Tumgik
#lügat
fthlc · 11 months
Text
01:54
Kelimeler seçiyorum
Oysa ne kadar zayıfmış lügatım
Bir gülüşüne yetecek kelime bulamıyorum mesela.
Ki tarif etsem tanıyamazdın kendini...
-- Fatih Alıç - Devrik Cümleler (Lügat)
54 notes · View notes
menemennpastirma · 5 months
Text
Tumblr media
aydan arı, sudan duru. Çok temiz ve berrak; çok güzel mânâsında kullanılır bir tâbirdir. Eski Türkçeden beri kullanılan arı kelimesi tertemiz ve pak mânâsındadır. Duru da hakezâ katışıksız ve pürüzsüz mânâsındadır. Aydan arı, günden duru şeklinde de kullanılmaktadır.
Kaynak: https://www.instagram.com/p/Cz0gd1HM_Ka/
8 notes · View notes
sozolsun · 1 year
Text
Baktiğına herkes bakar, ama senin onda gördüğünü herkes görmez. Herkes âşık olabilir ama hiç kimse senin gibi sevemez. Tek fark sensin, seni özel kılan da sevdiğin eğil, sevgin.
Ah benim Körler ülkesinde ayna satan Kalbim🖤
Tumblr media
5 notes · View notes
solumadokunma · 1 year
Text
İnsanlar
Tavrınızın değiştiğini hemen fark ederde bu değişimin onların hareketleri yüzünden olduğunu kabullenmek istemezler...
3 notes · View notes
cadininsandigiduygu · 7 months
Text
Tumblr media
1 note · View note
Text
Nurcuların Esmaü’l-Hüsna’ya böyle bir borcu yok mu?
“Rahmân çocuk edindi, dediler. O böyle şeylerden uzaktır, yücedir.” (Enbiya sûresi, 21.)
Hep dikkatimi çekmiştir arkadaşım. Enbiya sûresinde ‘Rahman evlat edindi’ diyenlere cevap verilirken Allah’ın Subhaniyet’i hatırlatılır. Yani bir isimle/isimde şaşıranlara diğer bir isim anımsatılır. Meallendirmeye çalışanlar da zaten o ifadeyi bir nebze tefsir ederler. (Tıpkı yukarıda alıntıladığım gibi.) Allah sadece Rahman değildir. Ya? Rahman ve de Subhan’dır. Hadi, Rahman’a (haddiniz olmayarak) bu kusuru yakıştırdınız, bu acayibin acayibi ayıbı işlediniz, ama unuttunuz da, Subhaniyet’iyle bundan münezzehtir O. Çünkü çocuk edinmek, öyle birşeye ihtiyaç duymak, eksiklik emaresidir.
Biricikliğinde yetinemeyen evlat hasreti duyar. Yalnızlığa dayanamayan ikincisini arar. Allah’sa Samediyet sahibidir. Herşey Ona muhtaçken O hiçbirşeye muhtaç değildir. İlah ancak böyle olur. Böyle olmayan ilah olamaz. (İhtiyaç duyduğu şey Onun ilahı olur.) Öyleyse, eğer o ismin manasını da hatırda tutsaydınız, dengeyi bulurdunuz. Dengeyi bulmak tek isimde ifrat yorumlara girişmekle olmaz. Parçayı bütüne galip getirmekle olmaz. Bütünün manasını elden geldiğince kuşanarak, tefekkür ederek, hatırda tutarak, olur.
