşünemezdim. Yaratılan atmosfer filme bambaşka bir göz, bir nefes katmış. Filmin kurgusu ve düzenlenmesini de çok başarılı buldum. O döneme göre, gayet başarılı geçişler yapılmış. Flashbacklere de yeteri kadar zaman verildiğini düşünüyorum. Tasarım konusunda ise, bence ekip harikalar yaratmış, görsel olarak çok iyi planlanmış, dekorasyon, seçilen kıyafetler, yapılan makyajlar, her şey o kadar uymuş ki adeta yapboz parçaları gibi detaylardan bütüne birbirlerini tamamlamışlar. Özellikle ”Abby” karakterine yapılan plastik makyaj bence zamansız bir makyaj olmuş, sadece o dönemlerin iyisi olmakla kalmayıp, bana göre günümüzde bile iyi bir makyaj olarak nitelendirilebilir konumda, ben buna inanıyorum. Filme ayrılan bütçenin yeterli olup olmadığını bilmiyorum. Yine de bütçenin dışında harikalar yaratıldığı çok belli, her bir sahnesi karakterler ile yürümemi sağlarken, görsel olarak da tam göz estetiğime uydu. Ancak bu kadar güzelliğin arasında her zaman bir zayıf nokta vardır değil mi? Bana göre zayıf nokta senaryo.
Filmin beni yönlendirmeye çalıştığını çok net bir şekilde anladım ve izlerken “yersiz” yönlendirmeler olduğunu düşündüm. Senarist bu yönlendirmelere gideceğimizi düşünerek, bizi yanıltmak adına farklı bir yol izliyor ancak o farklı yol da bana “Bu sahnede tam olarak ne gerçekleşti?” hissiyatı verdi. Bana göre senaryo eksik kalmıştı ve diğer her şey bu kadar güçlüyken senaryonun eksikliği beni hayal kırıklığına uğrattı. Her sahnede, senaryonun, oyuncuların sırtına yük olduğunu düşünmeye ve hissetmeye başladım. Çıkmaza girdikleri noktada “Ama biz Amerikanız?” repliği sanki yangına su götürülmüş gibi hissettirdi. Ateşi söndürmek adına verilen uğraş daha da körüklüyordu. Kısacası bazı sahneler benim için abartılı ve tahmin edilebilir kaldı. Öne çıkan çekim planları, kusursuz tasarımlar ve iç tasarımın harika kullanılması filmi çok ileri taşımış, ancak senaryonun zayıflığı, filmi mükemmellikten uzaklaştırmış. Senaryonun güçlü olmasına önem veriyorsanız, bence izleme listenizde ilk tercihiniz olacak bir film değil. Ancak gerilim sevenler için yakalanan atmosfer ilgi çekici bir seçenek olabilir.
Sizin görüşlerinizin ve fikirlerinizin benim için değerli olduğunu belirtmek isterim. İlginiz ve zaman ayırdığınız için teşekkür ederim.
Sevgiyle kalın, Yedinci Sanat.
2 notes · View notes
favorisfilms · 3 months
Text
az önce 1965 yapımı sevmek zamanı filmini bitirdim. Metin Erksan sinematografisini her daim övmüşümdür, her filminde bu yeteneği göz önündedir zaten. bi çok yönetmen esintisi de vardır bazı açılarında ama neyse tabii. yine de yerli yapım olarak seyir keyfi açısından iyi işler çıkartabilen bi yönetmendir. genelde filmleri sinematografi olarak çok iyidir konu olarak bütünleşmesi de nadirdir en azından benim izlediğim kadarıyla öyle. bu filmi de öyleydi, sinematografi olarak o kadar iyi bi film ki yağ gibi akıyo gidiyo seyir keyfi olarak. FAKAT filmde anlatılmak istenilen inanılmaz bi bağ olduğuna gelirsek bu bana yüzeysel kalmış gibi geldi açıkçası. film inanılmaz çok övgüyü en fazla sinematografi yüzünden almalı diye düşünüyorum. bi de halil gibi ne istediğini bilmeyen kalbi ile mantığı arasındaki dengeyi kuramadığı ve korkaklığı yüzünden git gel zekalı insan oluşumlarından da uzak durunuz, filmi izlerken bile yoruldum bazı bazı,,,,, bi de uğraşsam karakolda sonlanırdı her şey aaa yani
4 notes · View notes
cemyafilmarsiv · 4 months
Text
Tumblr media
Kayıp Z Şehri, ( The Lost City of Z )
Film Tavsiye
Yönetmen: James Gray
Oyuncular: Charlie Hunnam , Robert Pattinson
Percy Fawcett'tin hayatından yola çıkarak David Grann tarafından yazılmış bu senaryo James Gray tarafından da hissedilerek yönetilmiş. Film için uzun süredir izlediğim hem en güzel dönem, hem de en güzel macera filmi demek istiyorum. Karanlık, faşist Avrupa fikirlerini ve Arkeoloji Faşizmini James Gray bu filimde çok güzel işlemiş, bize de yansıtmış...
