Tumgik
#Biz hep plan plan yaparken
Note
selamünaleyküm ben erken uyanmayı çok isteyen ama bir türlü kalkamayan biriyim.. hadi kalkmayı geçtim namazımı kılarım sonra 1 saat yarım saat geçer ders çalışırken uykum çok gelir bende uyurum mecbur ne yapmalıyım ne önerirsiniz
Ve aleyküm selam kardeşim. Naçizane okuduklarımızdan uygulamaya çalıştıklarımızdan birşeyler yazalım sizde denemeye çalışın inşaallah..
Öncelikle bu kıymetli hocaların yazılarını paylaşalım
Tumblr media Tumblr media
Sus ey nefsim kitabında diyordu ki nefsimiz bize hep güzel şeyleri yaptırmaz mesela kitap okurken ilim öğrenirken uykumuz gelirde film izlerken yada merak ettiğimiz videoda gelmez.. Yada sizin için değerli bir dostunuz ile muhabbetiniz olsun uykumuz gelmez..
İstemek bazen yetmez inanmak çabalamak gerekir. Ders çalışmak için motiveleriniz olmalı hedefiniz olmalı bir içten güdülenme olmalı. Yine okuduğum bir kitap ta diyordu ki " Hedefiniz uykularınızı kaçırmalı". Uykunuzu kaçırmak için pencereden hava da alabilirsiniz yada sevdiğiniz derslerden kolay olanlardan başlayabilirsiniz ve en önemlisi kronometre ile çalışmaktır. Bir iç muhasebe yaptırır kaç saat çalıştığınızı görürsünüz.
Diğer önemli hususta plan yapmaktır. Bunlar aylık yıllık olmak zorunda değil günlük olur saatlik olur. Sadece ders için değil ciltli kitapları uzun sayfalı kitapları bile bir çizelge yaparak okuyabilirsiniz günler geçip o ✓ işaretlerini atmak sizi motive edecektir. Unutmayın önemli olan azda olsa istikrarlı olmaktır
Az uyuyup dinç olmak konusunda bir kitap okumuştum orada(yanlış hatırlamıyorsam) Da vinci resimlerini yaparken 15 dklık uyuyup öyle resim yaparmış. Kendime sordum biz müslümanlar niye yapamıyoruz? denedik ve çok faydasını gördük hatta vücudun biyolojik saatini alıştırdıktan sonra o kadar kolay oluyorki 10 dk sonra alarm çalmadan vücut kendiliğinden uyanıyor..
Bir davranışı sürekli hale getirmek için kademeli yaklaşma yöntemini de kullanabilirsiniz mesela bugün 2 saat olur hedefiniz yarın 4 sonraları 8 e kadar çıkar siz yeterki yapacağınıza inanın istemek belirttiğim üzere tek başına yetmez. Sizi yataktan çıkarıp uykularınızı kaçıracak hedefiniz planınız olmalı.
Çok uzun konu ve önemli olduğu için bu kadar kısaltabildik hakkınızıı helal edin önemli yerleri vurgu yapalım vaktiniz yoksa onları okursunuz. Rabbim vaktimizi bereketlendirsin.
12 notes · View notes
hevalenroje · 4 years
Text
'Faşist ve
soykırımcı
saldırılar sonucu
PKK'ye katıldım'
Babası HDP il binası önünde nöbette olan
YJA-Star komutanlarından Amara Ronahi, Türk devletinin faşist ve soykırımcı saldırıları sonucu kendi iradesi ile PKK'ye ve gerilla saflarına katıldığını belirtti.
ENES YILDIZ BEHDİNAN
22 Ağustos 2020 - 08:37
YJA-Star Komutanlarından Amara Ronahi, PKK'ye katılım sürecini ve nedenlerini ANF'ye anlattı. Türk devletinin yıllardır Kürt halkı üzerinde geliştirdiği soykırım ve imha saldırılarının bugün çok daha kapsamlı bir hal aldığına dikkat çeken Ronahi, HDP il binası önünde nöbette olan babası ve diğer ailelere çağrıda bulundu. Devletin tüm ahlaki ve insani değerleri yok sayılarak her türlü yönteme başvurduğunu hatırlatan Ronahi, "Bu yeni bir durum değil elbette. Aslında Cumhuriyet tarihinden bugüne kadar Kürtler hep yok sayılmış.
Faşist zihniyet bu halkı ve tüm değerlerini yok etmek için birçok yöntem kullanmıştır. Ben de bir Alevi Kürdü olarak düşmanın asimile edip, kimliksizleştirip, iradesizleştirme politikalarına maruz kaldım. Öyle ki bir Kürt olduğumu bilmeden büyüdüm. Kendi halkımın, ülkemin gerçekliğinden bihaber sadece Alevi olarak kendimi tanımlıyordum ve ulusal gerçekliğimin farkında bile değildim. Bu şu demek oluyor, kendini tanımama, mensubu olduğun toplumu tanımama durumu vardı.
Kadını kendi malı gören bunun için her türlü baskıyı zulmü uygulamayı meşru sayan, tecavüz eden, katleden, bu rejim gerçekliği karşısında hiçbir şey yapmadan durmak, bunu kabul etmek anlamına geliyordu. Elbette ki, beni dağlara getiren ve PKK’ye katılmamın nedeni de faşist Türk devletinin saldırılarıdır. Özgürlük hareketini tanıyıp bir kadın olarak özgür ve kendi irademle yaşayabileceğim faşist katliamcı düşmanın halkımıza olan saldırılarına karşı mücadele verebileceğim tek yerin PKK içerisinde olduğu bilincine vardım ve gerilla saflarına katıldım. Bu kadar açık bir şekilde çocuk, kadın demeden halkım katledilirken, ülkem bu kan emiciler tarafından işgal altındayken, hiçbir şey olmamış gibi yaşamak büyük bir onursuzluktur. Ben de insanlık ve ulusal onuruma değerlerime sahip çıkmak için dağlarda mücadele veriyorum" diye konuştu.
‘ÖZGÜR VE ONURLU YAŞAMAK İSTİYORUM’
Son süreç de AKP-MHP rejiminin her türlü ahlak ve insanlık dışı yöntemlerle halka saldırdığını vurgulayan Ronahi, çocukların bile sadece Kürt olduğu için katledildiğini söyledi. Türk devletinin şehitlere ve mezarlıklara dahi saldırdığının altını çizen Ronahi şöyle devam etti: "Bu kadar ahlaktan insanlık değerlerinden yoksun bir düşman sahibiyiz. Yine her gün bir kadın çok vahşice katlediliyor. Ancak bu halkın özgürlüğü için mücadele eden, kendi canını ortaya koyan bu halkın onurlu evlatları var.
Bizler de bu onursuzluğun önüne geçmek için yaşıyor ve mücadele veriyoruz. AKP hükümeti sadece katlederek sonuç alamayacağını bu halkı onursuzca yaşama mahkum edemediğinden ahlak dışı yöntemlere başvurmakta. Kürt halkını temsil eden siyasi bir parti olan HDP’ye karşı da çok kirli yöntemler kullanarak, tasfiye etmek istiyor. Çünkü bugün Türkiye de AKP-MHP’nin bu kirli ve ahlak dışı uygulamalarını deşifre edip, mücadele yürüten, partilerin başında HDP gelmektedir.
HDP il binası önünde ‘evlat nöbeti’ adı altında topladığı birkaç aile ile HDP’yi teşhir edip halk nezdinde bir algı yaratmak istemektedir. Bu aileler ki çocukları dağlarda ilk başta kendi ailelerinin ve halkının onurları için savaşıp şehit düşen yoldaşlardır."
‘HİÇ KİMSE İRADESİ DIŞINDA KÜRDİSTAN DAĞLARINA GELEMEZ’
HDP il binası önünde nöbet tutanlardan birinin de babası olduğunu belirten Ronahi, "İlk başta bu açıklamayı yaparken ahlaki ve vicdani olarak zorlandığımı belirtmek istiyorum. Çünkü bu kan emici düşmanın emellerine hizmet edip böyle bir çağrıda bulunması bana ve benim gibi mücadele eden yoldaşlarıma hakarettir. Babam ve HDP İl binası önünde nöbet tutan aileler, yine yıllardır bizi yok etmeye çalışan bu düşman da çok iyi biliyor ki hiç kimse iradesi dışında bu dağlara gelemez. Yine haksız yere ve HDP şahsından bir parti ve üyeleri iftiraya maruz bırakılıyor bu haksızlığa göz yummamak gerekir.
Babam şahsında kendilerini, evlatlarını düşman karşısında daha fazla aşağılamamaları için bir çağrıda bulunmak istiyorum. Başta belirttiğim gibi benim özgürlük mücadelesine katılmam çok bilinçli ve büyük bir heyecanla aldığım karar temelindedir. Kendine insanım, Kürdüm diyen, her gencin böyle bir karar alması ve dağlara gelmesi kadar normal bir şey yoktur. Hatta halkımıza, ülkemize bu kadar saldırı yapılırken hiçbir şey yapmamak anormal ve ahlak dışı bir durumdur. Hiç kimse iradesi dışında PKK saflarına katılamaz, kısacası Kürdistan dağlarına gelemez" ifadelerini kullandı.
KÜRT HALKINA YÖNELİK KİRLİ BİR PLAN YÜRÜTÜLÜYOR
Yurtsever ailelere çağrıda bulunan YJA-Star Komutanlarından Amara Ronahi, "Babam şahsında ve HDP binası önünde nöbet tutan tüm ailelere sesleniyorum. Değerlerinizi, onurunuzu ayaklar altına almayın ve aldırmayın. Bu katliamcı faşist devletin ve AKP hükümetinin emellerine alet olmayın. Düşmanın politikalarına hizmet etmeniz demek bu katliamları, ahlaksızlığı, onursuzluğu kabul etmeniz, desteklemeniz demektir. Bizler bu halkın evlatları olarak hayatta en önemli ve değerli olan şeyin hak ve onur olduğunu öğrendik, böyle büyütüldük.
Bu insanlığın gereğidir. Ancak babam başta olmak üzere HDP binası önünde oturan ailelerin yaptığı ne insanlığa ne ahlaka ne de kürtlüğe sığar. Hiçbir halkın mensubu kendi değerlerine karşı düşmanın yanında yer tutmaz ona hizmet etmez. Bunun adı ihanettir. Ben de bir Alevi Kürdü olarak adalet, hak ve direniş kültürünün bilinci ile büyüdüm. Biz de kendi ırkına inancına sırtını dönenler en büyük suçu işlemiş demektir. Kendinize bunu layık görmeyin, düşmanın kendi amaçları için her anlamda kullandığı bir duruma getirmeyin kendinizi.
Bir an önce içine girmiş olduğunuz bu tutumdan vazgeçerek, kendi değerlerinize, ülkenize, ihanet anlamına gelen bu çağrılara son verin. Kürt düşmanlarına hizmet etmeyin. Kürt halkına karşı kirli bir plan yürütülüyor. Son olarak halkımın, ülkemin, tüm ezilen halkların ve kadınların özgürlüğü için özgürlük mücadelesi içinde yer aldığım için çok onurlu olduğumu ve diğer yoldaşlarım gibi tüm gücümle kanımın son damlasına kadar direnmeye devam edeceğimi belirtmek istiyorum" diye konuştu.
2 notes · View notes
yeniyeniseyler · 6 years
Text
Başrollerini Tülin Özen, Bade İşcil, Aslıhan Gürbüz, Gökçe Bahadır, Mert Fırat, Selim Bayraktar, Yıldıray Şahinler ve Ferit Aktuğ’ın paylaştığı; yapımını Ay Yapım’ın üstlendiği, Star’ın sevilen dizisi “Ufak Tefek Cinayetler”in 17 Nisan 2018 Salı akşamı yayınlanan 25.bölümünde dizi oyuncularından Hayal Köseoğlu’nun seslendirdiği “Yalandolan” isimli şarkı kullanıldı.  Sözleri ve müziği de Hayal Köseoğlu’na ait olan şarkı kısa süre önce single olarak yayınlanmıştı.
Hayal Köseoğlu – Yalandolan
Hayal Köseoğlu
Playlistimizde önce şarkının dizide kullanıldığı sahneyi, ardından da şarkının orjinal klibini izleyebilirsiniz.
Hayal Köseoğlu (Derya) – Yalandolan – Şarkı Sözleri:
“Komik mi zaman? Akıp gider ya, Biz hep plan plan yaparken, Aşk mı yalan olan? Yoksa bunlar da mı hep yalan dolan? Sevgi mi aslolan? Düşündüm de, Sevdin mi harbiden? Çünkü anladım ki, Aşkla sevgi ayrılan ve biz çok sevenleri birbirinden ayıran, Acımasız, Acımasız.
Biz iki cambaz oynayan, Kopmasaydı garip, Senle beni taşıyan o minik cam ip, Seninle dolup taşan o sessizlik, Gözlerimi kaplayan.
Acımasız bu okları atan adam, Neden bitiriyorsun başlatacaksan bizi?”
Hayal Köseoğlu (Derya) – Yalandolan (“Ufak Tefek Cinayetler” Dizi Müziği) Başrollerini Tülin Özen, Bade İşcil, Aslıhan Gürbüz, Gökçe Bahadır, Mert Fırat, Selim Bayraktar, Yıldıray Şahinler ve Ferit Aktuğ’ın paylaştığı; yapımını Ay Yapım’ın üstlendiği, Star’ın sevilen dizisi 
0 notes
Text
Kanserden Sonra
Bugün aslında büyük gün yarın ise daha da büyük gün. Çünkü bugün dört aylık kemoterapinin ardından ikinci defa PET çekindim ve sonucu yarın belli olacak. Anlayacağınız yarın ak koyun kara koyun belli olacak; kemoterapiye tamam mı devam mı diyeceğiz. İnşallah tamamdır ve hep hissettiğim gibi tamamen temizlenmişimdir. Ancak aksi ihtimal için ise gardım hazır bekliyorum, çarşamba günü kemoterapi varmış gibi hazır ve nazırım. 
Gelelim yazımızın amacına kemoterapi gibi zorlu bir süreçten, yapmak isteyip de yapamadığım bir sürü şeyden sonra, normal insan hayatıma geçince yapacaklarımın listesini çıkarmaya. Aşağıdaki listeyi bir an evvel hayata geçirmek dileğiyle paylaşıyorum.
1) Müzik yeniden hayatımın merkezinde yerini alacak. Bir süre önce fark ettim ki eskisi kadar müzik dinlemeyi bırak, hiç müzik dinlemiyorum. Özellikle bekarken yaptığım her işin arkasında mutlaka bir şarkı olurdu. Müziksiz adım dahi atmazdım. Geldiğim noktada bunun mutluluğum üzerine etkisinin farkına vardım. Özellikle eşlik ederek dinlediğim müzik bende acayip yatıştırıcı, mutluluk verici, stresi yok edici etkiye sahip. Hepinize öneririm, müziksiz kalmak insanı kanser edebilir.
2) Yediğime içtiğime ve çocuğuma yedirip içirdiğime ekstra özen göstermek. Alışverişlerde organik ürünleri tercih ederek, mümkün olan ürünlerde yerinden temin yoluna gitmek.
3) Tatlı yeme alışkanlığını ev yapımı olmak şartı ile şekersiz tarifler üzerinden haftada bir ile sınırlamak, dışarıdan çok canımız isterse de ayda biri geçmemek şartıyla yemek.
4) Dışarıda yemek yeme işini ayda iki ile sınırlamak. Bunu sağlamak için de evde yapacağım yemekleri haftalık bir menü olarak önceden planlayıp, az miktarlarda günü gününe hazırlayıp tüketmek. Haftalık menüleri planlarken de mevsimine göre meyve ve sebzeleri takip etmek. Salatasız ve yoğurtsuz sofra hazırlamamak. Çöpe yemek dökmemek için azami dikkati göstermek. Meyve sebze atıklarından kompost hazırlayıp, geri dönüştürülebilir çöpleri ayıklamak.
5) Atıştırmalık yiyecekleri kuru yemişler ve kuru meyveler ile sınırlı tutup, paketli gıdalardan uzak durmak.
6) Kanser düşmanı gıdaları araştırıp, gözden geçirip (zerdeçal, zencefil, pancar, buğday çimi vb.) günlük yeme rutinimize entegre etmek. 
7) Yüzmeye yazılmak, yüzmeye gidemediğim günlerde ise 5.000 adımdan az olmamak şartıyla yürüyüş ile eksiği tamamlamak.
8) Her daim tertemiz ve düzenli bir eve sahip olmak. Bunun için de bir temizlik planı hazırlamak.
9) Bakımlı olmak.
10) Balkon bahçeciliği tarzında bitki ve çiçek yetiştirmeye başlamak, bunun için de bir sulama hatırlatıcısı kurmak. Ayrıca balkonlara bir çeki düzen vermek.
11) Kalp, Solunum, Karaciğer, Böbrek gibi sıkıntılarım için doktora gitmek.
12) 2019 yılı hedeflerine hiç başlayamadım belki ama yılın kalan yarısında bunları gerçekleştirmek.
13) Ailecek kamp yapmaya başlamak.
14) Babaannemi ziyaret etmek için İzmir’e gitmek.
15) Van kahvaltısı için Van’a gitmek.
16) Doğu ekspresi ile Kars’a gitmek.
17) Bir etkinlik planı ve takvimi oluşturmak.