Evet, arkadaşım, Allahu’l-a’lem kaydıyla konuşayım. Sen de sözlerime o dikkatle kulak ver. Beğenirsen al. Beğenmezsen bırak. Okumamın özeti şudur: Hassaten Kur’an’daki fezlekeler üzerinden, mürşidimin, Esmaü’l-Hüsna hakkında şöyle bir tefekkür geliştirdiğini düşünüyorum: Cenab-ı Hakkın, güzel isimlerini yalnız yalnız zikretmektense, ikili terkipler şeklinde vahyetmesinin ‘isimlerin beraber okunması’ veya ‘biri anılırken ötekinin de unutulmaması’ anlamında bir mesaj içerdiğini farketmiş olmalı! Evet, böylesi bir hikmetin ardına düşmüş olmalı ki, uyanışının meyvesi olarak da bir yerde diyor:
“Belki herbir ismin cilvesinden sair esmâya intikal etmezse zarar eder. Meselâ: Kadîr ve Hâlık isminin eserini görse, Alîm ismini görmezse, gaflet ve tabiat dalâletine düşebilir.” Bunu Sözler’de diyor. Yani Yeni Said döneminde söylüyor. Daha önce telif ettiği Mesnevî-i Nuriye’de ise daha başka birşeyi dilegetiriyor: “Kezâlik, Esmâ-i İlâhiye’den bir hüceyreye veya bir mikroba tecellî eden bir isim, kâinatı ihata eden isim ile müttehiddir. Çünkü müsemmâları birdir. Meselâ: Bütün kâinata taalluk ve tecellî eden Alîm ismiyle bir zerreye taallûk eden Hâlık ismi, müsemmâda müttehiddirler.”
Sair metinlerinde de bu geçişgenliğin derslerini görüyoruz. Mesela yine diyor ki: “Ezel ve Ebed Sultanı olan Rabbü’l-Âlemîn için, rububiyetinin mertebelerinde ayrı ayrı, fakat birbirine bakar şe’n ve namları vardır. Ve ulûhiyetinin dairelerinde başka başka, fakat birbiri içinde görünür isim ve alâmetleri vardır. Ve haşmetli icraatında ayrı ayrı, fakat birbirine benzer tecellî ve cilveleri vardır. Ve kudretinin tasarrufâtında başka başka, fakat birbirini ihsas eder ünvanları vardır. Ve sıfatlarının tecelliyâtında başka başka, fakat birbirini gösterir mukaddes zuhuratı vardır. Ve ef’âlinin cilvelerinde çeşit çeşit, fakat birbirini ikmâl eder tasarrufâtı vardır. Ve rengârenk san’atında ve masnûatında çeşit çeşit, fakat birbirini temâşâ eder haşmetli rububiyeti vardır.”
Uzatmayayım. Risale-i Nur’u bu gözle şöyle bir karıştırsanız, bahsettiğim şeye birçok misal siz de bulabilir, gösterebilirsiniz. Asıl dikkat çekmek istediğim ise şu benim:
İtiraf ederim. Risale-i Nur okuyana kadar, Kur’an’daki bu ‘isim birliktelikleri’ne dikkat etmemiştim. Yani bu birliktelikte bir hikmet olabileceğini düşünmemiştim. (Esma-i Hüsna’ya dair okuduğum sair eserler de mezkûr temayülü vermemişti.) Onları tek tek düşünüyordum. Tek tek tefekkür ediyordum. Birlikteliklerinden görünen büyük resme bak(a)mıyordum. Adacıklar gibi tahayyül ediyordum. Sıradağlar gibi tasavvur etmiyordum. Geçişlere uyanamıyordum. Bir ahenk kollamıyordum. Tarifleri birbirleriyle konuşmazlardı.
