Bugün çok güzel bir hikaye öğrendim çıkardığım sonuç anı yaşa ♡ Hikaye şu; 1965 yılında Artin isimli bir otomobil satıcı ile evlenen Despina evliliğinin ardından meyhanedeki işini de bırakır. 1970’li yılların başına kadar devam eden bu süreç, eşinin vefatının ardından Madam Despina adıyla Kurtuluş’ta yeni bir meyhane açmasıyla son bulur. Müşterileriyle kurduğu iyi ilişkiler buranın kısa sürede sevilen bir yer haline gelmesine neden olur. Bu sayede çok para kazanan Despina elde ettiği geliri iyi yaşamaya ve hayır işlerine harcar. Evangelistra Rum Kilisesi, Balıklı Rum Hastanesi ve mahallesindeki yoksul Müslüman çocukların sünnet masrafları için yaptığı yardımlarla hatırlanan Despina, 1990 yılında şeker hastalığı nedeniyle bir bacağını kaybedince meyhanesini devretmek durumunda kalır. Tek şartı ise mekanının aynen korunmasıdır. İşletmeyi devralan Ercan Tekin ise bu şarta ve onun koyduğu ilkelere bağlı kalarak mirasını yaşatmaya devam eder. Meğer senelerdir çok sevdiğim Sezen Aksu'nun Yine mi çiçek şarkısı madam Despinaya yazılmış. Şuraya kalbimi ve şarkıyı bırakıyorum. 🎈♥️
sarkıda da dediği gibi sözlerin gözlerin ellerin yalnız benim için. cidden benim için ya ben hissediyorum. İçimdeki o hisse güvenmek istiyorum. Güvenim mi sizce? İlişki istemeyen biri için hissediyorum bunu göz önünde bulundurun ha.
Ne acı değil mi, iyileştirmek göreviyle iyileşebileceğimizi sanmamız. Ne acı herkesin elini tutabilirken kendi ellerimize uzak kalmamız. Ne acı herkese ve her şeye yetebilirken kendimize kalmamamız.
Zehirli bir gazla dolmuş bir odada o tek maskeyi kendimize değil de yanımızdakine, belki çok isteyerek belki de öyle olması gerektiğini düşünerek, takmamız, dünyayerinde kendimizin değil de başkalarının elinden tutmamıza denk değil mi?
nefes alamadığımızdan çırpına çırpına üstüne çıktığımız suyun dibindeki manzaraya hayranlığımız, iyileştirdiğimiz insanların ilk bizi atmasından sonra o duygudan kurtulmaya çalışmamızla denk değil mi?
bataklığın içindeki insanı kurtarmak için uzattığımız elimizin, karşıdaki kişiyi kurtarmak için bizi içine çekmek zorunda olduğunu bile bile o eli uzatmamız sonra da şartlar böyle diye kabul etmemiz, insanların duygularını sağaltırken yaralanan yanlarımıza denk değil mi?
ama yine de budandıkça fışkıran bizleriz.
Sezen ablamız
“pişman olduğun zaman
zevke doyduğun zaman
huzur bulduğun zaman
dönebilirsin
ben yine burda olacağım
yaralarını saracağım
seni anlayacağım”
diyor ya, biz yine insanları sağaltırız, her şeye rağmen, her ne durumda olursak olalım.
Hic beklemedigim bir anda, hic de beklemezken bir ‘‘gul” buluyor beni.
Anlamiyorum ama ben onu, belki de anlamak istemiyorum bazen..
Alip elime gidiyorum, devam ediyorum hayatima kaldigi yerden.
O kadar algilamiyorum o gulu, o kadar deger vermiyorum ki ona, ama cope de atmiyorum tasiyorum hala enteresan, cantama atiyorum sonra hatta ve o kalabalikta kiriliveriyor dalinin orta yerinden. Farkediyorum da kirildigini. Yine de atmiyorum eve getiriyorum onu.
Ertesi sabah oluyor.
Hala daha atmiyorum. Bakisiyoruz.
Ne oluyorsa artik. Belli ki farkina variyorum bir seylerin, bunlar onemli seyler demek ki, gercek bir seyler…
Gulu kirildigi yerden onariyorum tabi ne kadar mumkunse… Dun vermedigim degeri dengelesin diye, bugun daha fazla deger veriyorum kendimi suclayarak. Kirilmasina sebep oldugum icin degil, kirilmasin diye, -belki de hep hakettigi- o ozeni gostermedigim icin.
Anlamlar yukluyorum ona, romantize ediyorum falan. Oysaki gul de sevmem, sevmedim hiç, hem de en basindan beri.
Iste boyleyim ben, kirilan gulumu onardim kendimce, en guzel sarabin sisesini ona vazo ettim ve evimin en guzel kosesine koydum kisa sureligine oldugunu bilerek. Ama simdiden buktu boynunu. Dayandigi yere kadar kalacak benimle. Sonra ise, bu mecburi ayrilis beni uzecek gibi gorunuyor…