Şunu da belirtmeden geçemeyeceğim şu hayatta plan yapmak kadar anlamsız bir şey daha olamaz. Malum biz plan yaparken tanrı bize gülüyor. Ancak ve yine de; inadına plan yapmak, ummak, beklemek ve inanmak lazım. Her şey çok güzel olacak, daha da güzel olacak.
2 notes · View notes
olguunal · 3 years
Text
Türk Sağının Tarihi Yenilgisi
Geçtiğimiz hafta Pazartesi günü 6 partinin lideri “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemi” için anlaştığı metni kamuoyuna sundular ve kamuoyuna birlikte fotoğraf verdiler. Bu tarihi fotoğraf ise kimilerince tarihi birleşme olarak karşılandı, kimilerince ise “eksik bir birliktelik” olarak tanımlandı. Halbuki bu fotoğraf, büyük siyaset fenomeni “Tayyip Erdoğan’ı” önümüzdeki seçimlerde iktidardan indirecek bir birliktelikse, bu fotoğraf “Türk sağının tarihi yenilgisi”.
Kurtuluş Savaşı sonrası Atatürk öncülüğünde Kemalist hareket, 700 yıllık Osmanlı Devleti’ni tasfiye ederken, Harf Devrimi’ni yaparken, devleti laik bir kimliğe büründürürken, İslamcıları siyaseten sindirirken bu radikal değişikliklere karşı sağ siyaset Atatürk’e, sağlığında ve şimdi de (İslamcılar hariç) bir eleştiri getirememiştir. Atatürk, meşruiyetini Kurtuluş Savaşı’ndan da aldığı için “onun çevresinde büyük bir meşruiyet alanı oluşmuş” ve dolayısıyla, bu kadar radikal değişiklikleri sağ siyaset adeta içine atmış, O’na söyleyemediklerinin acısını ise çok partili yıllarda İsmet Paşa’dan ve CHP’den çıkarmışlardır.
Türkiye’de 2. Dünya Savaşı sonrasında çok partili siyaset Demokrat Parti ve Cumhuriyet Halk Partisi şeklinde saflaşırken Demokrat Parti icracı bir parti olarak konumlandı ve siyasetini bir yandan “köye” yol ve makine götüren bir yandan da “iş bitirici” bir şekilde kullandı. Şevket Süreyya Aydemir, Demokrat Partili yılların “biz yapalım da, plan arkadan gelsin” gibi icracı bir plansızlıkla ilerlediğini haklı bir şekilde belirtir. O zamandan bu zamana sağ siyaset “icracı kimliği” sahiplenmiştir. Menderes’ten, Erdoğan’a bu kimlik süregelmiştir.
1950 seçimlerinden bu yana Türk sağı hep iktidar oldu, en azından sağ kimliğin bir tanesi ise koalisyonların içinde yer aldı. Menderes, Demirel, Özal, Erdoğan gibi liderler en az bir dönem tek başına iktidar oldular. Böyle bir “iktidar hakimiyetine” rağmen hangi konuda dünya ortalamasının üstündeyiz sorusuna verecek bir cevabımız var: Hiç bir konuda!
Halbuki dünyada böyle büyük hegemonyalar en azından bir kaç konuda iyi pratikler üretiyorlar. Japonya’da muhafazakarlar 55 yıl boyunca ülkeyi yönettiler ve sanırım hangi konuda iyi olduklarını söylemeye gerek yok. Aynı şekilde İskandinavya’da Sosyal Demokratların iktidar pratiği de güzel bir sosyal devlet örneği gösteriyor.
Bizde ise sağ politikacılar ülkeye vizyon katıp, ekonomik refahı arttıracak bir siyaset gütmektense “yerli ve milli bir spor olarak” CHP ve İsmet Paşa eleştirileriyle iktidarlarını sürdürmekle meşgul oldular hep. Bir km yol yapıp 100 tane laf söylediler hep 70 yıldır tek başına iktidar olamayan CHP ve İsmet Paşa’ya karşı. Yukarıda saydığım dört lider de en azından iktidarlarının “ilk bir kaç yılını” makul söylemlerle geçirirken, iktidar oyununda geriye düşünce de oldukça irrasyonel bir tavra büründüler, “kurucu babaya isyan edemediği için gönlü kırgın, liseli bir ergen gibi davrandılar hep”.
Bu siyasetin söylemlerine bakınca “Ortanın solu, Moskova’nın yolu”; “Bir saniyesine hakim olamadığımız dünyada, bu kadar fırıldak olmaya gerek yok”; “Vatan aşkı maya gibidir, sütü bozuk olanlarda tutmaz”, “CHP zihniyeti ecdadımızı bize düşman gibi gösterdi” ve bunun gibi onlarca sözler. Bu sözlerde, makul, rasyonel bir siyasetin değil de “gönlü kırgın, bir türlü büyümek istemeyen, reaksiyoner, şımarık bir çocuğun” izleri mevcut. Yani, sağ siyaset Necip Fazıl Kısakürek matruşkası gibi. Açtıkça küçük Necip Fazıllar görüyorsun.
1961 seçimlerinde Demokrat Parti’nin takipçileri olan partiler CHP’den fazla oy almışlardı. Yani darbeyle gidenler seçimle tekrar gelmişlerdi. O zamanlarda, CHP parti yönetimindeki kimi insanlar, hükümete girmek istemiyorlardı çünkü o nazik dönemde partinin yıpranacağını düşünüyorlardı. Haklıydılar da, ordu ve DP takipçilerinin birbirine karşı olan hasmane tutumları sebebinden ötürü CHP hükümete girmese, bu süreçten güçlenerek çıkabilirdi. Ama İsmet Paşa hem ordunun kaynayan kazan halinden ötürü hem de Menderes ve 2 arkadaşının asılmasından ötürü nazik olan o durumu sönümlemek adına hükümet kurmuş ve o durumu idare etmeyi bilmiştir. Türk sağı her büyük kriz anında partinin geleceğinden daha çok ülkenin geleceğini düşünen bir CHP lideri buluyor neyse ki.  
Şu an ise Tuncelili, alevi, bürokrat kökenli bir CHP lideri Türk sağının her seferinde yaratmasını iyi bildiği krizi aşabilmek için sorumluluk alıp bir birliktelik kuruyor. İşi zor o liderin, “çünkü mesela vals yapılmasının bile kendisini mağdur ettiği” bir gönlü kırgınlar kümesini idare etmeye çalışıyor. Bunları aşmak ise “tarihi mağlupların kaprisli hallerine rağmen” Mithat Paşa-Mustafa Kemal Paşa-İsmet Paşa geleneğinin bir sorumluluğu!
0 notes
moviesandm · 3 years
Text
Hayat gerçekten biz plan yaparken bizim karşımıza çıkardıklarıdır. Buna o kadar eminim ki… Ne zaman bir plan yapsam karşıma hep başka yollar, engeller çıkar. Önemli olan bunları aşabilmek ama yaptığım planın bozulmasına o kadar üzülüyorum ki karşıma çıkan her şeyi bir bir kaçırıyorum.
0 notes
Text
Pozitif Psikoloji Uygulamaları
   Konuya giriş yaparken öncelikle pozitif psikolojide önemli bir yeri duygusal zekaya değinerek konuya başlamak istiyorum.
    İngilizcede de EQ (Emotional Learning) anlamına gelen duygusal zeka terimi ilk olarak 1990’da Harward Üniversitesi’nden psikolog Peter Salovey ve New Hampshire Üniversitesi’nden psikolog John Mayer tarafından kullanmıştır. Stresi azaltmak için olumlu şekillerde duyguları yöneltmek, etkili iletişim, başkaları ile empati zorlukların üstesinden gelme,çatışmayı etkisiz hale getirme yeteneği olarak tanımlanan duygusal zeka, bireylerin güçlü ilişkiler kurmalarına, başarılı kariyer ve kişisel hedeflere ulaşmalarına yardımcı  olur.
    Günlük hayatta bazen yaşadığımız olumlu durumları ve olumlu düşüncelerimizi görmekte zorlanırız ya da her şeyi olumsuz görme eğilimindeyizdir. Pozitif psikoloji olaylara, durumlara ve düşüncelerimize karşı olumlu bir farkındalık kazanma noktasında bizlere yardımcı olur.Burada duygusal zekamızı kullanarak unuttuğumuz ya da hep olumsuzunu düşünmeyi seçtiğimiz düşüncelerimizi 10 adımda olumluya çevirmeye çalışacağız. Bu 10 adım şu şekilde ilerleyecektir:
1. Kedini Tanıma ve Farkındalık 2. Başkalarını Tanıma ve Empati 3. İletişi Becerileri 4. Motivasyon ve Planlama 5. Sorun Çözme Becerileri 6. Öfke,Saldırganlık ve Şiddet 7. İlişki Yönetimi 8. Sebatkarlık 9. Sağlıklı Karar Verme 10. Uzlaşmacılık
   Önümüzdeki zamanlarda bu 10 adımın içeriğini inceleyeceğiz. Bu bölümü Seligman’ın şu sözü ile sonlandırmak isterim:
                   “Kötümser kehanetler kendini gerçekleştirir.”
                                                       Martin E. Seligman
    1.Kendini Tanıma ve Farkındalık
  Kendini tanıma en dar anlamıyla duygu, düşünce ve davranışların farkında olma anlamına gelir. Daha geniş anlamıyla ise kişinin ruhsal süreçlerini yani kendisini güdüleyen bilinçli ve bilinçdışı süreçleri fark edebilmek anlamını taşır.
  Kendimizi tanıyabilmek, günlük yaşantımızı etkili bir şekilde sürdürebilmeyi,sağlıklı karar almayı, hayatımıza yön vermeyi,olaylar karşısında dengeli tepkiler vermeyi,stresler karşısında kendimizi kısa süre de toplamayı,bir hedef ve amaca yönelebilmeyi,gerekli durumlarda harekete geçmeyi,hedeflenen konu ile ilgili üretime ve sonuca ulaşmayı,iç dengemizi korumayı,sosyal hayat içinde aktif rol almayı,kişilerarası ilişkilerde kendi sınırlarını korumayı ve karşımızdaki kişinin sınırlarına saygı duymayı sağlar.
   Kendimizi tanımak adına atabileceğimiz ilk adım ‘Ben kimim?’ sorusunu sorarak başlamaktır. Kim olduğumuza dair cevaplar bütünü bizi işaret eder. Bu bütün içinde var olanları aşağıda sıralayabiliriz:
·         Fiziksel özelliklerimiz
·         Zihinsel yeteneğimiz
·         Davranışlarımız, tutumlarımız
·         Bedenimizin verdiği tepkiler
·         Düşüncelerimiz
·         Duygularımız
·         İnançlarımız
·         Sosyal çevremiz
  İnsan ilişkilerinde sorun yaşadığımızda düşünce ve duygularımız üzerinde durup düşünmemiz bize kendimizle ilgili ipuçları verir. Karşımızdaki kişiyi ve kendimizi tanımak hayat boyu deva eden bir süreçtir.
     2.Başkalarını Tanıma ve Empati
   Empati, etkileşim veya ilişki halinde olduğumuz diğer kişinin duygu ve düşünce dünyasını olabildiğince anlamaya çalışmak anlamına gelir. Empatinin olabilmesi için insanın önce kendi duygu ve düşünce dünyasına ilişkin farkındalığının artması gerekir. Kişi ancak kendi içsel dünyasının, duygu ve düşüncelerinin ve bunların davranışlarıyla ilişkisinin farkındaysa karşıdakinin duygu dünyasını anlamaya açık olabilir. (Erol,Öztep,Tarhan,2019,)
   Araştırmalar empati becerilerinin bebekliğin en erken dönemlerinde gelişmeye başladığını, ilk bakıcıların etkileri ile bu becerinin arttığını veya köreldiğini göstermektedir. Bebeklerin bir diğer bebeğin ağlamasından rahatsız olmalarının, empatinin yaşamın ilk dönemlerindeki en erken örneği olduğu düşünülmektedir. (Erol,Öztep,Tarhan,2019)
Tumblr media
   Empati duygusunun hissedilebildiği anlar rahat, sakin ve olanı biteni algılamaya hazır bir ruh halinde olabildiğimiz anlardır.
        3.İletişim Becerileri
  İletişim, genel olarak insanlar arasındaki düşünce ve duygu alışverişi olarak ele alınmaktadır. (Cüceloğlu,D.1993) İletişimin amacı, alan ve veren arasında bilgi, düşünce ve tutum ortaklığı yaratmaktır. (Açıkgöz,K.1994)
  İnsan, dili, beden dili ve içgüdülerini, öğrenilmiş birtakım davranışlarla iletişim kurma amacıyla kullanır.
   Kişiliğimiz çocukluk döneminde şekillenir. Bizi dinleyen, anlayan, analadığını hissettiren anne-babaya sahipsek, biz de diğer insanları dinleyen, anlayabilen,bunu hissettirebilen bir kişi olacağız demektir. Anne ve babanın çocuğu ile kurduğu ilişki tarzı, çocuğun tüm insanlarla ilişki tarzını belirler. Çocuk modelleyerek büyür. Yaptığı bir hata karşısında çocuğunu azarlayan, çocuğun değersiz hissetmesine neden olan ebeveyne sahipsek, insanlarla olan ilişkilerimizde hataya tahammülü olmayan, hata karşısında fazla tepki veren bir kişiliğimiz oluşacaktır.(Sayım,Tarhan,2019)
   Çocuğun bir olaya ya da kişiye sinirlenmesi doğaldır ama gidip arkadaşına vurması doğal değildir. Anne-baba, çocuğun duygusunu kabul edip, davranışı üzerinde durmalıdır. Duyguyu eleştirirsek, çocuk bu duygudan suçluluk duymayı öğrenir. Çocuğa öfke, kızgınlık duymamayı değil, duygularını ifade etmeyi öğretmemiz gerekir. (Sayım,Tarhan,2019)
        4.Motivasyon ve Planlama
   Motivasyon bir ihtiyaç ve istekle başlar, sizleri harekete geçirir ve amaç duygusu ile hedefe ulaştırır. Ancak motivasyonda bilinmesi gereken önemli noktalardan biri de hayata bakış açınız ve harekete geçebilmeniz arasındaki ilişki. Birçoğunuz ‘Ah bir istek gelse, harekete geçsem, performansım yüksek olsa ve amaçlarıma ulaşsam.’ Diye düşünürsünüz. Oysa bu düşünsel döngüde bir takım hatalar var. Yapmanız gereken önce harekete geçmeniz, sonra performans göstermeniz, yaptıkça isteğinizin artması. Diğer bir bakış açısı ile hayat hedeflerinize ulaşmanız için kendinizi gelecek hedeflerinizin içinde hayal ederek olumlu duygular yaşamanız. Çalışırken kendinizi hapishanede hayal ederseniz sanırım duygularınız olumsuz olduğu gibi, çalışma isteğiniz de ortadan kalkacak ve durağan bir hal alacaksınız.(Özkarslı, Dane, Tarhan, 2019)
     ‘ Başarısız sonuçlanan değişim girişimlerinde yüzlerce plan, direktif ve program vardır ama vizyon yoktur.’
                                                                                John P. Kotter
Tumblr media
       5.Sorun Çözme Becerileri
  Günlük yaşamımızda bir yoktur ki sorunla karşı karşıya kalmayalım. Herkes yaşamının belli dönemlerinde, belli şekillerde küçük veya büyük sorunlarla karşı karşıya kalır. Böyle bir durumda birçok kişi, birçok farklı tepkilerde bulunur. Aynı sorunu birçok kişi farklı şekillerde çözme girişiminde bulunur ve bazıları başarılı olurken bazıları başarısız olur. Bu noktada kişinin sahip olduğu sorun çözme becerileri önemli bir yere sahiptir. Birçok çalışmada sorun çözme becerileri önemli bir yere sahiptir. Birçok çalışmada sorun çözme becerileri iyi olan bireylerin dayanıklılıklarının da iyi olduğu saptanmıştır. (Dumont,1999; Klohlen,1996; Rouse,1998; Smokowski ve ark.,1999.)
   Sorun çözme toplam altı aşamadan oluşur:
1.Sorunların tanımlanması
2.Hedeflerin belirlenmesi
3.Çözüm seçenekleri üretme
4.Uygun çözümün seçilmesi
5.Uygulama aşaması
6.Uygulamanın gözden geçirilmesi
       6.Öfke, Saldırganlık ve Şiddet
  Öfke her insanda görülen, doğal bir duygulanımdır. Şiddet ise öfkenin, diğerleri tarafından tercih edilmeyecek dışavurumudur. (Gümüşel,Tarhan,2019)
  Saldırganlık ve şiddet ‘biyopsikososyal’ bir süreçtir. Yani  biyolojik, psikolojik ve sosyal unsurların bir arada bulunduğu bir yapıdır.
   Biyolojik anlamda bir dürtü olarak ele alınabilir.Üstelik güçlü bir dürtü. Doğru kullanıldığında hedefe yönelten itici güç, doğru kullanılmadığında ise pimi çekilmiş bir el bombasına benzer.
   Psikolojik anlamda öğrenmelerle biçimlenir. İsteklerini elde etmede argüman, rekabet ortamlarında ise üstünlük mesajı olarak kullanabilirliğini gördüğümüzde saldırganlık ve şiddet içeren eğilimleri öğrenebiliriz. Bu öğrenme yaşam sürecinin her döneminde gerçekleşebilir.