‘Adacıklar’ demekle kastettiğim ise, arkadaşım, Kon-Tiki kitabında Thor Heyerdahl’ın gözümü açtığı birşey. O bunu ‘bilimin branşlaşmasındaki handikap’ hakkında kullanıyor. Uzmanlaşmaların ‘diğer alanlara körleşmeyi’ getirdiğini belirtiyor. Bu tehlikenin modern dünyanın önündeki en büyük tehlikelerden olduğuna dikkat çekiyor:
“Uzmanlara saygı duymayı ama onların yeterlilikleri konusunda uyanık olmayı küçük yaşta öğrenmiştim. Bir insan bir alanda kendisini ne kadar geliştirirse başka alanlarda o kadar bilgisiz demekti. Günümüzde bilim öylesine uzmanlaşmış durumda ki, araştırmacıların konularında derinleşmelerinin bedeli, genelde alanın bütününü göremez duruma gelmeleriyle ödeniyor. Bu nedenle uzmanların akılalmaz bilgisizlikler göstermeleri, ortak kuramlar arasında büyük boşluklar oluşması, ama hiç kimsenin onların uzmanlıklarını sorgulayamaması gibi bir durum çıkıyor ortaya.” Bence şirk de isimler/tanımlar arasındaki bu kopukluktan besleniyor. Bütünselliği/külliliği sezemeyenler tevhid mülkünü parsel parsel dağıtıyor. Allah’ın isimlerine dair tefekkürlerinize tekrar bakın. Bu tanımlar ‘aynı Zatın isimlerinden bahsettiklerini’ ne kadar hissettiriyorlar? Bir ismin tanımını/tarifini öğrendiğiniz zaman, diğer isim ondan kopuk, yabancınız bir adacık olarak mı kalıyor? Yoksa tanımdan tanıma geçiş yapabilecek kapıları açık bulabiliyor musunuz? Sahi isimleri nasıl öğreniyorsunuz?
Eğer bir ezbercilikten söz edeceksek, evet, Esma-i Hüsna’yı bu şekilde kavramaya çalışmak tam bir ezbercilikti. Başaramadım da zaten. Çünkü 99 ayrı şeyi ezberliyordum. ‘Birbirine bakan şen ve namları olan’ 99 şeyi değil. Ayrı sarayın 99 kapısını değil. Balık tutmuyordum sizin anlayacağınız. Hazır tutulmuş balıklarla beslenmeye alışmıştım. Aynı Zat’ın isimleri gibi öğrenmiyordum onları. 99 farklı şeyi, sorulunca cevap vermek için, hafızamdan kopya çekiyordum. Hiçbir isim başka bir ismin burcunda yüzüme bakmıyordu. Tefekkür koridorlarının bütün yan kapıları kilitliydi. Bir yerden ötekine geçilmiyordu. Zeka yürüyemiyordu. Bunu görüyordum. Daralmaya daralıyordum. Çölleşmenin farkındaydım. Fakat duvarların şeffafiyetini de kendi başıma görebilmem zordu. Bir irşad lazımdı.
Şimdi bu pencereden bakınca Nur talebelerinin üzerinde bir vazife daha olduğunu düşünmekteyim. Bir Esma Sözlüğü oluşturmak, ama Bediüzzaman’ın ders verdiği gibi, isimden isime baktırır bir sözlük. Birinden diğeri geçişi öğreten bir sözlük. Buna alıştıran, zihinde refleks haline getiren, yollarını kolaylaştıran bir lügatçe: “İşte, Sâni-i Zülcelâl, bütün masnuatını öyle bir tarzda yapmış ki, ekserisi, hususan zîhayat kısmı, çok esmâ-i İlâhiyeyi okutturur. Güya herbir masnuuna ayrı ayrı, birbiri üstünde yirmi gömlek giydirmiş, yirmi perdeye sarmış; her gömlekte, her perdede ayrı ayrı esmasını yazmış.”
Biz böyle bir sözlüğü de çalışmalıyız. Esma’dan herbirisini birer adacık, bütünden kopuk parçacıklar olarak değil, ‘geçiş tefekkürünü de ders verecek şekilde bir sözlük’ hazırlamalıyız. Hak Teala’nın Furkan-ı Hakîm’inde bu tarz birlikteliği sık kullanması, Bediüzzaman’ın mezkûr geçişin sağlıklı tefekkür için şart olduğunu öğretmesi, birer işaret taşı olmalı. Günü gelince bir nur talebesi yapar inşaallah. Güncenilmesin. Hayalimi yazıyorum. Hayal de duadır. Dua da hayaldir. Yazımı bir dua olarak bıraktım. Duamı bir yazı olarak bıraktım. Eğer kabule kârin ise, elbette, böyle bir tedrisin de yolu açılacaktır.
0 notes
yasamsallik · 2 months
Text
Tumblr media
Deniz’e ait eşyalar, infazdan sonra, siyah bir
torba içinde babasına teslim edildi.