Latin Amerika'ya, Bolivya ile Brezilya arasındaki Kauçuk tarlalarının haritasını çıkartması amacıyla İngiliz Hükumeti tarafından gönderilen bir askerin bölgeye gittiğinde, insanlarla iletişim kurdukça aslında kendilerinden daha medeni olduklarını ve bu bölgede, geçmişte de ileri medeniyetler kurulduğuna dair arkeolojik kanıtlara rastlar. Bu kanıtları ve gördüklerini ülkesine döndüğünde, anlattığında ona kulaklarını tıkamış ve kendini ileri medeniyetin yöneticileri olarak tanımlamış kalbur üstü sınıfla karşı karşıya kalacaktır.
Sadece ticari çıkarları için hareket eden bu topluluğun değişmediğini artık hepimiz biliyoruz. Günümüzde de halen Avrupa Ve Batı birçok yeni arkeolojik buluşu çıkarlarına ters düştüğü ve yukarıdaki gibi ileri medeniyetin kendileri ile çıktığı savını değiştirmemesi adına görmezden gelmeye devam etmekte.
Filmle ilgili daha çok detay vermeden iyi seyirler diliyorum. 03.02.2024
4 notes · View notes
doriangray1789 · 1 year
Text
Nietzsche Ve Torino Atı
BÖLÜM-1-
Friedrich Nietzsche, bir sabah şehir merkezine doğru yürürken, yürümediği için faytoncu tarafından kırbaçlanan bir at gördü. Hayvancağız, aldığı kırbaç darbelerinden ötürü bitkin düşmüş, kendini yere bırakmıştı. Nietzsche, hızla faytoncunun yanına gitti ve ona mâni oldu.
Tumblr media
Ardından çökmüş at'ın yanına gitti ve ona sarıldı.Ağlamaya başladı. At'ın gözlerinin içine baktı. Bazı kaynaklar bu esnada Nietzsche'nin, ''Anne ben bir aptalım.'' diye mırıldandığını yazar.Ardından Nietzsche, bilincini yitirdi ve zihni sonsuza kadar sürecek bir değişime uğradı. Nietzsche, bir daha hiç eskisi gibi olmadı. 10 yıl boyunca akıl hastanesinde, kimse ile tek kelime etmeden yaşadı ve hayatını kaybetti. Nietzsche, '' Bir şeyler öğrendiğim tek psikolog Dostoyevski'dir der. '' Suç ve Ceza kitabında, Raskolnikov rüyasında kırbaçlanan bir atı kurtarmaya çalışırken babasına sarılır ve ağlar. Belki de bu iki bilgi, Nietzsche'nin iç dünyasında birbirine tutkun iki temel taştır..Bu arada Nietzsche'nin sarıldığı at'a ne olduğunu merak edenler, The Turin Horse filmini izleyebilirler. Yazıyı Nietzsche'nin en sevdiğim cümlesi ile bitirmek istiyorum. Nietzsche der ki; '' Yaşamak, acı çekmektir. Hayatta kalmak ise, bu acıda bir anlam bulmaktır. '' aşağıdaki görsel Bela Tarr’ın Torino atı filminden bir karedir.
Tumblr media
Filmin bitiminde akılda kalan sahnelerden birisi de kızın kuyuya doğru güçlükle ilerlerken rüzgâra yaslandığı bir çekim… Gördüğümüz bu sahnenin anlamı, mutlak umutsuzluğa karşılık gibi geliyor
Tumblr media
Macaristanlı yönetmen Bela Tarr’ın, dokuzuncu uzun metrajlı ve son filmi olan “Torino Atı”, 20. yüzyılın şafağında rüzgârın estiği bir kulübede yaşayan ve hep patates yiyen baba ve kızın hakkında 149 dakikalık siyah beyaz bir Macar dramasını sunuyor.
