Tumgik
#Adam Scovell
hoochieblues · 4 months
Text
If you're partial to quaint ghost stories and tales of strange places, highly recommended. Also, Adam Scovell's short film inspired by the locations is lovely:
youtube
8 notes · View notes
celluloidwickerman · 6 months
Text
Presence; or Polaroid Ghosts (Part 1)
‘There is a spectre inside every photograph.’ – Deborah Levy, The Man Who Saw Everything There comes a point when trying to get a book off the ground (i.e. published) where you have to accept defeat. As will no doubt become an increasingly familiar scenario, judging from my recent experiences with British publishing at least, the projects that fail to find a home on paper will eventually be…
Tumblr media
View On WordPress
15 notes · View notes
justbooksstuff · 2 years
Text
Tumblr media
Bad memories make excellent compost for nourishing the good ones.
-Adam Scovell, Nettles
7 notes · View notes
annasfilmclub · 2 years
Text
The director had a refreshing habit of moving away from the Parisian settings of his contemporaries, finding it fruitful to express the same chocolate-box vision of the Stanley Donan musicals he loved in more local settings. Whether it be Nantes in Lola, Nice in Bay of Angels or Rochefort in The Young Girls of Rochefort, honing in on a specific, idiosyncratic location seemed to be part of Demy’s working.
-Adam Scovell
[read the full entry here]
Tumblr media
3 notes · View notes
pinarworks · 3 months
Text
Tumblr media
Burası bizim değil, bizi öldürmek isteyenlerin kasabası
Taşra Horror 
Dindar ve dürüst bir polis memuru, izole bir İskoç adasındaki köyde kaybolan bir genç kızı aramak için görevlendirilir. (Wicker Man, 1973, yönetmen Robin Hardy.)
Genç ve temiz yüzlü savcı Emre’nin tayini Yanıklar isminde bir kasabaya çıkar. (Kurak Günler, 2022, yönetmen Emin Alper.)
İdealist, Kadıköylü ve iyi kalpli Ali, isimsiz bir köye orman memuru olarak atanır. (Karanlık Gece, 2022, yönetmen Özcan Alper.)
Yazar Adam Scovell, Folk Horror Chain adını verdiği formülde, folk horror adı verilen türde bir filmin içermesi gereken unsurları şöyle sıralar: Kırsal bir coğrafya, bu coğrafyada izole yaşayan bir topluluk, bu topluluğun çarpık ahlaki inançları ve sonunda topluca gerçekleştirdikleri şiddet olayları. Yukarıdaki üç film de bu formüle uyan örnekler olarak değerlendirilebilir: Bir beyaz erkek bir görevle atanmış olduğu geri kalmış bir kasabaya gelir, orada kendi inanç ve ahlaki değerlerine uymayan bir grup insanla karşılaşır ve filmin sonunda bu insanlar tarafından, gerçek ya da metaforik anlamda, kurban edilir.
Folk horror, aslen 1960’ların sonlarından itibaren Britanya’da ortaya çıkan ve en çok The Wicker Man, The Blood on Satan’s Claw ve Witchfinder General gibi ilk dönem örnekleri ile bilinen bir tür. 2010’ların başlarından itibaren Midsommar, The Ritual ve The Witch gibi filmlerle tekrar popülerlik kazanan bu tür, kentleşmiş merkezlerden uzak, teknolojiden ve güncel seküler ahlaktan nasibini almamış bir grup insanın pagan yahut şamanik inançlarının sebep olduğu dehşet üzerinden, modernite ile modern ��ncesi arasındaki gerilimi sembolize eder. Türün 2000’lerin ikinci yarısında yeniden keşfinin Türkiye’deki tezahürünün cinler, batıl inançlar ve dini temalarla ilgilenen Dabbe gibi filmlere denk geldiği kabul ediliyor ancak ben son dönemde yapılmış taşra odaklı Türkiye sinemasının da giderek bu türe evrildiğini düşünüyorum. Zira bu filmler izleyiciye  klasik bir korku filminin yaptığı gibi duyusal katarsisten ziyade modern ve antik, ilerlemiş ve geri kalmış, kentsel ve kırsal, doğa ve kültür gibi ikilikler üzerinden belirlenen ahlaki bir yol ayrımında doğru pozisyonu alma “imkânı” vaat ediyor. Bu da genellikle “kültüre değil, doğaya ait” olarak nitelendiren ve bu nedenle modern kapitalist toplumda “öteki” olarak kodlanmış taşranın filmin kentten gelen kahramanı karşısında homojen, değişmez, sırrı çözülemez, gizemli ve kötücül bir varlık olarak, düzleştirilmiş bir şekilde tasvir/temsil edilmesi demek oluyor. Bu taşra, kentli ve orta sınıf olarak hayal edilmiş izleyicinin bakış açısıyla şekilleniyor, onun endişeleriyle ilgili yerleşik klişelere oynuyor ve bu klişeleri yansıtıyor. 