Torbada 31 kalem malzeme vardı: Yeni açılmış
Birinci sigarası… İki tükenmez kalem.. Askılı
atlet, fanila ve yün başlık… Kahverengi ceket
ve pantolon… Haki renk bir yün gömlek…
Füme terilen pantolon… Kendi yeşil, yakası
beyaz, fermuarlı kazak… Bir küçük, bir büyük
İngilizce lügat… Türkçe-Almanca sözlük…
Brecht, Ahmet Arif, Mehmet Fuat’ın kitapları
Babasından gelen mektuplar… Bir cep aynası,
bir cep defteri…
"Yenilmişsem
Elim kolum bağlı
Boynumda yağlı ip
Gelip dayanmışsam
darağacına
Dudaklarımda yarın
Gözlerim yarınlarda
Unutmak mı gerek seni
Kapılar kapalı
Tutulmuşsa gece
kapkara yollar
Sıcacık bir sevgi
sunmayacak mıyım
insanlara
Bakmayacak mıyım yarınlara
Seslenmeyecek miyim
deniz. .
insanlara"
Deniz Gezmiş
40 notes · View notes
emektarbircadillac · 8 months
Text
Türban değil, tesettür!
Mefhumlar kimsenin üzerine düşünmediği kadar ciddiyet kesbeder. Zira mefhumların yanlış kullanımı, anlamak, anlatmak ve anlaşılmak gerekliliklerini daha da zorlaştırır; aynı zamanda içlerinin boşalmasına ve farklı anlamlarla dolmasına sebep olur. Anlamsızlaşan ve/veya anlamı değişen kavramlar ideolojilerin elinde oyuncak olur ve tehlikeli hâle gelir. Buna en temel ve anlaşılır örnekler "özgürlük" ve "saygı" kelimeleri olabilir.
Bu çerçevede günümüzde inandığını ve dahi önemsediğini iddia eden insanların dahi sıkça düştüğü bir kavram yanılgısı var; tesettür yerine türban kelimesini kullanmak. Öncelikle kelimelerin sözlük anlamına bakmak, ardından daha derine inmek gerek¹:
Tumblr media Tumblr media
Tesettür kelimesinde derine inmeden evvel daha taze bir kelime olan türbana bakalım: Türban Türk kaynaklarında ilk kez 1930'da "Batıda 1920'li yıllarda moda olan sarık şeklinde kadın başlığı" şeklinde kullanılmıştır. Burada ve sözlük anlamında dikkat çeken en önemli detay ise örtünün sadece başa ve hatta sadece saça indirgenmesidir. Keza 28 Şubat sürecinde İhsan Doğramacı tarafından Kenan Evren'in söylediği iddia edilen sözlere ve kendi düşüncelerine bakarsak:
Evren bana bir gün, "Kabine üyelerinin birisinin hanımı (Mehmet Keçeciler'in eşi) ne güzel, gayet çağdaş şapka gibi bir şey giyiyor, ne kadar medenice, bari başını örtmek isteyen başını bu şekilde örtse ne iyi olur" dedi. Lügat kitaplarına baktık. Fransa'da 'türban' diyorlar. Bone gibi bir şey. Başını kapatmak isteyenler için bu önerildi. Şu an başörtüsü unutuldu, türban gündeme geldi. Birisi saçının görünmemesini istiyorsa ve bunu medeni olarak yapıyorsa bence ona yasak yok. İkinci gerçekse, yürürlükte olan bir kanun varsa, beğenmeyebilirsiniz, değiştirilmesi için çalışırsınız ama beğenmediniz diye karşı da çıkamazsanız. Böyle bir kanun varsa düzenlenmeli³.
türbanı "saçının görünmesini istemeyen kişinin şapkavarî taktığı, başın şeklini ortaya koyacak kadar dar olan medeni sargı" olarak özetleyebiliriz.