   Sosyal anlamda ise saldırganlık ve şiddet eğilimi bir stil olarak ortaya çıkar. Bir davranış özelliğidir ve kendini ifade etmenin bir biçimi halini alır. (Gümüşel,Tarhan,2019)
Tumblr media
7.İlişki Yönetimi
  İnsan sosyal bir canlı olarak yaşamı boyunca sürekli diğer insanlarla iletişim halindedir. İstesek de istemesek de insanlarla iletişim kurmak zorunda kalırız, hatta sessiz kalıp konuşmadığımız da bile çevremizdekilerle etkileşim, ilişki içindeyizdir. İki insan birbirini fark ettiği ilk anda kaçınılmaz olarak aralarında ilişki başlar.
   Bu noktada, ‘iletişim kalitesi’ nosyonu önem kazanıyor. Yürüttüğümüz ilişkilerin kalitesi yaşam kalitemizin bir göstergesidir.(Demirsoy, Tarhan,2019)
    İnsanlar iletişim kurarken sadece birbirlerine bilgi aktarmaz, aynı zamanda aralarındaki ilişkiye dair belirlemeler yapar. İlişkiyi kim tanımlarsa o kişi ilişkiyi yönetme gücünü kazanmış olur; çünkü ilişkiyi belirleyen taraf ilişkiye yön verir. İlişkiye yön veren taraf olmak için kişinin öncelikle kendi duygu ve düşüncelerinden haberdar olması ve tepkilerine gerektiği tarzda yön verecek şekilde duygularını yönetebilmesi gerekir. Kendisiyle bağını kurabilen bir insan hayattan beklentilerinin neler olduğunu bilir ve başkalarının da neler beklediğinin farkında olur. (Demirsoy,Tarhan,2019)
          ‘ Kendinizi idare ederken aklınızı, başkalarını idare ederken kalbinizi kullanın.’
                                                                    İngiliz Atasözü
         8.Sebatkarlık
 Tecrübeleri dinleyerek, anlayarak, kavrayarak, azimle, istekle, şevkle ilerleyebilmek, doğru yoldan ve sağlıklı bir hedeften emin olmak, tüm bunlarla doğru ısrarcılığı birleştirmek, plan ve sabırla o yolda ilerlemek asıl başarının anahtarıdır. Bu anahtarı bulan kişinin açtığı kapının ardında; gideceği yolun üzerinde birçok engel olacaktır. O engellerin içinde sıkışıp kalmadan ilerlemesi ise sebatkarlık gerektirir. (Burkovik,Tarhan,2019)
  Sebatkarlığın içinde olmaması gereken tek şey öğrenilmiş çaresizliktir. Aslında çaresizlik hatalı strateji kullanma nedeniyle gerçekleşir ve aklını kullan-a-mamaktan geçer. (Burkovik, Tarhan,2019)
        9.Sağlıklı Karar Verme
  Karar verme hayatımızın ilk anından itibaren yol göstericiliği ile adımlarımıza önderlik eder. Kuzgun’a göre (1992) karar verme, bir güçlüğü giderme sürecinde bir seçeneğe yönelme meselesidir ve problem çözme işleminin en önemli aşamasını oluşturur. (Ertaş, Tarhan,2019)
  Karar verebilme, etkin alternatif üretebilme yaşla birlikte gelişir. Ayrıca karar verme sürecini; bilişsel zeka, duygusal zeka, kişilik özellikleri, psikoaktif maddeler, sosyo kültürel ve çevre gibi bir çok faktör etkiler.
Karar Vermenin Aşamaları
1.Sorunun tanımlanması ve amacın belirlenmesi
2.Seçeneklerin belirlenmesi ve bilgi toplama
3.Seçeneklerin değerlendirmesi ve sıralanması
4.Alternatif seçimi sonrası uygulama ve sonuçların değerlendirilmesi
Tumblr media
10.Uzlaşmacılık
  Kişiler birbirleriyle etkileşime girdiklerinde farklı düşüncelerin, farklı bakış açılarının ve farklı beklentilerin ortaya çıkması sonucu ve bunun sonucunda kişiler ya da gruplar arasında çatışmaların ortaya çıkması da son derece doğaldır.
   Kişilerarası iletişimin sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi için önemli olan, ortaya çıkan çatışmayı etkili bir biçimde yönetmek ve bir sonuca bağlamaktır. (Yavaş,Tarhan,2019)
  Çatışma çözümünde, her iki tarafı tatmin eden bir sonuca ulaşılması mevcut çatışmayı uzlaşmaya vardırır. Uzlaşmaya giden yolda, taraflar empati kurarak birbirlerini anlar, iletişim engellerini ortadan kaldırarak iletişim kurabilir ve en uygun çözümü bulmaya çabalar. Böylece çatışma ortaya çıktığında; iletişimi sonlandırmak gibi etkin olmayan, sağlıksız bir çözüm yerine, kişisel gelişimi ve kişilerarası ilişkileri güçlendirecek, etkin ve sağlıklı çözümler üretebilirler. (Yavaş,Tarhan,2019)
    Goleman (1998) duygusal zekası yüksek bireylerin, çatışma çözümünde her iki tarafı da tatmin eden işbirliği yönetimine daha fazla yöneleceklerini ifade etmiştir.
Tumblr media
   KAYNAK:
Tarhan,2019.Pozitif Psikoloji.İstanbul:Timaş Yayınları
-BURCU
1 note · View note
egitimgazetesi · 4 years
Text
"Türkiye salgınla mücadelesini 4 ana hedef etrafında yürütmüştür."
Tumblr media
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Tarabya'daki Huber Köşkü'nde video konferans yöntemiyle düzenlenen Cumhurbaşkanlığı kabine toplantısının ardından açıklamalarda bulundu. Türkiye'nin en baştan itibaren salgınla mücadelesini 4 ana hedef etrafında yürüttüğünü belirten Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan: "bunlar fiziki mesafenin temini, sağlık sisteminin ayakta kalması, temel ihtiyaç maddeleri ile ilgili üretim ve tedarik zincirlerinin aksamaması ile kamu düzeninin devam etmesidir." ifadelerini kullandı. Erdoğan konuşmasına şöyle devam etti; "Gelişmiş ülkelerin çoğunun dahi bu başlıklarda kontrolü sağlamakta zorlandığı bir dönemde Türkiye hamdolsun devleti ve milleti ile örnek bir mücadele ortaya koymuştur. Hastalığın tespiti tedavisi konusunda kendi özgün modellerimizi geliştirip uygulamaya geçirdik. Bu sayede hem ölüm oranımızı çok aşağıda tuttuk hem de hastalığın yayılma hızının önünü başarılı bir şekilde geçtik. Yeni hasta sayımız artık binli rakamlarla ifade edilir hale geldi yoğun bakım ve solunum cihazına bağlı hasta sayısı sürekli azalıyor. Buna karşılık iyileşen hasta sayısı katlanarak artıyor. Doktoruyla, hemşiresiyle, teknisyeniyle tüm sağlık çalışanlarımızın fedakarca gayretleri neticesinde hastanelerimizde vicdanları kanatan hiçbir görüntü yaşanmadı. Salgının ülkemizde görüldüğü ilk günden itibaren tüm adımları bilinçli kararlı ve zamanlı bir şekilde attık. Sağlık bakanlığımız bünyesinde oluşturduğumuz bilim kurulunun tavsiyeleri ve değerlendirmeleri ışığında her türlü tedbiri aldık. Hastalığın görüldüğü ülkelerle hava ve kara sınırlarımızı kademeli bir şekilde kapattık. Okullardaki eğitim öğretime vakitlice ara verdik. Tüm toplantıları, etkinlikleri ve benzeri programları erteledik. İnsanların bir arada bulunduğu işletmelerin faaliyetlerini tamamen durdurduk veya sınırlandırdık. İbadetlerin camilerde toplu olarak yapılması yerine evlerde ifasını temin ettik. Mümkün olan tüm sektörlerde evden çalışma modeline geçilmesini sağladık. Şehirler arası ulaşımı sınırlayarak ülke içindeki insan hareketliliğini ciddi oranda azalttık. Alınan tedbirlerden etkilenen tüm kesimler için destek programları hazırladık. Hizmete sunduğumuz finansman ve sosyal destek paketlerinin tutarı 200 milyar lirayı aştı. Sosyal hakkı olanlara ilave nakdi yardımlar yaptık. İlk 2 sosyal destek programı ile 44 milyon vatandaşımıza biner lira nakdi yardımda bulunduk. Çok daha kapsamlı olan 3. sosyal destek programı ile bütün bunlarla ilgili çalışmalarımız sürüyor." "Biz Bize Yeteriz Türkiyem!" kampanyasına şu ana kadar 1 milyar 910 milyon lira bağış yapıldığını belirten Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan kampanyanın devam ettiğini söyledi. Erdoğan sözlerine şöyle devam etti: "Milletimiz bu zor günlerde bir kez daha birbirine destek oldu, örnek dayanışma sergiledi. Ülkemizde bunları yaparken yurtdışındaki vatandaşlarımızı da ihmal etmedik. Kurduğumuz havayolu köprüleriyle 65 bine yakın vatandaşımızı ülkemize getirdik. Sadece 16 Nisan'dan beri vatanlarına kavuşturduğumuz kişi sayısı 29 bini buldu. Bu vatandaşlarımızı öğrenci yurtlarında 14 gün karantinada tuttuktan sonra evlerine göndermek suretiyle sınırlarımız ötesinden hastalık taşınması riskinin de önüne geçtik. Maskesinden solunum cihazına kadar her konuda sadece kendi kendimize yetmekle kalmadık, 57 ayrı ülkeye yardım yaptık, destek verdik. Son olarak Somali'ye diğer tıbbi malzemelerin yanı sıra kendi üretimimiz olan solunum cihazlarından gönderdik. Bu cihazlar Somali'nin ilk solunum cihazları olarak hizmete girdi. Aynı şekilde Amerika Birleşik Devletleri başta olmak üzere pek çok ülkenin talep ettiği tıbbi malzemeleri ihtiyaç planlamamız çerçevesinde gönderdik, gönderiyoruz. Hastalığın ağır etkilerinin görüldüğü 65 yaş üstü ile hastalık taşıyıcısı olma ihtimalleri bulunan 20 yaş altına getirdiğimiz sokağa çıkma sınırlaması salgının yayılmasını ciddi oranda engelledi. 31 şehrimiz ile Zonguldak ilimizde hafta sonları ve resmi tatillerde uyguladığımız sokağa çıkma sınırlandırılmasının da salgınla mücadeleye büyük faydasının olduğunu biliyoruz."
"Normal hayata dönüşü kademe kademe başlatacağız."
"83 milyon vatandaşımın her birine salgına karşı yürüttüğümüz mücadeleye verdiği destek, gösterdikleri sabır için yine şahsım ve tabii kabinem adına şükranlarımı sunuyorum." diyen Erdoğan "İnşallah bu gayretlerimizin karşılığını önümüzdeki dönemde hep birlikte alacağız." ifadelerini kullandı. Alınan tebirlerde bir buçuk ayın geride kaldığını belirten Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan açıklamalarına şöyle devam etti: "Bu uzun süre boyunca okuluna gidemeyen öğrencilerimizin, iş yerini açamayan esnafımızın, çalışamayan işçilerimizin, sokağa çıkamayan gençlerimizin ve yaşlılarımızın, hayatını sınırlandırmak zorunda kalan tüm insanlarımızın eski günlerini özlediklerini biliyoruz. Elbette normal hayata dönüşü kademe kademe başlatacağız Ancak şu gerçeği asla aklımızdan çıkarmamız gerekiyor. Dünyanın tamamı ile birlikte ülkemizde de hiçbir şey tam mânâsıyla eskiden bildiğimiz normal düzene dönmeyecektir. Salgının daha ne kadar süreceği, hastalığa çare olacak İlaçların ne zaman bireylerin kullanımına sunulabileceği henüz belli değildir. Bunun için evet normale döneceğiz. Ama bu yeni bir normal olacaktır. Sınırlamaların bir kısmı azaltılarak da olsa sürecektir. Kalabalık yerlerde maske kullanımı ve fiziki mesafeye riayet ile temizlik kuralları ile ilgili titizlik devam edecektir. Salgının tamamen bitmediği ülkeler sebebiyle uluslararası seyahatlerin ne zaman tam anlamıyla açılacağı halen belirsizdir. Küresel ekonomik ve siyasi dengelerdeki sarsıntının karşımıza nasıl bir tablo ortaya çıkartacağı meçhuldür.
"Bir normalleşme planı hazırladık."
Salgının yurt içinde ve yurt dışındaki seyrine bağlı olarak dinamik bir şekilde yürütüleceğinin altını çizen Erdoğan "Tum bu gerçekler ışığında Cumhurbaşkanı yardımcımızın koordinasyonunda tüm bakanlıklarımızın ve kurumlarımızın katılımıyla bir normalleşme planı hazırladık." ifadelerini kullandı. "Açıklayacağım plan halkımızın beklentileri ve bakanlıklarımızın çalışmaları ile sağlık bakanlığımızın ve bilim kurulumuzun görüşleri çerçevesinde şekillenmiştir." diyen Erdoğan açıklamasına şöyle devam etti; "Ancak bir kez daha altını çizerek ifade etmek istiyorum. Bu takvim bir anda Mart ayının ilk günlerindeki hayatımıza geri dönüş anlamına gelmiyor. Vatandaşlarımızın günlük hayatlarını salgın şartlarında olabilecek en iyi seviyeye getirmeye çalışıyoruz. Rehavete, karamsarlığa da kapılmadan bu mücadeleyi sonuna kadar yürütecek ve inşallah başaracağız." Sınırlandırmaların kademeli şekilde esnetilmesi ile ilgili düzenlemeleri genel olarak Mayıs, Haziran ve Temmuz aylarına yayarak yaptıklarını belirten Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan fiziki mesafenin korunmasının, maske kullanımına devam edilmesinin, temizlik kurallarına sıkı şekilde riayetin bu sürecin vazgeçilmez şartları olduğunun altını çizdi. İlk olarak Mayıs ayının normalleşme planını açıklayacağını belirten Erdoğan, Sağlık Bakanlığı'nın tüm sektörlerde normalleşme sürecinde uygulanacak tedbirlere ilişkin rehber ve dökümanlar hazırlayarak ilgili kurumlara göndermeye başladığını söyledi. Cumhurbaşkanı Erdoğan: "Kurumlar ve işletmeler faaliyetlerini bu rehber ve dökümanlarda ki kurallara uygun şekilde yürütecek." dedi.
65 yaş üzeri ile 20 yaş altına sokağa çıkma izni
İlk müjdeyi 65 yaş üstü ve 20 yaş altı vatandaşlara vereceğini söyleyen Erdoğan açıklamalarına şöyle devam etti; "65 yaş üstü gruba ilk etapta sokağa çıkma sınırlandırması günlerinin birinde ve 4 saat süreyle yürüme mesafesi ile tahditli olarak dışarı çıkabilme imkanı getiriyoruz. İlk uygulamayı da bu hafta sonu 10 Mayıs Pazar günü 11 ile 15 saatleri arasında gerçekleştiriyoruz. 20 yaş altı için de bu esnemeyi iki grup halinde uygulayacağız. 0-14 yaş grubu hafta içinde 13 Mayıs Çarşamba günü yine 11 ile 15 saatleri arasında yürüme mesafesi ile dışarı çıkarılabilecek. 15-20 yaş grubu ise 15 Mayıs cuma günü yine aynı şartlarda ve aynı saatlerde dışarı çıkarak hava alıp dinlenebilecek. Kurallara riayet düzeyine bakarak sonraki haftalarda da aynı uygulamayı devam ettireceğiz. Dolayısıyla bu hafta sonu da sokağa çıkma sınırlaması uygulamamızı sürdürüyoruz."
7 İl için giriş çıkış sınırlandırılması kalkıyor
Halen 31 İlde uygulanan şehirler arası giriş çıkış sınırlandırmasını ilk etapta bu geceden itibaren 7 İl için bitirdiklerini belirten Cumhurbaşkanı Erdoğan bu illerin Antalya, Aydın, Erzurum, Hatay, Malatya, Mersin ve Muğla olduğunu söyledi. Diğer 24 ilin ise giriş çıkış sınırlamasının 15 gün süreye uzatıldığı açıklamasında bulunan Erdoğan "İstanbul Ankara ve İzmir'deki ticari taksiler için tek-çift plaka uygulamasını 5 Mayıs itibarıyla sona erdiriyoruz." ifadelerini kullandı.
