Kaptan-4
Saint Michel'de bir talebe kahvesindeyim yalnız
Gündüz olduğu halde bütün ışıkları yakmışlar
Bir cumartesi günü saat dört buçuğa beş var
Ellerim kırılsa ben senin için bu şiirleri yazmasam
Dinamit taşırmış gibi gözlerini taşımasam
Avenue Wagram'da bir akşam yeter bana Ağustos'ta
Yapraklara serilmiş yirmi beş franklık yıldızlar
Bir mısra yeter geceleyin bir teren gibi pırıl pırıl
Sen kendine yetmiyorsun hiç kimse sana yetmiyor
Birini bitirmeden aklın öteki yolculukta
Dün gece Châtelet'de metronun yanıbaşında durdum
Yağmur bilmediğim başka bir gökten yağıyordu
Yağmur Saint-Jacques kulesine doğru yağıyordu
Yanımda olduğun zaman her zamankinden yalnızım
Şimdi bir nefeste Cafe de I'ecluse'ü hatırladım
Seine kıyısındaki küçük nehir kahvesini
Kapısında bir gemici feneri asılmış duruyor
Seine gemicileri her akşam burada toplanırlar
Onlar için bir takım maceralar düşünürüm
Seine sanki petrolmüş gibi iştahlı ve obur akıyor
Dupont'daki kızlar yalnız cıgara içerek yaşıyorlar
Utrillo'nun bir sokağından seni çektim çıkardım
Elin yüzün kirlenmiş üstün başın toz içinde
Sana Mardi Gras için bir Japon maskesi aldım
Sen bana kaptan diyorsun herkes bana kaptan diyor
Sahici bir kaptanmışım gibi tükürüyorum
Yalın kılıç bir kasım sabahını Paris'te yaşadım
Sokaklarda sonbahar şiirleri salkım salkım
Faubourg Saint Denis'de işte yine pazar kurulmuş
Beş franga çorba çorba içtiğimiz Julien'in kapısı önünde
Kırmızı ve siyah ve sarı saçlı bir kadın durmuş
Muzaffer patatesler satıyor üç renkli neşesi içinde
Camların arkasında ekmekçi kızlar mavi beyaz
Raflarda uzun uzun herifler gibi tâze ekmekler
Üstüne bir yağmur yağdırmak hevesi uyanır içinde
Ben bu mısraları yazarım Tout-va-bien kahvesinde
Concorde'da bütün fiskiyeler birden ayaklanacak
Eğri bir demir gibi ensende hissedeceksin ebem kuşağını
Paris'in göklerinden uzanıp bir yıldız kopardım
Kırmızı bir karanfilmiş gibi yıldızı saçlarına taktım
On beş dakika sonra Bordeaux'ya bir tren kalkacak
Garın merdivenlerinde benim için ağlayacaksın
Ellerim yağmura açılmış sakallarım ıslak
Ben ki cehennemde bir Allah gibi yalnızım
St. Vincent de Paul Kilisesi benim otelin arkasına düşer
Saat kulesi her gece uyur uykumdan uyandırıyor
Her seferinde seni tékrar Bordeaux'ya yolcu ediyorum
Saadetin ızdırap çekmek olduğunu ben keşfettim
Çarmıhta bir İsa gibi ben ızdırap çektim
Bir sulfat acılığı sinerse parmaklarına şiirlerimden
Gözyaşları sinerse eğer küstahça kafiyeli
Anla ki ölümle hayat arasında zaman gibi mesudum
Kendimi öldürecek haldeyim seni öldürecek saadetimden
Dona-Maria bir kahvede isyan halinde bulduğum
Çekik gözleriyle Ermenice küfürler yazıp çizen çocuk
Sen Bordeaux'ya yorgun bir Flâmingo gibi yolladığım
Geceleri benim için dua etmelisiniz
Renault'daki grevciler toptan sokağa atıldılar
Paris'in duvarlarını boydan boya afişler kapladı
Seni hatırladıkça bir kadeh Armagnac içerim
Armagnac demek yirmi beş damla gözyaşı demekmiş
Demek her akşam yirmi beş damla gözyaşı içerim
Senin dağlardan ve sarhoşlardan korktuğunu bilirim
Ben sarhoş olduğum zaman korkmuyorsun hiç korkmuyorsun
Gözlüklerim kırılmasın diye sakladığını bilirim
Kalbim bakır bir mangır gibi boynuma asılmış
Ondan kurtulmak için sürgünlere gitmeye razıyım
Nehir gemilerinde muçoluk etmeye ölmeye