Tesettüre gelecek olursak:
Kelimenin kökünü oluşturan setr, “örtmek, gizlemek, perdelemek, engel olmak” gibi mânalara gelir. Aynı kökten sitr gizlenmeye yarayan engel, perde vb. şeyler için ve mecazen “çekinme, korku, hayâ” anlamında kullanılır. Yine bu kökten türeyen seter “kalkan” mânasındadır; setîr ve mestûr mecazen “iffetli” demektir⁴.
açıklamasından da anlaşılacağı üzere sadece saçı/başı değil, tüm bedeni ve ahlâkı kapsayan bir kelimedir. Tesettürün aslî görevi ilgi çekmemek ve gizlemektir. Bu çerçevede tesettürlü bir kişinin zengin mi, fakir mi; güzel mi, çirkin mi; kusuru var mı, yok mu; ziynetli mi, değil mi gibi akla gelen diğer tüm bilgilerin gizleneceği/örtüleceği şekilde olması gerekir.
Hulâsa-i kelam, türban kelimesi tesettür kelimesi yerine kullanılabilecek bir kelime değildir. Kapsamları, alanları ve ifa ediliş şekilleri birbirinden farklıdır. Her şeyden evvel kaynakları farklıdır ve bir Müslümanın kaynağı bellidir, ona uymalıdır.
Not: Yazı okunurken akla gelebilecek başka bir düşünceye evvelden reddiye olarak belirtmek isterim ki, kavramlara karşı bu derece önem verme ve açıklama yapma ihtiyacı boş ve/veya kuru bir edebiyat değildir. Zemini boş ya da işe yaramaz bir eylem hiç değildir. Kavramların menbaını ve amacını bilmeyen daha kolay savrulur.
Dürüst bir insan, inansa da inanmasa da mefhumları yerli yerinde kullanmak borcundadır.
Necip Fazıl Kısakürek
Vesselam.
———
¹ Tesettür, Arapça bir kelime olmasına binaen Türkçe sözlükten daha iyi açıklayacağı düşüncesiyle TDV İslâm Ansiklopedisi'nden alındı. Türban, Fransızca² bir kelime olup Oxford Languages sağlayıcısından alındı. ² Kelimenin aslen Türkçe olup Batı dillerinden anlamı değiştirilerek geri alındığı da söylenir. ³ Dönemin Hürriyet Gazetesi ve Evren'in Habertürk'teki açıklamaları bu sözleri destekliyor. ⁴ TDV İslam Ansiklopedisi (birinci maddedeki linkten ulaşılabilir.)
40 notes · View notes
siirseversin34 · 1 month
Text
Tumblr media
Bakmak ve görmek, görebildiğin ölçüyle sınırlı. Görünen bir serapsa, yapılabilecek çok şey kalmıyor. Bir ışık sızıyorsa eşikten, içeriye girme çabaları o denli kolay… Şimdi söylemeli,Suskun bir denizin dövme çabalarını kıyılarına…
Oysa dün gece gelgitler süpürmüştü çakıl taşlarını da… Susun, kim söndürdü ışıkları, nefesime ayaz vuran bir boşluğun sancısı düğümleniyor boğazıma… Henüz kırlangıçlar göç etmemişti, bu acele niye… Duvarda adım yazılı, adım beni taşımıyor. Tırmandım, kırıldı basamaklar.. Çizilen rotalar, şimdi şeytan üçgenlerine yönlendiriyor adımları… Giden gitmeyi koymuşsa aklına, dur diyebilmenin anlamsızlığı hangi lügat da yerini bulabilirdi… Mühim olan gidenin ardında bırakmak yaşlı mendilleri… Şimdi ne söylesem dolu dolu, ama sığınılan boşlukta eriyip gidiyor zamanla birlikte… Düşme saatlerimi kuran ilahi güç, beni toprağından ayırtmalısın –ki zehirli tohumlarım ulaşmasın gün yüzüne… Düşünki, sabah seherinde yıkanır rüyalar…
Bir gemi demir alır limanından
Düşer ak sayfalara…Çözdüm dilimi, güneş birazdan çıkar bir köşeden…
Şimdi sus zamanı, beklemeli…Gördüm, ben bir lâl…
10 notes · View notes
fener-bekcisi · 3 days
Text
Tumblr media
rüzgâr aşka
aşk kadına
kadın adama üfledi
yeşili seviyorum dedi adam
ağladı kadın
ağaç yeşerdi
dal yeşerdi
yaprak yeşerdi
adam geçti yeşilin yanından
hayalsiz olmaz dedi adam
düş doğurdu kadın
karanlığı sevmem dedi
yıldız ekti geceye
yetmez dedi
sabahla boğdu geceyi
kelamı seviyorum dedi adam
lügat oldu kadın
sözcük oldu
hece oldu
harf oldu
soğuğu sevmem dedi adam
güneş oldu
yazı sevmem dedi
kar oldu
...