Berberler, kuaförler, güzellik salonları ve alışveriş merkezleri 11 Mayıs'ta açılıyor
Gereken temizlik şartlarının sağlanması, randevu sistemi ile çalışılması ve koltuk sayısının yarısı kadar müşteriye hizmet verilmesi şartıyla berber, kuaför, güzellik salonu gibi işletmeler 11 Mayıs'ta faaliyete geçebileceğini söyleyen Erdoğan sözlerine şöyle devam etti; "Aynı şekilde Sağlık Bakanlığının ve Ticaret Bakanlığının belirlediği kurallara uyulması şartıyla alışveriş merkezleri 11 mayıs'tan itibaren hizmet vermeye başlayabilecek, Giyim eşyası, ayakkabı, çanta, züccaciye gibi ürünlerin satıldığı işletmeler belirlenen şartlara uymak kaydıyla 11 Mayıs'ta hizmete açılabilecek." Maske Konusu : "Normalleşme sürecinin bir parçası olarak bugüne kadar piyasada satışına izin vermediğimiz cerrahi maske ve bez maske satışına halkımızın kolayca ulaşabileceği yerlerde izin vermeyi planlıyoruz. Maske türlerine göre fiyat belirleyerek halkımızı mağdur edebilecek girişimlerin de önüne geçeceğiz." Haç Vazifesi : "Bu yıl Hac farizasını yerine getirip getirmeyeceği ile ilgili olarak Diyanet İşleri Başkanlığımız hem kendi içinde hem de diğer ülkelerle görüşmelerini yaparak kararını verecek. Zira bu meselede İslam aleminin geniş bir istişare ile ortak karar alması gerekiyor." Askerlik İşlemleri : "Askerlik işlemleri 31 Mayıs'ta başlayacak. Milli Savunma Bakanlığının atama, görevlendirme ve personel temin faaliyetleri 1 Haziran'da, celp işlemleri 5 Haziran'da, bedelli askerlik işlemleri ise 20 Haziran'da yeniden başlayacak." "Belediyelerin kredi işlemleri ile İller Bankası ihaleleri 27 Mayıs'ta yeniden açılacak. Salgın hastanelerinin sayıları 1 Haziran'dan itibaren azaltılarak bu kuruluşların hasta kabulüne ve normal işleyişe başlamaları sağlanacaktır. Attığımız adımları da sağlık bakanlığımızın ve bilim kurulumuzun tavsiyeleri doğrultusunda belirledik."
YKS 27 - 28 Haziran'da, LGS 20 Haziran'da
Sınavlarla ilgili açıklamalarda bulunan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan "Yükseköğretim Kurumları Sınavı 27 - 28 Haziran'da, Liselere Geçiş Sınavı 20 Haziran'da, Askeri Öğrenci Sınavı 14 Haziran'da yapılacaktır. Üniversiteler 15 Haziran'da akademik takvime dönebilecekler." dedi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan adliyelerin ara verilen duruşma, keşif, yargı suresi, uzlaştırmacı görevlendirmesi, icra iflas takibi durdurulması uygulamalarının 15 Haziran'da sona ereceğini söyledi. Sağlık Bakanlığı ve bilim kurulunun görüşlerine uygun şekilde hazırlanmış olan bu normalleşme planının dinamik bir şekilde uygulanacağını söyleyen Erdoğan konuşmasını şöyle sürdürdü; "Gelişmelere ve ihtiyaca göre bazı tarihlerin öne alınması, bazılarının geriye bırakılması mümkündür. Ülkemizi bu plan doğrultusunda ne zaman arzu ettiğimiz düzeyde normalleşeceğinin kararını 83 milyon hep birlikte vereceğiz. Şayet Sağlık Bakanlığı'nın hazırladığı rehberlerde ki kurallara riayeti en üst düzeyde tutarsak bu süreç daha hızlı olacaktır. Ancak kurallara uyulmaması ve Allah göstermesin salgının yeniden yayılması halinde çok daha sert tedbirlere başvurmak zorunda kalabiliriz. Dünyada önce kontrol altına alınıp sonra kurallara yeteri kadar uymadıkları için yeniden hastalığın pençesine düşen ülke örnekleri vardır. İnşallah biz böyle bir duruma düşmeyeceğiz. Tedbirsiz tevekkül cehalet alametidir. Biz salgınla mücadele için bilim insanlarımızın söylediği her tedbiri harfiyen yerine getirmek suretiyle Allah'ın bir Kaderinden bir diğer kaderine sığınacağız." Read the full article
0 notes
julideergin · 7 years
Text
Kaldığı Yerden Devam Etmek...
Tumblr media
Sevgili Misafir,
Bazı insanlar ve bu insanlarla kurduğunuz ilişkiler vardır, zaman ve mekanla sınırlandırılamayan. İlk tanışıklığınızın ardından uzun yıllar geçmiştir.  Bu yıllar boyunca belki bir, belki iki kere yüz yüze, belki senede bir kez de telefonla görüşmüşsünüzdür.  Hele hele bu tanışıklık 20’li yaşlarda, 30’lara gelmeden olduysa bu ilişkiyi sürdürmek gittikçe zorlaşır.  Hayatın her birimiz için farklı bir planı vardır ve bu plan dahilinde her birimiz farklı bir şekilde dönüşüme uğrarız.  Özümüz hiç değişmese de dönüşür. Bu dönüşüme uyum gösteren kişilerle hiç bir temasınız olmasa bile bir gün yollarınız mutlaka birleşir ve kaldığınız yerden devam edersiniz. Ne bir sitem, ne bir sorgulama, ne bir yargılama olmadan ilişkinize tekrar başlarsınız. Eski ama eskimeyen dosttur onlar, bir elin parmaklarını geçmeyen bu dostlardan birinin deyimiyle “damıtılmış dostluktur”, çok kıymetlidir.  
İşte geçtiğimiz hafta, bu dostlardan Serpil ve Yael ile tanışıklığımızın 25.yılını kutladık. Onlarla tanıştığımda, 25 yaşında mecburi hizmetini yeni tamamlamış bir hekimdim ve Can’a 4 aylık hamileydim. Üçümüz ve Cemil, Ankara’da dünyanın farklı yerlerinden gelmiş ve farklı disiplinlerde yetişmiş bir grubun çalıştığı bir iş yerinde tanıştık. Bu grup,  ülkenin sağlık sistemini yeniden inşa edecekti. Aramızda bizim gibi gençlerin yanı sıra olgun ve en verimli çağını yaşayanlar da vardı. Her birimiz farklı olsak da hepimizin ülküsü aynı idi: Sağlıkta devrim yapmak! İdealist, kararlı, inançlı, azimli kadınlı-erkekli bir topluluktuk. Hele biz gençler ülke gerçeğini henüz idrak etmemiştik, yaşça büyük abla ve ağabeylerimizin bize anlatmaya çalıştığı devlet gerçeğinden uzak bir hayali, aynı naiflik ve inançla paylaşıyorduk. Çalıştığımız binanın kapısında “Sağlık Projesi Genel Koordinatörlüğü” yazardı. Yazıyı yazarken yaptığımız işleri özetlemek üzere, internette  araştırma yaparken bulabildiğim linki aşağıda paylaşıyorum. Merak edenler buraya bakarak bir fikir sahibi olabilirler. http://pydb.saglik.gov.tr/index.php Sadece benim için değil, çoğumuz için çok özel bir yerdi. Mecburi hizmette geçen 2.5 seneden sonra gerçek anlamda ilk işimdi benim! Bilgisayarla, egoyla, hırs ve ayak oyunlarıyla tanıştığım, birey-toplum, devlet-hükümet ilişkisini daha bir detaylı sorgulamaya başladığım ve belki de sivil toplumda çalışmama ilham olan ve “damıtılmış dostlukların” tohumlarının atıldığı yer.
Geçen hafta Bürücek Yaylasında damıtılmış dostluklarını benden esirgemeyen Serpil ve Yael ile kaldığımız yerden devam ettik. Yaşanılan her anın kıymetini bilecek bir yaşa veya olgunluğa geldiğimiz için üç gün süren beraberliğimizin her  dakikasını en iyi şekilde değerlendirmeye çalıştık. Konuştuk, yürüdük, güldük, sustuk, birbirimizi ve Torosların çam seslerini dinledik. Yayla ‘ya yine bir yaz günü, 22 sene önce gelmiştik. Önce neden bu kadar bekledik diye sorduk birbirimize. Sonra anladık ki en doğru zaman, bu zamandı. Çünkü üçümüz ve orada bulunan herkes, bir şekilde “çabasız çaba” ile bir araya gelmiştik.
Kaldığı yerden devam eden  damıtılmış dostluklar hayatından eksik olmasın Sevgili Misafir. Onları bulduysan sıkı tut, bırakma gibi klişe cümleler etmeyeceğim sana. Sen de biliyorsun aslında, onlar hep var, oradalar. Özel bir çaba göstermene gerek yok onları tutman için. Gönül gözünü aç yeter…
4 notes · View notes
tumblergirl233 · 7 years
Note
Küçüklüğüne dair hatırladığın bi anın varsa anlatır mısın
Anasınıfında yeşili seven bi arkadaşım vardı ama aşırı derecede seviyodu hep yeşil renkli sandalyede oturuyodu boyama yaparken hep onu kullanıyodu filan sonra bi gün arkadaşlarımla plan kurup birlikte yeşil sandalyelere oturmuştuk o da ağlamıştı biz de gülmüştük bu da böyle bi anım shdjjdjdj
1 note · View note
hasansonsuzceliktas · 5 years
Text
“Sonsuzluğun Ustası” Geliyor...
Aç gözlerini! O her yerde seninle; içsel dünyanda, rüyanda, hayalinde ve de sosyal yaşamında… Aklının içindeki soruları kim soruyor sanıyorsun? O… her yerde ve hiçlikte… yalnız değilsin! Hasan ‘Sonsuz’ Çeliktaş’ın sonsuzluk yolcuğu devam ediyor; senin gibi, benim gibi… Kahramanlarımız, rollerimiz, düşüncelerimiz farklı da olsa evrende var olduğun sürece devam eden bir yolculuk bu. Üstelik yolcu olduğumuz bu evrende, yolun ustası olmak belki de her birimizin hedefi. Önceki kitabındaki sonsuzluk yolculuğunda bize rehber olan Hasan yani namıdiğer ‘Sonsuz’, şimdi de “Sonsuzluğun Ustası” kitabı ile benliğinin daha derin daha karmaşık olan yollarında farkındalığına farkındalık katarken buluyor kendini ve en nihayetinde O’na kavuşuyor. O, içinde bir yerde seni bekliyor. O, gizemli olduğu kadar öylesine de berrak ve saf ki aslında… Peki kim o? Nerden geldi, nereye gidiyor? Sorması cevabını bulmaktan çok daha kolay olan, geçmişten bu güne hep en sorulan, en merak edilen soruyu kendisine yönlendirerek başlamak istedim röportajımıza: Kimdir Hasan Sonsuz? Yani kimim ben diye sorduğunda kendine nasıl bir cevap veriyorsun? Bundan 3 sene önce yapıyor olsaydık bu muhabbeti şuyum buyum derdim. Orada okudum, burada şunu yaptım, şimdi şöyle yapıyorum yazardım. Ama bunların hiçbirisi benim kim olduğumu ifade etmezdi. Zaten sorun şu ki o zamanlar yapıp ettiklerimi, kim olduğum zannediyordum. Ama şimdi biliyorum ki onlar sadece kim olduğumu ifade yolları ve hizmetimmiş. Şu anda ise sadece şunu diyebilirim ki adına Hasan denmiş, sonra ona da Sonsuz eklenmiş, Allah'ın bir kulu... Zaten bundan daha öte, daha tatmin edici bir yanıt yok şu anda Hasan Sonsuz için...  Bu dünyaya hizmet eden Hasan Sonsuz’u sorsam? Dünyaya, insanlığa hizmet eden Hasan Sonsuz, yazıyor, konuşuyor, paylaşıyor, seviyor, seviliyor. O anda ruhtan akan her ne ise O'na vesile oluyor. CV dersen... ki anladığım kadarıyla soru buradan geliyor. Artık bu soru bana çok da önemli gelmiyor. Elimden geleni yaptım bunca yıldır ve dilerim bu dünyada vefamı tamamlayana kadar da devam edeceğim... “Kimim ben?”” sorusunu aştığını düşünüyorsun? Öyle mi? Buna aşmak demek doğru değil. Derinleşmek belki... Derinlere indikçe de öyle bir sonsuzluk, öyle bir yücelikle karşılaşıyorsun ki ben şunu yaptım, bunu dediğime yüklediğin anlamlar eriyor. O yüceliğin minik bir parçası olmak bile çok tatmin ediyor seni. Daha önce peşinde koştukların, bunun yanında hiçbir şey... Peki, daha önce peşinde koştuğun şeyler devam etmiyor mu hayatında? Ya da yeni anlamlar yüklemiyor musun hayatına? Artık peşinde koşmuyorum. Peşinde koşmadığın şey bu sefer sana kendisi gelmeye başlıyor. Bu sefer odağın peşinde koşup elde etmek değil, gelenin hakkını vermek üzerine oluyor. Daha önce geleni harcardım, şimdi şükür içinde değerlendirme hali başladı. Onu sizde olanla daha da büyütüp değerinin hakikatini veriyorsunuz manasına geliyor bu. Daha önce sizi endişe, yetersizlik ve yoksunluk motive ederken, şimdi başka bir doluluk, tatmin ve varlık hali canlandırıyor. Hep aradığımız da bu zaten. Derine indikçe ve şükretmeyi öğrendikçe aradığın cevapları buluyorsun öyle mi? Kendinden, hayatından tatmin bir insan oluyorsun. Aradığın yanıtlar sana geliyor ve sonra yeni sorular ve yeni yanıtlar... Ta ki artık soru sormaya ihtiyaç duymayana kadar... Zaten kitap da böyle başlıyor ya. Yanıt arıyorum, ama o kadar uzun zamandır arıyorum ki sorunun ne olduğunu unutuyorum bile. Sonrası ise zaten artık soruların ve cevapların olmadığı bir nokta... Evet, yanıt aradığın sonsuzluğa olan yolculuklarınla ilgili iki kitabın var artık. Dikkatimi çekti, lakabın da "Sonsuz". Geçmişten bu güne baktığında sonsuz kavramının hayatının bu kadar içinde olmasını nasıl değerlendiriyorsun? Bu evrenin sana verdiği bir mesaj mı acaba? Sonsuz ismi bir şekilde içime doğdu. Bunun karşılığı vardır elbette. Benim için en güzel anlamı şu anda kızımın adı olması. Kitapların adları da "Sonsuz" ile devam ediyor. İlk kitap "Ben Senin Sonsuzluk Rehberinim" idi. Onu yeni baskıda "Sonsuzluğun Rehberi" olarak değiştirmeyi düşünüyorum. Şimdiki kitap "Sonsuzluğun Ustası". Bir sonraki ne olacak yazınca göreceğim. Henüz bilmiyorum. Bu bir dörtleme olacağa benziyor. Gerçi birbirini birebir takip etmiyor kitaplar. Yani "Sonsuzluğun Ustası"nı okumak için illa ilk kitabı okumuş olma şartınız yok. İlkini isterseniz okursunuz. Birbirinin devamı şeklinde olmasa da ikisinde de içsel benle yapılan bir takım sohbetler, arayışlar var. Rehber, usta derken bu seri biter diye düşünmüştüm. Dediğine göre bir takım düşünceler var. Sonsuzluğun dörtlemesi şeklinde mi? İpucu vermek istemeyebilirsin tabi. Aslında sadece “sonsuzluk” olabilir, ilhamı var. Ama ne olacağa dair bir plan yok. Aslında bu benim hayatımın özeti de zaten. Benim hiçbir zaman bir kariyer planım olmadı. Vakti geldiğinde kariyer beni planladı. Kitaplar da öyle. Ben ilk kitaba da bir roman yazayım diye başlamadım. Kendim içsel "Tanrı ile Sohbet” imi yazıyordum. Sonra baktım olay sadece sohbetten bir film havasına dönüştü. Her bölümde farklı bir yere yolculuk etmeye başladım ve her bir yazdığım bölüm de beni dönüştüren bir yolculuk oldu. İlk kitapta bunu ilk kez tecrübe etmiştim. Tabii bu seferki kitapta neyi nasıl yapacağımı iyi biliyordum. İçine giriyordum halin ve orada yaşadığım her ne ise onu yazıyordum. Yazarken baktım üçüncü bir kitap gerekiyor. Evet, bunun konusu aşk olacak gibi görünüyor. Ama aşk demek sadece iki kişinin aşkı değil, daha derin bir konu. Dördüncü hakkında bir fikrim yok henüz. Yazarken ortaya çıkar nasılsa. Aslında yüz kitaplık bir seri bile olabilir bu. Sonuçta sonsuzluktan bahsediyoruz. Yazanın bir nevi adı Sonsuz da olunca neden olmasın diyeyim. Görmek Gözlerle Değil, Beyin ile Gerçekleşir Dünyada… Yeni çıkan kitabına dönecek olursak, benliğinde çeşitli yerlere yolculuk yapan ve farklı bedenlerle ya da senin kitabındaki tabirinle formlar aracılığıyla sürekli kendisiyle karşılaşan bir Hasan var. Bu formların hikayesi nedir? Aslında bir gün anlayacağız ki hayatımızda karşımıza çıkan her bir kişi, benliğimizin bir başka formu. Bu, "karşınızdaki kişi sizin aynanızdır, sizi size