Tumgik
tanhapayiz · 9 years
Photo
Tumblr media
0 notes
tanhapayiz · 9 years
Text
Cin Padişahları
Tumblr media
Pazartesi günü, Abdullah el-Hiyem ibni Ehlim Mürre'dir (Müreh).  Tacı vardır. Çadırı yündendir ve yardımcılarının giyimi beyazdır. Müslüman olup adını Yusuf olarak değiştirmiştir. Mekanı Mardin'in Musaybin ilçesi olup oranın sakini ve kralıdır. 150 cm boyunda olup elleri, olduğundan daha uzun bir görüntüye sahiptir. İki hizmetkârı da kendisine benzer. Şimşek hızına sahiptir. Bu cin, Hz. Muhammed'in elleri arasında bu dini kabul eden cin padişahıdır.
Salı günü, Mihrez el-Ahmer'dir. Tacı, altındır ve çadırı  yündendir. Yardımcılarının giyimi, kırmızıdır. İblis'in çocuklarından biridir. Kırmızı renkte ve insan görünümündedir. İnsanlara tasallut ettiğinde (musallat olduğunda) burunlarından kan akıtır. Kuyuları kurutur. Ateşten yatanların çoğuna halisünasyon gösterme yeteneğine sahiptir. Çarşamba günü, Burkan'dır. Tacı vardır ve çadırı yündendir. Yardımcılarının giyimi, sarıdır Perşembe günü, Şemharuş'tır (Şemhurış). Tacı vardır ve çadırı yündendir. Yardımcılarının giyimi,.beyazdır. Çok bilge bir görüntüye sahiptir. Görüntü itibariyle insana çok benzer. Görevi; altın, hazine vs. işlere hakimlik yapmak ve bu işleri yönetmektir. Cuma günü Ebyab (Ebyed) ya da Zevba'dır (Zubea). Bunun iki adı vardır. Tacı vardır ve  çadırı yündendir. Yardımcılarının giyimi yeşildir. Ay'ın etkisindeki cin padişahıdır. Her yanı beyazdır ve ürkütücü bir şekli vardır. Soğukkanlı bir görünümdedir. Bilgin ve akıllı cin liderlerinden biridir. Emrinde onlarca cin hizmetkârı bulunur. Aşk ve iki şahsı birleştirme gücüne sahiptir. Görüntü olarak ihtişamlı bir kral görümündedir. Davetlere hemen hemen hiç cevap vermez.<
Cumartesi günü,.Meymun Ebu Nuh'tur. Tacı vardır ve çadırı yündendir. Yardımcılarının giyimi, siyahtır. Uranüs'ün yeryüzü cini de diyebiliriz. Görünüm olarak yaşlıdır ve elinde bir asa ile dolaşır. Çenesinde yedi kıl vardır. Genelde kuyu kenarları ve harabe yerlerde dolaşır. Uçma özelliğine de sahiptir. Babasının adı, Deybac Afif'tir.
Pazar günü, Ebu Abdullah Müzheb'dir. Tacı vardır  ve çadırı yündendir. Yardımcılarının giyimi beyazdır Bu 7 padişahların emrinde toplam 378 kabile vardır. Her bir padişaha 54 kabile düşüyor ve bu kabilelerin sayını yanız Allah-u Teâlâ bilir. Bu padişahların hükmüne girmeyen 42 kabile daha vardır. Bunlar şeytânî ve azgın cinlerdir. Taçı altın olan Mihrez el-Ahmer, bütün kabilelere hükmedebilir.
Diğer Cin Padişahları
Denaheş: Gezici cinlerdendir. Tayfasındaki cinler, hayal gösterme (halisünasyon) ve insanların aklını çelme (vesvese) gücüne sahiptirler. Hayallerde uzman olduğundan gerçek yüzünü gören hiç olmamıştır.
Fekacin Meğmet: Davetlerde en hızlı cinlerden biridir. Hemen hemen tüm Arapça kitaplarda ondan bahsedilir.
Kemtemin: En korkunç cin krallarından biridir.Davetlerde genellikle korkunç bir yüze sahiptir.
Mazerin: Arap Yarımadası'ndaki dört büyük cin kralından biridir. Savaşçı bir görüntüsü vardır. Güçlü bir ordusu vardır ve bu kralı, bir tabutu taşır gibi tahtını omuzlayan hizmetkârlarıyla davetlere katılır.
Se'nik: Çok güçlü bir cin kralıdır. İfritlerden oluşan bir ordusu vardır. Diktatör bir yapıya sahip olduğu gibi, kontrol edilmesi zor bir cindir. Mekanı, Arap ülkesindeki yarımadalardır. Tahtına oturmuş, soğul ve orta yaşlardaki bir insan görümündedir.
Teykel: Arap yarımadasının en büyü dört cin padişahından biridir. Çok güçlü bir cin ordusuna sahiptir. Emrinin altında dağlar kadar cin vardır. Bu cin, okült sıralamadaki 4 kaba elementten meydana gelme olup, çıplak gözle az da olsa yoğunlaşıp kişilere görülebilir.
2 notes · View notes
tanhapayiz · 9 years
Text
Cin (جن)
Tumblr media
Eminim ki herkesin merak ettiği konuların başında geliyordur cin, peri, hayalet, ruh gibi konular. Hepimiz merak ederiz ama çok fazla bilgi sahibi değilizdir, bunun nedeni de bırakın bu konuyu araştırmayı, sormayı, adını bile anmaktan korkarız. Öyle ki, halk arasında artık “CİN” kelimesi yerine, “ÜÇ HARFLİLER” deyimi kullanır hale gelmişiz. Peki ama gerçekte cin nedir? Cinler var mıdır, varsa ne tür bir yapıya ve işleve sahiptirler? İşte bizde bu yazımızda uzmanportal.com olarak bu konuya değinmek istedik kendimizce. Bir kere cinler var mıdıri yok mudur sorusuna net bir cevap vererek başlayalım yazımıza. Kuran-ı Kerim’de ve Hadislerde “EY İNSANLAR ve CİNLER” ibaresi geçer birçok yerde. Bu da biz müslümanların kesinlikle cinlerin var olduğuna inanmamız gerektiğini gösterir. Çünkü Kuran-ı Kerim’de ne deniliyorsa hiç şüphesiz doğrudur, kalpten inanmamız gerekir. O kitapların en üstünü ve hiçbir hata içermeyen, hiç değiştirilmeyen ve değiştirilmeyecek olan kitaptır. Şimdi gelelim cinlerin yapısına ve varlığına;
Cin ve Peri Nedir?
Cinler hacmi ve kütlesi olmayan, bu alemde bir başka boyutta bulunan (yaşayan) varlıklardır. Halk dilinde Cin erkek Peri de kadın olarak düşünülür. Gerçekte de durum farklı değildir. Cinler de erkekli dişili bir yaşam sürerler; doğarlar, yaşarlar, ürerler ve ölürler. İnançları ve idealleri vardır.
“CİN” adı geçtiği zaman, genelde hepimizin içine düştüğü büyük bir yanılgı vardır!.. Hemen aklımıza, kısa boylu, ayakları ters, kulakları uzunca, gözbebekleri dikine, seri hareket edebilen, her kılıkta görünebilen varlıklar gelir… Ya da beyninde belirli bozuklukları olan kişilerin görmüş olduğu halusünasyonlar.
Kuran-ı Kerim’de bildirildiği gibi cinler dumansız ateşten yaratılmıştır. Diğer bir deyişle bir enerji birikimidir. Yani şöyle tanımlayabiliriz.
Cinler hacmi ve kütlesi olmayan, bu alemde bir başka boyutta bulunan (yaşayan) varlıklardır.
‘BEN O CİNLERİ DE İNSANLARI DA ANCAK BANA KULLUK ETSİNLER DİYE YARATTIM.’ (Zâriyet surêsi ayêt: 56) Diyor ayeti-i Kerimin mealinde.
Bu arada cinlerin ilk atasının CANN isminde bir varlık olduğunu yine Kuran dan öğreniyoruz. ’CANN IDA YALIN BİR ATEŞTEN YARATTI’ (Rahman suresi ayet: 15)
Yine Kuran’ın bir çok Ayetinde Cinlerin; Ateş halinde bulunan dünyanın içine, merkezine kadar inmek, göklerde ışık hızında gezinmek ve benzeri işler yapabilmek için zorlanmadıkları anlatılıyor. Ama Dünya ve çevresinden ayrılamadıklarını da Kurandan öğreniyoruz.
Allah’ın cinleri yarattığını hepimiz biliyoruz.Bizlerin onlardan üstün olduğumuzu da biliyoruz.
Genelde insanları bilinç altına girerek etkilerler. Cinlerin daha önceki bölümlerde de bahsettiğimiz gibi mantıkları yoktur. Değerlendirme yapamazlar. Sadece verilen görevleri yaparlar. İnsanlar gibi üstün duygu hisleri yoktur.Akıllarını tam olarak kullanamazlar. En iyi özellikleri çok hızlı hareket etme kabiliyetleri ve istedikleri insan ve nesnenin şekline girebilmeleridir.
Onlarda insanlar gibi ,yemek yerler, içerler, sarhoşu, uyuşturucu bağımlılıkları olanları, spor yapanları vardır. Nasıl insanlar yaşıyorsa, onlarında aynı şekilde yaşamlarını sürdürmeleri mümkündür.
Onlar da dünyadadırlar. Bizim bu dünyayı kullandığımız gibi onlar da bu dünyayı kullanırlar. Genelde düşünce yapıları ve inanışlarına göre yaşamları vardır. Gruplar halinde yaşarlar, kabileleri vardır. Kimi zaman onlarla bilmeden iç içe yaşarız, eski zamandan günümüze gelen bir çok tabir, bunlarla iç içe yaşamamızdan kaynaklanmaktadır.
Mesela ; karanlıkta yada yağmurlu bir havada destursuz yere basmamak, gece tırnak kesmemek, ıslık çalmamak, gibi.
Onlarında değişik yapıda olanları vardır. Kimileri evlerin banyolarında, samanlıklarda, helalarda, pisliğin içinde yaşayanlarla, odalarda, salonda, temiz yerlerde yaşayanlar da vardır.
Kabileleri 1 kabile 2 kabile 3 kabile diye sıralamak mümkündür.
Kendilerine ait şehirleri vardır. Köyleri vardır. Kısacası yaşantıları insanlarla benzerlik arz eder.
İyileri korkutmamak için insanlara pek fazla gözükmezler. Kötüleri de bir büyü sonucu yada onlara zarar verecek bir harekette korkutmak için size gözükebilirler. Bir yerlerden ses gelmesi, gece yatarken kapı çalması, ışıkların yanıp sönmesi, çeşmeden su akma sesinin gelmesi gibi buna benzer tepkiler gösterebilirler.
Sonuç olarak insanları öldürmek gibi bir hareket içinde olamazlar. Allah onlara bu izni vermemiştir.
Cinlerin daha üst kademelerine hüddam, ifrit gibi değişik isimlerde rütbeleri vardır. Bir bina yüksekliğinde daha büyüğü, kanatlısı,çift başlısı, yılan kafalısı gibi değişik şekillerde görmek mümkündür.
İnsanlara zarar vermeleri bir büyü sonucunda olur demiştik. O zaman bu durumda gösterecekleri etki yapılan büyünün durumuna bağlıdır. Müslüman bir cin, insana zarar vermez. Hayır işlerinde kullanılırlar, görev alırlar, zararsızlardır. Kendilerine zarar verildiğinde, rüyalarda neden zarar verildiğine dair hatırlatmalar yaparlar vede sizi korkutmadan olayı anlatmaya çalışırlar. Eğer anlamadığınız taktirde, en son yol olarak korkutarak anlatmaya başlarlar. Nedeni de, burada sizlerin ihmalciliğinizden kaynaklanmaktadır. Zamanında yapılan uyarıları dikkate almayıp yaparız gibi niyetlerde bulunmanızdan dolayıdır.
Evet bu bedensiz varlıklar gerçekte vardır. Onlarla bizim aramızda bir enerji yoğunluğu farklılığı vardır, bu yüzden onları göremeyiz fakat onlar bizleri görebilirler. Hareket kabiliyetleri çok fazladır, istedikleri şekilde bazı insanlara gözükebilirler ;onlar da bizim gibi inaçları olan (Müslüman, Hıristiyan, şeytana ve ateşe tapan vs. )kabileler guruplar şeklinde yaşarlar. Yerler, içerler, ibadet ederler. İnançsızları, alkolikleri, cinsel sapıklıkları olanlar vardır; düşünün ki insanın emrinde olan her şeyden onlarda nasibini almaktadır. İnsan olarak onlardan farkımız üstünlüğümüz irademizdir, mantığımızdır:burası çok önemli dikkat edilmesi lazım iradeye. Genelde insanları bilinç altına girerek etkilerler.
Kötü cinler ağaç altlarını, çöp kutularını, pisliğin olduğu yerleri, eğlence mekanlarını çok severler. Eskilerin dediği gibi destursuz geçmeyin, gece tırnak kesmeyin gibi bazı kelimeleri mutlaka duymuşunuzdur, bunlar birer anlama işaret eder genelde karanlık yerlerde gezerken yere tükürmemeye ve de elinizdeki çöpü yerlere atmamanızda fayda vardır.
Cinlerde kabileler vardır 3 kabile ye mensup 7 kabileye mensup diye her kabile bir farklı görevi vardır en kötüleri ise şeytana tapanlardır amaçları devamlı suretle kötülük
Bazı insanlara musallat olurlar onların başka karşı bir cinsle evlenmelerine izin vermezler kendileriyle cinsel ilişkiye zorlarlar zarar vermek isterlerse verebilirler fakat bunların şartları vardır .
Bazı zamanlar insanların rüya aleminde korkuturlar karabasanı buna bir örnek vermemiz mümkündür.ekil olarak en tehlikeli bazı insanlarında gördüğü yedi cücelere benziyen şekilde olanlar genelde uçan cinsi olup evlerde perde kenarlarında gözükürler ,hayvan şeklinde yılan olarak gözükenlerde tehlikeli olanlara örnek verebiliriz.
Özetle Cinlerin kalbi, gözü, kulağı, aklı, zekası, vardır. Kendilerinden gayrıya gizliler, ama birlikte yaşıyorlar. Nefisleri vardır, İsimleri vardır, beslenirler ve çok uzun yaşa salarda onlarda ölüyorlar diyebiliriz.
Cinlerin yaradılışı insanlardan öncedir. Bildiğimiz Şeytan lanetlenmeden önce cinlerin ileri gelenlerinden biriydi. Allah-ı Teala’nın emrine karşı gelen Şeytan sonsuza dek lanetlendi.
Şimdi diyeceksiniz ki madem bir başka boyut söz konusu cinler insanlara nasıl zarar verebiliyorlar? Evet haklısınız. Ancak bazı durumlarda bu boyutların kapısı açılıyor.
1.Aşırı korkuyla
2.Aşırı sevinçle
3.Cin ve Ruh daveti yapmakla
4.Mistizmi yanlış kullanmakla
5.Başkalarının size büyü yapmalarıyla
Bu ve bunun gibi durumlarda cinler yaşantımızı alt üst edebiliyorlar. Cinlerin verdiği zararlardan kurtulmak ve korunmak elbette mümkündür. Ancak yinede bilinçsiz yapılan korunma yarar yerine zarar verebilir.
Halk dilinde sara denilen hastalık, uyur gezerlik, zamanlı zamansız bayılmalar, Uykuda kabus görmek, sıçramak ve konuşmak, Yel de denilen vücutta gezen ağrılar, Sebepsiz asabiyet, hırçınlık, Ve daha birçok rahatsızlıklar, Tıbbın çaresiz kaldığı bütün hastalıklar cinlerin eseridir.[2]
Cin Çarpması Nedir ve Cin Nasıl Çıkarılır?