tanrı’dan sabır diledi kadın
* Nihan Işıker
4 notes · View notes
umutlubirinsan · 19 days
Note
Risale-i kutsiye
Mektubat
Lügat 365
Tembihat
Kutsiye
Halidiye
Vuslat
Dil Belası
Gurur
İhsan hocamızın tüm kitapları✨
2 sini okudum geri kalanını not aldım
2 notes · View notes
menemennpastirma · 2 months
Text
Tumblr media
Mültefit İlgi ve güler yüz gösteren, iltifat eden kimse.
Kaynak: https://www.instagram.com/p/C1MrDxeogjx/
3 notes · View notes
teneres · 9 months
Text
Ukbe ibn Amir (radıyallahu anh) şöyle demiştir;
Rasulullah ﷺ'in "Cennete meks sahibi girmeyecektir!" dediğini işittim.
Ebu Davud, Haraç 7, (2937)
Açıklama :
Meks, lügat olarak noksanlık, zulm manasına geldiği gibi, cahiliye devrinde pazarda satış yapan mal sahibinden (vergi alarak) alınan dirhemlere de denmiştir. Keza zekat toplayan tahsildarın, normal olarak zekat alma muamelesini tamamladıktan sonra aldığı ziyade paraya da meks denmiştir. İbnu'l-Esir, en-Nihaye'de meks'i "özürcünün aldığı vergidir" diye tarif eder. İmam Beğavi, Şerhu's-Sünne'de "Aleyhissalâtu Vesselâm, "sahibu'l meks"le geldikleri zaman tüccardan öşür adıyla meks (vergi) alan kimseyi kastetmiştir. Sadakayı alan memura ve ehl-i zimmeden üzerine sulh yapılan öşrü alan kimseye, haddi aşıp, zulmederek günaha girmedikçe muhtesib denir" demektedir.
Şu halde meks, usulsüz alınan, kendi hesabına alınan, zulüm bulaştırılan vergi manasına gelmektedir. Meks sahibi veya sahibu'l meks bu kirli işe tevessül eden memur manasına gelir
11 notes · View notes
ah-val · 3 months
Text
İsra ve Mirac Gecemiz Mübarek Olsun.
İsra ve Mi’rac!
Evvela kısaca bu iki kelimeyi lügat manası ve harfleri itibariyle anlamağa çalışalım.
بسم الله الرحمن الرحيم
“İsr” kelime olarak “gece yürüme”
“Mir’ac” ise “merdiven yükselme” demektir.
Kur’anı Kerimin bir çok yerinde “Ya beni israil” denildiğinde bu lakap bize evvela Yakub (as) oğullarını ve soyunu hatırlatmaktadır.
Kardeşi ile aralarında meydana gelmiş bir anlaşmazlık yüzünden bulunduğu yeri terkederken geceleri yürüyerek yol aldığından kendisine bu lakab verilmiştir.
Bu gün için ise “isr” kelimesinin ifadesi! (Bir mana ile türkçede kullandığımız Esra ismi) “ey gece yürüyen” yani “gece kalkıp mana aleminde namaz dua zikr ve tefekkürle (yol alan) Allah dostlarının çocukları” manasında olmalıdır.
“İSRA” (elif sin ra) harflerinden meydana gelen bu kelime de;
elif → insan; (birinci)
sin → insan;
ra → rububiyyet hakikatlerini ifade etmektedir.