Filmin yönetmeni Tarr, Macaristan’ın en ünlü yönetmeni, uzun çekimlerin yoğun olarak kullandığı ve çoğu zaman akılda kalacak şekilde yaratıcı ve etkileyici uzun filmleriyle tanınıyor.
Tarr, umutsuz sloganın ustasıdır. Filmleri yalnızca acı verecek kadar yavaş, uzun ve yorucu olmakla kalmıyor, aynı zamanda nihilist bakış açısıyla da besleniyor. Alman yazar ve filozof Friedrich Nietzsche bu filmdeki ana etkidir. Bedenen görünmese de,  Nietzsche’nin nihilist ruhu, film boyunca fazlasıyla hissediliyor.
Film, basit bir tema üzerinde ve ağıt benzeri müzikle ilerliyor ve neredeyse hiç diyalog yoktur. Ancak Tarr, maksimum etki için kamerasını tam olarak nereye yerleştireceğini biliyor ve hedeflediği kesin etkiyi elde etmek için değil, hareket etmesi gerektiği kadar hareket ettirmek için bir ustalık sergiliyor.
İzleyici kendini hikâyeye kaptırdığında, başka yöne bakmak imkansızdır. Filmin hipnotik bir deneyim yaratması kuşkusuz tuhaftır, ancak Tarr’ın film tekniğindeki ustalığı, insanın varoluşunun kalbinde gördüğü umutsuzluğu ve korkuyu ifade etmeye yönelik amansız girişiminin katıksız kabadayılığından başka bir şey değil. Tarr’ın karanlığa, zorluğa ve atavari bağlılığını sergiliyor adeta.
Tumblr media Tumblr media
Karakterlerin gülmeyen yüzleriyle çekilmiş “Torino Atı”nda izleyicileri kasvetli, umutsuz melankoliye bırakan, buz gibi tempolu bir kâbus yaşatıyor. Film, Tarr sinemasının minimalist bir damıtmasıdır: bir erkek, bir kadın, bir at, bir kulübe, sefil bir hava ve çok az kelimeden biraz daha fazlası…
Film, Nietzsche ile ilgili bir anekdotla başlar:
“3 Ocak 1889, Torino… Friedrich Nietzsche, Via Carlo Alberto 6 numaralı evinden dışarıya gezinmek ya da mektuplarını almak için postaneye gitmek üzere çıkar az sonra yukarıda bahsettiğim olay gerçekleşir…
Tarr, Nietzsche’nin çektiği acılar neticesinde çöküşünü tetikleyen o ata ne olabileceğini hayal etmesi gerektiğini düşünerek ve filmi hiçbir zaman açıklığa kavuşturmadan çekmeye karar verir.
Film boğucu bir deneyimdir. İki buçuk saatlik film, yalnızca 30 çekimden oluşur; bunlardan ilki, yoğun sis ve şiddetli bir fırtınada bir arabayı çeken bir attır. Kamera, ata farklı açılardan zum yapar, birkaç saniyeliğine sürücünün kendisine odaklanır, ancak odak noktası hayvan olarak kalır. Ne at, ne adam, ne de izleyiciler için kaçacak bir yer yok. Beş dakika boyunca kamera sadece bu ikisine farklı bakış açılarından odaklanır. Bu arada müzisyen Mihaly Vig’in akıldan çıkmayan, neredeyse kıyamet niteliğindeki müziği izleyiciyi açıklanamaz bir korkuya boğar. Vig’in film için bestesi bir ağıt gibi, bir ruhun yavaş yavaş aşınması gibi geliyor kulağa.
Diğer 29 çekimin çoğu, felçli bir kolu olan yaşlı bir çiftçinin ve kızının ölümü beklediği küçük bir kulübede geçiyor. Dışarıda hava soğuk ve şiddetli rüzgar esiyor. Bu çorak dünyada at bile yaşama isteğini kaybetmiştir. Onları bir kavanoza hapsolmuş ateşböcekleri gibi izliyoruz.
Filmde pek bir olay örgüsü yok ve aslında filmin çoğu altı gün boyunca belirli olayların tekrarını içeriyor: kızı babasının giyinmesine yardım ediyor, kuyudan su getiriyor, akşam yemeği için patates kaynatıyor, söz konusu patatesleri yemek, ölmekte olan atlarının acıklı durumunu kontrol etmek, pencereden ıssız, rüzgârlı araziye bakmak.