Seni terk etmeye razıyım parasız pulsuz çekip gitmeye
Kur'andaki bütün belâlara Tevrat'taki bütün belâlara
İbranice öğrenmeye razıyım hapis yatmaya
Kalbim yüzünden madem ki ellerimi parçaladım
Kalemimi kırdım hayatımı çiğnedim ağladım
Madem ki en büyük düşmanım kalbim benim kendimin
Onu inkâr ediyorum kalbimi inkâr ediyorum
Geceleri benim için dua etmelisiniz
Üçüncü paralelde eski bir dünya gibi batacağım
Malgaş halkı bir kaç yüz yıl hikâyemi anlatacak
4 notes
·
View notes
Kafamın dalgın bozuk ve yorgun olmasından dolayı bir şeyler yazmak istedim kendimce. Hani aşk diye birşey var bilirsiniz yahu vardır çevrenizde, orada, burada, şurada falan görmüşsünüzdür illaki birilerini hatta siz bile aşık olmuşsunuzdur belki de şuan aşıksınızdır da. Her neyse işte o çok boktan bir şeydir ne anlayabiliyorsun ne de bir anlam verebiliyorsun. Fedakarlık istiyor bazen yapıyorsun fedakarlığın en kralını ama ne oluyor affedersiniz ama bir boka yaramıyor kısacası karşınızdaki kişi için değmiyor bile. Ulan diyorsun bir daha aşık olursam, seversem bilmem ne olayım bilmem bana ne yapsınlar falan filan ama gel gör ki tekrar oluyorsun veya gene eski anıların canlanıyor. Aklına geliyor ve unutamıyorsun da zaten hiçbir akşam rahat uyuyamıyorsun. Hiçbir zaman asla olmayacak deme çünkü en zor anında bile olsa son dakikada bile olsa yenisi gelecek daha iyisi gelecek ve seni kurtaracak. Önemli olan şu ki kafan yorulmadan çok geç olmadan o kurtarıcıyı bulmak ve ona bağlanmak. Bu işlerin tiple falanda alakası yoktur he sakın beni kızlar beğenmiyor, karizma yok, tip kötü diye düşünmeyin herkesin bir beğeneni vardır merak etmeyin. Ben bu aşktan çok çektim be iflahımı kuruttu resmen her gelen ayrı bir fırtına estirdi her giden ayrı bir iz bıraktı ki artık kim gelip ne şekilde iz bırakacak diye bekler oldum açıkçası. Siz bir gemisiniz ve sizin sadece bir kaptanınız olacak gerisi elbette mürettebat. Geçicidir ufak işleri yaparlar istemedik zamanlarda istenmedik yerlerden çıkarlar. O yüzden dümeni emanet edeceğiniz kişiyi iyi seçmelisiniz ki o kaptan öyle bir kaptan olmalı ki size en son o terk etmeli sizi yeri geldiği zaman sizle birlikte batmalı hatta beraber parçalanmalı ve beraber boğulmalısınız. Lakin çok aşk gören de üzüntülü yalnız kalan da üzüntülü şu zamanda. Yalnız olmak daha kötü be ilk gelen, her gelen, her gördüğünüzden hoşlanırsınız, otobüste, yolda, yemek yediğiniz mekanlarda göz göze geldiğiniz kişilerle 10 saniye de olsa mutlu olup ne hayaller kurarsınız o 10 saniye bir ömür gibi gelir adama içini eritir insanın ama sonunda anlarsınız ki yalnızsınızdır ve kimseniz yoktur. Bu kimseden kastım sevgili, eş, diğer yarınız anlamında, dostlarınızı saymıyorum. Bazen istersiniz ki bir sevgiliniz olsun, dışarı çıkarken size sıkı giyin desin, öpünce sakalınız battığı zaman şu sakalları kes artık desin ama aslında sakal sana çok yakışıyor boş ver şaka yaptım cümlesi de arkasından gelsin. Yağmur yağdığı zaman el ele yağmur altında ıslanmak istersiniz, beraber yürümek, hatta çıplak ayakla bile koşmak istemişimdir ben bazen sevgilimle ama olmadı. Bunlar çok güzel şeyler her fedakarlığı yapın hayatta yaptığınız hiçbir şey için de pişman olmayın. Gece gece yazmak istedim içimi boşaltmak istedim yanlışım olduysa affola...