Cin ve şeytan çarpmasının bariz belirtisi, kişinin hareketlerinde gözle görülür bir bozulma ve rahat yürüyememesi gelir. Adımlarında ve konuşmalarında dengesizlik olur. Söyleyeceklerini birbirine bağlamada güçlük çeker. Sizlerinin arasında mantıklı bir anlam ilişkisi kuramaz.
Çarpılma, insanın yapmak istediği veya düşündüğü bir hususu sağlıklı bir şekilde idrak edememesidir. Bunların bazıları başka hastalıklarla benzer belirtiler gösterebileceği gibi bazıları da kendine özgü çok farklı belirtiler gösterir.
Cinlerin insanları çarparak sara nöbetine sokmaları çoğunlukla öfke ve cezalandırma gayesiyle olur. İnsanlardan bazıları cinlere eziyet edebilir veya cinler onların kasten eziyet ettiklerini düşünürler. Kişi farkında olmadan cinlerin üzerine küçük su dökebilir veya kaynar su boşaltabilir. Ya da farkında olmadan cini öldürebilir. Bu da bilmeden cinin bulunduğu yere ağır eşya koymak, taş koymak veya yüksekten düşmek gibi nedenlerle olur. Özellikle kırlarda deliklere tuvalet yapmamak, özellikle tuvalete, hamama ve benzeri yerlere girerken besmele çekmek, yılan, akrep, siyah kedi ve köpeğe zarar vermemek gerekir. Yılan, akrep, siyah kopek öldürülebilir ancak yaralı bırakılmamalıdır.
Büyüklerimiz, bu tür olayların yaşandığını bildikleri için çöplük kenarından geçerken, açığa tuvalet yaparken, sıcak kul ve sıcak su dökerken “Destur” denmesini hep tembih ederlerdi.
Cinlerle İlgili Yaşanmış Gerçek Bir Olay
Şeyh Ebu Bekir Cabir’in anlattığı yaşanmış bir olayda: Şadiye isminde bir ablam vardı. Çocukluğumuzda bir gün evin alt tarafından çatıya, ucunda sepet takılı iple eşya taşıyorduk. Sepeti yukarıya çekerken ablam da çekmek istedi fakat ağırlığına dayanamayıp çatıdan düştü. Düştüğü yerde bir cin bulunuyormuş. Cinin canı yanmış. Cin ablamdan intikam almaya başladı. Her hafta 2-3 kez uykuda geliyor ve onun boğazını sikiyordu. Zavallı ablam bu acıya dayanamayıp havalara zıplıyordu. Cin ancak ölü gibi nefessiz kaldığında bırakıyordu. Bir keresinde ablamın ağzından bu işkenceyi ablamın canını yaktığı için yaptığını söylüyordu. Cin sadece uykuda geliyordu. Yıllar geçiyor ve cin ablamın yakasını bir turlu bırakmıyordu. Zavallı ablam bu acıları yaşayarak 10 yıl sonra yine cinin boğazını daha fazla sıkmasıyla çırpınarak son nefesini verdi. Bu olayı bizzat gözlerimle görerek yaşadım. 
Olduğumuz Yere Cinin veya Cinlerin Geldiği Nasıl Anlaşılır?
Cin eğer hastanın içinde ise su alametler zuhur eder:
1.Cin bağırmaya başlar, sızlanır, çığlık atar, acı çeker ve kişinin
ağzından konuşur.
2.Hasta sağa-sola sert bir şekilde bakmaya baslar ya da ellerini gözlerine kapatır. Bakışları donar yahut şiddetli bir şekilde açıp-kapar.
3.Vücudu titremeye başlar, sağa sola döner.
4.Hasta bayılır ve cin hastanın dilinden konuşur. Bazen de cin adını söyler.
Cinin Çıkışında Gözetilmesi Gerekenler Nelerdir?
Cin el veya ayak parmağından, ağızdan veya burundan çıkmalıdır. Göz, karın ve benzeri noktalardan çıkmasına izin verilmez. Bedenden çıkmadan önce “Esselamu Aleykum” demesi talep edilir. Hasta okunan ayetlerden etkilenir, sağa sola titrerse cinin hala bedende olduğu bilinmelidir.
Cin Bedenden Çıkmakta Diretirse Ne Yapmalıdır?
Ayetel Kursi, Yasin Suresi, Saffat Suresi, Duhan Suresi, Cin Suresi, Humeze Suresi, A’la Suresi, Kafirun Suresi, gibi cinleri rahatsız ettiği bilinen Kur’an Sureleri okunur.
Kaynak:Zehirliok.com
0 notes
tanhapayiz · 9 years
Photo
Tumblr media
218 notes · View notes
tanhapayiz · 9 years
Text
Keldaniler Devrinde Sihir ve Büyü
Tumblr media
İnsanlık tarihinin en kadim öğretisi olan sihirbazlık ve büyücülük en parlak dönemini Keldaniler zamanında icra etmiştir.
Keldaniler, babil ülkesinde, bugünkü Irak topraklarında yaşamış eski bir kavimdir. Astronomi ve yıldız ilminde çok ileri gitmiş olan bu toplum, yıldızları, sabit olanlar ve güneş etrafında dönenler diye iki gruba ayırarak yıldızlara taparlar ve bunların kâinattaki olayları yönetip yönlendirdiğine, hayır ve şerrin, mutluluk ve bedbahtlığın bunlardan kaynaklandığına inanırlardı.
Bu inançları sebebiyle yıldızlardan her biri için ayrı putlar yapıp heykeller diker ve bunlara tütsülerle, çeşit çeşit nefesler ve efsunlarla tapınırlardı. Hayır ve iyilikler için Müşteri (Mars), savaşta galip gelmek veya başkalarına zarar vermek istediklerinde Zuhal (Satürn) tabiat olayları ve salgın hastalıklar sırasında da Merih adına dikilen heykellere dua ederlerdi.
Tarihi kaynaklar Keldanilerin medeniyet merkezi olan Babil şehrinin çok mamur, bağlık bahçelik bir yer olması ve gayet süslü binalarının bulunması sebebiyle bu milletin mimaride ve sanayide çok ileri gittiklerini haber vermekle beraber, bu büyücüler ülkesinde güneş tanrısını temsil etmek üzere “Ba’l” putuna ait Babil kulesinin dikildiğini de bildirmektedir. Ayrıca tılsım denilen büyü şeklinin de ilk defa Keldaniler zamanında uygulandığı söylenir.
Cahil halk büyücülerin insanların şekillerini ve tabiatlarını değiştirdiklerine inanırlardı. Öyle ki sihirbazın bir adamı eşek veya köpek şekline döndürdüğüne, dilediği zaman da eski suretine iade ettiğine kani idiler. Bunlara göre büyücü bir yumurtaya, bir süpürgeye veya bir küpe biner, havalanır, havada uçarak Irak’tan Hindistan’a veya istediği herhangi bir yere gider, aynı gün geri döner gelirdi. Halk bu ve buna benzer garip olayları kâhinlerin yıldızlara yakınlığı sebebiyle başarabildiklerini zannederlerdi. Büyücüler, halkın bu saf düşüncelerinden türlü türlü hilelerle, bir takım hokkabazlıklarla istifade ederlerdi. Bazen devlet adamları bile bunların kötülüklerinden kurtulamazdı.
Gök cisimlerinin tanrılığına ve kainatı idare ettiklerine inanarak bütün evrenin ve yıldızların yaratıcısı olan Allah’ı kabul etmeyen Babil halkının bu yanlış ve batıl inanç ve akidelerini düzeltmek üzere İbrahim (as) onlara peygamber olarak gönderilmiştir.
Hz. İbrahim, bunlara Tevhit akidesini telkin etmiş ise de çoğu inkâr yolunu seçmiş ve kendilerine birtakım mucizeler göstermesine rağmen inkârlarında ısrar ederek o büyük peygamberi ateşe atmışlardı. Fakat Cenab-ı Hak müstesna bir mucize olarak müşriklerin ateşini zararsız hale getirmiş ve Hz. İbrahim’in kendisine inananlarla birlikte Şam tarafına hicret etmesini emretmiştir.
O devirlerde Babil’de ve bütün İran, Irak, Şam, Mısır ve Rum beldelerinde yaşayan halklar tevhid akidesinden uzaklaşmış, aya güneşe, yıldızlara, putlara tapıyor ve kâhinlerin, sahirlerin ve büyücülerin peşinden koşuyordu. Bu durum Dahhak ve Feridun devrine kadar devam etmiştir.
Feridun’dan itibaren Keştasib devrine kadar İranlıların hükmü altında kalan Babilistan’a zaman zaman İran melikleri gelir ve kalırlardı. Feridun ve onu takip eden devirlerde İran halkı tek Tanrı’ya inanmakla birlikte, insanlığın hayatı menfaatlerinin kaynağını teşkil ettiği için Anasır-ı Erbaa denilen su, torak, ateş ve havaya saygı duyarlardı. Bu devirlerde Babil sihirbazları ile amansız bir mücadeleye başlandı ve ele geçirilen kâhin ve büyücüler tamamıyla kılıçtan geçirildi.
Keyaniyan sülalesinin dördüncü hükümdarı ve Tehrasib’in oğlu olan Keştasib döneminde ortaya çıkan Zerdüşt’ün dini, İran’da yayılmaya başlayınca tek tanrı inancının yerini Mecusilik aldı. Fakat bu din değişikliğine rağmen sihirbazlara ve kâhinlere olan düşmanlık devam etti.
Kaynak:
Medyumca.com
4 notes · View notes
tanhapayiz · 10 years
Text
Salem Cadıları
Tumblr media
1692 yılının Ocak ayından sonra, kızlar sara gibi nöbetler geçirmeye, garip sesler çıkarmaya, yerlerde ve çukurlar içinde sürünmeye, acı içinde vücutlarının eğip bükmeye başladılar. Kızlar, Tituba’nın büyüleriyle olan ilgilerini gizlemek için mi yoksa gerçekten büyülenmiş olabileceklerinden korktuklarından mı bilinmez; kasabada o güne kadar bu tür olaylarla hiç adları geçmemiş cadıları suçladılar.
O dönemlerde cadı büyülerinin hastalık ve ölüm sebebi olduğuna ve cadıların güçlerini Şeytan’ın kendisinden aldıklarına inanılırdı. Bu sebeple bu acılar içindeki masum görünüşlü kızların acılarının sona erdirilmesi için onları bu hale koyan cadıların bulunmasına karar verildi. Soruşturma sırasında kendi yaptıklarının ortaya çıkmasından korkan kızlar bazı isimler vermeye başladılar.
Soruşturmadan hemen önce, Mary’nin teyzesi cadıları bulmak için büyüden yararlanmak istedi ve Tituba’ya tarifi eski İngiliz reçetelerinden alınan bir Cadı Pastası yapmasını emretti. Çavdar ve büyülenmiş kızların çişleriyle yapılacak olan pasta, bir köpeğe yedirilecekti. Sonrasında da köpek ya çıldıracaktı ya da gidip yeni sahibi olan cadıyı bulacaktı. Parris, Şeytan’dan kurtulmak için Şeytan’dan fayda bekleyen bu kadına çok kızmıştı, fakat artık olanlar olmuştu. Parris kilisede; “Aramızda Şeytan geziniyor, Öfkesi yıkıcı ve korkunç olacak ve en kötüsü ne zaman susturulabileceğini ancak ve ancak Tanrı bilir” diye konuşma yaptı.
İlk suçlananlar; Tituba, kocasının yokluğu zamanında ailesiyle tek başına kalan Sarah Good ve uşağı ile evlenmeden aynı evde nikahsız yaşayan yaşlı kadın Sarah Osborne oldular ve bu üç kadın hemen tutuklanarak mahkemeye çıkarıldılar. Kadınların sorguları esnasında ise küçük kızlar (Cadılar) sara nöbetleri geçirmeye başladılar ve cadıların hayaletlerinin mahkeme salonunda dolaştıklarını, onlara; saldırıp tırnakladıklarını, ısırdıklarını söylediler. Mahkeme heyeti tarafından bunları yaptırmamaları konusunda uyarı alan Sarah Good ve Sarah Osborne masum olduklarını ve olaylarla bir ilgileri olmadıklarını yinelediler. Cadı pastası olayından bu yana sürekli olarak Parris’ten dayak yiyen ve küçük kızlara anlattığı hikayelerin ortaya çıkmasındna korkan Tituba, cadı olduğunu itiraf etmek zorunda kaldı. Kendisini kurtarmak için ise; kapkara bir köpeğin onu tehdit ettiğini ve kızlara işkence yapması için zorladığını, biri kırmızı diğeri siyah iki kedininde onu emri altına almış olduğunu söyledi. Ayrıca geceleri her iki Sarah ve onların hayvanları ile birlikte cadı toplantılarına uçarak gittiklerini anlattı. Bununla birlikte onu evvelki gece küçük Ann’iye saldırmak için zorladıklarını söyledi. Bu itiraflar sırasında “Bir evvelki gece cadılar benim kafamı kesmeye çalıştılar” diyerek bağırdı Ann. Bunun üzerine küçük Ann’iden de tasdik gelince kadınların üçününde cadı olduklarına kesinlik getirildi. Tituba ölüme gideceğini anlayınca esas büyük darbeyi Salem Kasabasına indirmeye karar verdi ve cadıların üç kişiyle sınırlı olmadığını açıkladı. Ona göre Salem’de 6-7 kişilik bir cadı grubu vardı ve bu grup uzun boylu, beyaz saçlı ve hep siyah cübbeler giyen gizemli bir adam tarafından yönetiliyordu. Sonraki günlerdeki sorgularında Tituba siyahlar içindeki bu adamın gelip kendisine defalarca Şeytan’ın defterini imzalatmaya çalışmıştı ve o arada defterde Salem’de yaşayan 9 kişiye ait imzayı gördüğünü anlattı. Kızların üzerinden hayaletleri çekmesi için uyarılan kadınlardan yaşlı olan Sarah Osborne ağır zincirlere dayanamadı ve öldü. Bu dava içindeki ilk ölümdü. Böylece ilk iki Cadı Boston hapishanesine gönderilirken mahkeme heyeti diğer cadıların peşine düşmeye karar verdi.
Kasabada yaşayan cadı grubunun haberini alan mahkeme kızları daha fazla isim vermeleri için zorlayınca, Ann Jr. daha önceden intikam duygusuyla dolu olan annesininde zoruyla kasabanın kongre üyelerinden birisinin karısı olan Martha Corey’i suçladı. Martha küçük Ann’iyi bu saçma suçlamadan vazgeçirmek için onu ailesinin yanında ziyarete gitti. Ancak Ann korkunç nöbetler geçirmeye başladı ve onun hayaletinin bir adamı kazan içinde pişirirken gördüğünü söyledi. Kızlardan Mercy ise, başka cadılarında ona katıldığını ve kendisini Şeytan’ın defterini imzalaması için zorladıklarını anlattı. Marta Corey mahkemede kendisini savunurken oldukça başarılı idi. Ne varki kızlar onun savunması sırasında derin acılar içindeydiler ve mahkemeye ısırık izlerini gösteriyorlardı. Kasaba Heyetinden olan Kocası bile onu itiraf etmesi için zorlamıştı.
Bir sonraki sanık ise bölgenin önde gelen isimlerinden Rebecca Nurse idi. İlk mahkeme sırasında eğer bu iki kadın suçlanmış olsalardı sanırız ki mahkeme heyeti kızları yalancılıkla suçlayacaktı. Ancak olaylar öyle bir hal almıştı ki herkes kızların ağızlarından çıkacak isimlere bakıyordu. Rebbeca’yıda yine Ann Jr. annesi suçlamıştı. Diğer kızların da kendilerini tasdiklemesi üzerine aslında kilise mensubu olan bu kadında okkanın altına gitti. Bu arada Sarah Good’un 4 yaşındaki kızıda bu suçlamalardan nasibini aldı ve annesi ile birlikte çalışmaktan suçlandı.