Gelgelelim kırsal yahut kentsel mekanlar hiçbir zaman tamamen doğal bir şekilde yahut kendiliğinden değil, daha çok tarihsel yapıların, sosyoekonomik koşulların etkisi ile yoğrulup şekillenirler. Taşranın “taşra” olarak adlandırılmasının ve bu şekilde kalmasının arkasında, kapitalist modern toplum ve uygulamaları bulunur. Devletin ve sermayenin gözünü dikmediği ve müdahale etmediği kentler düşünülemeyeceği gibi tamamen izole bir kırsal alan da düşünülemez; bu alanları oluşumunun arka planında emek politikaları, sömürü, ideoloji ve arazi yönetimi gibi sosyal süreçler çalışır. Yine de folk/taşra horror filmlerindeki kırsal temsili, sinemanın asıl tüketicisi olduğu varsayılan kentli izleyicinin bakış açısına ve kültürel kodlarına göre inşa edilir. Ancak bu temsilde arkaplanda işleyen maddi sebepler değil, kasabalı insanın özüne dair soyut varsayımlar ön plana çıkar ve bu varsayımlar her şeyin üzerinde kanat germiş, verili ve yüce bir ahlaki pozisyonun gölgesi altındadır. Bu ahlak, medeniyetin ve evrensel bilincin ahlakıdır. Kasabalılar, “geçmişin karanlığında sıkışıp kalmış tekinsiz insanlar” olarak gösterilirken aslında temsil edilen taşralı olmakla eşitlenen yanlış ve yoz ahlaki pozisyonlardır.
Folk horror janrası arkaik efsaneler ve mitolojilerden beslenir, bu açıdan günümüz Türkiye’sindeki politik buhranları temsil eder görünen bu “toplumsal gerçekçi” filmlerle karşılaştırılması ilk bakışta abes bulunabilir. Ancak eleştirel ekol perspektifiyle aydınlanmacılığın da bir mitoloji olarak değerlendirildiğini düşünürsek, bariz bir aydınlanmacı pozisyonda duran bu filmlerin de sırtını bir mite (taşranın bu dehşetengiz özü de kentsoylular nezdinde bir şehir efsanesi değil midir?) dayadığı iddia edilebilir. Sonuçta soykırımlar, iki büyük dünya savaşı, kolonyalizm, ırkçılık gibi insan aklının sebep olduğu türlü başka kıyım Adorno ve Horkheimer’a göre din-sonrası, rasyonel ve uygarlığın beşiği aydınlanmacı ideolojiye içkindir ve bu ideolojinin sonuçlarıdır. Bu anlamda folk horror ne kadar mitoloji kökenliyse, taşra-horror da o kadar mitoloji kökenlidir.
Folk/taşra horror türünde, izole kasabalarda yaşayan bu insanların ahlakları gibi toprakları da kurumuştur. (Wicker Man‘de kasabalılar kuraklıktan kurtulmak için düzenli olarak insan kurban etmek zorundadır; Kurak Günler‘de ve Karanlık Gece’de toprağın ve ahlakın verimsizliği insan yutan obruklarda kendini belli eder.) Bu kasabalarda yaşayanlar medeniyetle henüz tanışmamışlardır ve bu medeniyet öncesi halleri çok basit metaforlarda kendini gösterir (Karanlık Gece’de köylü kıza okuma yazma öğreten, kasabayı French Press teknolojisiyle tanıştıran Ali karakteri gibi). Bu insanlarin uygarlık dışılıkları henüz ölüm gerçeğini tam olarak hayatın dışına atamamış oluşlarında da kendini gösterir; öldürme eylemi onlar için sıradan ve hatta karşılığında getireceği şeyler düşünüldüğünde tercih edilesi bir seçenektir. Modernlik öncesi döneme sıkışmış ve bunu kendi doğalarına özgü bir inatla sürdüren karakterler, kültürün bağrından çıkıp gelmiş medeniyet temsilcisi yabancıyı kurban eder ve bunu illa pagan bir ritüel eşliğinde yapmaları da şart değildir. Kurban etme eylemi, Kurak Günler ve Karanlık Gece’de olduğu gibi namus cinayeti gibi taşraya özgü “arkaik” gelenekler şeklinde de ortaya çıkabilir. “Kaba” insanlar ile toprak arasındaki bağ işte böyle son derece dolaysız ve abartılı bir şekilde tasvir edilir. En çok kindar, cahil erkekler, bencil ebeveynler, ya kurnaz ve işgüzar ya da en iyi ihtimalle saf ve deli olarak temsil edilen kasabalı karakterlerde cisimlenen soyut ve kaba genellemeler, bu geri kalmışlığı, medeniyet dışılığı bir kader gibi coğrafyaya, toprağa mıhlar. 