0 notes
Çok yorgunum beni bekleme kaptan.''
Bunu yazmak için ne kadar yorgun olmak gerekir? Bunu böyle söylemek için kaç yorgunluktan geçilmiştir? Kaç haberin yalan, kaç habercinin kâzip çıkması lazım gelmiştir? Ümit nasıl kesmiş, bütünüyle iptal edilmiştir gelecek? Geçmiş zaten geçmiştir. Onca yangınlı şikayet nasıl böyle dingin bir akşam suyuna evrilmiştir? Ve sen. Bir şarkıyı böylesi dinleyebilmek, böylesi anlayabilmek için de ne kadar yorgun olmak gerekir?
Bir yorgunluk kaç kişide tekrarlanır, katmerlenir, katlanır? Bir yorgunluk ruhtan ruha, bedenden bedene çarpa çarpa nasıl yankılanır? Öznesini değiştire değiştire nasıl çoğalır? Ben'den sen'e geçse de hükmü bütün zamanlarda aynıdır.
Yorgunum, yorgunsun... öyle bir yorgunum
42 notes
·
View notes
I
gençtim şiire hevesim vardı
büyük sözlerden utanmıyordum henüz
alnım kırış kırıştı daha o yaşta
bir nalbant çırağı kadar sıkıntılıydım
atların toynaklarını yonta yonta
çöl gemileri yapıyordum
uçan gemiler
bej üstüne lacivert duygular
bırakan ruhumda
yelkenlerine su renginde atlar koşulmuş
içimizin karanlığından türemiş
sayısız hayaletin
mağripli cinlerin isimsiz ifritlerin
kum üstünde iterek yürüttüğü
can sıkıntısı ve boğuk neşidelerle yüklü
sahra gemileri
kaleleri yıkan
şehirleri ehramları yutan
şiir sefineleri.
II
eğilip taşgemiden bakıyorum şimdi
bozbulanık akşam saatlerinden geçen
silinmiş istim almış – iskelede
bekliyor gemi
çelik kasların sabrıyla öyle masum ve davetkâr
bütün yükümüzü almaya hazır
yüzlerimizi çukurlaştıran hüznü
zırhlarımızı ağırlaştıran
önce kuşlarımızı uçurup dallarımızı budayıp
gövdelerimizi soyan
sonra her boya uygun
bir çarmıh mıhlayan.
(çarmıh mı dedim, bağırdım mı?
bunu yolcular duydu mu?
göğüslerine indirip kafataslarını
mahzende uyuklayan şehirliler:
mezar komşularımız
beşkırkbeş vapurunun lahûtî figürleri
şişko tezgâhtarlar ebedî kızlar daktilolar
terziler hünsa çıraklar simsarlar
memurlar kâhinler duahanlar
gözlemci melekler
ve öteki ruhaniler
ufuktan belâlanmış kavimler geçiyorlar
yoksul günümüzün dumanları içinde
kaynıyor yukarda kazan
kaynıyor ve taşıyor – melekler
sirkeciye açılan sokaklara boşaltıyorlar onu
insan eti kokan ucuz otellerden
piyango gişelerinden plakçılardan
sızan cinneti
yarı bizans yarı taşra kılan akşamı
bu borulara üflenen dakikalar
kanallardan üstgeçitlerden taraçalardan
toprağın altından, ta yedi şehir aşağılardan
sızan fışkıran akan şehirliler
mezar komşularımız
ne serin avlularda göç-ricat hutbeleri
ne inzarcı divaneleri kavmin
ne de ‘şehrin ta ucundan koşarak gelen haberci’
hiç biri
uykunun karanfil kokulu
şerbetiyle ıslanmış bıyıkları
şehre inince küçülen omuzları
ve sıkılgan elleriyle
insanın dayısına benzettiği
köylüler de yok artık
hepsi geminin karanlık mahzenine gömüldü
topkapı minibüsleri yuttu onları.