Bu angaryayı kıran anlar, filmdeki karamsarlık ve teslimiyet duygusunu çoğunlukla pekiştirse de, ek bir anlam kazanıyor. Amansız bir rüzgâr, çorak topraklarını savurarak, yaprakları döndürerek ve gökyüzünü ayrım gözetmeyen bir griye dönüştürerek hayatı daha da zorlaştırıyor.
10 notes · View notes
oluruvar · 11 months
Text
Rüyamda bahçemizde yabancı, çok ünlü bi yönetmen tarafından bi korku filmi çekiliyordu. Ben gecenin köründe dolaşmaya çıkıyordum. Eli silahlı bi adam bi kızın peşine düşmüştü. Kız bizim karşı komşumuzmuş ve olayın farkında değildi. Onu hızlıca aldım, eve soktum. Meğer bu eli silahlı adam set çalışanıymış ama gerçekten hırsız ve katilimi. Dizi gerçekçi olsun diye böyle biriyle çalışırlarken adam kayıplara karışmış... Ayyy baya gergin bi şeydi ama adam bizi yakalayamadı, sorunsuz bitti rüya
4 notes · View notes
denizkabuguincisi · 1 year
Text
aftersun
Evet evet geldim, yetiştim. Çok boşladım burayı. Bi noktada kendimi de. Gereklilik olarak görmekten çıkıp kendime iyilik ediyorum diye düşünüp yazmaya ve dökmeye başlıyorum.
Filmi izleyeli iki ay oldu sanırım. Duygusuna girebilmek adına arkaya “Gamsız Hayat” açtım. Önümde bir deniz manzarası olsa çok daha iyi olacaktı ancak gri şehirle baş başayız. Aftersun için filmi izledikten sonra hemen bir şeyler yazmıştım. Yarım kalan yazıları tamamlamayı severim.
Tumblr media
“hepimizin bi terapiye ihtiyacı var”
Filmi bitireli sanırım bir saat filan oldu. Ben bu filmi aşamayacağım sanırım ya. Basit bir baba kız ilişkisini anlatıyor diyebilirim belki ama hayır. Hepimizin içinde biriktirdiğimiz bir şeyleri taşıyor film. Babamı kaybetmedim, çocuğum yok. Yine de anlatmak istediğini anlayıp filmin sonunda boğazımda koca bi yumruyla kaldım. Oysa isyan etmek bazı şeylere, neden diye hesabını sormak, haykıra haykıra ağlamak istiyordum. Öylece kaldım.
Tumblr media
Filmin konusu gibi şeylerden bahsetmek istemiyorum. Hatta mümkünse filme dair bir şeyler bilmeden bu filmi izlemek isterdim, tavsiyedir. Çok şey biliyordum. Biraz bunun da duygu yükü üzerimdeydi.
Filmi film olarak değerlendirdiğimde izlediğim en muhteşem film diyemem aslında. Ancak bir yönetmen açısından ilk film bu kadar mütiş olabilirdi. Tüm sahnelerin bir duygusu vardı. Cümleler akışındaydı. Filmin renk paleti ise… Zihnimde çocukluğuma dair bir sahne canlanıyor. Yaz aylarının ağustos böceklerinin sakin sesleriyle dolu, perdeyi kımıldatan serin rüzgârın salona girdiği akşamlarından biri. Televizyonda izlediğim animasyon film reklam arasına girmiş ve algida dondurmanın reklamı dönüyor. Tam olarak bu canlanan sahnenin renkleri vardı filmde. Sanırım hepimizi çocukluğumuza götüren de buydu. Hatta ve hatta Babam ve Oğlum filmi de benzer tonda. Ama sadece renklerde. Filmi izlerken çok kez düşündüm. Çağan çekseydi bu filmi salya sümük olmuştuk. Oysa Aftersun’un böyle bi amacı yok.