Bu karambol esnasında Mary’nin yanlarında hizmetçi olarak çalıştığı Procten ailesi (Ki bu aile eğer nöbetler geçirmeye devam ederse Mary’i çok kötü döveceklerini söylemişlerdi ve bu da bir nevi cadılık sayılırdı), Rebbeca’nın kızkardeşi (çünkü ablasının asılsız olarak suçlandığını iddia ediyordu) ve tabiki meşhur Tituba’nın herşeyden habersiz kocası Jhon tutuklandılar. Kızlardan Abegail ise Mary’i defteri imzalamış olmakla suçladı (Çünkü Mary yanında çalıştığı aileden korkmuş ve yaptığı suçlamaları geri çekmek zorunda kalmıştı). Böyle küçük kızlar kendi aralarında bir oto kontrol mekanizmasını oluşturdular. Ya cadı olarak birilerini suçlamak zorundaydılar ya da kendileri cadı olarak suçlanacaklardı. Mary ile Martha’nın kocası olan Giles, uzun yıllardır Salem Kasabasında yaşayan ve Sansasyonel partiler veren Bridget Bishotl ve zaten aklı yerinde olmayan ve cadı suçlamasını seve seve kabul eden Abegail Hobes’ta tutuklandılar.
Nisan ayında mahkeme, bu aklı bozuk kadının suçlamalarına dayanarak kasabadan 9 kişiyi daha tutukladı. (Çok yaşlı bir adam olan Nenemiah, kendi anne ve babası, Birdget’in oğlu ve karısı, Rebbeca’nın diğer kardeşi Mary Esty, Zenci bir köle, Sarah Wilds ve Zengin bir tüccarın karısı olan Lina English). Artık mahkemeye sanık olarak sadece Salem Kasabasındakiler değil komşu kasabadakiler bile çağrılır hale gelmişti olaylar. Sanıklar sürekli iddiaları reddediyor, kızlar ise ısrarla nöbet ve çığlık krizleri ile birlikte onları suçlamaya devam ediyorlardı. Yeni sanıklardan ise sadece Nenemiah’ın bir cadı olmadığını açıkladılar. Bu hesaplarına göre onlar; yaşlı, savunmasız ve suçsuz insanları suçlamayacak kadar masum ve acı çeken zavallı kızlardı. Diğerleri ise tutuklandılar. Olaylar çok kısa süre içinde gelişiyordu. Nisan ayının sonuna gelindiğinde ise 6 cadı daha tutuklandı. Artık sanıklar ve hikayeleri o kadar çok artmıştı ki herkes olayın başlangını bile unutmaya başlıyordu nerdeyse. Bu hikayeler içinde en ilginç olanlardan birisi ise şöyle gelişmişti: Maine’de oturan George Burroughs tutuklandı ve mahkemeye çıkarıldı. Eski zamanlarda Salem Kasabasında bir süre papazlık yapmış bir adamdı ve o dönemde kasaba sakinlerinin bir kısmı ile tabiki özellikle Ann Jr. annesi ile pek geçinememişti ve bu da intikam için oldukça iyi bir yoldu. Onu ilk suçlayan Ann Jr., bir papazın kendisine imzalaması için defteri getirdiğini ve adının ise Burroughs olduğunu söylediğini, bundan önce ise bir çok insanı kurban ettiğini artık kendisinin cadı’dan bile üstün mertebede şeytana çok yakın bir varlık olduğunu anlattı. Senaryo birbirine çok iyi bağlanıyordu. Herkes Tituba’nın bahsettiği siyah cübbeli adamın bu olduğuna emin olmuştu. Mahkeme cadı grubunun efendisini, şeytanın uşağını yakalamış olmakla müthiş bir gurur duymaya başladı ve tutuklanmalar son hızıyla devam etti.
1692 yılı Mayıs ayının sonu geldiğinde küçük kızların suçlamaları yüzünden hapiste ve sorguda olmak üzere nerdeyse 95-100 kişi kadar tutuklanmıştı. Bazı yasal zorunluluklardan dolayı bu suçlular bir üst mahkemeye çıkana kadar beklemek zorundaydılar. Massachusetts’den yetkili bir yargıç gelince asıl davalar Haziran ayını buldu. Davası ilk sonuçlanan Bridget Bisholt oldu iki gün sonrada asıldı. Bu arada Yargıçlardan birisi kızların mahkeme sırasında gördükleri hayaletlerin yeterli delil oluşturmayacağını ve davaların düşmesi gerektiğini savunarak mahkeme heyetinden ayrıldı. Tabiki onun bu hareketi cadılıkla suçlanmasına sebep oldu. Masum kızlar önlerinde hiçbir engel tanımıyorlardı. Bu hayalet görme olayları mahkeme heyetince de çeşitli uzun tartışmalara konu oldu ve sonuç olarak bunların tam bir delil teşkil edilemeyeciğine karar verildi ve başka güvenilir yollar aramaya başladılar. Cadıları kızlara dokundurmaya karar verdiler ve bu da diğerinden farklı değildi. Kızlar acı dolu çığlıklarla nöbetler geçirmeye devam ettiler ve sonuçta 20 Hazirana gelindiğinde 6 kişinin daha asılmasına karar verilmişti bile.
Bu arada mahkeme sırasında ilginç bir lanet olayıda oldu. Mahkeme başladığından beri cadı avcısı olarak bulunan Peder Noyes Sarah Good’u itiraf etmeye zorluyordu. Fakat Sarah kendisine “Ben senin bir büyücü olduğundan daha fazla cadı değilim. Eğer sen şimdi canımı alırsan, bir gün Yüce Tanrı sana içmen için bolca kan verecek” diye haykırdı. Peder Noyes olaylardan yaklaşık 25 yıl sonra büyük bir iç kanama geçirdi ve öldü.
Kızlar artık kasaba içinde erişilmez bir güce sahip olmuşlardı. Bu arada komşu kasabadaki cadıları tanımadıkları için isimlerini bilmiyorlar ve oradaki halktan bazılarını çağırıp dokunma testi yapıyorlardı. Bu arada bazı sanıklarda kendilerini idamdan kurtarabilmek için başkalarının isimlerini veriyor beni olaya bu zorladı, bana şöyle yapmamı söyledi gibi yalanlarla davayı dallandırıp budaklandırıyorlardı. Komşu kasabadan bir yargıç ve eski bir valinin oğlunu suçladılar, işin en ilginci ise aynı kasabadan iki köpekte bu suçlamalardan nasibini aldı. Yüzlerce insan yargılandı bir o kadarı dokunma testinden geçti. Ağustos ayına gelindiğinde 4 kişi daha darağacında sallandı. Peder Burroughs ise tam asılmadan önce yüksek sesle dua ederek izleyenler ve halkın arasında söylentilere neden oldu. Çünkü o zamanki inanışlara göre Şeytan ya da onun uşakları dua edemezlerdi. Ancak kızların bastırılamaz hırsları sayesinde o da asılmaktan kurtulamadı ve hristiyan adetlerine göre gömülmeyi haketmediği için bir tepe üzerindeki sığ ve küçük mezara diğerlerinin yanına gömüldü. Eylül ayında ise aynı tepedeki mezarlara 8 kişi daha gönderildi.
Yargılama sırasında suçlamaları asla kabul etmeyen zengin ve varlıklı Giles Corey, dava sonucunda mal varlığına el konulacağını biliyordu. Bunun olmasını istemediği için davaya bakan mahkemeyi tanımadığını söyledi. Böylece mahkeme dayava bakamayacağı gibi mal varlığınıda korumuş olacaktı. Ancak Mahkemenin buna tepkisi hiçte Corey’in beklediği gibi olmadı. Salem meydanında halka açık bir yerde Corey yere zincirlendi ve üzerinde büyük bir tahta plaka konuldu. Bu plakanın üstü çok ağır bir taş yığını ile kapatıldı. Corey ezilmeye başlamıştı ancak yinede itiraf etmiyordu suçunu ve üstüne üstlük daha fazla taş koymaları için onlara bağırıyordu. Bir ara fazla basınçtan dili bile dışarıya fırlamıştı. Daha fazla taş konulduğu zaman Corey dayanamadı ve öldü. Daha sonra olaya bir açıklık küçük Ann’iden geldi. Corey Şeytanın defterini imzalarken asılarak ölmeyeceğine dair Şeytandan garanti almıştı.
O dönemde kimse tarafından tam olarak bilinmese bile bunlar son idamlardı. Kızların suçlamaları tam bir histeri krizi durumuna ulaşmıştı ve en sonunda Mahkeme Heyeti Başkanı Phips’in karısını bile cadılıkla suçladılar. Bunun sonrasında 29 Ekim tarihinde Phisp mahkemeyi dağıttı, fakat hapishaneler cadılarla doluydu. İşlemlerin bitirilmesi için umumi mahkemeler görevlendirildi, artık davalara Salem’de değil her cadının kendi yaşadığı kasabada bakılıyordu.
Olayların sonuna doğru kızların gördüğü hayaletler mahkemece delil olarak kabul edilmeyince suçlamaların büyük bir kısmı düşmüş oldu. En son davaya ise Mayıs 1693 yılında bakıldı ve kalan diğer tüm sanıklar suçsuz bulundu. Böylece kabus artık sona eriyordu. Aslında olayların başlamasına sebep olduğuna inanılan Tituba serbest bırakıldı ve mahkeme masraflarının karşılanabilmesi için bir köle tacirine satıldı.
(Mahkemeye Özel Not: O dönemlerde sanıkların çoğu suçlamaları inkar ettikleri için tutukluluk süreleri ve davaları uzun sürmüştü ve tabiki işkence gördükleride katılırsa ortaya çıkan tüm masraflar sanıklara ödettirildi.)
O dönemlerde yaşanan olaylar bu güne kadar video film piyasalarında bulunan bir çok filme konu olmuştur ve hala Salem kasabasına bir çok turist çekiyor. Cadıların gömüldükleri o sığ mezarların bulunduğu tepe aslında çoktan yüksek binalarla kaplanmış durumda ama söylentilere göre hala asılanların hayaletleri ortalıklarda dolanıyor... Kaynak:Pagan.Psisik.com
9 notes · View notes
tanhapayiz · 10 years
Text
Yule Hakkında
Tumblr media
Yule-Kış gündönümü;
Her şeyden önce kış gündönümü; güneşin Oğlak burcuna girmesidir. Oğlakta güneş 0 derecelik açı yapar. 0 derece yaşam enerjisinin başlangıcıdır.Bunun için bugüne “ayna günü” denir.21 Aralık en uzun ve karanlık geçen gecedir.
Böylece güneşin dünyaya dönüşü için yol açılmış olunurdu. Cam kenarında mum yakmak ve evlerde yılbaşındaki gibi ışıklı ağaçlar bulundurmak günün diğer sembollerindendi. Eski insanlara göre bugün yeni yılın başlangıcıydı.
Bu mevsim ayrıca hayvan sürülerinin içinden en iyi hayvanların seçilip alındığı ve sadece onlara yiyecek ayrıldığı bir mevsimdi (aralık). Çünkü ancak çetin kış şartlarında genç ve güçlü hayvanlar sağ kalabiliyordu ve bunlar baharda çoğalıyordu. Bunun için güçsüz ve yaşlı olan hayvanlar ya önceden kurban ediliyordu ya da kesip tuzlanarak saklanıyor veya şölenlerde ziyafet olarak sunuluyordu.
Yılın bu zamanında birçok başka erzak içinde ticaret yapılırdı. Hava şartları nedeniyle yılın bu zamanında avlanmak çok zordu. Ayrıca kuzey bölgelerinde tarımsal faaliyet olmazdı. Böylece insanlar bir şeyler yapmaya ve yaratmaya zaman bulurlardı.
İşte bu hediyeler halen kış gündönümünün değişmez birer parçasıdır. Aslında bu hediyelerin türemesi eski zamanlarda ticarette yapılan yalakalıklardan öteye gitmez;) Ancak insanlar çeşitli ülkelerde yeni yıl için iyi şans getirsin diye eşyalarını takas ederlerdi. bu gelenek yule’da halen devam ettirilir. TEK KURAL BU HEDİYELER TAMAMEN KİŞİ TARAFINDAN YAPILMALI YANİ EL YAPIMI OLMALIYDI!
Kış gündönümünün ana teması(21 Aralık yani) genelde güneş ışınlarının yeniden artarak dünyaya dönmesi olan coğrafi olayın efsanelerle kutlanması ve bu doğal dengeye ayak uydurmak için pratik çalışmalar yapmaktır. (23 Eylülden itibaren yaşlı kral(tanrı) ana tanrıça tarafından toprağın altına veya cehenneme gönderilir ve 21 Aralık günü oğul veya genç sevgili olarak yeniden yeryüzüne doğar) Birçok gelenekte Tanrıça güneşin doğmasını yeniden sağlayarak bunu gerçekleştirir ve dikkat ederseniz bu doğal olguda ölüm ve yeniden doğuş kavramları gizlidir!
Bu döneme aslında “Yule Kütüğü” de denir, Yule kütüğünün sembolizasyonu gene ölümdür. Ata Druidler Ulu ağaçlara tapardı çünkü ağaçlar ilahilerin dünyadaki sembolleriydiler.(Druidlerin ağaç takvimi ve ağaç astrolojisi de ilgilenmeye değerdir) Birçok sununun yanı sıra ağaçlar için dualar, ilahiler ve durmaksızın şarkılar söylenir, kurbanlar verilirdi. Bu dönemde “iyi sağlık için(wassailling)”bir günleri olur ve “iyi sağlık tatili” yapılırdı.
Dekorasyonlar; ökse otu, çobanpüskülü, sarmaşık, küçük otlar ve kokina çiçekleri(hani şu yılbaşının meşhur dikenli kırmızı çiçekleri) ile yapılırdı ve ateş yakılırken şarkılar söylenirdi. Yule kütüğü kurban edilmiş(yeraltına yollanan) Tanrıyı sembolize eder. Druidler ulu ağaçların kurban edilmesiyle Güneş Tanrının geri geleceğine inanırlardı. Roma’da Aralığın ilk 12 günü (saturnalia dedikleri bir dönem)güçlü bir ağacın devamlı her gün yakılmasıyla bunun sağlanacağına dair bir inanç vardı(bak sen Katolik Roma’ya) Yule kütüğünün bir parçası evi ve içinde yaşayan insanları korusun diye saklanırdı(o günkü ateşte yakılan bir kütükten bir parça yani) taa ki gelecek yılki yılbaşı-Kış gündönümüne kadar. Gelecek yıl bir sonraki yule kütüğü bu eski kütük parçasıyla tutuşturulurdu. Bu ebedi ateşin son kalıntısıydı! Ve Tanrılarla Tanrıçaları onurlandırmak için saklanırdı.
Bu ayda hiyerarşik toplum düzeninde de değişimler olurdu. Mesela köleler azad edilirdi, utangaçlık ve çekingenlik bir kenara itilir alkol ve şehvet yasal hale getirilirdi.
Tüm bu nedenlerden ötürü bugünkü Noel-yılbaşı kutlaması aslında bir pagan festivalinin allanıp pullanan sürümüdür. Noel ayı bilindiği gibi İsa’nın doğumu üzerine vurgulanır. Ailelerin ve arkadaşların bir araya geldiği, hediyelerin verildiği ve Amerikan kültüründe 150 yıllıkta olsalar geniş bir yere sahip olan bir kutlamaya dönüşür kış gündönümü.
İsa hakkında aslında kesin bir doğum tarihi bilinmez. Mitraik inançta tesadüfe bakın ki (Hıristiyanlıkta İsa’da görüldüğü gibi) Mitra’nın doğum günü 25 Aralık olarak kutlanırdı. Yani bugünkü Hıristiyan âleminin İsasının doğum günü ve Noelleridir.