yansıtır”ın bir seviye üstü bir hal. Gördüğün her şey, herkes senden ibaret. Bu alemde sadece sen varsın ve senin formların. Tabii bu kabul etmesi kolay bir bilgi değil. Onca yargılarımız var. O kadar etiketlendirdiğimiz insan var. Şimdi o şerefsiz de ben miyim? diye gelir akla. Evet, sensin kabulü kolay değildir nefsine hizmet boyutunda yaşayan bir insan için. O ve diğerleri vardır. Böyle algılarız bu dünyayı ve sizinle ilişkisine göre, kişilere değerler yükleriz. Bu bilgi, tüm bunları yıkar geçer. Her şey senden ibaret. Haydi bakalım gel çık işin içinden... Kitaptaki tüm formlar da benim yansımalarım. Tabii ben dediğim, Hasan Sonsuz değil elbette. Daha büyük bir BEN var. İnsanlığın ortak BEN'i. Bu yolculukları yaparken o BEN'in içine evriliyorum. Kendimi Hasan Sonsuz olarak konumlandırıyorum, yani ben. Ama bir BEN var ki onu ancak BİZ olarak tanımlayabilirim. İşte o BEN'deki formlar onlar. Aslında kitaptaki yolculuk, insanlığın bilinçaltında bir yolculuk bu bağlamda. Birimizin bilinçaltı aslında hepimizin bilinçaltına bağlanıyor o zaman. Tek bir suçlu ya da haklı aramamalı mı? Kızdığımız birine "insan ol önce!" derken bile mi? Sen birisine "insan ol önce!" diye kızdığında karşındakinin "Vah vah! kız haklı, benim insan olmam lazım önce" dediğini gördün mü ki? Sana böyle söylendiğinde verdiğin tepki "Evet ya! İnsan olmalıyım" mı oluyor? Bu bir işe yaramaz. Madem insan olmayı çok iyi biliyorsun. Öyle bir insan ol ki diğer insanlara ilham ol, onlar sana bakarak kendilerini hizalasınlar. Yoksa sürekli herkesi eleştirerek, kızarak, öfkelenerek insanları yalnızca kendinden uzaklaştırırsın. Zaten ayrıca bu yetişkin bir bilinç tepkisi değildir, bir ergen böyle tepki verir. Yetişkin bilinç olan bitenin farkında olup yön verendir, örnek olandır, bildiğini yaşayandır, kimseyi kendi doğrusuna uydurmaya çalışmayıp, herkesin kendi içindeki hakikati bulmasına katkıda bulunandır. Sorunun ilk kısmına gelirsek, şu anda seninle internet üzerinden yazışıyoruz. Bilgisayarlarımız öncelikle yerel servera bağlı. Sonra ülkesel, sonra da global. Hepsinin bütününe internet deniyor. Bilinçaltımız da buna benziyor. Her birimizin kendi PC'si varmış da bütünden kopukmuşuz zannediyoruz da o bağlantıyı takip ettiğimizde hepimiz ilahi bir servera bağlıyız. Evet, ancak tek bir fark var. Bilgisayarın ruhu yok. Bu noktada bizi yani bedenimizi yöneten esas güç beyin mi yoksa ruh mu diye sorsam? Ruh bedeni beyin aracılığı ile yönetiyor. Ayrıca bilgisayarın ruhu yok diye düşünme. Ruhun olmadığı bir yer yok. Varoluşta her şey ama her şey ruhtan ibaret. Bu sadece ruhani bir bilgi değil. Kuantum parçacık seviyesine inildiğinde göz önüne serildiğini bu alana hakim kişiler söylüyorlar. Kuantum fiziği konusunda ahkam kesemem. Ama varoluşumu, o ruhu hissediyorum. Kitabında yazdığın birçok cümlede de Platon’dan izler buluyorum. Şu an yaptığın açıklama gibi, gerçek varlığın ruh olması ya da idea olması durumu. Senin görüşünde onunla aynı mı yoksa sadece benzer mi diyebiliriz? Sonuçta kaynak aynı, ona gidiş yolu farklı. Şimdi Platon'un felsefesini iyi bildiğimi iddia edemem. Sadece içsel yolculuğumu yapıyor ve yazıyorum. O yoldan daha önceden Platon da geçmiştir, burada adını say say bitmez nice insanlık üstadı da... Onların açtığı patikalardan ilerliyoruz. Burada benimkisi kendime has bir sentez yaratmak. Nice üstattan aldığımı harmanlayıp, kendi usulümce ortaya koymak. Bu bağlamda yolumuz Platon'la kesişmişse, selam olsun üstada der, hürmetimizi sunarız ona. Gerek Matrix tarzı filmlerde olsun gerekse birçok kişisel gelişim kitabında da halen günümüze ışık tutan çok eski zamanlarda yaşamış filozof ya da bilim adamlarının etkilerini görüyoruz. İnsanlık hep aynı soruların peşinden gidiyor anlaşılan. Peki, aranılan hakikat gerçekten öğrenilebilir mi? Doğru yolda olduğumuzu anlayabilir miyiz? Doğru yol, yanlış yol diye bir şey yok. Kaynağımıza giden sayısız yol var. İstersen önceden yürümüşlerin yolundan yürürsün. İstersen sentez yaparsın. İstersen kendin yeni yollar keşfetmeye çalışırsın. Bu sonuncusu biraz daha zorludur. Amerika'yı baştan keşfetmeye benzer. En güzeli bugüne kadar keşfedilmişlerin üzerinden hareket edip, hakikatinle kucaklaşıp, sonra kendi özgünlüğünü sergilemek. Evet, bu bağlamda aranılan hakikat yanıtını bulabiliyorsun. Zaten bir rehber, bir üstat bu bağlamda çok değerli. Seni kendi hakikatinle kavuşman konusunda en kestirme yoldan götürendir üstat. Ama sonra hakikatini bulduktan sonra da senin hakikatini marifet olarak dünyaya sunman ve insanlığın bütününe hizmetin konusunda teşvik edendir de... Hakiki bir rehber bunu yapandır. Kitabında geçmişe yaptığın yolculukların da var. Peki önümüzdeki yeni yolculuklarımız varken geçmişe dönmek niye? Geçmişin yüklerini sırtında taşırken nereye ilerlediğini zannediyorsun ki. Esasında geçmiş ve gelecek diye bir şey de yok. Bu bölen zihnin eseri. Yaşadıklarım deyip geçmişi oluşturuyor, yaşayacaklarım diyerek de geleceği. Sonra da geçmiş ile gelecek arasında gidip geliyoruz. Bu arada şimdiyi yani var olan tek hakikati kaçırıyoruz. Yaşamayı unutuyoruz. Yaşamanın hakkını vermiyoruz. Bununla birlikte o yaptığım yolculuklar geçmişe değil aslında, şimdinin başka bir boyutuna. Şu anımda ayağıma dolanan ne varsa oralardaki arızayı onarmak adına. Bu onarım sadece senin için değil, esasında tüm insanlık için de faydalı bir dönüşüm oluyor. Elimizde bir tablet var ve sürekli çöküyor. Yazılımda bir hata var çünkü. Geçmişe dönmek olarak algıladığımız, aslında o yazılımın kodlarına girip, arızayı bulup onarıp, onarım yamasını insanlığın sistemine yüklemek. Böylece yaptığımızın herkese faydası oluyor. Zihin burada der ki aman canım ne uğraşıyorsun? Herkes bunu mu yapıyor? Boş ver herkesi. Sen ne yapıyorsun ona bak. Sen bu dünyaya ne için gelmişsin ona bak. Sağa sola bakmaktan, yürüdüğümüz yola bakmıyoruz. Kitapta eskimiş bir zırhımız olduğuna da değiniyorsun. Peki, bunlardan kurtulabilmek için yardım alınmalı mı sence? Sen yardım aldın mı? Yardım dediğin bir rehberin seni elinden tutup yol göstermesi. Sen kendi hakikatini bulduğunda zaten o zırhlar kendiliğinden yok oluyor. Terapistler, teknikler ile çalışmak bir tarladaki taşları sökmek ve araziyi güzelce sürülebilir hale getirmek için yapılan çalışmalar. Benim hayatımda yıllarca nice teknikten destek aldım, çalışmalar yaptım. O tarlanın toprağı artık ekilebilir hale geldi. Sonra da yolu iyi bilen, işinin ehli bir rehber gelip benim elimden tuttu ve beni kendi hakikatim ile buluşturdu. Sonrasında da sen artık hazırsın, şimdi çık dünyaya hakikatinin bilinciyle hizmete dön, sen benim her daim dostumsun dedi. İşte aldığım en harika yardım budur esasında. Selam olsun sevgili rehberim, dostum Meryem Suna'ya... Biz de selam olsun diyelim. Bu vesile ile sen de bize kitabınla bir nevi rehberlik ediyorsun sonuçta. Bu bir yolculuk. Her kelimesi sonuna kadar yaşanmış, hiçbir kurgusallığı olmayan bir yolculuk. Böyle olunca da enerjisi sonuna kadar hissediliyor ve okuyan da sürecin içine giriyor. Esasında benden dile gelen hepimizin ortak olanı, ortak alanı... Bu sebeple kitabı okurken aslında herkes kendi yolculuğuna çıkacak bir yandan da... Bunca çalışmaya, farkındalığa rağmen Genç Hasan’ı özlediğin oluyor mu diye sorsam? Malum bugün bir yaş daha yaşlandın. Buna değinmeden edemedim üzgünüm. Görüntü itibariyle halen gençsin de ruhunu bir de sana soralım? Lisede bir arkadaşım vardı, bir gün bana şöyle dedi: "Bir bıraktığımız Hasan'ı, bir daha yerinde bulamıyoruz. Sürekli hareket halindesin ve değişiyorsun." O bundan şikayetçiydi biraz, ama bir yandan da esasında bana söylediği harika bir şeydi. "Dünle beraber gitti cancağızım, şimdi yeni şeyler söylemek lazım " demiş Mevlana. Yaşamın yegâne akışı bu sürekli değişim ve dönüşüm. Sen burada stabilite, garanti arıyorsan yanarsın. Yok öyle bir şey. Bir gün bakarsın garanti olsun diye kurduğun her şey yıkılmış. Ama sen o akışa uyum sağladığında her günün ayrı bir muhteşem deneyime dönüşüyor. Bunun şahidiyim. Bu bağlamda genç Hasan'ı falan özlediğim yok. Her anın ayrı bir güzelliği var ve yaşadıklarıma dönüp baktığımda, geriye dönüp şunu değiştirirdim dediğim bir olay da yok çok şükür. İyi ki bunları yaşadım. Zaman zaman elbette hatalar da yaptım ama ilahi GPS yanlış sapaklara sapsan da seni eninde sonunda rotaya sokuyor. Peki, çok seviyorsak halen kumda oynamanın nesi kötü diye sorsam? O ruhla yeniye açılamaz mıyız? Sen tatile çıktığında halen kumla oynuyor musun? Sürekli kumdan kaleler yapıp arada suyun boyu geçmediği, annenin seni izlediği bir yerde suya girip, sonra geri gelip oynamaya devam mı ediyorsun? Yoksa mesela iyice açılıp yüzmenin tadını mı alıyorsun veya denize dalıp derinlikleri mi izliyorsun veya tekneyle iyice açılıp orada kendini sulara mı bırakıyorsun, belki de sörf yapıyorsun, ya da sahilde paraşütü. Yetişkinliğine daha uygun şeyler. Ama her gün elinde kova kürekle sahile gidiyorsan görmek isterdim bunu. Instagram'da paylaş arada, söz sana beğeni yapacağım. Sevsen bile hiçbir şey eskisi gibi kalmaz diyorsun. Peki. Her şeyin bir vakti var diyorum. Kumda oynamanın vakti varken o çok güzeldi, ama büyüyünce farklı keşiflerin vaktidir. 40 yaşında adamın halen gidip kumda oynaması gariptir. Bundan kastım çocuklara eşlik etmek değil elbette. Gidip kovalarla kumda oynamayabilirim. Ama kumla oynamak-kale yapmak vs. sürekliliği olmasa da yapılabilir bence. Çocukluğumuzdaki gibi olmaz belki ama neden olmasın ki? Değiştiğimize katılıyorum, her şey eskisi gibi kalmıyor ancak halen salıncak gördüğümde dayanamayıp sallanıyorum mesela. Bunları yaparsın elbette, ben de yaparım. Ama zihnin güvenlik alanından çıkmak istemiyor Simla. Konforumuz yerinde, bak her şey ne güzel akıyor gidiyor, huzurumuzu ne bozuyor ki içinde. Neyi kastettiğimi gayet iyi anlıyorsun da halen bir tarafın derinlere dalmamak için direnişte. Bunu düşüneceğim. Peki bu kadar derinlere inmek, farkındalık sahibi olmak gerçekten de olması gereken bir durum mu özümüzü bulmak için? Varsa eğer derinleşen yaralarımız olmaz mı? Hakikatin yolculuğuna çıkacaksan bu yol çok net söyleyeyim zorludur. Öyle sanıldığı gibi lay lay lay değildir. Öncelikle yanmayı göze alacaksın. Ateşin içine atlayacaksın. Ancak yanarsan anlarsın ateşin hakikatini. Yoksa sadece izler de anlatır duranlardan olursun. Evet, yanarsın, ama yananın ne olduğunu anladığında da haline şükredersin. Kitapta zaten bununla ilgili bölüm var. O bölümü yazmak benim hayatımı çok dönüştürdü. İnsanın içindeki ışığı görmesi için ki uyanış diyelim buna, ille de bir çöküş yaşaması mı gerekir?  Ayrıca insanoğlu göründüğü kadar söylediği kadar yeniye çok da açık değil sanki... hep bir bağımlılık var. Çöküş değil de yıkım sistemin prensiplerinden birisi. Eğer tamamlanmışsa bir süreç vedalaşmamın vakti gelmiştir. Fakat sıkıntı sürekli eskide takılı kalmak. Vedalaşmayı bilmemek ve bu yüzden tamamlanmamak. Bizim ülkedeki yegâne sorun bu. Finalini yapmayı bilmiyoruz. Bu yüzden dosyalar açık kalıyor. Bu nesillerden nesillere aktarılıp duruyor. Sonra nesilden birisi çıkıp bu dosyaları kapatıyor, işte bunlara da ailenin şifacıları diyoruz. İnsanoğlunun yeniye çok açık üyeleri de var. Ama bunların sayıları çok azdır. Onlar öncülerdir. Zaten hayatlarını tarih kitaplarında okursun veya adına türbeler dikilmiştir de gider ziyaret edersin. Ama sen de bunlardan birisi olabilirsin. Adına türbe dikerler mi bilemiyorum ama en azından sisteme etki edebilen, ona büyük katkıda bulunabilen bir insan olabilirsin. Yeter ki kendini değişime ve yeniye aç. Öyle sahip olduğunu zannettiklerine tutunmaya çalışarak ilerleyemiyorsun. Gerçi hoş yeni nesiller bunun bilincinde. Birkaç nesil sonra ev al da hayatın kurtulsun diyenlerden pek kalmayacak gibi görünüyor. Daha mı farkındalık sahibi olduklarını düşünüyorsun ya da cesur? Düşünmüyorum görüyorum. Benim gördüğüm nesiller çok farklı, yenilenmiş modeller. Bizim emeklerimizin onlarda yeşerdiğine şahidim. Kitabında içsel yolculukların esnasında arada bir ana kucağına sığınman dikkatimi çekti. Bu bir güven arayışı mıdır? O güveni her daim ararız biz de o kucağı aradığımız yer konusunda sıkıntı yaşıyoruz. Biz görünen dünyada sığınacak limanlar arıyoruz. Garanti peşindeyiz sürekli. Ama sistem öyle kurulmamış. İlk kitapta da bahsediyordum, limana uzun süre bağlarsan tekneyi dibi çürür. Ama arada ikmal yapmak, nefes almak için karaya çıkarsın elbette. Böyle bir kucak aradığımız. Fakat sorun şu ki biz bunu kişilerde arıyoruz. Özellikle de fiziki dünyadaki annelerimizde. Onlar ellerinden geleni yapıyorlar veya yüzlerine gözlerine bulaştırıyorlar. Fakat bizim arzuladığımız aslında ilahi annenin kucağı. O annenin kucağı bizi rahatlatır, yeniler, günceller ve sonra doyumu yaşayınca da yolculuğa geri döneriz. Arzuladığımız her daim bu. Günümüzde çoğunlukla diyeyim erkek, kadın için bir güven ifade etmediği gibi kadın için kadın da güven ifade edemiyor. Biz kadınların içsel yolculuğumuzu yazmaya kalksan işin içinden çıkabilir miydin acaba? Gerçi senin “Birileri Kadınlarımızı Fena Kandırıyor” diye de bir kitabın vardı. Peki eskiden de her şeyi ilahi güce bağlar mıydın? Her şeyi ilahi bir güce bağlamazdım, her şey zaten ilahi bir güçten gelir. Bunun farkında olursun veya olmazsın. O hepimizin birliğidir, bizdir. Yoksa yukarıda bir kral oturuyor da bizi yönetiyor manasına gelmiyor bu ilahi güç. Her birimizin bağlı olduğu birliktir. Mesela sen Simla olarak görünüyorsun. Ama al incele mikroskopta, senin trilyonlarca hücren var. Kimisi karaciğer, kimisi dalak, kimisi kan vs. Her biri senin her özelliğini taşır, ama kendi başına hiçbiri Simla değil, hepsi