- Buradaki (elif) yani birinci insan daha henüz insanlık mertebesine erişmemiş ancak kendisinde bu kabiliyet ve gayret bulunan ve namzet olan insandır
- İkinci insan (sin) ise gerçek insan olma yolunda yürüyen ve benliğini aşan kimse demektir.
- (ra) Rububiyet yani esma isimler mertebesini ifade etmektedir.
➔ Böylece Mi’rac’ın birinci bölümünün mertebe ve ifadesi:
Hak yolunda seyr’ini sürdüren kişinin belirli eğilimlerle kendisini “rububiyyet” “esma” alemi itibariyle tanımaya başlamasıdır.
-----------------
“Mİ'RAC” (mim ra elif cim) harflerinden oluşmuştur.
Mi’racın ikinci kısmını ifade eden bu kelimede
mim → ha¬kikati Muhammedî
ra → Rahmaniyet
elif → Ahadiyet
cim → Cemal-i İlahidir.
➔ Hal böyle olunca çıkan mana:
“Ey gönül aleminde yürüyerek esma alemine ulaşan oradan Hakikat-i Muhammedi ile Rahmaniyet alemini idrak ederek sıfat zat ve Ahadiyet mertebelerine yükselip böylece ilahi cemali seyre başlayan kimse” olmakladır.
İşte bu oluşum insanlığın TEMEL GAYESİ dir. Yani BU ÂLEMİN HAKİKATİNİ ve KENDİ HAKİKATİNİ İDRAK ETMEKTEDİR.
-----------------
Ey salik! Dikkat et ki bu olay aynı zamanda senin de Mi’racın’dır.
➔ “Regaib” gecesi itibariyle Hakk’a olan rağbetin arttığında
➔ “Mevlüt” gecesi ile ifadesini bulan “Hakikat-i Muhammedi” gönlünde doğar.
➔ Faaliyele geçen Hakikat-i Muhammedi yaşamı güçlenerek “Berat” gecesi ifadesiyle nefsinden kurtuluşun beratını alır ve
➔ Mi’rac yolculuğuna çıkmaya namzet olursun. Gayretini eksiltmezsen yoluna devam edersin.
Mi’rac Hz. Rasûlüllah’ın seyri süluk’udur.
Ümmetleri olmamız hasebiyle bizim de Mi’racdan nasibimiz vardır. Bunu belirtmek için hadisi şerifte “NAMAZ MÜMİNİN MİRACIDIR” buyurmuştur.
▪️ “esra” “yürüttü” yani kendi gerçek hakikatine yürüttü
▪️ “bi abdihi” “kulu ile” yani abdiyyet ve ulûhiyet mertebeleri ile
▪️ “leylen” “gecenin bir vaktinde” yani beşeriyetinden yok olduğunda
▪️ “minel mescidil harami ilel mescidil aksa”
“Mescid-i Haram¬dan Mescid-i Aksa ya” “yürüttü”
Şimdi; ayet-i kerimenin bu bölümünde akla bir sual geliyor,
- Niçin Mi’rac doğrudan “Kabe-i şerif”den olmadı da Kuds-ü şerife gidip oradan vaki oldu?
- El cevap:
▪️Çünkü Kabe-i şerif “BEYTULLAH”tır. “Allahın evi” “MAKAM-I ZAT”tır, mertebe-i ahadiyyet’tir.
Orada gerçek anlamda var olan daima “GÖNÜL MİRACI”ndadır.
Hz. Rasullullah devamlı Hakkı’ın huzurunda olduğundan devamlı Mi’rac halindeydi.
▪️Bu oluşumu ümmetlerine de bildirmesi için zahiren de Mi’racın olması gerekiyordu. Bunun için zat aleminin dışına çıkılması lazım geldi ki tekrar zat alemine dönüş yani MİRAÇ mümkün olsun.
Ey talib-i Hakk! Kendi hakikatini ve alemin hakikatinı iyi anlamaya çalış.
➔ Üzerinde bulunduğun şu dünyada birimsel varlığınla ve nefsinle yaşarsan orası sana “ESFEL-İ SAFİLİN” "aşağıların aşağısı" olur.