Dönem Roma İmparatoru Konstantin pratik bir kuralcıdır ve Hıristiyanlığı benimser. 21 Aralık kutlamalarını pagan halka yasaklar. Ancak ne olursa olsun kutlama yapılacağını düşünen Konstantin çareyi “25 Aralığın İsa’nın doğum günü olarak kutlanmasını” emretmekte bulur. Aslında Romadaki Hıristiyanlar bile bu tarihe itaat etseler de doğru olmadığı konusunda hemfikirdirler.
İncil ve erken dönem Hıristiyanlığı bu gibi safsatalar yerine İsa’nın yeniden dirilişiyle ilgilenirler. Dikkat edersek burada da aynı 21 aralık kutlaması gibi ölüm ve enkarne olma olguları işlenir ve Güneşin oğlu sıfatıyla tanrılaşan İsa’nın ölümsüzlüğü, bu yeniden dirilişle kanıtlanır.
Çam ağacı aslında tüm süslemeleriyle Druidlerin ağaç ibadetlerinden kaynaklanır. Çelenkler hayat çemberini, Tanrıça’nın sonsuz döngüsünü (ayın daire biçimli evreleri), ve de esrarengiz hayvan yılanı sembolize eder. Üzerindeki ışıltılı süsler güneşin geri dönüşünü kuvvetlendirmek içindir. Parlak cam toplar kötülüğü ve kem gözü geri yansıtsın diyedir. Şeker çubuklarsa aslında dilek çubuklarının yeniden anımsanmasıdır. Beyaz ve kırmızı renkteki baston şekerler Bu renklerle Tanrıça’nın sütü ve kanı(hayat suyu) vurgulanır. Buzul saçakları bereket büyüsüdür. Bu saçaklar baharda gelip toprağı yeşertecek yağmuru simgeler. Çanlar evin havasını arındırmak için ve dost ruhları davet için asılır. Çam ağacının tepesindeki yıldızsa aslında pentagramdır. (hava-toprak-ateş-su ve kutsal ruh) en tepede bulunmasıyla göğe yakın tanrısal bir sembol haline getirilir.
Çobanpüskülü ve sarmaşık, erkek ve dişi olarak; kadına ve erkeğe iyi şans ve üretkenlik getirir. Çobanpüskülü, küçük otlar, konik çamlar, meşe palamutları Tanrıyı, tamamlanmış bir çember şeklindeki çelenkse hayat çarkını ve Tanrıçayı temsil eder. Bu çelenk niyetlere göre kurdeleler ve Tanrı bitkileriyle dekore edilirdi. Böylece Tanrı ve Tanrıça tek bir kombinasyonda dekore edilmiş olurdu.
Tabi ki ökse otu bu mevsimin ve bugünün en bilindik bitkisidir. Bir parazit gibi yüksek ağaçların altında yetişir. Rüzgârla gelen tohumlarının Tanrı tarafından ağaca getirildiğine inanılırdı. (büyük bir ihtimalle ışıklı bir yıldırım veya güneş tarafından). Bunun için ökse otu halen mucizevî bir şifaya sahiptir. Ökse otunun yeşerdiği ağacın otun üzerindeki dalına “altın ağaç dalı” denirdi. Kuvvet, iyi şans ve birçok büyüsel ve mistik yetenek için ökse otu kutsal bitkiydi.
İskandinav ülkelerinde düşmanlar bu altın dalın altında toplanır ve asla bozulamayacak barış anlaşmaları yaparlardı. Ökse otunun yanında ağacın altında barış ve sevgi yeşerirdi. Günümüzde yılbaşlarında ökse otunun altında öpüşmekte buradan türetilmiştir. Kaynak:Pagan.Psisisk.com
3 notes · View notes
tanhapayiz · 10 years
Text
Aylar ve Maji
Tumblr media
Ocak : Bu ay korunma ve güvenlik için ritüellerin ve çalışmaların yapıldığı zamandır.Tedavi için yapılan majilerde en etkili dönemdir.
ŞUBAT: Sağlık ,ilk önce.tadavi ve bunlar için kullanacak yiyecek ve içeceklerin yapılması,motivasyon için yapılacak çalışmalara uygun aydır.
NİSAN: Olasılıklar,mutluluk ve yeni meşguliyetlere başlamak için yapılan ritüeller.
MAYIS : Büyüme,gelişme ve büyümeyi devam ettirmek için yapılacak çalışmalarda kusursuz bir aydır.
HAZİRAN : Bu ay en iyi ritüellerin ve çalışmaların yapıldığı aydır(sevgiyle ve iyi nedenler için)
TEMMUZ : Kişisel disiplin.otorite.güç için yapılan maji.
AĞUSTOS : Hayatın içindeki uyum,sakinlik ve barış için yapılan majilerin ayıdır.
EYLÜL : Ruhsal büyüme ve gelişme için uygun maji ayıdır.
EKİM : Hayatdaki değişiklikler için maji.
KASIM : Güç ve gerçekler için maji.
ARALIK : Kişisel benliğin.ruhun gelişmesi ve zenginleşmesi için yapılan çalışmalar. Kaynak:Pagan.Psisisk.com
9 notes · View notes
tanhapayiz · 10 years
Text
Cadı Avları
Tumblr media
1080 yılında Papa Gregor VII yaşanan büyük bir doğa felaketinin ardından yaptığı açıklamada bu olayın tanrının bir cezası olduğunu, ölmüş olan suçsuz kurbanların intikamı sonucu geliştiğini ve sadece bu öfkenin giderek artacağını ifade etmesinden sonra 1115 yıllında otuz kadın aynı günde yakılmıştır. 1585 yılında Trier’de o kadar çok kadın cadılık suçlaması ile yakılmıştı ki, iki köyde sadece iki kadın kalabildi. 1630 yılında ise Würzburg Bischof’u 1200 kadın ve erkeğin yakılmasına neden oldu. Toplu halde cadıların yakılması veya linç edilmesi olaylarının benzerlerini tarihde sıkça görmek mümkündür. Bu sayı bazen bir kaç ay içinde 250′den fazla kurbanı kapsamaktaydı. Bazı tek olaylarda sayı 500′ü bile buluyordu.
Bu dönemde cadı olarak yakılan, tarihe geçen ünlü kadınlardan Jeand’Arc kendi geleceğini saplamak isteyen diğer kadınların kaderini paylaşacak ve cadılık suçlaması ile 1430 yılında 30 yaşında iken yakılacaktı, tıpkı Agner Bernauer gibi.
Kadın figürü Hırıstiyanlık’ta şeytanın pek çok özelliğini içinde taşır, aynı özellikleri Islam ve Hinduzim’de de görmek mümkündür. Ayrıca cinsler arasındaki ayrım nedeni ile de kadınlar belirgin olarak cadılık suçlaması ile karşılalıyorlar. Cadı olarak yargılanan kadınların büyük bir kısmı yaşlı, dul kadınlardır. Yaşlı kadınlar erkek kontrolü altında yaşama dönemlerini geçirmiş, rahat hareket eden kadınlardı. Dul kadınları ise denetleyecek erkekler yoktu. Bu kadınlar ebelik, çocuk ve hastabakımı ile ilgileniyorlardı. Bu nedenle diğer kadınlar üzerinde belli etki kazanıyorlardı. Bütün bu özellikleri onları yeterince tehlikeli bir duruma getirmeye yetiyordu. 15. yy’da Papa cadıların gece uçtuğunu söylediği için, gece sokakta yalnız yürüyen yaşlı kadınlar şeytanın toplantısına gitmekle suçlanabiliniyordu. Kadınların süpürge ile uçtukları idda edilen bu yıllarda Leonardo de Vinci ilk uçak modelini çiziyor ama uçma denemesi başarısızlıkla sonuçlanıyordu.
14. yüzyılın sonlarına doğru Avrupa’da cadı sözcüğünün anlamı epeyce değişti. O sırada Avrupa, nüfusunun dörtte birinin ölümüne neden olan korkunç kara ölümün (Veba) sarsıntısı içindeydi; kutsal kitapta (Tevrat-Incil) sözü edilen kıyamet gününün yaklaştığı kanısındaydı. Yoksullar kilise ve soyluların baskısından kurtularak, Hırıstiyanlıkla ile daha eski gelenekleri kaynaştıracak yeni topluluklar oluşturmaya çalışıyorlardı. Devletlerin ve kiliselerin bu olaylara karşı tepkisi acımasız oldu. Kendilerine karşı gelen ya da farklı düşüneneleri - kafir- yakalıyarak işkence ile öldürdüler. Cadılar tüm kafirlerle birlikte kilisenin baş düşmanları ilan edildiler. Bunları ortadan kaldırmak için, Engizisyon adı verilen kiliseye bağlı mahkemeler kuruldu. Dönemin din adamları cadıların işledikleri ileri sürülen suçları içeren korkunç bir liste hazırladılar. Bu listede cadıların, şeytanla iş birliği yaparak ruhlarını satmakla doğaüstü güçler kazandıkları; şeytanın törenlerine katılmak için geceleri süpürgelerine binip uçtukları, hayvanlarla ilişki gerçekleştirdiği; Cumartesi günleri yemekli toplantılar düzenledikleri, çocukları şeytanın buyruğu ile çiğ çiğ yedikleri gibi akıl almaz suçlamalar yer alıyordu. Kiliselerde cadı ve kafirlere karşı toplatıların yapıldığı bu dönemde Yahudilere karşı da aynı amaçla toplantılar yapılıyordu. Cadıların Cumartesileri -Yahudilerin kutsal gününde- yaptıkları idda edilen toplantıları, onların su kuyularını Yahudilerle birlikte cüzzam virusu ile zehirledikleri iddaları, Yahudi ve cadı adının birlikte anılmasını, Yahudi düşmanlığının kökenini de göstermektedir.
Roma Katolik Kilisesi cadılık ve onların cezalandırılması fikrini sömürgecilikle birlikte dünyanın geniş bir bölgesine kendisi ile birlikte götürdü. 17. yy’da Ingiltere’de Oliver Crowell, Matthew Hopkıns adında bir generali cadıları yakmakla görevlendirdi. Cadı avcılığı 18. yüzyılın ortalarına kadar Iskoçya’da sürdü. ABD’de 1692′de Massachussetts eyaletindeki Salem’de birçok kişi cadılıkla suçlanarak yargılandı ve asıldı. 1996 yılında Güney Afrika’da 300 insan cadılık suçlamasıyla yerel mahkemelerde yargılanıp öldürüldü; Nelson Mandela buradan kaçan insanlar için Pietersburg’da mülteci kampı oluşturdu. Batı Afrika ülkelerinde meydana gelen tetanos salgını üzerine çocuk ölümlerinin yükselmesinden sonra hükümet radyodan yaptığı açıklamada ölümlerden cadıları sorumlu tuttu, ardından pek çok yaşlı kadın cadılık suçlaması ile öldürüldü.
Fransız devrimcisi J. Michhelt (1789- 1874) cadıları halkın doktorları olarak niteliyor ve onların feodalizmin bir kurbanı olduğunu belirtiyordu. Etnolog Malinowski cadıların yakılması olayının toplumların kriz dönemlerinin bir sonucu olduğunu belirtiyor. Kaynak:Pagan.Psisisk.com
3 notes · View notes
tanhapayiz · 10 years
Text
Cadılık
Tumblr media
Cadılık da tarih kadar eskidir ve eğer mağara resimlerinin belli bir bakış açısından yorumuna bakılırsa tarih öncesinde bile olmuştur. Ancak cadı fenomeni, büyünün aksine bütün kültürlerde bulunmaz. Örneğin Kalahari Çölünde yaşayan Bushmanlar ve Andaman Adaları yerlilerinde cadı inancı hiç yoktur. Java yerlileri büyüye inanırlar fakat teknik olarak cadılığı kabul etmezler. Araplar ve Müslüman toplumların çoğunda kemgöz inancı olmasına rağmen, hatta hortlak inançları bulunmasına rağmen klasik bağlamda cadı inancı yoktur. Türk toplumunda ise Büyü sözcüğü eski Türkçe'de bir çeşit gelecekten ve tanrıların isteklerinden haberler veren şaman türü olan Bökü, Bögü sözcüğünden geldiği halde cadı sözcüğü Farsça Câdû kelimesinden doğrudan doğruya alınmıştır. O halde kültür olarak cadıyı yaratmamış, komşu kültürlerden almıştır. Ama gene de bugünkü Türk halkı için cadı sözcüğünün belli bir anlamı vardır. Dolayısıyla kültürümüze yerleşmiş bir kavram sayılmalıdır.
Cadı tipi uygarlık bakımından fazla gelişmemiş ve teknolojik olarak geri konumdaki küçük toplumlarda oldukça önemli bir işlev görür. Böyle topluluklarda ilişkiler kişiden kişiye ve doğrudandır. Kurulan ilişkiler uzun sürelidir ve kolay kolay bozulmaz. Böyle durumlarda bir cadı, bir kem göz inancı ilişkiler içindeki olumsuzlukları, beklenmedik çatışma ve sürtüşmeleri açıklamak için bir çaredir. Örneğin birdenbire kocasını bırakarak başka bir erkeğe kaçan ya da başkasıyla ilişki kuran bir kadına büyü yapıldığının kabulü ailenin iç yapısının saydamlaşmasını engeller. Bu büyüyü bir cadının yapmış olması ise olayı "Faili Meçhul" hale getirir. Böylece küçük kabile ya da köyde kimse suçlanmamış olur. Cadı, inançların çoğunda kadındır. Ama genel olarak bakıldığında bu cins ayrımının pek tutulmadığı, erkeklerin de oldukça sık olarak cadılıkla suçlandığı görülmektedir. Avrupa kültüründe cadı yaşlı, zayıf bir kadındır. Fakat oldukça genç ve etli butlu kadınların da cadı olarak yakıldığı biliniyor. Birçok siyah Afrika kültüründe ise cadı, yediği insan eti nedeniyle şişman birisi olarak düşünülür.
Cadılık, büyüler ve lanetlenmeyi kapsayan inanç sistemlerinin belki en önemli özelliği, bunların kapsadığı unsurlar arasında kurulan süreklilik ve dengedir. Sir Edward Evan Evan-Pritchard'ın 1937'de yayınlanan yapıtı "Azande Arasında Cadılık, Kehanet ve Büyü"de verdiği ana mesaj şudur; Zande halkı başlarına gelen herşeyi büyü ve cadılıkla açıklamaktadırlar. Bu inanç onlara herşeyi açıklayan bir sistem sağlamaktadır. Böyle bir nedensellik sistemi onları güvensizlik ve şaşkınlıklardan korumakta, toplumdaki gerilimleri yönlendirmek olanağı sağlamaktadır. Örneğin birisi hastalandığında bu mutlaka büyü sonucudur ve bu büyü daha güçlü büyülerle ortadan kaldırılmalıdır. Bu daha güçlü büyü işe yararsa hasta iyileşir. (Aslında hastalıkların büyük çoğunluğu zaten kısa zamanda iyileşir ya da akut tablodan çıkarlar). Eğer beklenen iyileşme olmazsa o zaman bu, karşı büyünün yetersizliği, uygunsuzluğu ya da araya düşmanca büyüler girmiş olmasındandır.