Bunlar elbette belirli bir coğrafya ve sınıfa ait olduğu düşünülen bir ideolojinin soyutlamalarıdır. Kırsal alanlar genellikle öteki olarak çerçevelenir ve içler acısı durumumuzun sebebi/sonucu/temsili olarak kurulur. Adeta medeniyet ödülü karşılığında hayvani tarafına ket vurmak zorunda kalmış kentli bakışın bastırdıkları geri döner ve bahsi geçen anlaşmanın insanlık için en doğru seçenek olduğunu bir kere daha hatırlatır. Dolayısıyla bu tür anlatılar, ikili karşıtlıklar yerine anlamlı alternatifler sunma konusunda başarısız olur ve bunun yerine standart iyi/kötü ve uygarlık/doğa ayrımlarını pekiştirmek dışında da pek bir şey de yapmaz. Kırsal alanların kasıtlı biçimde öteki olarak çerçevelenmesi, taşrayı hem ruhani hem de fiziksel bir tehdit olarak sunarak bu toplulukların çağdaş ana akımdan dışlanmasına da katkıda bulunur. Zira kentli/modern/medeni bakış için yükselen faşizmin ve ırkçılığın kaynağı bu hayvani ve bastırılması gereken kalabalıklardadır. Doğayı ve doğayla özdeşleşmiş vahşi içgüdülerinin kölesi insanı düşük, medeniyeti yüksek olarak kodlamaktan öte bir amaca hizmet etmez ve bu dehşetin kaynağı yeniden toprağın altına gönderilmediği sürece değişimin mümkün olmadığı konusunda ısrar eden bir perspektif sunar: Böylece belirli birilerini tarihin ve ortak sorumlulukların yükünden de kurtarmış olur. İkilikler güçlenerek yerli yerinde kalır. Ya o tarafındasınızdır obruğun ya da bu tarafında.
0 notes
medicinemane · 8 months
Text
I really like Le Carré's work, I really like that it portrays espionage realistically, which is to say bleakly
0 notes
Text
rory scovel - adam & steve
0 notes
mizelaneus · 2 years
Text
0 notes
adastrasf · 2 years
Link
Quatermass: The sci-fi series that terrified a generation 
0 notes
celluloidwickerman · 3 months
Text
Presence, or Polaroid Ghosts (Part 6)
Part 5 In the Park I often find myself asking a question. ‘What film would I live in if I could?’ It is a question that belies my own rather childish need to escape reality. But, if I could live in a piece of film, it would probably be Michelangelo Antonioni’s celebrated swinging cult classic, Blowup (1966). It is more than a little questionable as a choice, but needs must. Based on Julio…
Tumblr media
View On WordPress
2 notes · View notes
justbooksstuff · 2 years
Text
Tumblr media
The sun crept through the curtains of my room on the second day of school, as did dread. Why couldn't the night last forever?
3 notes · View notes
deehollowaywrites · 5 years
Link
These buried objects often cause mayhem because they contain some presence or spirit rather than simply by being just another object or artefact. The analyst Mark Fisher has used the concept of the “inorganic demon” to describe such objects; a term first coined by the writer Reza Negarestani in his Cyclonopedia (2008). When using the term “inorganic demon”, Fisher was explicitly referring to the work and subsequent television adaptations of M.R. James which use a variety of such objects; where narratives are almost entirely built around the discovery of such objects, the subsequent haunting caused by their various protectors, and finally the quick but useless attempt to put such objects back into the ground in the hope of being left alone by the demon or ghost.
2 notes · View notes
paperbacksunday · 5 years
Text
“The act of remembering, so I thought, is the parasite of our hopes. It is parasitic. It lives and thrives upon us, whilst we live with the delusion that we define it, when it really defines us.”
— Adam Scovell, Mothlight
1 note · View note
baddreamland · 6 years
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Gardeners Keith Arnatt 1978–9
More: Tate More: Celluloid Wickerman
238 notes · View notes
kulturado · 2 years
Photo
Tumblr media
The Story: Philip K Dick: the writer who witnessed the future
The Writer: Adam Scovell
(Philip K. Dick portait: Brent Houzenga)
0 notes
wilburwhateley · 7 years
Link
“The sense of craft, whether as part of a ritual, a belief, or even a simple past-time for both film and television characters of Folk Horror seems to be a subtle but noticeable presence, especially in the latter. Whilst it could be claimed that craft is such a vague term as to be abused, it will hopefully not come across as such in the analysis. For the sake of pedantry, what this article refers to when discussing ‘craft’ is the making of some object through physical means. This doesn’t always mean the creation of a 3D object [...] but does mean that there is procedure, methodology, and eventually a purpose; in other words craft itself is some form of ritual and therefore rightfully present in Folk Horror as it comes from a skill set with origins in primitive folk expressions...”
Tumblr media
Kill List (2011) 
96 notes · View notes