Tumblr media Tumblr media
Spoiler içerebilir şeklinde minik bir uyarıyı yapmak için geç kaldım mı bilmiyorum. Filme dair bir şey bilmeden izlendiğinde muhtemelen babanın buhranına ve intihara giden yola dair işaretler çok net gelmeyecek. En azından filmi izlemiş birkaç kişiden bu dönüşü aldım. Ama depresyonun kıyısından bile olsa geçmiş ve bunun farkında olanlar olarak Callum’un doğum gün kutlamasından sonra hüngür hüngür ağlamasının nedenini hepimiz biliyorduk. Kendi yolunu da bulmaya çalışıyor aslında, yine hepimiz gibi. Hayatın amacını bulmaya, bedenini ve ruhunu fark etmeye çalışıyor. Bir şeyler eksik, bir şeyler ağır, bir şeyler mavi. Film tam olarak bu üç cümlede. Bu üç cümle yönetmenin dediği gibi hasret taşıyor.
Tumblr media
Filmden hatırımda kalan 3-4 sahne var. Fotoğraf sahnesi bunlardan biri. Bir yaz hatırasının anlatıldığı bu kadar sinematik anlatılabilirdi. Bu sahneye övgüler dizmekten yorulmam. Bir fotoğrafın zamanla belirmesi gibi anıların acımasızca zihnimizde silikleşmesi hayatın acımasız tarafı. O anıyı en iyi böyle saklayabilirmiş Charlotte Wells.
Film soundtrack’ı zaten harika ve Gamsız Hayat bir süre bu filmle çalacak beynimde. Ancak bu filmde bir şiir olsaydı bir yerlerde şu dizeler geçerdi:
Adam hüzünlü / Hüzünlü şarkılar gibi hüzünlü / Kadın güzel / Güzel anılar gibi güzel / Çocuk / Güzel anılar gibi hüzünlü / Hüzünlü şarkılar gibi güzel
Tumblr media
(ps: yazıyı bitirmek benim için neden bu kadar zor oldu anlamasam da paul mescal bebeğim o oscarı alabilirdin ya)
7 notes · View notes
bizibizyapanfilmler · 11 months
Text
Tumblr media
2018 yapımı Suspiria, İtalyan yönetmen Dario Argento'nun 1977 tarihli aynı adlı filminden uyarlanan bir korku ve gerilim filmidir. Luca Guadagnino tarafından yönetilen yeni versiyon, orijinal filmi temel alarak farklı bir yorum sunar.
Film, bir balet akademisinde geçer. Bir Amerikalı dansçı olan Susie Bannion (Dakota Johnson), Almanya'daki bu prestijli akademiye katılır. Ancak, akademi ve öğretmenleri sırlarla doludur. Susie, akademideki tuhaf olayları keşfetmeye başlar ve akademinin derin, karanlık ve doğaüstü bir geçmişi olduğunu öğrenir.
2 notes · View notes
ysfogzdgrz51 · 3 months
Text
HAYIRLI AKŞAMLAR ARKADAŞLAR
İCİMDEKİ SESSİZ ADAM
Biraz derin biraz da uzun bir meselemiz var eski zamanlardan bahsetmek birazda kendim gibi gordugum insanlar dan çorba gibi birsey aslında tatsız tuzsuz hastane de verilen çorba gibi hayatim çok kez mücadele verdim çok kez yıkıldım çok kez hayal kırıklığı oldu ağladım guldum mutlu oldum mutsuz da oldum yüzde yirmi mutlu yüzde seksen de mutsuz oldum hepimizin başından birseyler geldi geçti ve bitti diyoruz ama bitmiyormus demekki yasadiklarimiz aynisini tekrar tekrar yaşıyoruz hiç tanıdık geldimi sana da bu insan der gibi acısı aynı gülüş aynı sokaklar bile aynı insanlarda çok degismis içimdeki adam
İçimdeki bu adamla cokkez tartistim çok kez konustum derdimi anlattım ama hiç benden yana olmadi aslında her zaman yalnız başıma kaldım içimdeki ses bile beni terketti bir zaman sonra o bile beni anlamadı ki kaldı karsimdaki insanlar beni anlayacak anlamaz lar
Defalarca söyledim içimdeki sese bazen susmasini öğren diye onuda. Susturamadim çoğu kez hayattan koptum kenara çekildim Hayat a dort kolla sarıl diyenler kollarimi kırdılar farkında idim çoğu şeyin bense içimdeki sesi dinleyip kirmamayi denedim defalarca kirilmama rağmen