➔ Eğer gerçek kimliğinle ilahi benliğinle yaşarsan orası senin “KUDS'ÜN” mukaddes şehrin ve “BEY-TÜL MAKDİS” mukaddes evin olur.
Oradan da Hacc’ını ifa ederek “BEYTULLAH”a dahil olursan “ALLAH EHLİ/ EHLULLAH” zat ehli olur ve emin beldenin sakinleri arasına girerek ebedî zat ehli olursun.
“Tefekkür gibi ibadet yoktur” (Hadis-i Şerif 712)
Bu Hadis-i şerifin özünü çok iyi anlamamız gerekmekledir.
Ne yazık ki fiilî ibadetleri ibadetin son menzili zannedip sadece şekilleri ile iktifa etmeye çalışıyoruz.
Tefekkürün bizleri nerelere yükselteceği bu Hadis-i Şerif ile çok güzel ifade edilmektedir.
“Ne var alemde o var Ademde” ki söze bakarak “KAAB-I KAVSEYN”i kendimizde arayalım.
“Allah nezdinde en mutlunuz onlardır ki sabah ve akşam Allah cemalini görürler.
Bu öyle bir zevktir ki bütün bedenî zevklere nisbeti, büyük dış deniz bir damlaya nispeti gibidir.” (Hadis i Şerif 54)
✔ Müthiş bir ifade yorumunu siz yapın.
“Rabbınızı gördüğünüz zaman onu ay’ı gördüğünüz gibi (aşikar tecelli ettiğini) görürsünüz.” (Hadis-i şerif 55)
“Günahkar olduğun halde Allah’ın cemal tecellisin! göremezsin” (Hadis-i şerif 56)
Günah yükün üstünde olduğu müddetçe Cenab-ı Hakk’ı müşahede etmen mümkün değildir.
Şu hayatta gerçek mutluluğun kapısı secdeye açılan kapıdan geçiyor. Allah'ın zikri olmadan huzur yok.
Allah c.c cümlemizi kurtarsın.
Mirac gecemiz miracımız olsun inşâAllah
2 notes · View notes
saidaslan1 · 1 year
Text
Hanbelî olduğunu iddia eden İbni Teymiyye'nin, İmam Ahmed ibni Hanbel'in akidesinden fersah fersah uzak olması..
İmâm Ahmed b. Hanbel: Allah’a Cisim Denilmesi Caiz Değildir
İmam Ahmed dedi ki: "İsimler, şerîat ve lügatten alınır. Lügat ehli bu ismi; uzunluk, genişlik, kalınlık, terkîb, suret ve kompozisyondan birine koymuşlardır. Allâh-u Teâlâ bütün bunların hâricindedir. Dolayısıyla O’na cisim denilmesi câiz değildir, çünkü o cismanilik anlamından çıkmıştır. Şerîatta bu zikredilmemiştir, dolayısıyla bâtıldır.
(Ebu’l-Fadl Abdulvâhid et-Temîmî el-Hanbelî, İtikâdü’l-imami’l-mübeccel Ebû Abdullah Ahmed b. Hanbel, 1/298.)
Bu da Hanbelî olduğunu iddia eden İbn Teymiyye'nin Sözü:
“Ne Allah'ın Kitabında ne Resûlünün (sallallâhu aleyhi ve sellem) sünnetinde ne sahâbenin ve tâbiûnun sözlerinde ne de tebe-i tâbiûnun büyüklerinde Müşebbihe’yi kınayan hiçbir söz yoktur. Teşbîh’in kınanması ve teşbîh mezhebinin reddedilmesi vb. bunların kınanması ancak Cehmiyye’nin kınamasından sonra meşhur olmuştur.”
(İbn Teymiyye, Beyânü telbîsi’l-Cehmiyye, s.596.)
8 notes · View notes
ghostmansblog · 10 months
Text
Hiç olmazsa bir insanla diyen cümlelerim oldu..bin lügat varken yürek haznemde..bana bir iki kelimeyi bile lütufla sundu insanlar..işte benim için yalnızlık demek buydu...🐞
6 notes · View notes