Polonya asıllı bir İngiliz antropoloğu olan Michael Polanyi, cadılık gücüyle ilgili Zande halkının inançlarını bu dolambaçlı düşünceyle karakterize olarak tanımlamakta ve buna "episiklik özen" adını vermektedir. Önceden bilinebilen başarısızlığın ikincil açıklanması demek olan bu özellikten başka ona göre bu inançlarda "bastırılmış nüveleme" adını verdiği, cadılık gücüne karşı itirazların teker teker geçersiz kılınarak ileride büyü ve cadı gücüne karşı yeniden bir tehlike oluşturmalarının engellenişi de ikincil bir özellikti. Böylece dolambaçlılık, episiklik özen ve bastırılmış nüveleme Polanyi'ye göre modern bilimsel kuramların da özelliğidir. Bir başka çağdaş düşünür olan Thomas Khun da bilimsel paradigmaların, yani egemen kuram sistemlerinin, kendilerini tahrip edebilecek istisnalardan daha dayanıklı olduklarını ve ancak yeni bilim kuşaklarının sahneye çıkmalarıyla terkedildiklerini belirtmektedir. Cadılığın açıklanmasına yönelik kuramsal yaklaşımlar da büyü ile birlikte anlatılanlar gibi ve çok çeşitlidir. Eski Ortadoğu'da büyü inançları, daha önce anlatıldığı gibi çok canlı olarak yaygındı. Beyaz büyü sayılabilecek olan bir çok olay eski Mezopotamya, Mısır ve Kenaniler'de tanrılara, kahramanlara ve sıradan insanlara bağlı olarak tanımlanmaktaydı. Özellikle Mezopotamya'da karabüyü korkusu da çok yaygındı ve bu konu yasalara da girmişti. Bu arada ölülerin diriltilmesi ya da dirilebileceği inancıyla birlikte ölümle yargılanan bu cadıların dirilerek intikam alabileceği, çeşitli nedenlerle hortlayan ölülerin yaşamlarında karşılaştıkları haksızlıklar ve düşmanlıklardan öç almak için etkin olabilecekleri inancı da Mezopotamya'daki kötü ruh kavramının önemli bir parçasıydı. Böylece kötü ruhlar, kötü ruhların ele geçirdiği insanlar, ölümle yargılanmış karabüyücüler kavramları biraraya getirildiğinde "Cadı" kavramının bütün tarihsel ögeleri de biraraya gelmiş oldu. Aynı bölgede gelişmeye başlamış tektanrılı inanç, yani Musevilik de, İbrani halkının da zengin bir tektanrı öncesi inanç sistemi ve tıpkı öbür Mezopotamya inançları gibi kötü tanrılar ve kötülük yapan ruhlar kavramı olduğu için, bu inançları yadsımamış, onlarla mücadeleyi iş edinmiştir. Böylece tek tanrılı dinler de kötü ruhların ve doğaüstü güçlerin varlığını yadsımamakta, tersine bunları var kabul ederek onlarla savaşa girmektedir. Bu tutum cadıların kötücül gücünün tasdik edilmesi ve ispatı anlamını da içermektedir. Kutsal kitapta Samuel'in 1. kitabında 28. bapta anlatılan En-Dor'lu cinci kadın tipik bir cadıdır ve Kral Şaul'un isteği üzerine Samuel'i diriltmektedir. Hezekiel kitabında da Pagan tanrılara bağlı olan ve her türlü mekruh işi yapan ruhlara egemen olan kadınlardan sözediliyor. Bu da açıkça cadılık ve büyücülük demektir. Bunlar tanrının istek ve emirlerine açıkça karşı koymaktadırlar. Kitab-ı Mukaddes'te daha bir çok yerde büyücülerden sözedilmektedir. Onlara Yahvenin gazabıyla ölüm bildirilmektedir. Yeni akitte de bu tür eylemler ahlakdışı ve tanrıya karşı olarak belirtiliyor.
Buna karşılık eski Yunan ve Roma'da yalnızca kara büyü cezalandırılmakta ve iyicil olan ise tersine faydalı bulunmaktaydı. Mezopotamya tanrıları gibi Yunan ve Roma tanrıları da insanlarla aynı duyguları taşıyabilir, kıskanabilir, öfkelenebilir ve kin güdebilirdi. Diana, Selene, Hecate gibi tanrıçalar tıpkı yeryüzü büyücüleri gibi belirli törenler ve tekerlemelerle kara büyü uygulamaktaydılar.
Roma İmparatorluğu sınırları içinde ve çevresinde yerleşik olan Germen halkları arasında cadı kavramı aynen daha sonraki dönemlerde olduğu biçim ve özüyle çok yaygındı. Kara büyü gücü, sosyal sınıflara bakmaksızın birçok ailenin bireylerinde kalıtsal olarak bulunmaktaydı. Bu yaygın inanışın ardında aynı bölgelere yayılmış olan bir önceki kültür olan Kelt Druidleri'nin efsanelerinin bulunması büyük bir olasılıktır. Yaklaşık olarak Germenlerin cadı kavramı kapsamındaki etkinlik ve eylemleriyle Kelt Druidlerinin etkinlikleri çakışmaktadır. Özellikleri de aynı gibidir. Özellikle kadınların cadı olarak itham edilmesi Germenlerde sözkonusuydu. Onların çizmiş olduğu cadı tipi daha sonra Avrupa'da yaygın olan tiptir. Germenlere doğuda komşu olan Slav halklarında da aşağı yukarı aynı nitelikte cadı inancı yayılmıştı. Hıristiyanlaştırılmaya başlanan İspanya ve Galya'da gerek sivil yasalar gerekse kilise yasaları erkenden cadılık ve büyücülüğü cezalandırmaya başladı. Frank kralları ve bu arada özellikle Şarlman bu tür uygulamalara karşı ölüm cezası başta olmak üzere ağır cezalar uyguladılar. Özellikle hızla Hıristiyanlaştırma işleminin yürütülüşü sonucunda yeni gelişen feodalite eski mülk sahiplerini sık sık büyücülükle ve cadılıkla itham ederek devlet kuvvetleriyle ortadan kaldırabiliyordu. Şarlman, imparatorluğu içinde çok sıkı bir haberalma örgütü kurmuştu. Her taraftan gelen ihbarlar kolaylıkla değerlendiriliyor ve böylece yeni düzenin, imparatora ve onu himaye eden kiliseye sadık kimse ve ailelerin kadrolaşmasına çalışılıyordu. Putperestlik, cadılık ve büyücülük bu kadrolaşmanın en kolay bahanesiydi. Kilise bu konuda cadılık ve büyücülüğü, bazen eski putperest inançların yürütülmesi olarak, fakat çoğu zaman da şeytanla gerçek işbirliği olarak mahkum ediyordu. Ama genellikle kilisenin tutumu, mensuplarını cadılık ve büyücülük gibi halk inançlarına karşı uyarmak ve korumaya çalışmak şeklindeydi. Bu tür uygulamalara karşı kuşkuculuk St. Boniface ve St. Agobard gibi kilise önderlerinin etkileriyle kilise hukukuna egemendi ve bu yüzden kilisenin tutumusivil devletinkine oranla çok daha yumuşak sayılabilirdi. Thomas, Aquinas ve Augustine gibileri ise şeytanla daha acımasız bir savaşı öngörüyorlardı. XII. yüzyıl sonrasında kilisenin tutumunda büyük değişim oldu.
XII. yüzyılda Arap kültürüyle temasın, alşemi ve astroloji üzerinde çalışmaların başlaması artık daha okur yazar kesimlerde ve kentsel bölgelerde de büyü benzeri uğraşlarla "doğanın büyüsü" gibi kavramlarla uğraşılmasına yolaçtı. 1484 yılında iki Dominiken keşişi, Heinrich Kraemer ve Johann Sprenger, Papa VIII. Innocent'ten Almanya topraklarında cadılıkla savaşmak için bir izin aldılar. İki yıl sonra bu ikisi "Malleus mateficarum" (Cadı Çekici) adıyla bir kitap yazdılar. Bu kitap Hıristiyanlık içinde demonolojinin, yani cin ve şeytan bilgisinin klasik ansiklopedisi oldu. Bu kitap halk inançlarıyla cin ve şeytanların ortaya çıkarılması yöntemlerinin ayrıntılı bir kılavuz kitabıydı. Bu kitabın otoritesi üç yüzyıl boyunca tüm Avrupa'da sürdü.
Malleus Maleficarum'da anlatılan demonoloji, cadıların gücünü onların şeytanla ilişkilerine, özellikle de cinsel ilişkilerine bağlayan sistematik bir kurum oluşturuyordu. Şeytan cadılarla, eğer kadınsalar erkek görünüşüyle (Incubus), erkekseler kadın vücudu içinde (Succubus) ilişki kurmaktaydı. Kitap bu cinsel ilişkinin çeşitli ayrıntılarını anlatıyor ve şeytan ve cinlerin kontrolü altına girmiş olan kişiden bu bilgilerin alınması için yol ve yöntemleri öneriyordu. Bunlar ağır işkence yöntemlerinden önce şeytanın önce tatlı dille, daha sonra tahkir ve korkutmayla kendini göstermesini sağlama yöntemleriydi. Avrupa görüşünde cadılar şeytanın, özellikle en büyük şeytanın yeryüzündeki akraba ve temsilcileri oluyorlardı.
Cadılar Avrupa kilise anlayışına göre vücutlarına çeşitli merhemler sürerek ve bazı şuruplar içerek havada uçabilir hale geliyorlardı. İstedikleri yöne uçmalarını sağlayan araçlar kullandıkları da olurdu. En bilineni süpürge sopasıdır. Cadılar buna ata biner gibi binerek havada hızla yol almaktaydılar. Bu uçuş genellikle "Cadı Sabbatı" denilen toplantıya gitmek için olurdu. Sabbat sözcüğü herhalde Yahudilerin haftanın yedinci gününe verdikleri addan alınmıştır. Ancak bu haftanın her günü olabilir. Sabbatı, cadılar hemen yakınlarda, ormanlık ya da tepelik bir yerde yapabilecekleri gibi, büyük toplantılar için bütün Avrupa'da tercih ettikleri belli yerler de vardı. Süpürge sopasının dışında teke, koç ya da köpek de taşıt aracı olarak kullanılıyordu. Cadıların özellikle sevdikleri yerler Almanya'da Hartz dağları üzerinde Brocken, İsveç'te Blocula, Rusya'da Kiev yakınlarındaki Çıplak Dağ, Fransa'da Auvergne'de Département du Puy-de Dôme idi. Özellikle toplandıkları tarihler de vardı. Bunlar 30 Nisan, 31 Ekim, 2 Şubat, 23 Haziran, 1 Ağustos ve 21 Aralık günlerinin geceleriydi. Gerek bu toplantı yerleri olarak bildirilen yerlere, gerekse ve özellikle tarihlere bakıldığında Avrupa cadı inançları üzerinde Kelt geleneklerinin, daha doğrusu o geleneklere karşı Hıristiyan misyonerlerinin ve ilk Hıristiyan cemaatlerin tepkilerinin ne denli önemli olduğu daha kolay anlaşılıyor. Adı geçen yerler Kelt döneminde Druidlerin ünlü toplantı yerleriydi ve verilen tarihler de Kelt inanışlarında kutsal olan bayram günleriydi. Teker teker söylemek gerekirse 30 Nisan günü Mayıs günü olan 1 Mayıs'ın arefesidir; 31 Ekim ise İngilizcesi All Hallows Eve (Tüm Mübarekler Yortusu) denilen günlerdir. O gecelerde Kelt Druidleri özgün toplantı festivallerini yapmaktaydılar. Bunlardan 1 Mayıs bilindiği gibi bugün de Chicago grevinin yıl dönümü olarak kutlanmasının dışında aynı zamanda Bahar Bayramı olarak kutlanmaktadır. 31 Ekim de, İngilizce adının zaman içinde kısalmış biçimi olan Haloween olarak İngiltere ve Amerika'da halen de kutlanmaktadır. Belirtilen diğer günlerden 2 Şubat Kış, 23 Haziran İlkbahar, 1 Ağustos Yaz, 21 Aralık da Sonbahar bayramı olarak Keltlerin kutsal günleridir. O halde ya Kelt inançlarını temizlemeye çalışan Hıristiyan misyonerleri o günlerde çevrelerinde yapılan putperest toplantıları için bu korkuyu yaymışlardır ya da yayılan Hıristiyanlığa karşı bilinen lanetlerini yağdıran Druidler o günleri özellikle lanetleyerek çevrelerine korku yaymaya çalışmışlardır.
Cadıların uçabilmek için kullandıkları merhemlere ilişkin olarak Malleus Maleficarum'un yazılışını izleyen üç yüzyıl boyunca sürüp giden ve yüzbinlerce insanın ölümüne neden olan cadı davalarında mahkeme kayıtlarına geçen birçok formül vardır. Bunlar incelendiğinde hemen hepsinin merkez sinir sistemine etki eden güçlü psikotrop maddeler içeren bitki özleri ya da tohumlarının, gene çok uyarıcı olan ve bu arada afrodizyak olarak da kullanılan bitki özü ve tohumlarıyla karışımlarının bir takım yağlarla karışımı yoluyla elde edildiği görülür. XIV. yüzyıl mahkeme tutanaklarından korunabilen bir tanesinde şöyle bir karışım sözkonusudur; 2 gr. Güzelavratotu, 3 gr. ayçiçeği çekirdeği, 5 gr sarmısak ve 5 gr. Banotu, 6 gr. Callamus, 6 gr. Cannabis yani esrar, 10 gr. buğday, 25 gr. kenevir yaprağı, 25 gr. Afyon, darağacında asılmış bir adamın iç yağıyla iyice karıştırılır ve bütün vücut bu merhemle ovulur. İnsan yağı kullanılmasının esrarengiz etkisi hariç, içyağı kullanımı bu maddelerde bulunan etkin alkaloidlerin deri yoluyla vücuda girmesini sağlayan bir yöntem oluşturur. Bu kadar maddenin birbiriyle karışarak oluşturduğu etki, bugünkü farmakolojik bilgiyle, kişinin çeşitli hezeyanlar ve halusinasyonlar yaşamasını gerçekten sağlar.
Cadı davaları, adı geçen kitap tanıklığıyla ve Papa VIII. Innocent'in buyruğuyla başlamıştır. Temeli İncil'deki "Efsuncu kadını yaşatmayacaksın" buyruğuna dayalıdır. Tipik bir davada bir başkan yönetimindeki yargıçlar kurulu karşısında Cadı yakalayıcı inquisition memuru, rahip-savcı olarak rol alır. Suçlanan kişi uzun süren işkencelerle yeterince konuşturulmuştur. Onun ifadesinin yargıçlar kurulunu gerçekte tatmin edecek açıklıkta olması zorunludur. Bunun için her denileni kabul edecek, hatta kendiliğinden saçmalayacak kadar "yumuşatılmış" olması zorunludur. En küçük falsoya yer bırakılmaz. Artık kişi bir an önce ölmeyi diler haldedir. Mahkeme önünde iki de avukat-rahip bulunur. Bunlardan birisi Advocato Diaboli (Şeytanın Avukatı), diğeri Advocato Dei (Tanrı'nın Avukatı) dır. Dava sonucunda cadı odun yığınları üzerinde yakılır. Cadıların kalbine kazık çakarak öldürmek, Nürnberg'in demir kızı adıyla ünlenmiş insan şeklinde demirden yapılmış ve iç tarafında sivri çiviler bulunan bir heykel içine kapatarak öldürmek, gözleri, ağzı ve alnı üzerinde demir çiviler bulunan bir maskeyi yüzüne kapatarak suertiyle öldürmek de kullanılan yöntemler arasındaydı. Bu davalarda hemen hemen 1000 yıllık bir dönemde yaklaşık 55 milyon insan yokedilmiştir. Bu sayı 2. Büyük Savaş'ın ölü sayısına eşittir.
A.D.J. Macfarlane adında çağdaş bir İngiliz tarihçi İngiltere'nin Tudor ve Stuart dönemlerini incelemiş, 1560'ı izleyen 120 yıl içinde Essex'te görülmüş 1200 davayı gözden geçirmiş ve bu cadı çılgınlığıyla ülkenin ve kıtanın içinde bulunduğu sosyo-ekonomik değişim arasındaki ilintiyi açıkça ortaya koymuştur. Davalar hep aynı modele göre işlemekte, davalar sonucunda bölgede servet hep aynı biçimde el değiştirerek yeni sosyal sınıflar oluşmaktadır.