bir araya gelerek Simla bütününü oluşturur ve bu bütünlük tüm hücrelerin ötesindedir. Ama bir hücre eksikse veya uyumsuzsa sıkıntı çıkar sistemde. Kanser mesela tek bir hücrenin kafayı yemesiyle başlar. Tek bir hücre kafayı yiyerek tüm sistemi yıkabiliyorsa, başka bir hücre kafayı erdirerek, tüm sistemi dönüştürebilir de. İnsanlık tarihi böyle hücrelerle dolu. Bir erkek formundayım ve bunun avantajları da var, dezavantajları da elbette. Fakat kendimi yekpare erkek olarak algılamıyorum ben. Ruh erkek ya da kadın değildir, eril ve dişilin bütünüdür. Ama dünyada iki form vardır seçebileceğin, birisini seçer gelirsin. Ben erkek formundayım. Ama kadın formunda olup da bu yolculuğu muhteşem anlatabilecek insanlar tanıdım ben. Benim de üstadım bir kadın formunda ve kendi yolculuğunu öyle aktardı ki bana kendi kendimin içinden çıkabildim. Kitabı okurken kendinle çokça da eğlendiğin fark ediliyor. Hatta bildiğin dalga geçiyorsun. Gerçekte de böyle misin ve böyle mi olunmalı sence? Hiçbir “-meli”, “-malı” yoktur. Herkesin yolu, hikayesi kendine özgüdür. Ben kendimle çok eğleniyorum. Çok saftirik, sazanlanmaya müsait yanlarım var. Kitabı yazarken de bu durumlarla karşılaştım. Sonsuz BEN ve diğer karakterler çok eğlendiler bu halimle. İşin aslı ben de çok eğlendim. Hatta arada bu kadar dalga geçilmesine bozulduğum bile oldu. Şimdi tabii şizofrenik bir durum gibi görünüyor. Yazan sensin, ama karakterlerinin seninle eğlenmesine bozuluyorsun. Ne demek istediğimi yazanlar bilir. O enerjinin içine girdiğimde her bir karakter canlı. Karşımda benden öte bir Sonsuz BEN var ve benden bağımsız akıyor her şey. Hatta birçok noktada bir sonraki adımda ne olacağına dair bir fikrim bile yoktu. Sadece yazarken o sahneyi yaşıyordum ve birden hikaye dönüşüyordu. Yani kısaca kitapta benimle çok eğlendi karakterlerim. Kitabı adı neden “Sonsuzluğun Ustası”? Usta mısın artık? Kitap, ruhun ustası olmayı öğrenen bir yolcunun hikayesi. Bunun için derinlere nasıl daldığının, ateşlerde nasıl yandığının hikayesi... Finalde de armağanlarını alıyor. Fakat bu tamamlanış, olmuşluk anlamına gelmez. Sadece okuldan mezuniyetinizi, yetki belgesini almışsınızdır. Bununla ne yapacağınızın hikayesi daha yeni başlıyordur. İşte bir sonraki kitap bu bağlamda ilerleyecek. Bakalım ne olacak? “Ruhun ustasıyım” dedikten sonra karşına neler çıkacak ve sen onu nasıl bir ustalıkla dönüştürebileceksin… Bunları yazmayı heyecanla bekliyorum. “Sonsuzluğun Rehberi” ve “Sonsuzluğun Ustası” derken, biz de serinin devamını sabırsızlıkla bekliyor olacağız. Ben de bekliyor olacağım. Çünkü bu, başlıbaşına bir dönüşüm yolculuğu, sadece benim değil, hepimiz için…  ***** Sonsuz BENliğinizle bütünleşmenin zamanı gelmedi mi daha? Okuyun, siz karar verin… Şu ana kadar okuduklarınız yetmez, dahası var, daha çok sayfalık soru çıkarırdım ben. Ama artık sıra sizde! Okudukça yol alacağın, yol aldıkça sorgulayacağın ve cevaplar bulmak için aklının sınırlarını zorlayacağın bir yolculuk bu kitap. Bu röportaj vesilesiyle ben de bir kez daha teşekkürlerimi sunarım Hasan’a namıdiğer “Sonsuz”a; benim içsel yolculuğumu seneler önce okuyup, beni derKi.com’da yazar yaparak yazılar yazmama, sorular üretmeme ve bir nevi kendimi bu yolda aşmama destek olduğu için, en önemlisi de hep güvendiği için… Gelişiminize sebep olan insanlara şükredin der, sonsuzluk yolunda size keyifli yolculuklar dilerim. Read the full article
0 notes
yenicagkibris · 5 years
Text
Kıbrıs’taki olayları NATO talimnamelerine veya özel harp psikolojik savaş yöntemlerine göre yorumlamak -14- Ulus Irkad
https://wp.me/pXsHy-KwO Kavazoğlu’nun katlinde gene Özel Harp Talimnamesine bakarsak orada yazılan kuralların kullanıldığını ve çok yönlü birçok yöntemin izlendiğini göreceğiz. Yani anlayacağınız Kıbrıs’ta her olayın arkasında Özel Harbin etkisi veya Zir Köy’ünde verilen eğitim kurslarının izi vardır. FM-31 ve ST 31 olarak çevrilen Özel Harp Talimnamesi’nde aynen şöyle demektedir: “Adam öldürme, bombalama, silahlı soygunculuk, işkence, kötürüm haline getirme, adam kaçırmak suretiyle tedhiş ve olayları tahrik, misilleme ve rehinelerin alıkonması, kundakçılık, sabotaj, propaganda ve yalan haber yayma, zorbalık, şantaj ve yine talimnamede bu örgüt için şöyle bir ayrıcalık var; Yine resmi talimnameden aktarıyorum: ‘ Bir gayrınizami kuvvetin yeraltı unsurları kaide olarak kanuni statüye sahip değillerdir” (Turhan, 1992,23).   ÖZEL HARP DAİRESİ’NİN KIBRISLITÜRKLERİN SEÇİMLERİNE KARIŞMASI VE 15 TEMMUZ 1974 DARBESİYLE BAŞLAYAN SÜREÇ Özel Harp Dairesi aslında Kıbrıs Sorunuyla içli dışlıydı. Orgeneral Kemal Yamak “Gölgede Kalan İzler ve Gölgeleşen Bizler” adlı kitabında (2006,261) 1974 öncesi Kıbrıslıtürk toplumunun içişlerine bile karışıldığını açıkça yazmaktadır: “..O dönemde de Türk Mukavemet Teşkilatının desteklemediği bir adayın seçimi kazanması da zaten mümkün değildi. Rahmetli Doktor Küçük, Türkiye’ye gelmişti.Kimlerle neyi görüştüğünü bilemiyorum. İkinci gün daireye ziyaretime geldi. Konu cumhurbaşkanlığına adaylığıydı. Yeniden cumhurbaşkanı olmayı arzuluyor, bununla iligi gerekçelerini sıralayıp hizmetlerini, katlandıklarını dile getiriyor ve “Bir dönem daha” diyordu. Konuşmalarından anladığıma göre Dışişleri topu bize atmış ve “Genelkurmay” demişti. Biz teklifimizi sunmuş, komutanlığın kararını almış ve görüşmeye hazırlanmıştık. Rahmetli Doktor Küçük’ün  söylediklerine ben de katılıyor, hizmetlerini biliyor, gerekçelerinde doğru olabileceğini vurgulayarak diyordum ki: Nöbet devri zamanı geldi, siz davanın bayrak ismisiniz. Bayrak elinizde olarak ayrılınız ve Denktaş’a imkan veriniz, onun değerini siz bizden daha iyi ve daha yakından biliyorsunuz. Takdir ettiğinizi de biliyorum. Seçimler olaysız olmalı. Sonuçta toplum bir liderin etrafında, bir yumruk gibi birleşmiş bulunmalı. Bu büyüklüğü siz gösteriniz”. Bu münakaşalarımız, tam dört saat sürmüş, rahmetli bu süre içinde iki paket sigara ve tahminen yirmiye yakın çay ve kahve içmişti. Sonunda bir soru sordu: “Bütün bunlara rağmen seçime girsem ne olur?” Cevabım, “Büyük bir ihtimalle kazanamazsınız. Ortam da bunu gösteriyor.” Şeklinde oldu ve ekledim: “Kendiliğinden görevi cemaat liderine devretmiş bir cumhurbaşkanı olarak veya seçime girmiş, seçilmemiş, seçilememiş bir cumhurbaşkanı olarak ayrılmak, sizin tercih ve takdirlerinize bağlıdır Sayın Küçük. Bu takdir sizindir. “Tereddütlerini hissediyordum, devam ettim.: “Toplumunuz size her zaman davanın bayraktarı bilecek. Size karşı minnet ve şükran duygularını hep yaşatacak.. Hem Türkiye, hem de Kıbrıs’ta saygın yeriniz titizlikle korunacaktır. Lütfen bu görüntünüzü zedelemeyiniz”.  Rahmetli bir an daha düşünmüş ve adeta rahatlamış gibi, “Peki paşam, anlaşıldı, galiba bu konuda karar verilmiş bulunuluyor. Benim de bu karara uymam gerektiğine inanıyorum. Seçimlere girmeyeceğim. Şimdi son kahveyi söyle, içip gideyim” demişti (Yamak,2006,261).   HAREKAT ÖNCESİ HAZIRLIKLAR BAZI KOMUTANLARIN BANA ANLATTIKLARI VE BİR SANCAKTAR’IN MAĞUSA’DA KIBRISLIRUM TARAFINA KAÇMASI Mağusa’da bazı eski Mücahit komutanları bana oraya gelen bir Sancaktar hakkında bazı olayları anlattılar. Mesela bir Mücahit komutanı oraya gelen bir Sancaktarın devamlı Maraş’a gidip oradaki Yunanlı komutanla görüştüğünü, gene bazı Mücahit komutanları bana bir Sancaktarın devamlı Rum askeri kampına girip oradaki komutanla görüştüğünü ifade etmişlerdi. Buna benzer bir olayı Kemal Yamak da “Gölgede Kalan İzler ve Gölgeleşen Bizler” adlı kitabında (sf.282) anlatmaktadır:    “Bu arada Kıbrıs’ta bir olay oldu. Çok zorunlu bir sebep yüzünden Kıbrıs’taki görevinden alınacağını anlayan bir binbaşı firar etti. Kendisinin önce Rumlara sığındığını, daha sonra da Londra’ya gönderildiğini tespit etmiştik. Binbaşı maalesef Türkiye’nin Kıbrıs’la ilgili planlarını biliyor ve birliğinde bulunan kısmını da beraberinde götürmüş bulunuyordu. Bu çok talihsiz ve önemli olaya hem üzülüyor, hem de pek çok önem vermiyor, bu duygumuzu ve üzüntümüzü içimizde saklıyor, fakat önem veriyor görüntüsünü sürdürüyorduk. Çünkü rahmetli Orgeneral Faruk Gürler’in imzasıyla yeni bir planlama emri almış, harıl harıl bunun üzerinde çalışıyorduk. Bu yeni plan daireye geldiğinde çok sevinmiş ve evraka not olarak, “Şimdiye kadar yapılan planlamaların en uygunu ve en gerçekçisi” diye bir ifade yazdığımı hatırlıyorum. İşte bu yeni planın bittiği ve henüz ast birliklere yayımlanmadığı bir safhada meydana gelen bu olay, aslında o zamana kadar Rumların elde ettiği bilgileri de teyit ettiğinden, adeta yeni planın bir koruyucusu ve aldatıcısı olmuştu. Harekatı izleyenler ve Kıbrıs’ta incelemede bulunanların da bileceği gibi, ilk harekatın sonuna kadar, Mağosa-Boğaz arasına  Rum kuvvetlerini bağlayan ve aldatıcı bazı tedbirlerle, bu kıyılara yaklaşan, donanma arayan bir beklentiye sebep bulmaya çalışanların bu sebebi de eklemesi gerekiyor. Bu bir tahmine dayanan ve olayları birbirine bağlayarak ulaşılan sonuçtur. Bunu kuvvetlendiren bir başka  sebep de Magosa-Boğaz arasındaki kıyı ve derinliklerinde esasen var olan Rum savunma mevzi ve engellerinin, bu üzücü  olaydan kısa bir süre sonra geliştirilmeye başlanmasının ve deniz dibi engelleriyle takviye edilmesinin tespiti olmuştur. İşte o binbaşının yaptığı kötülüğün iyiliğe dönüşmesi ve Kıbrıs Barış Harekatı’nda uygulanan planın bir maskesini teşkil etmesi, böyle bir olaya da dayanıyordu. Kendiliğinden oluşan ve gelişen mükemmel bir şaşırtma harekatının başarısı için, harekattan önce Rumların Türk çıkarması beklediği bu bölgelerde keşif harekatımızı hiç azaltmamış, hatta hedef tespit çalışmalarımız bölgesinde yaparken, doğuda daha da yoğunlaştırmıştık”(Yamak,2006,282-283). 15 Temmuz 1974 Süreci ve Bülent Ecevit’le Londra’da Darbe duyulur duyulmaz Türk Ordusu hazırlıklara başlar. Bunun üzerine Ecevit Garantörlerden biri olan İngiltere ile görüşmek için yanında da bazı askeri uzmanları alarak İngiltereye gider. Aşağıdaki anılar o sürece ait olan anılar oluyor: “Olay bir şekilde görülmesine rağmen, neden daha emin ve daha çok zaman kazanabilecek bir hareket tarzı olan, müşterek müdahaleye biraz yeşil ışık yakıp görüşme, planlama ve hazırlık gibi hareket tarzlarıyla olayı zamana yaymayı ve arada çıkarılması çok kolay olan anlaşmazlıklara, bu süreyi uzatmayı bir politika olarak benimsemediklerine cevap bulamıyordum. Yarım da olsa cevabı galiba, “Türkiye böyle bir müdahaleyi göze alamaz veya yapamaz” kanaatinin içinde saklıydı. (nitekim yukarıdaki gazete küpüründen de anlaşılacağı üzere, yıllar sonra yapılan bir itiraf da bu değerlendirmemizi doğruluyor). Eski politik çıkışlar ve sonuçları bu görüşü destekliyordu. Çok şükür korktuğumuz olmamıştı. Esasen sayın başbakan da bu tavra karşı hazırlıklı ve kararlıydı. Londra’dan dönerken uçakta sayın başbakan bizlere, “İngilizler bize yeşil ışık yakmadılar, ama kırmızı ışık da göstermediler” diye başlayan bir konuşma yaptılar. Bu ifadenin “ama”yla başlayan ikinci cümlesini, sayın başbakanın müdahale kararının değişmediği ve kesinleştiği şeklinde değerlendirmiştim. Gayri ihtiyari sayın başbakanı gözle takip ediyordum. Bir ara elinde küçük bir kağıt olduğu halde, bazı arkadaşlarıyla konuştular. Sonra beni çağırdılar, “Yamak Paşa, acaba uçaklarımız hava taarruzu için Kıbrıs semalarına gittiklerinde, bombardımandan evvel, önce çiçek, sonra beyanname atsalar, eğer aşağıdan ateş açılırsa, o zaman hava taarruzuna geçseler, olabilir mi?” sorusunu sordular. Sayın başbakanın kafasında kesinleşen müdahale kararı, insancıl yapısı ve yaklaşımıyla çarpışıyor ve hangi taraftan olursa olsun insanların zarar göreceği düşüncesi kendisini rahatsız ediyordu. Bu ulvi düşünce ve insancıl yaklaşımın karşı tarafa ne kadar yabancı ve uzak  olduğunu düşünerek, savaş uçaklarından çiçek atmanın teknik olarak çok zor ve hatta mümkün olmadığını, bir iki uçaktan birkaç şehir meydanına çiçek atma ile çok farklı koşulların yaşandığı bir harekatta atılsa bile, eli tetikte bekleyen ruhiye içersinde algılanamayacağını arz ettim. O zaman “Peki” dedi ve elindeki kağıdı uzattı. “Öyle ise şu tarz ifadeler taşıyan beyannameler basalım ve onlara atalım” dediler. Kağıdı aldım. Daha evvel Abbas Efendi’yle hazırladığımız Genelkurmay beyannamelerine benzer ifadeler taşıyorlardı. Atılacağını arz ettim. Ama yeniden basılıp, çoğaltılıp, hazırlanıp, ulaştırılmasının bu kısa süre içersinde mümkün olamayacağını ancak, bu konuda bir boşluk da yaratılmayacağını düşünüyordum. Zira Ankara’ya indikten kısa bir süre sonra harekat ve erken saatlerde de hava harekatı başlamış olacaktı” (Yamak,2006,324-325) KAYNAKÇA Yamak,K (2006) Gölgede Kalan İzler ve Gölgeleşen Bizler, Doğan Kitap, İstanbul. Turhan, T.(1992) Özel Savaş Terör ve Kontrgerilla, Tümzamanlar Yayıncılık, İstanbul.
0 notes
Text
Başkan Kocamaz: “Kentin Önünü Açacak Konularda Biz Herkesle Uzlaşmaya Varız”
Gülnar Haberleri Yeni Bir Haber Yayınladı... https://www.gulnarhaberleri.net/baskan-kocamaz-%c2%93kentin-onunu-acacak-konularda-biz-herkesle-uzlasmaya-variz%c2%94-2/
Başkan Kocamaz: “Kentin Önünü Açacak Konularda Biz Herkesle Uzlaşmaya Varız”
Mersin Büyükşehir Belediye Meclisi tarafından 06.02.2018 tarihinde oy birliği ile kabul edilen, Mersin’i modernleştirecek ve dönüştürecek 1/5000 Ölçekli İlave ve Revizyon Nazım İmar Planı ile ilgili Sivil Toplum Kuruluşları, oda ve dernek temsilcilerine yönelik bilgilendirme toplantısı düzenledi.
Mersin Büyükşehir belediye Başkanı Burhanettin Kocamaz başkanlığında Divan Otel’de gerçekleşen bilgilendirme toplantısına Sivil Toplum Kuruluşu başkan ve temsilcileri, oda ve dernek yöneticileri, meclis üyeleri ve çok sayıda iş adamı katıldı.