III
nasıl da tükenmişiz biz yolcular
mağrur perçemlerimizden tutulmuş
göğüslerimiz kurumuş
erimiş hançeremiz
göz oyuklarımıza
batan şehirlerin kumu dolmuş
asık suratlarla geçiyoruz koridorları
yorgun / inançsız
günbatımının tabanıyla ezilmiş
gözden çıkarılmış
peygamber katleden kavimler gibi
ve eriyip akıyoruz
sulardan dışarı
yorgun develerimizin
biçimsiz atlarımızın üzerinde
mağlup omuzlarımıza sitemle
göğün ağırlığını indiren
gözdağı veren
meş’um çığlıkları içinde
sahra kuşlarının
IV
oturmak istiyorum
biraz sıkışır mısınız
bakın ellerim dolu
ellerim ceplerim ve kafam
yolcuyum/sorulur mu/nereye gidiyor bu gemi
biraz sıkışır mısınız
ruhumu kurtarmaya çalışıyorum
dualarla perhizlerle susarak somurtarak
ve gizlenerek kıyı bucak
– biz zavallı küçük sırlar –
biz zavallı sırlar
(küçük)
biraz sıkışır mısınız
öleceğim, efendim
bir gün mutlaka öleceğim
ama beşkırkbeş vapuru
– kim durdurabilir onu –
beşkırkbeşte kalkacak yine
biraz sıkışır mısınız
günahlarım
tövbelerim sadakalarım
heveslerim erdemlerim başarılarım
kâğıtlarım muskalarım madalyalarım
traşlı fotoğraflarım traşsız fotoğraflarım
ruhum cesedim göz yaşlarım
burda büyüğüm burda küçüğüm
burda büyüğüm
buraya sığarım buraya
sığarım buraya sığarım
biraz sıkışır mısınız biraz
sıkışır mısınız
biraz
sıkı
şır
mı
sı
n
ı
z
V
kalkıp bazı fikirleri bazı hacimlere
koymam gerekli
aklı sicimlerle bağlamam
kamçılamam kamçılamam
günlük hayatı balkondan yuvarlamam
delilleri yok etmem hatıraları yakmam
gerekli
gidip kâtipleri
muhasipleri uyandırmalı
karıncaları yuvadan çıkarmalı
gemiye katılsınlar
su/kereste
ve uzaklık
taşısınlar
bal güğümünü borazanımı
baltamı eşeğimi
ve önsezisini eşeğimin
almam gerekli
önce
‘gemiye bakmak’ için
su
ağaç
ve derinlik
sonra
‘gemiden bakmak’ için
susuzluk
ve
m
i
n
a
r
e
VI
düşünceyi kaptan köşküne koyuyorum
hayâlgücünü güverteye
uykuyu yelkenlere
ve ölümü dümene
sonra inip gemiye kıyıdan bakıyorum
ve bu fazlasıyla insanbiçimli
inkâr yüklü gemiyi
gaz döküp yakıyorum
şüphe’yi abesle azdırılmış zekâyı
o cam gözlü geometriyi
bin başlı levyetanı
kabaran sulara salıyorum
– biraz hafiflesin diye gemi –
sonra kırk yıl peşinde dolaşıyorum onun
ve inançla zıpkınlaya zıpkınlaya
sonunda, ‘iyi huylu’ bir merak
türetiyorum ondan
ilham’la yürüyen bir dağ,
yaklaştıkça gizemlenen ada:
yollarda bulunan
ve yollarda yitirilen ithaka
uykuyu çocuklara ayırıyorum
gençliği annelere babalara
umudu gemiden bakanlara bırakıyorum
korkuyu kıyıdan bakanlara
tufanı kendime ve biletsiz yolculara
Cahit Koytak
Ruhumun gıdası şiir 💜
1 note
·
View note