Hemen not etmek gerekir ki cadı davaları yalnızca Katolik Kilise'ye özgü olmakla kalmamış, Protestan kilisesi de aynı tempoyla cadı davaları işletmiştir. Kiliseler zaman zaman bu davaların çok güçlü muhalifleri ve eleştirmenleri olmuşsa da davalar, Hıristiyan Ortaçağ yaşam görüşü tümüyle değişinceye, toplum yapısı değişinceye ve bilimlerle yeni gelişen endüstriyle bu inançlar temellerini tümden yitirinceye kadar sürmüştür. Protestan toplumununcadı çılgınlığına en iyi örnek iyi bilinen ve bir çok kez filme de alınmış olan Salem davalarıdır. Amerika'nın Massachusets devletinde bulunan Salem kasabası ilk Püriten Protestan kolonilerindendir. 1692'de bu kasabanın Protestan cemaat liderleri birdenbire böyle bir davalar dizisi başlatmış ve büyük bir toplumsal teröre neden olmuşlardır. Cadwick Hansen adında Amerikalı tarihçi bu konuyu yeniden ele almış ve Salem'de gerçekten büyük ölçüde büyücülük uygulandığı sonucuna varmıştır. Ama bu davalarda bir çok suçsuz insan da mahkum edilmiş ve tıpkı Avrupa'daki kader yoldaşları gibi odun ateşleri üzerinde can vermiştir. Son cadı yakma infazları 1749'da Würzburg'ta, 1751'de Endingen'de, 1775'te Kempten'de, 1782'de Glarus ve 1793'te Posen'de yapılmış olan 5 infazdır. Cadı davaları ilk olarak XIX. yüzyıl başında Prusya Brandenburg'ta resmen yasaklanmıştır. Ancak sivil davaların, işkence ve infazların yasaklanmasına rağmen, kanonik cadı davaları halen de sürmektedir. Vatikan'ın resmi bir dairesi olan Inquisition, halen de şeytanın yeryüzündeki işlerini takip edip durmaktadır. Kaynak:Pagan.Psisisk.com
11 notes · View notes
tanhapayiz · 10 years
Text
Sihirli Tozlar
Tumblr media
Asya ve Amerika şamanları dahil, Avrupa ve Afrika büyü gelenekleri ile, Voodoo geleneğinin de bir parçası sayılan tozlar, özel ritüel araçları arasında yer almıştır.
Bu tozlar, doğal minerallerin ve topraktan doğrudan alınan bitkisel bileşenlerin karışımlarıdır. Eski formüller çok çeşitlidir, en çok adı duyulanlar, Kükürt, Şeker, Tuz, Karabiber, Güherçile, Kırmızı Biber, Dardağan olmuştur. Aslında tozlar çok geniş bir yelpazede incelenebilir. Modern çağda, arındırıcı koku vermesi amaçlanan tozlar arasında talk tozu pudrası, zengin kokulu poşet tozlar ve tütsüler var.
Amerikan yerlileri sihirli gelenekleri içinde Ritüel Tozlarını üfleme yolu ile kullanmışlar. Büyülü daire oluşturmak, yollar çizmek, işaret koymak için tozlardan yararlanılır. Elbette dört kardinal yöne üflenmesi doğal bir işaretlemedir. Tozlar, sunak üzerine sihirli desenler çizebilmek için, ya da bir büyünün görsel niyetini işaretlemekte, kullanılabilir. İkram niteliği taşıyan aromaları içeren tozlar, içeriğine göre iyi ya da şer ruhların cezbedilmesine yöneliktir.
Çeşitli ‘’Tuz’’ların yanında, Simyacıların Abramelin tozu ve yağı ünlüdür. Manevi temizlik için çok çeşitli ağaç sakızları kullanılmıştır. Negatif alanları temizlemeye yarayan kükürt tozları, düşmanlar için siyah bir kömür tozu kullanımına dönüşmüş, uzaklara göndermek istenilen kişi için ayrı, cesaret dileyene, cazibe arayana ayrı tozlar önerilmiştir. Dolunay zamanı tozları, huzur tozları, cadıların uçma algısı için hazırladığı tozlar, peri tozları, yedi kutsal gezegenin gücünü, yetkilerini ve özelliklerini çağırmakta kullanılan tozlar, hep ayrı ayrı formüle edilmiştir.
Eski Geomansi uzmanları da, tozlardan sıklıkla faydalanmışlardır ki, hayvan tozları da bunlardandır. Belli zamanlarda, özel göksel konumlarda kurban edilen çeşitli hayvanların etlerinin kurutularak toz haline getirilmesi ve büyüde kullanılması özel sihirli toz yöntemlerindendir.
Astrolojik tabanlı büyü çalışmaları yapıldığında da, Zodyak poşet tozları oluşturulmaktaydı. Bunlar, zodyak’ın çeşitli işaretleri ve sembollerini tozlarla çizerek, zayıf astrolojik özellikleri güçlendirmek veya güçlü bir astrolojik özelliği yükseltmeye yardımcı olmak içindir.
Toz içecekler ise, şamanların çay olarak içtiği kahinlik tozlarından, mantarlara dek, her coğrafyadaki bitkilerin ve mantarların kullanımına dairdir.
VOODOO TOZ ÖRNEKLERİ.
Voodoo büyülerinde bir çok hayvan tozu kullanımı söz konusudur. Akrep, kertenkele, çıngıraklı yılan tozları mutlaka evlerin kapı altlarına atılır ve büyülenmek istenenin üzerinden geçmesi sağlanır. Sarı renkli kuş tüyleri de, ilginç biçimde toz haline getirilir ve hapiste olan kişiye kurtulması için yarar sağladığı düşünülür.
Voodoo örnekleri saymakla bitmez bunlardan biri de ayak izi tozudur. Güney Afrikalı kök büyücüleri tarafından kullanılan ve düşmanı alaşağı etmekte etkin olduğuna inanılan ve bu amaçla hazırlanan bileşik; Mezarlık tozundan , kükürt tozuna, tuzdan, kırmızı bibere , çeşitli hayvan kabuğu tozlarından, demir tozuna kadar çeşitli tozların karışımıdır. Tabi yılanın üzerinden sıyırdığı gömleğin tozu ve bir çok bitki tozu dahil, bir kişinin toprağa bastığı Ayak İzi’nin tozu da eklenerek kullanılmaktadır.
Eski bir Afro-Amerikan uğursuzluk tozudur. Özellikle, kurbanın ayaklarının şişmeye ve doktorları çaresiz bırakmaya aday olduğu haller gözlemlenmiştir.
1930’larda Kuzey Carolina'da, New Orleans’ta bu poşet tozun büyü amacı ile pazarlanması yaygındı. Bu toz, fiziksel bir zehir değil, büyülü yollarla, "doğal olmayan hastalık" ya da mağdurun ölümünü beraberinde getirmekteydi. Ayak izi tozu büyüsü, 1939 yılında yapılan bir blues şarkısı’na ilham olmuştu "Bilmiyorum" adlı parçada; ‘’Yatağını etrafına tozu serpin, sabah uyanan, kendi kendini ölü bulacak’’ sözleri ile anlatılan bu tozdu. Toz bazen, kurbanın çorap veya ayakkabısına yerleştirilmekteydi.
Zehirlenme belirtileri diyabetik ödem ve diyabetik nöropati ile birebir aynıdır. Ayak ve bacaklarda keskin ağrı ve şişmeyi, yürümedeki yetersizlik takip eder. Zehirlenme gerçekten ciddi bir durumla, kurbanın dört ayak üzerinde yerde sürünerek acı içinde bağırmasına ve ölmesine yol açabilir.
BÜYÜ DEĞİL ZEHİRLENME
Sonuçta açıkça görüldüğü üzere, büyü değil ama toksik maddelerin karışımı nedeni ile, zehirlenmenin gerçekleşmesi sözkonusudur.
BAZI BİTKİ TOZLARINDAN ÖRNEKLER:
Akasya yaprağı, kişisel gücü geliştirmek için kurutulur ve tozları yakılırdı.
Evlerde tuz çatlatmak, fesleğen kurutup tozunu yakmak veya serpmek, anason tohumu yakmak; nazarı kovmaktı.
Karayılan otu kökü; cesaretsiz kişilere serpilirdi.
Zambak kurutulur ve cüzdanda taşınarak para çekmeye yarardı.
Borage, Sığırdili, çokyıllık otsu bitkidir, tamamı dikensi tüylerle kaplıdır, kurutularak, bu dikenlerin aksine, ailede huzur ve iç ilişkilerde barış için kullanılmaktaydı.
Kimyon tohumu dövülüp poşetlere konularak, koruma için ve çocukları güvende tutmakta etkisine inanıldığı için kullanılıyordu.
Kereviz tohumu ise, gizli psişik güçleri artırmak ve kehanet rüyaları görmek için birçok kişi tarafından kullanılmıştır.
Tarçın tozunu, şans, para, ve sevgi çekmek için serpiyorlar, aynı zamanda arıtma ve korumada etkin olduğunu düşünüyorlardı. Kişniş çekirdeği tozu, sevgilisinin sadakatini isteyenlere göreydi.
Okaliptus tozu, kötü insanlarla buluştuktan sonra, enerjiyi temizlemesi için üste başa serpilirdi.
Rezene çekirdeği, bir kadını koruma altına almak ve küfürden uzak tutmaya yarayan bitki olarak yakalara serpilirdi.
Çemen tohumunun, refah ve para bulma amacı taşıması göz ardı edilmiyordu.
Kantaron kökünün, sizin ve sevdiğinizin adı yazılı bir kağıtla ayni poşet içinde bulunarak çantada taşınması da, yine sihirli tozlar açısından ilginç bir örnektir.
Keten tohumu, bütün olarak kullanılmıştır, çocukların korunması amacı taşır.
Manolya yaprakları, kurutulup toz haline getirilir ve poşete konulduğunda, evlilikte mutluluk, sadakat ve karşılıklı çekim için yatağın altında bırakılırdı.
Şeftali yaprağı, zihin açıcı bir tozdu ve öğrenmek isteyenlerin yastığı altında tutulurdu.
Çam iğneleri tozunun kötü ruhları kovduğu düşünülürdü. Kaynak:Okültizm ve Enerji(Ferda Ercan Uyulan)
10 notes · View notes
tanhapayiz · 10 years
Audio
4 notes · View notes
tanhapayiz · 10 years
Text
Tanrıça Hekate
Tumblr media
Mitolojide Hekate
Titanlar Savaşı
Hekate, Titanlar Savaşında Olympos tanrılarının yanında yer almış nadir Titanlardandır. Hesiodos, savaşı kazanan Zeus'un, yerdeki, gökteki ve denizlerdeki hakimiyetinden pay verdiği Hekate'yi, savaşta kendi tarafında saf tutmuş bütün Titanlardan daha çok onurlandırdığını söyler.
Devlerle Savaş
Hekate, ayrıca, Devlerle Savaş sırasında da tanrılar adına yararlılık göstermiş, Klytios adlı devi meşaleleriyle yakıp öldürmüştür.
Persephone'nin Kaçırılışı
Ama Hekate'nin asıl Demeter'e yardımı dokunur. Hades tarafından yer altına kaçırılıp tecavüze uğrayan Persephone'nin çığlığını tanrılar katında bir Hekate bir de Helios işitir. Kızının kaçırıldığını öğrenen Demeter, hemen Persephone'yi aramaya koyulur. Elinde meşalelerle köşe bucak dolaşır, bu arada acısından dokuz koca gün boyunca yemeden içmeden kesilir, yıkanmayı unutur. Fakat onuncu günün sabahında, şafak doğarken Hekate elinde meşalelerle çıkagelir ve Demeter'e kızının korkunç feryadını duyduğunu, ama bu işi hangi ölümlü adamın ya da hangi tanrının yaptığını bilmediğini söyler. Demeter ile Hekate, gerçeğin tamamını güneş tanrısı Helios'tan öğreneceklerdir. Efsanenin sonunda Persephone annesi Demeter'e kavuşur kavuşmasına, ancak bu hazin bir kavuşmadır, çünkü Persephone artık Hades'in karısı, başka bir deyişle Ölüler Ülkesinin kraliçesi olmuştur. Bu yüzden yılın en az altı ayını yer altında, Hades'le birlikte geçirmek zorundadır. Persephone'nin hikayesinin ayrıntılarına burada girmeyeceğim, bizim için şimdilik önemli olan, Hekate'nin bu olaydan sonra Persephone'nin vekili ve eşlikçisi konumuna yükseldiğini bilmektir. Hekate, Demeter ve Persephone aracılığıyla, Ölüler Ülkesi ile yakınlaşmış olur. Bu yakınlaşmanın bir göstergesi de Eleusis ve Pherai'de, Hekate'nin Hermes'le (Hermes Khthonios) birlikte ölülerin ruhlarına rehberlik ettiğine inanılmasıdır. Hermes Khthonios- Hekate Khthonia ikilisi bu kültlerde karı-koca dahi sayılmış olabilirler. Söz konusu kültlerde Hermes ile Hekate, Persephone'nin baharda yer altından çıkışıyla da alakalıdırlar. Persephone'nin yer altına kaçırılması hikayesiyle, baharın gelişini temsil etme görevi, bir yerde anne Demeter'le kızı Persephone arasında paylaştırılmış oluyor. Bu sayede aynı zamanda yaşam-ölüm döngüsü de kurulmuş oluyor ki Demeter ile Hades arasında Persephone vasıtasıyla kurulan bu yeni denge, arada yer alan Hekate ve Hermes'in varlığıyla pekiştirilmiş oluyor.
Hekate'nin Kutsal Hayvanları
Mitolojide Hekate ile sıkı sıkıya ilişkili olan hayvan, köpektir. Aradaki bağın sıkılığı bakımından, köpeklerden sonra kokarcalar gelir, kokarcaları da yılan, at, yabandomuzu ve inek izler. Hekate'nin köpekler ve kokarcalarla bağlantısı, bir takım metamorfoz (başkalaşım) mitleri ile açıklanmıştır; yılan, at, inek ve yabandomuzu ile Hekate arasında kurulan ilişki ise tanrıçanın üçlü (triform) tasvirlerine dayanır. Bu tasvirlerin bazılarında Hekate'nin, üç ayrı hayvan başı biçiminde üç adet başı bulunur. Örneğin, Eski Mısır uygarlığından esinlenmiş, Hermes Trismegistus inanışı eksenindeki antik Yunan ezoterik metinlerinde veya geç dönem Antikitenin büyüyü konu edinen papirüslerinde Hekate üç başlı olarak tasvir edilir; bu başların biri köpek, diğeri at, öteki ise yılan başı biçimindedir. Yabandomuzu ve inek başlarına sahip üçlü Hekate tasvirleri de bulunur. Fakat yukarıda da belirttiğimiz gibi, tasvirlerin ötesinde, köpek ve kokarcanın birer efsanesi vardır.