Uzun süredir Mersin halkının beklediği ve Mersin’in çehresini değiştirerek, modern kent görünümüne kavuşturacak olan Toroslar, Yenişehir, Akdeniz ve Mezitli ilçelerinin, bölgesel nüfus yoğunluk kararlarını, ana ulaşım kararlarını, çeşitli yerleşme alanlarının gelişme ve yön büyüklükleri ve nüfusa hizmet edecek kentsel donatı kararlarını kapsayan 1/5000 ölçekli ilave ve revizyon nazım imar planı için bilgilendirme toplantısı düzenlendi.
“Mersin’in yüzde seksene yakınında kentsel dönüşüm gerekiyor”
1/5000 Ölçekli İlave ve Revizyon Nazım İmar Planı ile ilgili Mersin’in paydaşlarını bilgilendirmek ve fikir alışverişinde bulunmak amacıyla toplantı düzenlediklerini ifade eden Mersin Büyükşehir Belediye Başkanı Burhanettin Kocamaz, görevi devraldıklarında 1/100 binlik plandan başlayarak kentin anayasasını oluşturmaya çalıştıklarını belirtti. Göreve geldikleri aydan bir ay sonra 1/100 binlik, 1/5 binlik ve Ulaşım Master Planı için ivedilikle çalışmaya başladıklarını belirten Başkan Kocamaz, “30 Mart 2014 yılında göreve talip olduk. ‘Gelin Mersin’i birlikte yönetelim, birlikte büyütelim’ demiştik. O günden bu yana Mersin için verilecek önemli karalar için sizlerle istişare yapıyoruz. Bu toplantı yapılıncaya kadar, bu imar planı bugüne gelinceye kadar özellikle 1/100 binlik planlarda birçok paydaşla bir araya gelindi ve herkesin fikir ve düşünceleri not edildi. Bir plan var. Plana 2 binin üzerinde itiraz var ama bunlar değerlendirilememiş. Dolayısıyla 1/100 binlik plan olmayınca diğer yapılacak alt planda maalesef hayata geçirilemiyor. Biz Nisan ayının başında göreve geldik. Mayıs ayından itibaren bu çalışmaları başlattık. 1/100 binlik plan, Ulaşım Master Planı ve kentin en önemli sorunlarından taşkın suların deşarjı ile ilgili çalışmaları o günlerde başlattık. Zaman kaybı yaşanmasın diye 1/5 binlik planları da hemen ihale ettik” dedi.
“Alınan radikal kararlarında kentin paydaşları tarafından sahiplenilmesi gerekiyor”
Planın ilçeler bazında tek tek değerlendirilerek sonrasında bir bütün olarak ele alındığını ifade eden Başkan Kocamaz, “Şöyle bir baktığınızda Mersin merkez ve diğer ilçelerimiz için yani Mersin’in yüzde seksene yakınında kentsel dönüşüm gerekiyor. Sağlıksız yapılar var. Biz bu planı yaparken mümkün olduğu kadar Mersin’de yeni çarpık yapılaşmaya izin vermeyelim düşüncesi ile bazı radikal kararlar almıştık.  Zaten bir kenti adam etmek istiyorsanız radikal kararlar alıp onu uygulamak mecburiyetindesiniz. Alınan radikal kararlarında kentin paydaşları tarafından sahiplenilmesi ve arkasında durulması gerekir. 1/5 binlik plan Bakanlık tarafından onaylandı. Ama orada da birçok sorun yaşadık. Adınız Büyükşehir Belediyesi ama Mersinle ilgili alınacak karalarda yetkiniz bir yere kadar. İmarla, kıyılarla, serbest bölge ile ilgili, organize sanayi bölgesi ile ilgili çok fazla yetkiniz yok.  Dolayısıyla biz bu imar planını bir bütün olarak ortaya çıkarmakta maalesef zorlanıyoruz. Yine nükleer santralin olduğu bölge stratejik bölge ilan edildi. Orada da Büyükşehir’in ve ilçe belediyelerinin hiçbir yetkisi yok. Dolayısıyla bunların arasında biz kurtarabildiklerimizi kurtarmaya çalışıyoruz” şeklinde konuştu.
1/5 binlik planın Büyükşehir Belediye meclisinde bütün siyasi partilerin meclis üyeleri tarafından oy birliği ile onaylandığının ancak sonrasında itirazların başladığının altını çizen Başkan Kocamaz, “ Bu itirazların içinde öyle itirazlar var ki arsası belli değil, parseli belli değil. Ama o ortam içerisinde insanlar gaza gelmiş. Bir matbu itiraz dilekçesi doldurup vermişler. 15 bin 600 civarında itiraz oluyor. Bu itirazlar özel proje alanlarında, kıyı kenar çizgisi, dere yatakları, yüksek gerilim hatlarının altındaki imarlar ile ilgili alanlarda yoğunlaşıyor. Bu kadar itiraz arkadaşlarımızın 3 ayını aldı. 3 aydır bu itirazları tek tek değerlendirdiler. Komisyondaki arkadaşlar, meclis üyesi arkadaşlarımız gördüler ki çoğu itirazlar birbirine benziyor. Bunları toplu değerlendirmek gerekiyor” dedi.
“Herkesin şahsıyla ilgili beklentilerden ziyade, kentle ilgili beklentileri ön plana çıkarması gerekir”
Kentle ilgili yapılan planı sadece yerel yönetiminin değil, o kentin tümünün üstlenmesi gerektiğini söyleyen Başkan Kocamaz, şahsi meselelerin değil kentin geleceğinin ön plana çıkarılması gerektiğini sözlerine ekleyerek, “Eğer siz, şurada Ali’nin yeri var, burada Veli’nin yeri var mantığıyla yaklaşırsanız o plan, plan olmaz. Kim olursa olsun şahsıyla ilgili beklentilerden ziyade kentle ilgili beklentileri ön plana çıkarması gerekir. Bazı bölgelerde tartışmalar hala devam ediyor. Ben şahsen kentin geleceği ile ilgili bu tür konularda siyasi düşünceleri, şahsi düşünceleri bir kenara bırakıp, kent ortak paydasında birleşerek, kentin önünü açacak, geleceğe dönük, bizden sonraki nesillere daha yaşanılabilir bir Mersin bırakma adına herkesin elini taşın altına koymasını bekliyorum. Biz yerel yönetimiz. Biz üzerimize düşeni yapmaya çalışıyoruz. Yeri geliyor risk alıyoruz.  Eğer bu riski alamazsak bu kenti daha ileri noktalara götürme şansımız da olmaz. Biz olması gerekenleri yapmaya çalışmalıyız” diye belirtti.  
“Kentin önünü açacak konularda biz herkesle uzlaşmaya varız”
Büyükşehir Belediye meclisi içerisinde zaman zaman bazı tartışmaların olduğunu ancak alınan kararlarda oy birliğine vardıklarını ifade eden Başkan Kocamaz, “Kentin önünü açacak konularda biz herkesle uzlaşmaya varız. Bu kenti herkesle birlikte yönetmek istiyoruz. Herkesin de aynı şekilde bakmasını istiyoruz. Şahsi beklentileri bir kenara bırakıp, olaylara objektif yaklaşma alışkanlığını bu kentin insanına kazandırabilirsek her şey daha güzel olur. Mersin gerçekten ayrıntısı, farklılığı diğer illere göre daha çok olan bir şehir. Yeter ki bunun farkına varalım. Yeter ki birleşelim, müştereklerde bir araya gelelim. Ayrıntıları bir kenara bırakabilirsek müştereklerimizin ne kadar çok olduğunun hep birlikte farkına varacağız.  Biz bu kenti paydaşlarımızla geleceğe taşımak istiyoruz. Zaman zaman eleştiri alıyoruz. Ama inanın bu kadar açık, bu kadar şeffaf ve kentin bütün bileşenleri ile bir araya gelerek bütün konuları tartışan, ülkede bizim gösterdiğimiz hassasiyet çerçevesinde tartışan bir başka Büyükşehir Belediyesi de yok.  Bu kent huzur, barış ve kardeşlik kenti. Bu hizmetler zaten olur. Bundan önemlisi bu barış ve huzur ortamını gelecek nesillere de taşıyabilmek”  dedi.
Başkan Kocamaz’ın konuşmasının ardından Mersin Büyükşehir’e Belediyesi Başkan Danışmanı Ahmet Turgut tarafından bir bilgilendirme sunumu yapıldı. Sunumda, 1/5 binlik planda yer alan yerleşim ve çalışma alanları, plan etapları, nüfus kararları, yoğunluk dağılımı, ulaşım kararları, dere güzergâhları, kop parselleri, donatı standartları, itiraz konuları ve dağılımları ile ilgili bilgiler verildi. Turgut’un sunumunun ardından ‘Mersin Ulaşım Ana Planı’ ve ‘Mersin Metrosu Hat 1’ hakkında bilgilendirme sunumu gerçekleştirildi.
0 notes
birhikayemvar · 7 years
Text
“..” 30.01.2018 syf.9
Gözlerini sımsıkı kapadı. Sadece ara ara kafasını sola doğru eğiyordu.
“1…2…3…4…”
-Yaklaşıyorlar!
“1…2…3…4…5…"
-Prenses, iyi misin?!
“Ahh. Susarsan daha iyi olabilirim.” diye düşündü. “Baştan.. 1…2…3…4…5…6…”
-Prenses!!
Bu kez daha sert bir tonla soruyordu. Ama hızla kendisine çevrilmiş bir çift sinirli gözle karşılaşınca duraksadı. Korkmuştu. O kadar korkunç mu görünüyordum. Ya da Samir neden bu kadar panikti. “Ne yapıyorsu..?” diye mırıldanacak oldu ki, burnunun dibinde biten işaret parmağıyla artık tamamen sustu.
“Evet… Tekrar sayıyoruz.. 1…2…3…4…5…6…7…8..”
Hahh. Geldi kehribar! Ama Samir kolundan tuttuğu gibi yanımıza çekti ve eliyle ağzını kapatarak susturdu. “Sonunda anladı sanırım. Bırakmıyordu ki konsantre olayım.  Baştan, son kez!”
“1…2…3…4…5…6…7…8…9…10… Kendimden uzaklaşmış gibiydim. Sayılar dönüyordu kafamda, koordinatlar, haritalar, şekiller.. Önce şu anki konuma odaklanıp, geriye doğru takip ederek önce başlangıç noktasına sonra taksiden indiğim noktaya döndüm. Kaç kişinin sesi vardı, nereden geliyordu. Sesleri, yüzleri ve silahları hatırladığım kadarıyla tüm ayrıntıları hesapladım. Olası çıkışlarıyla bir labirent gibi olan bu koruluğu ezbere biliyordum ama bu işimi daha da kolaylaştırmıyordu. En önemlisi bizim hızımız ve imkanlarımızdı. 
Bu zor bir oyun olacaktı. Kafamdakilerden Samir dahil kimsenin haberi yoktu. Belki de strateji noktasında benden bile keskin zekasıyla bu kadar risk alacağımı tahmin edebileceğini de sanmıyordum. Ama ne anlatmaya ne de açıklamaya fırsat vardı. Ama sanırım tek kurtuluş yolu, tüm cevapları alarak, bu şekilde olacaktı.
Şu kehribara, Samir’i ona teslim edecek kadar güveniyor muydum? Daha doğrusu plana sadık kalıp kalmayacağını bile bilmiyordum. Hatta anlayacağını?”
Samir’in silahında tam tamına şu an 5 mermi vardı. Kalanın onlara yetmesini diledi. Kendisinin o kadar bile şansı yoktu. Arka cebindeki balıkçı bıçağına güvendi. Bir de nedense, bugün gelenlerin kendisini canlı, Samir ve Kehribarı ölü istediğine emin gibiydi.
Gözünü açtığında kendisine bakan şaşkın gözlere aldırmadı. Hızlı hareketlerle buraya gelirken cebine tıkıştırdığı Samir’in koordinatları yazdığı kağıdı çıkardı. Tek eliyle kehribarın çantasının kenarından görünen kalemi çekti aldı ve kağıda bir şeyler karaladı. Samir’in çantasına elini uzatıp, uydu telefonunu aldı. Silahın şarjörünü çıkarıp bir tane mermi çıkardı. Geri Samir’e uzattı. Kağıda yazdıklarını son kez kontrol etti ve kağıdı kıza uzattı. Tam verecekken çekti birden geri; “Adın ne senin?”
Kız duraksadı. Sonra “Hare” dedi. 
Duyduğum ismin bir şey ifade etmemesine şaşırmıştım. Kağıdı uzatıp kalktığımda arkamdan bir ses duydum. “Ama sanırım sen ismimi bir kez bile kullanmadın. Sen hep kehribar derdin.” Yüzüne baktım. 3 saniye için gözümün önünde minicik bir kız çocuğu canlandı. “Abla gitmek istemiyorum. Ya bir daha seni hiç göremezsem.” Ve bir saniye için dünya durdu.
Çok geçmeden yüzümde bir acı hissiyle kendime geldim. Az önceki tokatın acısından çok sersemliği ve şaşkınlığı vardı üzerimde, ne yani az önce bana tokat mı atmıştı.
Gözleri kan çanağı, ağlamaklı ama dik dik ve sinirle bakıyordu kehribar.
“Şimdi değil, kendine gel, yoksa bir dahaki tokat bu kadar hafif olmayacak. Ayrıca birazdan gittiğinde kendinde olmazsan, birbirimizi bir daha bulmak için de 20 yılımız daha  olmayacak.”
Afallamıştım. Neydi şimdi bu? Beynimde yerine oturmayan bir şeyler var ve bu beni mutlu etmiyordu. Sendeledim. Ama yüzüme gelen ikinci tokatı saniye farkıyla engellemiştim. Ben bileklerinden tutarken gülümsüyordu.
“Güzel, kendini öldürtme.” Bileklerini çekip Samir’in yarasını kontrol etti. Samir’de yazdığım kağıda bakıyordu.
“Biz bunları yaparken sen ne yapıyor olacaksın acaba? Bu sayı da ne?”
“Zamana benziyor” dedi kehribar.
Donmuş gibi onları izliyordum. “Ahh, zaman. Saat kaç “diye mırıldandım.
“Hey hey ne oluyor?  Sakin, hem ne zamandan beri planları anlatmak yerine kağıda yazıyoruz? İz bırakmamaya ne oldu?
Dinlemiyordum. Hızlıca bir hesap yaptım ve başka çare yoktu maalesef.
“Evet, küçük şokla birlikte plan biraz değişti. Samir, son satırı boş verin. Nerde derseniz orada buluşuruz. Mesajınızı bekleyeceğim. İz bırakmak demişken sanırım bugün sen başlattın ama bu kez kağıdı yakın. ” 
Samir son satıra bakarken bir yandan söyleniyordu. “Planı anlamaya çalışırken hala plan değiştiriyor. Bu yüzden planları genelde hep ben yapıyorum Prenses.”
Bense Kehribar’a döndüm. “ona sahip çıksan iyi olur ve daha bitmedi. seninle konuşacaklarımız var”
“20 yıl bekledim. Bence birkaç saatle baş edebilirim.” O bunu söylerken ben koşmaya başlamıştım.
Arkamdan duyduğum sesle de gerçekten gülümsemiştim. Hatta takılıp düşücektim.
“Senden bazen nefret ettiğimi söylemiş miydim Prenses.”