Sevgiden yana belki çok darbe de almış olsa bu gönül sevmekden asla vazgeçmedi çünkü ben sevmeyi değer vermeyi hoş gormeyi bildim ben böyle yaşadım böyle de devam etti hayatim
Hayatim boyunca kirmadan sevmeyi öğrendim yani böyle köşe yazarlarından değil severek öğrendim aldanmayi severek öğrendim kirilmayi acı ceke ceke öğrendim yaşamayı ayakta kalip duse kalka büyüdüm
Aslında en çok da çocuk yanimi ozledim çocuk iken en fazla duser dizimiz ACİRDİ ya şimdi oyle mi digil simdi nereye donsek sol yanimiz aciyor sol yanin acısı ile yatıp kalkan çok sevipde terkedilen gordum hayatim boyunca her zaman derim sevmelerin sonu terkedilmekse sevmeyin sevmek oyle basit bir şey değil ki sinemaya gidip mısır yiyip flim bitene kadar degilki bir insanı sevmek için bir çok insanımız elde etmek için her mücadele yi veriyor elde ettikten sonra ne oluyor mücadele sevgi aşk o güzelim sözler nerde bitti işte biz buna ne sevgi ne aşk diyoruz biz buna sinema filmde izlediğiniz mutsuz bir son filmi diyoruz askiniz bir flim kadar kısa ise yönetmen olmaya da oyuncu olmaya da izleyici olmayada gerek yok eğer bir kalbiniz varsa ve kalbiniz bir buz kütlesi gibi ise onu sıcak bir yurek ile eritin bu sizin gözlerinizden akacak olan mutluluk gözyaşları dir içimdeki sesinde haklı olduğu yerler var mesela bundan sana yar olmaz dediginde dinlemezdim yok bu öyle bir insan değil derdim çoğu zaman tartışmalar oldu içimdeki ses ile kimi deli der kimi ise aşık der ikisini birlestikmi deli aşık olur dimi hanginiz sevmediki deliler gibi deli aşık olmadi ki bu sevgiyi basit gormeyin içimizdeki sese kulak verin
Bir çocuk dünyaya geldiğinde bir zamani vardır gozleri ni dünyaya acmak için ve bir zaman sonra emekler ve sonra yurumek ister ama bir güce ihtiyaç vardır ona verilecek en büyük güç sevgidir işte oyuzden hic lafimi esirgemem sevgiyi okadar güçlü birseyki isteseniz de bir insanın kalbindeki sevgiyi yikamazsiniz ama yüzünü soldurabilir yuregindeki neseyi bitirebilir siniz ama kalpdeki sevgiyi bitiremezsiniz çünkü kalpde sevgi olduğu sürece yüzündeki gülümseme tekrar yeserecek yurekteki nese tekrar isinicak sevgi oyle bir kutsal birsey ki yüce rabbim kalplere sevgi asilamistir
Bu yazımı okumanızı rica ederim
87 notes · View notes
bilimkurgufilmleri · 1 year
Text
Tumblr media
"LUCY"
FİLM KÜNYESİ
Yönetmen : Luc Besson
Yapımcı: Virginie Silla
Senarist : Luc Besson
Oyuncular : Scarlett Johansson ,Morgan Freeman,Min-sik Choi Amr Waked
Türü : Bilimkurgu Aksiyon
Yapım yılı : 2014
Çıkış tarihleri : 8 Ağustos 2014 (Türkiye) 25 Temmuz 2014 (Amerika Birleşik Devletleri) 6 Ağustos 2014 (Fransa)
Süre : 89 dakika
Tumblr media
KONUSU : Hikaye, uyuşturucu kuryesi olmaya zorlanmış bir kadına (Scarlett Johansson) odaklanıyor. Ancak uyuşturucu yanlışlıkla vücuduna giriyor, gizemli bir şekilde kendisine süper insan güçleri veriyor. Bilgiyi anında kafasına kazıyabiliyor, zihin gücüyle eşyaları hareket ettirebiliyor ve acıyı ya da stresi hissetmiyor. Film, standart bir insanın beyninin yüzde 10'unu kullanabildiği sözde-teorisinden yola çıkarak, bu oranın artması durumunda elde edebileceği güçleri ve yapabileceklerinin sınırını sorguluyor.
Film bana göre bilim kurgu filmleri listelerinde 1.sırada yer alıyor. Ben ve diğer insanların da beynimizin yüzde yüzünü kullanırsak ne olurdu sorusunu sorguladığını biliyorum.Bu filmi izlediğimde gerçekten hayranlıkla izledim.10/ 10 bi film .