Kokarca
Kokarcadan başlayalım. Yılan, kertenkele, kurbağa ve böcekleri yiyen bu hayvanın evlerinde ya da evlerinin civarında bulunmasına insanlar eskiden çok da ses çıkartmazlarmış. Kokarcanın nasıl olup da Hekate'nin hayvanı olduğuna dair iki ayrı hikaye vardır. İlk hikayeye göre, kokarca, Hekate tarafından cezalandırılarak bir hayvana dönüştürülmeden önce, Gale adlı, şehvet düşkünü bir büyücü kadındı. Hekate, cadı Gale'nin doymak bilmez şehveti karşısında öylesine küplere bindi ki onu kokarcaya dönüştürdü. İkinci hikaye ise kokarcanın, bir hayvana dönüştürülmeden önce, Herakles'in annesi Alkmene'nin arkadaşı olan, Galinthias veya Galanthis adlı bir kız olduğunu öne sürer. Bu kızcağızın günahı, arkadaşı Alkmene'ye acıyıp tanrıçalara oyun oynamış olmasıdır. Zeus, kendisinden hamile kalan Alkmene'nin Herakles'i doğuracağı vakit yaklaştığında, kendi soyundan, pek yakında doğacak bir erkek çocuğunun, Zeus'un etrafındaki bütün tanrı ve tanrıçalara hükmedeceğini söyler. Hera, bu çocuğun Alkmene'nin oğlu Herakles değil de Nikippe'nin oğlu Eurystheus olmasını istediği için Alkmene'nin doğum yapmasını geciktirmektedir. Hera, bunu kader tanrıçaları (Moirai) ile Eileithyia adlı doğum ve ebelik tanrıçasının yardımları sayesinde yapabilmektedir. Hera'yla işbirliği içindeki bu tanrıçalar, Alkmene'nin yanına gidip ona rahat verdirecekleri yerde, Hera'nın buyruğuna uygun olarak, elleri kolları bağlı bir vaziyette, hiç kıpırdamadan oldukları yerde oturmaktadırlar. Zavallı Alkmene'nin sancıları dayanılmaz hale gelmiştir, ama bir türlü doğuramamaktadır. Galinthias'ın yüreği, arkadaşının bu durumuna seyirci kalmaya daha fazla dayanamaz. Alkmene'nin doğurmasına mani olan tanrıçaların yanına varıp onlara Alkmene'nin Zeus'a bir oğlan doğurduğunu, böylece de tanrıçaların artık herhangi bir hükmünün kalmadığını söyler. Haber yalan olsa da istenen etkiyi yapar ve hem kader tanrıçaları hem de Eileithyia, kendileri için tam bir felaket anlamına gelen bu uğursuz haberin verdiği şaşkınlıkla yerlerinden fırlayıp bir an için ellerini, kollarını serbest bırakırlar. Baskının ortadan kalktığı o kısacık an, Alkmene'nin Herakles'i doğurmasına yetmiştir. Elbette Galinthias'ın suçu cezasız kalacak değildir; tanrıçalar onu bir sansara ya da kokarcaya dönüştürmek suretiyle kandırılmışlıklarının acısını misliyle alırlar. Kızı neden kokarcaya çevirmişlerdir de başka bir hayvana çevirmemişlerdir, bu konuya gelince, sanırım o zamanlar sansar, gelincik ya da kokarca gibi hayvanların tuhaf bir biçimde çiftleştikleri ve yavrularını ağızlarından doğurdukları gibi bir inanış varmış da o yüzden. Artık her nasılsa, Hekate kızcağızın başına gelen bu duruma üzülmüş ve bu hayvanı kendisinin kutsal hizmetçisi ilan ederek yanına almış.
Köpek
Köpekler, Hekate'yle çok yakından ilişkili hayvanlardır. Hekate, sanat ve edebiyatta ya etrafında bir köpekle ya da köpek başlı olarak tasvir edilir ve tanrıçanın yaklaştığı sırada havlama sesleri duyulur. Ptolemaios Krallığı (M.Ö. 305 - M.S. 30) dönemindeki büyü konulu papirüslerde Hekate'den "kancık" veya "dişi köpek" diye bahsedilmiştir. Hekate'nin kutsal hayvanı olan köpekler, Trakya, Atina, Semadirek gibi kült merkezlerinde Hekate'ye kurban edilirlerdi. Pausanias, İzmir'in Menderes ilçesindeki Kolophon antik kentinde Hekate'ye kara yavru köpek kurban edildiğini söyler. Eski Çin'de de benzer bir anlayışla, yol ve kavşaklarda köpek kurban edilmiş olduğunu biliyoruz. Köpeğin, Hekate söz konusu olduğunda, doğumu mu yoksa ölümü mü simgelediği tartışmalı bir konudur. Çünkü köpek, bir yandan Eileithyia gibi doğumla ilgili tanrıçaların kutsal hayvanı iken öte yandan da Ölüler Diyarı ile irtibat halinde olduğunu bildiğimiz Hekate'nin etrafındaki huzursuz ruhların ve karanlık güçlerin bir temsili de olabilir. İngilizce Wikipedia'nın Hekate maddesinde bu konuda "doğum"dan yana bir tavır alınmış, fakat bunun tersi de aynı derecede doğru ve geçerli olabilir ki nitekim daha sonraki dönemlerde Hekate'nin etrafındaki köpek sembolüne tamamen karanlık bir anlam yüklenmiştir. Köpeğin insanlık tarihinde Önasya'da evcilleştirilen ilk hayvan olduğunu, ayrıca Eski Mısır mitolojisindeki çakal başlı ölüm tanrısı Anubis'i hatırlayalım. Mezarlıkların çevresinde dolaşan çakallar ölümün sembolü olduğu için çakal başlı Anubis de ölülerin koruyucusu ve yer altındaki rehberi idi. Hekate'nin de benzer biçimde, ölülerin Hades'e yolculuğunda onlara rehberlik ettiğine dikkatinizi çekerim. Her neyse, biz yine efsanelere dönelim. Hekate'nin köpeklerle, özellikle de dişi köpeklerle bağlantısı, mitolojide şu metamorfoz hikayesi ile açıklanır: Truva kralı Priamos'un karısı, kraliçe Hekabe (veya Hecuba), Truva Savaşı sonrasında şehir düşüp de çocuklarını yitirince acısından gece gündüz uluyan bir dişi köpeğe dönüşmüştür. Bazı efsanelerde bu dönüşümün, kraliçe öldükten sonra, Hekate tarafından gerçekleştirildiği anlatılır. Kraliçe ise ya kendini denize atarak ya da kral Odysseus tarafından Yunanistan'a bir köle olarak götürüldüğü sırada, yolda bir Trakya kralını öldürmüş olması nedeniyle Trakyalılar tarafından taşa tutularak öldürülmüştür. Efsanenin bu son versiyonuna göre, tanrılar Hekabe'yi kara bir köpeğe dönüştürürler; Hekate de bu dişi kara köpeği kendi kutsal hayvanı olarak tayin edip yanına alır. Bu hikayede Hekabe'nin bir biçimde uluyan bir köpeğe dönüşmesinin, evlat acısının ifadesiyle olan yakınlığı açıktır zannederim. Yavrularını koruma gayreti içindeki bir dişi köpek ne derece saldırganlaşabilirse Hekabe de acısından ötürü o denli saldırganlaşmış, deyim yerindeyse kudurmuştur. Sırası gelmişken, tanrıça Bendis'ten de bahsetmekte yarar var. Bendis, Trakya'nın ay ve avcılık tanrıçasıdır. Bu özellikleri nedeniyle Selene ve Artemis ile çokça özdeşleştirildiği gibi, kendisine köpek kurban edilmesi bakımından, tam anlamıyla Hekate'nin Trakya'daki temsilidir. Son bahsettiğimiz efsanede kraliçe Hekabe, Trakyalı tanrıça Bendis ile bir tutulmuştur.
Tekir Balığı
Barbun, barbunya veya tekir dediğimiz, pembe-kırmızı renkli deniz balıklarını bilirsiniz. Bazı kaynaklara ve kimi mitoloji uzmanlarına göre, bu balık familyası da Hekate'nin kutsal hayvanlarına dahildir. Bu sav, işe üçlü formdaki (trimorphos) Hekate ile tekir balığının Yunancadaki adı olan "trigle" veya "trigla"nın yakınlığına dikkat çekerek başlıyor. Sonra Atina'da kendisine tekir balığı kurban edilen bir Hekate heykelinin (Hecate Triglathena) bulunduğu söyleniyor. Nihayet, pis deniz dibi ortamından beslenip icabında leş dahi yiyen bu kan rengindeki balığın, sıfatlarından biri de "kaç içici" olan Hekate'nin karanlık imgesiyle örtüştüğü varsayılıyor. Hekate-barbunya ilişkisini çok ikna edici bulmasam da sayfamızda bulunsun diyerekten koyuyorum, tıpkı İngilizce Wikipedia'nın "Hekate" maddesinde de yapılmış olduğu gibi.
Kurbağa
Kurbağa-Hekate ilişkisinin modern Pagan literatürün bir icadı olduğu açıkça söylenmekte. Bu bağlantı neye dayanarak kurulmuş pek iyi? Kurbağa, amfibi bir canlı; diğer bir deyişle, arkaik dört elementin ikisi (su ve toprak) arasında kolayca geçiş yapabiliyor. Kurbağanın bu ikili yaşama yetisi, her iki alemde (dünya ve Ölüler Ülkesi; ya da Titanlar ve Olymposlu tanrılar) dolaşabilen Hekate'yi çağrıştırmış olmalıdır.
Hekate'nin Kutsal Bitkileri
Hekate, bitkilerden ilaç ya da zehir hazırlama konusundaki emsalsiz bilgisiyle Yunan mitolojisinin en tanınmış cadısı Medea'nın öğretmeni sayılır. Hekate'nin kutsal bitkileri arasında porsuk ağacı, servi, meşe, sarımsak, adamotu, geyikotu, güzelavratotu ve boğanotu sayılabilir.
Hekate'nin Özellikleri, Sembolleri ve Antik Sanattaki Tasvirleri
Hekate isminin "uzaktan işleyen, uzaktan etki eden" anlamına gelen "hekatos" (Ἑκατός) sözcüğünden türediği sanılır ki bu sözcük aynı zamanda tanrı Apollon'un sıfatlarından biridir. Öte yandan, "Hekate" kelimesinin Grekçeye uymadığı, bu sözcüğün muhtemelen Karya dilinden kaynaklandığı da yaygın bir görüştür. Hesiodos, Hekate'nin "kranlıkların kızı" oluşunu biraz da onun kökeni ile açıklar gibidir. Gerçekten de Hekate'nin babası, "yıkıcı" lakaplı Titan Perses, ismiyle Ölüler Ülkesi kraliçesi Persephone'yi, ayrıca Kirke ve Aeetes gibi büyücülerin anası Perseis'i çağrıştırır. Hekate'nin annesi Asteria ise gece, yıldızlar ve astroloji ile yakından ilgilidir. Hekate'yi Artemis'e bağlayan şey ise Asteria'nın kızkardeşi Leto'dur; Leto, bildiğimiz gibi, Artemis ve Apollon'un annesidir. Hekate'nin meşale taşıması, onun gecenin ya da Ölüler Ülkesinin karanlığıyla olan ilişkisini, ayrıca ölülere kılavuzluk etme görevini açığa vurur. Apollonius Rhodius, Argonautica'da Hekate'ye "Brimo" diye seslenir; Brimo, geceleri elinde meşalelerle dolaşan bir yeraltı sakini (nyktipolis khthonie) ve ölülerin kraliçesidir (anassa eneroi). Hekate, geceleri ölülerin hayaletlerine yeryüzünde rehberlik ederken etrafında uğursuz köpek ulumaları duyulur. Cadı Medea'nın sihir gücünün kaynağı Hekate'dir; ölülerin ruhlarıyla bağlantı kurarak kehanette bulunması ve Odysseus gibi kahramanlara yardımcı olmasıyla tanınan kahin Tiresias da Hekate ile temas kurar. Yine büyücü Kirke ve Aeetes'in otlara dair bildikleri her şeyi Hekate'den öğrendiklerini belirten kaynaklar da (Diodorus Siculus) vardır. Bu kaynaklarda bazen Kolkhis kralı Aeetes, Hekate'nin kocası, Kirke de bu çiftin kızları olarak geçer. Anahtar, Hekate'nin meşaleden sonraki ikinci önemli sembolüdür. Kilit yuvası ya da anahtar sembolü, muhtemelen, Hekate'nin Ölüler Ülkesinin, diğer adıyla Hades'in kapılarını açma-kapama yetkisine sahip olduğuna işaret etmektedir. Frigya'daki kapı biçimli mezar taşlarının birçoğunda Hekate'ninkine benzer bir kilit veya anahtar deseni vardır. Bu da bize, bir anlamda, ölülerin bir kapıdan geçerek mekan ya da boyut değiştirmelerini ve öteki alemde yeni bir eve sahip olduklarını anlatır. Hekate'nin meşalelerden kaynaklanan sıfatı "phosphoros" (ışık veren, ışık getiren), anahtardan kaynaklanan sıfatı ise "kleidoukhos"tur (anahtar tutan). Hekate'nin sembollerinden biri olan yılanlarsa tanrıçanın "khthonia" (yeraltından gelme) sıfatını pekiştirirler. Tahtta oturmuş Hekate tasvirlerinin bazılarında tahtın her iki yanında yılan desenlerine rastlanır. Daha geç dönemlerde Hekate tasvirlerine eklenmiş olan ip ve bıçak gibi, orijinal Hekate söz konusu olduğunda ikincil sayılabilecek sembollere Pagan literatürde çeşitli anlamlar yüklenmiştir. Neo-paganlara göre ip, göbek kordonunu ve doğumu, bıçak ise cadıların aldanışı bıçak gibi keserek gerçeğe çevirme gücünü temsil etmektedir. Hekate bir anlamda gecenin ve karanlıkların kızı olduğu için ay ile ilgili tanrıçalarla yakından ilişkilidir ki bunların başında da Selene ile Artemis gelir. Üç yüzlü Hekate tasvirlerinin de etkisiyle, zamanla (özellikle de Roma döneminde) Hekate-Artemis-Selene üçlüsü yaygınlaşmıştır. Bu üçleme, günümüzün neo-pagan anlayışları içinde "genç kız-anne-yaşlı kadın" kavramı veya modeliyle bağdaştırılmış, böylece Hekate de Robert Graves'in "Beyaz Tanrıça" kitabında popülerleştirdiği Üçlü Tanrıça kavramı çerçevesinde, bu kavramın veya prototipin üçüncü ayağı olan "yaşlı kadın" veya "acuze"/"cadı" figürü olarak belirlenmiştir. Üçlü Tanrıça, sadece kadınların yaşam döngüleri boyunca geçirdikleri üç ayrı aşamayı değil, ayın evrelerini (hilal, yarımay, dolunay) ve dünyanın üç krallığını (yer, gök, yeraltı) da temsil etmektedir. Helenistik dönemin bağdaştırıcı (senkretik) anlayışı içinde, Hekate'nin zaman zaman Eski Mısır'ın büyük tanrıçası Isis ve Mezopotamya mitolojisinde (Babil, Asur, Akad) Ölüler Ülkesini kocası Nergal ile birlikte yöneten tanrıça Ereşkigal ("yeraltının muhteşem hanımı") ile bağdaştırıldığı da olmuştur.
Hekate Tasvirleri
En eski Hekate heykelleri ve kabartmalarında tanrıça üç değil, tek yüzlüdür (monoprosopoz). Pausanias, ilk üç yüzlü Hekate heykelinin M.Ö. 5. yüzyılın sonlarına doğru, heykeltaş Alkamenes tarafından yapılıp Atina'daki Nike tapınağının önüne konduğunu söyler. Anadolu'nun Frigya ve Karya bölgelerindeki örneklerde, üç yüzlü Hekate tasvirleri ya tek ya da üç gövdeli, fakat her zaman altı kolludur. Nadir olmakla birlikte, Hekate'nin dört yüzlü tasvirleri de mevcuttur. Bazı tasvirlerde Hekate'ye köpek, at, yılan gibi hayvanlar eşlik eder.
"Kurtarıcı" Hekate
Hekate'nin sıfatlarından biri de "Soteira"dır (kurtarıcı). Nitekim efsaneye göre Hekate, Byzantion'un (İstanbul) Makedonyalılar tarafından işgal edilmesine engel olmuştur. M.Ö. 340-339 yıllarında Makedon kralı II. Philip Byzantion'u kuşatır. Makedon askerleri kente sezdirmeden sızabilmek için tüneller kazarlar. Fakat Hekate havlayan köpekler eşliğinde çıkagelip Byzantion şehrinin sakinlerini uyandırır, meşaleleriyle şehrin karanlıkta kalan yerlerini aydınlatarak düşmanların yerini onlara gösterir. Nihayet kuşatma altındaki kent tehlikeyi savuşturunca bu güzel olayı anmak ve kutlamak için Byzantion şehrinde tanrıça Hekate onuruna Bosporeia denen ve meşale yarışlarının yapıldığı gençlik şenlikleri düzenlenmeye başlanır. Ayrıca şehrin Hekate'ye duyduğu minnetin bir nişanesi olarak, Boğaz'daki bir tepeye de "Lampadephoros" anıt-heykeli dikilir. Bu hikayenin kaynağı, M.Ö. 6. yüzyılda İstanbul'da yaşamış olan Milet'li Bizans tarihçisi Hesychius'tur.