5 notes · View notes
aynodndr · 2 years
Text
Tumblr media
Filiz Akın Kimdir ?
Suna Akın ya da sahne adıyla Filiz Akın
(d. 2 Ocak 1943, Ankara), Türk oyuncu, yazar, sunucu.
Filiz Akın, 2 Ocak 1943’te Ankara'da doğdu. Annesi Ankaralı kadın terzisi Habibe Leman Şaşırmaz, babası Afyonlu hakim Bekir Sami Akın’dır.
Annesi baba tarafından Arnavut, babası ise anne tarafından Çerkestir. Annesinin ikinci evliliğinden kızkardeşi Günseli doğdu.
Anneannesi olan Halime Hanımın öz babası Atatürk’ün şifrecisi, üveybabası da Atatürk’ün kalem müdürü olup Atatürk kıyafet seçiminde zevkine güvendiği için zaman zaman Halime Hanımın fikrini alırdı.
Filiz Akın 3 yaşına kadar babası hakim Sami Beyin görev yaptığı Beypazarı’nda yaşadı. 5.5 yaşında ilkokula başladı.
İlköğrenimini Ankara, Kızılay'da bulunan Sarar İlkokulu'nda tamamladı.7 yaşındayken annesi ile babası ayrıldı.
Filiz Akın TED Ankara Koleji ve DTCF Arkeoloji bölümünde okudu. Artist mecmuasının düzenlediği yarışmayı kazanarak oyunculuğa başladı(1962). İlk filmi Akasyalar Açarken 'dir.
Kolejli Kız, Yankesici Kız gibi "kız"lı filmlerle ünlendi. Sinemada özellikle romantik ve batılı kız rollerini canlandırdı.
Yönetmen-yapımcı Türker İnanoğlu, Bubi Rubinstein ve MİT müsteşarı Sönmez Köksal ile evlilikler yaptı.
Türker İnanoğlu ile olan evliliğinden, daha sonra tüm sinema severlerin tanıyacağı, Yumurcak adlı seri filmlerinin başrol çocuk oyuncusu İlker İnanoğlu doğdu. Bir dönem Türkiye'nin Paris sefiresi oldu.
Filiz Akın, lise arkadaşı Oya San’ın annesinin ısrarı ile Artist mecmuasının düzenlediği yarışmaya resmini gönderdi ve 1962 yılında birinci oldu.Ancak ödülün kendisine Akasyalar Açarken filminde oynarsa verileceği söylenince vazgeçti.
Dergi yöneticileri ve filmciler kendisini ikna etmek için İstanbul'dan Ankara'ya geldiler ancak ikna olmadı.
Fakat Memduh Ün de Ankara'ya kadar gelip ısrar edince kabul etti. İşi ve üniversiteyi bırakıp annesiyle birlikte İstanbul’a geldi. Kendisine yardımcı olan derginin yöneticilerine ve Memduh Ün’e güven duyması sinemaya başlamasına yardımcı oldu.
Anlaşmayı imzaladı ve 1962 yılında ilk filmi olan “Akasyalar Açarken”i Göksel Arsoy’la birlikte çektikten sonra prodüktörler kendisine bütün yılını dolduran bir program hazırladılar.
2002 yılında yakalandığı çene kanseri hastalığını yendi. Kansere karşı destek amaçlı "sarı bilezik", "mavi bilezik" gibi kampanyalar başlattı ve yürüttü.
Bu kampanya çok başarılı olmuştur. Son olarak, Starkey İşitme Vakfı onursal başkanı olarak "Türkiye'de İşitmeyen Kalmasın" adlı bir kampanya başlatıp yürüttü ve sosyal güvencesi olmayan 2000 civarı çocuğu işitme cihazı sahibi yaptı.
2004 yılında Bircan Silan Usallı, Filiz Akın, Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit ve Fatma Girik'in yaşam öykülerinin yanı sıra kapsamlı röportajlar da içeren "Dört Yapraklı Yonca" adlı bir kitap yazdı. 2007 yılında Pınar Çekirge tarafından yazılan "Başrolde Filiz Akın" adlı kitap da Türk Sineması'nda ikonografik ve toplumbilimsel bir değer olarak Filiz Akın olgusunu ele alan bir çalışmadır.