Hekate İnanışın Özellikleri, Merkezleri
Hekatesion
Hekate, Atinalıların, günlük nimetleri bağışladığı ve refaha kavuşturduğu inancıyla evlerinde tapındıkları koruyucu bir tanrıça idi. Kendisine sunuda bulunan veya yakaranları huzura ermemiş ölülerin ruhlarından koruduğuna inanılan Hekate'ye adanan tapınak ve sunaklar (Hekatesion), evlerin de şehirlerin de girişinde inşa edilirdi. Zamanla, üç başlı Hekate tasvirleri sadece evlerin ya da kentlerin girişlerine değil, üçyol ağzı biçimindeki, üçlü kavşakların başına da konur olmuştur. Yeni ay gökte belirdiği zaman bu sunaklara türlü yiyecekler bırakılırdı. Hekate'nin Roma mitolojisine Trivia ("Trivium", Latince "üçlü kavşak" anlamındadır) olarak geçmesi, kavşaklara konan bu sunaklar nedeniyledir. Hekate sunuları, en çok, kavşaklara et bırakmak suretiyle yapılırdı. Hekate tapınaklarının en önemlisi, kültün başlıca merkezlerinden biri konumunda olan antik Lagina kentindeydi. Lagina'daki Hekate tapınağının rahibeleri genç kızlar arasından seçilir, bunlar yılın belirli zamanlarında tanrıça onuruna düzenlenen festivallere katılır, törenlerde ellerinde Hekate'nin sembollerinden olan anahtarlar taşırlardı. Ayrıca hadım rahipler de tanrıçanın hizmetindeki görevliler arasındaydı. Trakya'da Hekate daha ziyade minör bir Hermes rolünde olup ıssız yerlerin, eşiklerin, geçitlerin gözeticisidir.
Hekate Deipnon'u
Hekate'ye ve ruhu huzura kavuşmamış ölülere Atina'da ayda bir, aysız gecede yapılan yiyecek sunusuna Deipnon (günün en mükellef öğünü, akşam yemeği) denir. Deipnon gecesini izleyen gece, antik Atina'da kullanılan takvime göre yeni ayın ilk günü sayılır ve Noumenia ("yeni ay") diye adlandırılan bu gece, tütsüler, çiçeklerden örülen çelenkler, şarap ve çörek eşliğinde kutlanır. Noumenia gecesi ay, gökte kıymık gibi, küçücük bir çizgiden ibarettir ve bildiğimiz hilal şekline ancak bir sonraki gece (Agathos Daimon, "iyi ruhlar" gecesi) kavuşur. Amacı hem ev halkını kötülüklerden arındırmak hem de intikam peşinde koştuğu düşünülen huzursuz ruhları yatıştırmak olan Deipnon, sunu olarak hazırlanan yiyeceğin kavşaktaki sunaklara bırakılması, kefaret kabilinden kurban kesilmesi ve hanenin temizlenmesi aşamalarından oluşur. Hekate'nin Deipnon gecesi yeraltından çıkartıp köpek ulumaları eşliğinde dolaştırdığı, intikama susamış kötü ruhlara çiğ yumurta, soğan, sarımsak, pırasa, balık ve geceye mahsus bir tür küçük çörek sunulur. Ayrıca bazı kaynaklarda Romalıların, her ayın 29'unu, Greklerin ise 13 Ağustos ile 30 Kasım günlerini Hekate'ye adamış oldukları belirtilir.
Hekate ve Iphigenia
Hekate inanışı Karya kökenli olabilir, çünkü Karya'da kız çocuklarına verilen isimler arasında Hekate isminin çeşitlemelerine rastlanmıştır. Hekate'nin Grek panteonunda Artemis ile çakışması, Hekate'nin gerçekten de Anadolu kökenli olup eski Yunan inanışına sonradan eklemlendiğine dair bir işaret sayılabilir. Bu eklemlenmenin nasıl gerçekleşmiş olabileceğine ilişkin bir açıklamayı, Hesiodos'un anlattığı, Hekate'yi Iphigenia'yla özdeşleştiren mitte bulabiliriz. Ünlü bir tragedya kahramanı olarak Iphigenia, bildiğimiz gibi Agamemnon'un, gemilerinin denize açılabilmesi için Artemis'e kurban etmek zorunda kaldığı kızıdır. Efsanenin bir başka versiyonuna göre ise Iphigenia, Kırım Yarımadası'ndaki bir Artemis tapınağının rahibesi idi. (Örneğin, Efes'teki Artemis tapınağının yakınlarında, "megabyzi" denen rahiplerin Hekate adına ayinler düzenlendiği bir yer bulunduğunu biliyoruz). Rahibe Iphigenia, Artemis'le ilgili görevlerini yerine getirmeyip tanrıçayı aşağılayınca kendini sonu intihara uzanan bir felakete sürüklemiş oldu. Gelgelelim, Hesiodos'a bakacak olursak, Iphigenia Artemis tarafından ölüme sürüklenmemiş, bilakis bir tanrıçaya çevrilmiştir. İşte çeşitli kaynaklarda, o devirde Kırım'da yerleşik halkın tapındığı bu tanrıçanın aslında Hekate olduğu belirtilir.
Kült Merkezleri
Hekate inanışının en önemli merkezleri Semadirek Adası, Aigina (Aegina) Adası, Eleusis ve Karya'daki Lagina antik kentidir. Belirli bir yöreye özgü olmayan, genel Hekate kültü, daha önce bahsettiğimiz ev ve kavşak sunaklarını içerir. Eleusis kentinde Hekate, Demeter ve Persephone ile beraber, Eleusis misterlerinin üç büyük tanrıçasından biri sayılmıştır. Pausanias, Aegina Adası sakinlerinin en çok Hekate'ye tapındıklarını, adadaki Hekate tapınağında Myron adlı heykeltraşa ait, ahşap bir Hekate heykeli bulunduğunu belirtir. Semadirek Adasında ise Hekate'ye bir mağarada köpek kurban etme adetinin bulunduğunu anlıyoruz. Anadolu'daki Kolofon antik kentinde de, benzer biçimde, Hekate'ye yavru kara köpek kurban edildiğini biliyoruz. Delos civarındaki küçürek Psamite Adasının ise Hekate'nin annesi Asteria'nın metamorfoza uğramış hali olduğuna inanılıyormuş. Lagina ise tapınağının büyüklüğü, genç kız ya da hadım erkekler arasından seçilen rahipleri ve Hekate onuruna düzenlenen yıllık şölenleri ile tanınmıştır. Hekate inanışına ve Hekate tasvirlerine Anadolu'da Karya, Frigya ve Paflagonya bölgelerinde rastlıyoruz. Buraya kadar andığımız şehir veya yörelerden başka, Hekate kültü, Pakhinos (Sicilya), Rodos, Pherai (Thessalia'da bir şehir), Trakya (Kuzey Yunanistan), Argos, ve Titane (Sikyonia'da bir şehir) yörelerinde de mevcuttu. Kaynak:YunanMitolojisi.com
3 notes · View notes
tanhapayiz · 10 years
Video
3 notes · View notes
tanhapayiz · 10 years
Text
Doğa ve Mevsim Döngüleri
Tumblr media
Wiccanlar ve cadılar 8 mevsimsel bayramı kutlamaktadırlar. Wiccanlara ve cadılara göre bu 8 mevsimsel bayram, doğanın ve dolayısıyla yaşamın döngüleridir ve bu döngülere uygun olarak tanrı ve tanrıçalara dua edip ve kutlamaktadırlar. Bu döngüler; samhain, imbolg, oestara, beltane, litha, lammas, madron yule’dur. Bunlar arasında Samhain, Imbolg, Beltane ve Lammas gibi ana sabbatlar, çevrede ki doğal olgular gözlemlenerek belirlenmiştir.
Samhain
31 ekim günü kutlanır. Kış yağışları başlamadan önce, daha fazla hasatın toplandığı bir gün olarak belirlenmiştir. Dolayısıyla yılın başlangıcı ve sonudur. Bu yüzden başlangıçları ve bitişleri sembolize eder. Bu sebepten dolayı ölüm ve öte alem ile ilişkilendirilmiştir ve öte alem ile bu alem arasındaki perdelerin en çok açıldığı dönem olarak benimsenmiştir.  Bundan dolayı kötü ruhların geçişi engellenir, iyi ruhlarla irtibata girilmeye çalışılırdı. Özellikle vefat eden ataların ziyarete geldiğine inanılır ve perdeler aralandığı için kehanette bulunulurdu.
Bu dönemde tanrıçanın, bilge kocakarıya dönüştüğü ve Tanrının da avlara önderlik edecek avcıya dönüştüğüne inanılırdı.  Bu yüzden bilge tanrıçayı sembolize edilen, mor, koyu kırmızı ve siyah giysiler giyilir, avcı içinde koyu yeşil ve siyah temalar kullanılırdı.  Samhain, modern zamana “cadılar bayramı” olarak geçmiştir. Hâlbuki kökeni, druidlere kadar dayanmakta ve özellikle cadılar tarafından kutlanmaktadır.
Yule
21 Aralıkta kutlanmaktadır. Kış gündönümüne denk gelmektedir. Güneşin yeniden doğuşunun kutlandığı zamandır ve noel’in müjdecisi olarak bilinir. Çobanpüskülü tanrısı yerini meşe tanrısına bırakmaktadır. Tanrı koyu ve açık yeşil, tanrıça ise koyu kırmızı renk ile anılırdı. Kutlamak için genelde piyesler ve maskeler takıp roller yapılır, karanlığın yerini aydınlığa bırakması kutlanırdı. Meşe ile çobanpüskülü tanrılarının savaşı oynanır ve meşe tanrısının kazanması anlatılırdı.
İmbolgoestaramadron
2 şubatta kutlanmaktadır. Toprakta yaşamın ilk belirtilerin, ağaçların ilk tomurcuklarını açması ve koyunların doğum yapması kutlanırdı. Bu belirtiler, yeni yaşamında başladığı anlamına gelmektedir. Bu bayramda, bilge kocakarı tanrıça, bakire kıza dönüşür ve umudu getirirdi. Bu mum ayinleri ile kutlanmaktadır.
Tanrı, genç tanrıya dönüştüğü için rengi açık yeşil, tanrıça ise bakire kıza dönüştüğü için beyaz renk ile sembolize edilmektedir.  Tanrıça Bride (Briton, Brigantia, Bridget) onurlandırılır ve onun adına kutlama yapılmaktadır. Eski zamanlarda bu tanrıçayı sembolize etmek için beyaz uzun giysiler giyip, mumdan oluşan taçlar takarak kutlanırdı. Hala daha modern cadılar ve wiccanlar tarafından beyaz giysiler ve beyaz çiçeklerden oluşmuş taçlar ve mumlar ile kutlama yapılmaktadır.
Oestara
21 Martta kutlanmaktadır. Bereket bayramı olarak da bilinir. Gün ve gece dengeye gelmektedir, bu yüzden dengenin bayramıdır. Eski korkuların, endişelerin, suçlulukların bir kenara bırakılıp umutla geleceğe bakılması sağlanır ve bunun için kutlama yapılırdı. Toprağın yeniden doğuşu, kendini yenilemesi gibi cadılar ve wiccanlarda bu bayramda yenileneceklerine inanmaktadırlar.  Genelde sarı ve açık yeşil tonda renkler tercih edilmektediri
Beltane
1 mayısta kutlanmaktadır. Yılın en önemli bayramlarından biridir. Tanrıça genç kız, bekâretini kaybederek, olgunlaşmakta ve dengeyi sembolize eden anne tanrıçaya dönüşmektedir. Bu dönüşümden dolayı masumiyet ve saflıktan çıkılıp, dengelenmeyi anlatmaktadır. Aydınlık ile karanlığın eşiği, geçişi ve dengesi olarak sembolize edilmektedir.  Haliyle sorumlulukların alınması, yeni görevlerin edinilmesi ve evlenme dönemi olarak bilinirdi. Eski zamanlarda evlilikler veya birleşmeler beltane gününe denk getirilir ve tanrı ile tanrıçanın evlenmesi sembolik olarak gerçekleştirilirdi.
Samhain gibi, beltane’nin de geçiş günü olduğuna inanılmakta ama bu dönemde geçiş yapan ruhların muzip ruhlar olduğuna inanılmaktadır. Kurnazlıklarıyla ünlü olan Pan, Puck ve İskandinav tanrısı olan Loki çağırılmakta ve onlar onurlandırılmaktadır.  Bu bayramda tanrıça için gümüş, tanrı için altın renkler kullanılmaktadır.
Litha
21 Haziranda kutlanmaktadır. Gündüzlerin kısalıp gecelerin uzamaya başladığı bu dönem güneşin gücünün en üst seviyeye çıktığı dönem olarak kutlanmaktadır. Bu yüzden güneşe dair tanrı ve tanrıçalar onurlandırılır, güneşin ışıklarıyla kutlanırdı. Bundan dolayı altın sarısı renkler genelde kullanılmaktadır.
Bu dönümde, meşe tanrısıyla çobanpüskülü tanrısının savaşının yeniden başladığına inanılır ve bu sefer çobanpüskülü tanrısının yendiğine inanılırdı ve bu sembolize edilirdi. Lammas
1 Ağustos kutlanmaktadır. Hasat bayramıdır ve mahsüllerin toplanmasını sembolize etmektedir. Bu yüzden önemli sabbatlardan biridir.
Eski dönem cadılarda, hasatlar toplandığı için büyük sevinçle karşılanır ve çocuklar, gençler, yaşlılar sevinç ile bu bayramı kutlarlardı. O yüzden dolayı modern wiccanlar tarafından bereket ve bolluğun, yeni başlangıçların ve başarıların gelmesi olarak yorumlanmakta ve bu boylamda kutlanmaktadır
Madron
21 Eylülde kutlanmaktadır. Gün ve gecenin eşit olması, her şeyin toplanması ve hasatın doruğa ulaşması kutlanmaktadır. Kişilerin, tüm tutsaklıklarından kurtulması, şifalanması amaç edinir ve bu amaçla ayinler yapılmaktadır. Aynı zamanda denge noktası olduğu için, zararlı alışkanlıklardan kurtulmak için bu bayramlarda tanrı ve tanrıçalara dualar edilmektedir. Kaynak:İndigodergisi
102 notes · View notes
tanhapayiz · 10 years
Video
4 notes · View notes
tanhapayiz · 10 years
Text
Samhain Festivali (Cadılar Bayramı)
Tumblr media
Samhain Festivali, her yıl 31 Ekim'de kutlanılan Cadılar Bayramı'nın kökenini oluşturan bir Kelt festivalidir.
Cadılar Bayramında kullanılan tüm ritüeller aslında bu antik çağlarda yaşanıldığı yazan efsanenin dönüştürülmüş halidir. Örneğin; maskeler: Cadılar Bayramı’nda takılan maskeler, efsaneye göre aslında Samhain’in insanları fark edememesi için yani ondan saklanmak için takılmaktaydı; kapıya bırakılan şekerler Samhain’in karnını doyurmak için ve son olarak evlerin önüne konulan balkabağından kafalar ise ona tapınanların evlerini göstermek için kullanılıyordu. Balkabakları, Samhain’in müritlerini tanıması ve onlara zarar vermemesi için bir işaretti.Bir geleneğe göre balkabaklarının içinde mum üç gün boyunca söndürülmezmiş,aksi yapılırsa Samhain o evi alt üst edermiş. Söylentiye göre Samhain yüzyıllar önce cehenneme gönderilmesine rağmen ritüeller devam etti. Kaynak:Wikipedia
10 notes · View notes