Filiz Akın'ın bilinen en sadık ve en bağımlı hayranı olarak da nitelendirilebilecek Pınar Çekirge, Filiz Akın ismi etrafında bir dönemi ustaca aktarmış. Halen Sabah gazetesinde köşe yazarlığı yapıyor. Ayrıca dergilerde Taner Ay, Agah Özgüç, Atilla Dorsay, Fatih Özgüven, Mehmet Atak gibi yazarların ayrıntılı Filiz Akın portreleri vardır.
12 notes · View notes
cinema-winding · 1 year
Text
Hizmetkâr Albert Nobbs
Tumblr media
Hayatta kalmak hiç bu kadar acımasız olmamıştı.
Albert Nobbs, 19. yüzyıl İrlanda’sında çalışmak, hayatta kalmak, bağımsız ve bekar olarak yaşayabilmek için erkek kılığına girmiş bir kadındır. Uzun zamandan beri Dublin’in en lüks otelinde kâhya olarak çalışmaktadır. Otelin boya badanası için işe alınan Hubert Page ile tanışması, Nobbs’un hayatını değiştirir. Page’in tavsiyesiyle gelecek planlarına genç hizmetçi Helen’i de dahil eder ancak işler onun düşündüğü gibi gelişmeyecektir.
Yönetmen: Rodrigo García
Gayri meşru bir çocuk olan Albert’in gerçek kimliği, onu para karşılığı yetiştiren kadın tarafından hiçbir zaman açıklanmamıştır. Çocuğun, gerçek ailesini bir gün bulamaması için kadına para verilmiş ve Albert garson kıyafetleri içinde kaybolmuştur. 30 yıl sonrasında ise Albert, kusursuz bir hizmetkâr olmuştur.
İngiliz sinemasından kadınların gördüğü ayrımcılığa karşı gerçekten mükemmel bir yapıt. 3 dalda Oscar'a aday gösterilen Hizmetkar Albert Nobbs filmi sizi derinden etkileyecek.
Daha küçükken ailesi tarafından terk edilen ve üstüne gerçek ailesini öğrenememesi için her şey yapılan bir kız çocuğu kadınların ikinci plana atıldığı bir dünyada yer edinebilmek için erkek kılığında hizmetçilik yapmaya başlar ve zamanla en ünlü otellerin birinde uşak olarak iş bulur. Bu iki yüzlü hayatı mükemmel devam ettirirken bir gün aşık olur ve işler değişir. Zerine yapışan erkek kimliği ile kalbi arasında bir ikilemde kalır.
3 dalda Oscar'a aday gösterilen film çarpıcı konusu ile izleyenlerin beğenisini kazanıyor. Sizi oldukça duygulandıracak bu filmi kaçırmamanızı öneririm. İyi Seyirler...
2 notes · View notes
ozamanbenyokum · 2 years
Text
Frizbi tv’de bu hafta Berkun Oya’nın ses getiren filmi Cici’yi mercek altına aldım. İyi okumalar.
3 notes · View notes
tolgaulusoy · 2 years
Text
Tumblr media
Yaban Çilekleri (İsç. Smultronstället; İng. Wild Strawberries), büyük yönetmen Ingmar Bergman'ın hem yönettiği hem de senaryosunu yazdığı filmi. Film doktorluk mesleğinde 50. yıl nişanını almak üzere yola çıkan 78 yaşındaki Dr. Eberhard Isak Borg'un yaşamını anlatıyor. Borg nişanı almak üzere çıkacağı yolculuğun sabahında bir rüya görür ve yola uçakla değil de arabayla gitmeye karar verir. Geliniyle beraber yola çıkarlar, yol boyunca çocukluğunun geçtiği yerlerde yolculuk eden Dr. Borg geçmişini hatırlamaya ve hayatını sorgulamaya başlar. Yaşamı boyunca mesafeli ve soğuk bir insan olan Dr. Borg bu yolculuktaki sorgulamalarıyla değişmeye başlamıştır; yaşlılık ve ölüm düşüncesi hayatta farklı noktaları yakalamasını sağlar. Harika bir film mutlaka ama mutlaka izlenmeli. İzlediğim ilk Bergman filmi. Bergman'ın ismini tabii ki çok duydum ve filmlerini seveceğine de eminim o yüzden daha rahat zamanlar gelince izleyeyim diye hep erteledim. Ama baktım rahat zamanlar gelmeyecek artık külliyatına başlamak istedim.
2 notes · View notes