0 notes
nefiskektarifi-blog · 7 years
Photo
Tumblr media
Deniz kenarında da gözlerin sizin üzerinizde olmasını istiyorsanız, önerilerimize göz atın. Kumsalda dahi bakımlı olmak isteyen kadınlar vardır. Siz de onlardan biriyseniz, bu kolay tavsiyelerimiz oldukça işinize yarayacak. İşte, plaj güzelliğinin olmazsa olmazları: *Renkli çerçeveli büyük güneş gözlükleri bu yaz çok moda. Miu Miu, Ray Ban ve D&G'yi öneririz. **Şiş bir karınla kumsalda salınmamak için; bağırsakları çalıştırarak karın bölgesindeki şişliği önleyecek, potasyum değeri yüksek yiyecekleri tercih edin. Örneğin, kivi, armut, kayısı, ananas.. Kabızlığa iyi gelen yiyecekler Kabızlık sorunu; özellikle sağlıksız beslenmemizle, hareketsiz yaşam biçimimizle, öğün atlamalarımızla alakalı... Çareyi ilaçlarda aramadan önce çok kolay ulaşabileceğimiz, üstelik yerken ya da içerken zevk de alabileceğimiz gıdalardan yardım almalıyız. Erik, elma, ıspanak, lahana, incir, pırasa, kayısı, üzüm, zeytinyağı ve bir de sinameki kabızlığı gidermede birebir etkili. Peki tüm bu gıdaları nasıl tüketmeliyiz ki kabızlık sorunumuza gerçekten çare olsun! Pudra.com kabızlığa iyi gelen besin kürlerini açıklıyor... Bir geldi mi insanı deliye çevirir bazen gaz sancıları. Neredeyse doğum sancısı gibi olanları var. Şişkin bir karınla dolaşmak zorunda kalmak da cabası. Hangi yiyecekler gaz yapar? İşte gaz sorunun oluşmasına yol açan pek çok etken ve yanlışlarımız var ne yazık ki. Bunlar neler mi? -Yemeği acele ve hızlı yeme -Yemek sırasında çok konuşmaktan dolayı fazla hava yutma -Öğün atlama ve diğer öğünde fazla yemek yeme -Liften fakir beslenme -Gıda alerjisi -Sigara ve alkol kullanımı -Hareketsiz yaşam -Adet dönemleri ve gebelik -Mide çıkışını daraltan sorunlar, midenin sarkması, mide fıtığı, midenin fazla genişlemiş olması, sindirim salgılarının yetersizliği, mide bağırsak enfeksiyonları, bağırsakların gıdalara hassas olması, ülser, reflü gibi hastalıklar -Bazı ishal ilaçları -Stres -Sıkı giysiler Aslında her sağlıklı midenin içinde üst kısmında hava olsa da, gaz, yenilen gıdaların sindirilemeyen kısımlarının kalın bağırsaktaki mikroplar tarafından parçalanması sırasında ortaya çıkar. O nedenle tüm bu saydığımız etkenler bir yana yediklerimiz ve içtiklerimiz de fazlasıyla etkiler gaz oluşumunu. Gaz sorunundan kurtulmak için, öncelikle gaz sorunu yaratan besinlerden kaçınmak gerekir. Gaz yapan besinler hangileri? -Bakla, fasulye (özellikle kuru fasulye), soya fasulyesi, bezelye gibi baklagiller -Erik, kayısı, elma, muz, kuru üzüm, şeftali, armut -Kabak, turplar, soğanlar, brokoli, lahana türleri, karnabahar, salatalık, kuşkonmaz, enginar, patates, şalgam -Kızartılmış gıdalar, yağlı yiyecekler, kremalı, soslu gıdalar -Şekersiz sakız -Tam tahıllı ekmek -Yumurta -Soda, süt, dondurma, bira Gaz ve şişkinlik yapan yiyecekleri nasıl pişirmeli? -Bağırsaklarınızda gaz yaptığını bildiğiniz sebzeleri ve baklagilleri mümkün olduğunca küçük porsiyonlar halinde tüketin. -Gaz yapma olasılığı en yüksek gıdalar olan baklagilleri pişirirken akşamdan suda bekletin ve bekleme suyunu döküp temiz su ile pişirin. Çünkü baklagilleri içinde beklettiğiniz su, gaz yapıcı bazı karbonhidratları emer. Baklagilleri suda bekletmek için çok zamanınız yoksa, suyun içine karbonat atın. -Konserve edilmiş baklagillerin suyunu boşaltın, temiz su ile yıkayın. -Sütün içindeki laktoza hassassanız veya buğdayda bulunan glutene alerjikseniz, aşırı gazınız olabilir. Düşük laktozlu süt ürünleri ve yoğurt tüketin. -Laktoz tüketemiyorsanız ve yoğurt gaz yapıyorsa, laktozsuz yoğurt veya probiyotik yoğurdu tercih edin. -Her süt içişinizde gaz, şişkinlik gibi sorunlar yaşıyorsanız, bardağınıza yarım çay kaşığı kakao eklemeyi deneyin. -Baklagiller ve lifli sebzeleri haşlayarak ve kısık ateşte uzun sürede pişirin. -Yemekleri çok fazla baharat ve ekşi sos kullanmayarak hazırlayın. -Yemeklerin içine koyduğunuz yağ miktarını az tutun. Bu, daha kolay sindirilmesini sağlar ve gaz oluşumunu önler. -Patates, şalgam gibi köklü sebzeleri iyi pişirerek yiyin. Aksi taktirde hazımsızlık yapabilir. -Lahanayı çiğ olarak salata şeklinde tüketmektense iyi pişirilmiş şekilde yiyin ve yanında kimyon ya da rezene gibi gaz giderici baharatlarla birlikte alın. -Brokoli, kabak, karnabahar gibi sebzeleri yediğinizde gaz sorunu yaşıyorsanız çorba şeklinde tüketebilirsiniz. *** Kaslarınızı çalıştırın Şezlongta sırtüstü yatarken dizlerinizi bükün, ellerinizi yana uzatın ve kalçalarınızı sıkın, bırakın. Bu şekilde kaslarınız çalışır, tatilde de sporu aksatmamış olursunuz. Bu yazıları da mutlaka okuyun: Kaslı bir vücut için yapılması gerekenler... Biz kadınlar kaslı ve sıkı bir vücuda sahip olmayı isteriz. 10 basit ve pratik yöntemi uygulayarak bunu başarmamız çok kolay… 1- Vücudunuzu şaşırtın Hep aynı egzersizleri rutin bir şekilde yapmayın. Farklı sporlar yaparak farklı kasları çalıştırmak, daha fazla yağ yakmanıza yardımcı olur. Önerimiz eğer her gün yürüyüş yapıyorsanız, arada bir bisiklete binmeyi deneyin. 2- Kurallar koyun Kendinize karşı katı olmak ve spor için kurallar koymak sizi daha disiplinli kılacaktır. Mesela spor yaparken yediğiniz yiyeceklere kurallar koyun. Böylece daha düzenli ve hızlı bir şekilde kilo verebilirsiniz. 3- Zaman değil, kuvvet harcayın Yağ kaybetmenizi sağlayan şeyin uzun süreli bir spor değil de, kuvvet harcamanızı gerektiren egzersizler olduğunu biliyor muydunuz? Bu nedenle bir dakika aralıklarla, güç kullanarak yaptığınız spor, metabolizmanızı ateşleyecek ve vücudunuzdaki fazla yağları hızlıca yakacaktır. 4- Açık havayı değerlendirin Hazır havalar da ısınmışken spor aktivitelerinizi açık havada yapmaya özen gösterin. Çünkü vücudumuz dış ortamda ısısını kaybetmemek için daha çok çalışmak zorunda kalır. Dolayısıyla açık havada yapılan sporlar daha etkilidir. 5- Az ve sık yiyin Spor yaparken uyguladığınız beslenme düzeninin sıklığı ve niceliği çok önemli. Önemli olan sık ve az porsiyonlarda yemek. Ayrıca, ağır bir akşam yemeği yemek yerine, sabahları zengin bir kahvaltıyı tercih etmeyi de unutmayın. 6- Mola vermeyi unutmayın Spor yaparken arada bir mola vermek, aralıksız çalışmaktan daha etkilidir. Yapılan araştırmalara göre, yarımşar saatten iki set şeklinde bisiklete binmek bir saat aralıksız bisiklete binmekten daha fazla kalori yaktırıyor. 7- Plan yaparak çalışın Birden fazla kas grubunu çalıştıran egzersizler, etkiyi iki katına çıkarırken, süreyi yarıya indirir. Bu nedenle spor eğitmeninizin bu şekilde hazırlayacağı program ile çalışmak daha faydalı olacaktır. 8- Günlüğe herşeyi not edin Kendinize bir günlük edinin ve ne yiyip ne içtiğinizi buraya not edin. Böylece hem beslenmenize takip edebilir, hem de yediklerinizin kalorileri hakkında daha fazla bilgi sahibi olabilirsiniz. Üstelik bu yöntemle daha bilinçli beslenmek de mümkün olacaktır. 9- Güne zıplayarak başlayın Sabah saatin alarmını ertelemek hemen hepimizin alışkanlığı haline gelmiştir. Bu erteleme işlemi yerine, uyanmanız gereken saatten 10 dakika daha erken uyanıp 5 dakika boyunca zıplayabilirsiniz. Evet, kulağa ve göze komik gibi gelse de, bunu yapmaya değer. Çünkü 5 dakika boyunca zıplamak hem 40 kalori yaktıracak, hem de metabolizmanızı hızlandıracaktır. 10- Her zaman merdiveni kullanın Spor ve egzersiz dışında bunu mutlaka uygulayın. İşten eve dönerken metroya mı bineceksiniz? Yürüyen merdiven yerine basamakları tercih edin. Apartmana girdiniz ve karşınızda asansör mü duruyor? Hayır, siz merdivenleri kullanın. Böylece pratik bir şekilde bacaklarınızı da çalıştırmış olacaksınız. **** Şapka takın Şapka hem saçlarınızı korur hem de görünümünüzü tamamlar. Plaj görünümünüze şıklık katar! Geniş kenarlı, büyük şapkaları tercih edin. ***** Suya dayanıklı makyaj yapın "Plajda bile makyajsız olamam!" diyenlerdenseniz, sudan ve terden etkilenmeyen ürünleri deneyin. Waterproof renkli maskaları öneririz.
Etiket Plaj Güzelliği plaj hazırlığı plaj makyajı plajda güzel olmak plajda güzel görünmek Gaz ve şişkinlik yapan yiyecekleri nasıl pişirmeli? Gaz yapan besinler hangileri? Hangi yiyecekler gaz yapar?
Deniz kenarında da gözlerin sizin üzerinizde olmasını istiyorsanız, önerilerimize göz atın. Kumsalda dahi bakımlı olmak isteyen kadınlar vardır.>:)>>>>Sitemize "5 Adımda Plaj Güzelliği" konusu eklenmiştir. Detaylar için ziyaret ediniz.Beğendiğiniz tarifi paylaşmayı unutmayın :) http://www.nefiskektarifleri.net/5-adimda-plaj-guzelligi/
0 notes
ezgivardar-blog · 7 years
Text
Yeniden Floransa, Toskana
Floransa’ya bir 14 yaşımda, bir 21 yaşımda ve şimdi bir de 30 yaşımda gittim. Ve her birinde farklı bir şehre gitmişim gibi hissediyorum. İlkinde çok yağmur yağmıştı ve hiçbişi yapmamamış çok sıkılmıştım. İkincisinde şehrin tarihini, güzelliğini, ayrıntılarını hiç bilmeden saf saf gezerken ya bu şehir ne kadar sanatsal diye büyülenip, sadece festival gibi bir şeye denk geldiğim için çok sevmiştim. Üçüncüsü ise çok daha farklı, çok daha bilinçli ve keyifli bir geziydi. Tabi bunda Burak ve İroş’un varlıklarının payı büyük.
28 şubat 2017 günü sabah 07:00′deki uçağımız sebebiyle evden çook erken çıktık ve öncelikle İstanbula gidecek olan uçağımıza yetiştik. THY’nin meşhur rötarlarından korkarak ve İstanbul’da indikten sonra Bolonya uçağımıza yetişmek için koşarak ilerledik. Uçakta güzel bir uykudan sonra yerel saatle 10:25′te Bolonya’daydık. Internetten Sicili by car sitesinden 100 euroya kiraladığımız arabamıza da kavuştuk ve Floransa’ya doğru yola çıktık. Aslında internetten rezervasyon yaparken peugeot ayarlamıştık ancak ordayken şansımıza bir passat düştü.
Tumblr media
Bolonya-Floransa arası 120 km yani 1,5 saat sürüyor. Öğlene doğru muhteşem otelimiz B&B II Marzocco ya vardık. Otel oda&kahvaltı olmak üzere geceliği odabaşı fiyatı 62 euro’ydu. 1900lü yıllarda yapılmış eski bir saray olan otelimizin bence en ilginç yeri asansörüydü. Asansör 3 duvarı cam olan ve elini basılı tuttuğunda hareket eden bir mekanizmaya sahipti. Yüksek tavanlar, işlemeli mobilyalar, eski tablolarıyla otele bayıldım diyebilirim. Ve tabiki her köşenin resmini çektim.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Minik bir dinlenme molasından sonra hemen dışarı çıktık. Otel Santa Maria Novella’ya yani Floransa’nın meşhur garına çok yakındı. Şehrin içine doğru yürüdük ve karşımıza klasik Floransa mimarisiyle güzel Santa Maria Novella Katedrali çıktı.
Tumblr media Tumblr media
Daha da merkeze doğru yürüdük ve yavaş yavaş kapanmakta olan açık pazarın yanındaki Mercato Central’e girdik. Ayhan Sicimoğlu’nun da gezdiği bu kapalı alanın aşağı katı dükkanlar ve standlardan, üst katı ise restoranlardan oluşuyor. Ama saat sebebiyle alt kat kapalıydı ve üst kattaki restoranlarda yemek bitmiş gibiydi. Ama yine de düzgün bir saatte gelinebilir.
Tumblr media
Orda umduğumuzu bulamayıp, yürümeye devam ettik. Ve notlarımıza yazdığımız, çoğu blogda önerildiğini gördüğüm Trattoria Nerone’ye girdik. Hatta bizden 1 gün sonra Ayhan Sicimoğlu da burda yemek yedi. O kadar güzel bir restoran ki! İtalyalar, siestaları yüzünden bizden daha farklı saatlerde yemek yiyorlar yani oldukça geç saate kalıyor akşam yemekleri. Bu yüzden restoranda bizden başka 1 masa falan doluydu. Biz de farklı çeşitteki makarna ve pizzalardan söyledik ve kendi yaptıkları şaraptan içtik. Herşey o kadar güzeldi ki hiçbir yorgunluk kalmadı.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Yemek bittikten sonra yavaş yavaş otele dönüşe geçtik ama öncesinde minik bir cafede oturup espresso ve sıcak çikolata içtik. Ve ertesi güne enerji toplamak için uykuya geçtik.
Ertesi gün, yağmura göre plan yapmaya karar verdiğimiz için Cinque Terre’yi gezmeye karar verdik. Hava muhteşemdi ve kahvaltıdan sonra arabamıza atlayıp öncelikle Pisa’ya gittik. Çünkü yolumuzun üstünde ve Floransa’ya 1 saat uzaklıktaki(86km) Pisa’yı görmeden geçmek salaklık olucaktı. Pisa’da tabiki eğik kuleyi görüp önünde klasik pisatowerpose vermekten başka bişi yapmadık. Pisa kulesinin eğriliğinin tek sebebi temeldeki çürük zeminmiş ve içeriye parti parti insan alıyorlar, içerde maximum 30 kişi kalabiliyor. 294 basamakla çıkılıyor ve her 100 yılda bir 7 cm eğriliyor.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Pisa’dan çıktıktan sonra La Spezia’ya gittik.(Pisa-La Spezia arası 90km). Arabayı burda bir kapalı otoparka park ettik ve otoparkın hemen yanındaki gardan Cinque Terre biletlerimizi aldık. (Köyler arası arabayla geçiş yapamıyorsunuz bu yüzden arabanızı ilk köye park etmeniz lazım ama otopark ücreti La Spezia’da çok daha uygun olduğundan arabayı burda bırakıp trenle devam etmeye karar vermiştik.) Biletleri gardaki otomatlardan alabiliyorsunuz, oldukça pratik. Bir de cinque terre kart diye birşey var. Tren ücretleri, müzeler, ücretsiz wifi gibi şeyleri içinde barındıran. Ancak biz bütün köyleri 1 günde gezemeyeceğimizi bildiğimizden bu karttan almadık.
UNESCO dünya kültür mirası listesinde olan Cinque Terre, 5 toprak anlamına geliyor. Güneyden kuzeye köyler sırasıyla; Riomaggiore, Manarola(en fotojenik), Corniglia(en tepede), Vernazza(eğlence odaklı), Monte Rosso(en büyük) olarak gezilebilir. 
Tumblr media
La Spezia’dan kalkan tren yaklaşık 10 dakika sonra ilk köyümüz Riomaggiore’deydi. İstasyondan çıkınca karşıda kocaman bir grafitti sizi karşılıyor ve dünyanın en tatlı tüneli olabilecek tünelden geçerek köye giriş yapıyorsunuz. Tünel mozaikler, deniz kabukları ve resimlerle kaplı. Tünelden çıkınca sola döndüğünüzde köye girmiş oluyorsunuz tam karşıdaki merdivenlerle aşağı inerseniz minnak marinasına gidiyorsunuz. 
Tumblr media
Henüz sezon açılmadığı için gereksiz turist kalabalığı yoktu ama çoğu restoran ve dükkan da kapalıydı. Ama köy yine de çok ama çok şirindi. Bir take away cenneti olan Riomaggiore’de külahta balık, kalamar, patates yiyebilirsiniz. Külahlar 5 euro civarında. Ayrıca meşhur ekmekleri foccacia çeşitleri de mevcut.
Tumblr media Tumblr media
Köyün içinde biraz dolandıktan sonra merdivenlerle marinaya indik. Marina dediysem minicik bir alandan tekneleri denize indiriyorlar. Ama tabi deniz manzaralı tatlı restoranlar da burdaydı ve henüz açılmamıştı, yaza hazırlık yapıyorlardı. 
Tumblr media
Denize ulaştığınızda soldan bir patikayla yukarı çıkıp köye uzaktan bakabilirsiniz. Bir de Riomaggiore-Manarola arası bir yürüyüş yolu var, “aşk yolu” yani “Via dell’amour” dedikleri. Ancak heyelan tehlikesinden ötürü bayadır kapalı. Ama diğer köylerde başka parkurlar mevcut. İşte o rengarenk fotoğraflar ordan çekiliyor. Riomaggiore’de yapılacaklar bittikten sonra tünelle geri dönüp tekrar trene atladık ve 2 dakika sonra Manarola’daydık. Köylerin en fotojeniği.
Tumblr media
Manarola’ya da yine bir tünelle giriliyor. Ve denize doğru yürüdükten sonra sağa ayrılan patikadan devam ederseniz, köye uzaktan bakabilir ve muhteşem pozlar yakalayabilirsiniz. Zaten herkes o patikanın çeşitli yerlerinde durup fotoğraflar çekiliyordu. Köyün uzaktan görüntüsü gerçekten büyüleyici ve insana enerji veriyor.
Tumblr media
Sokaklara araba park eder gibi tekne park ettikleri, cinque terre yerel şarabından, limoncello nun kuzey versiyonu limnocinodan, meşhur ekmek focacciodan veya yine buranın meşhur makarna sosu pestodan alabileceğiniz minnak dükkanları olan çok şirin bir köydü Manarola. Yemek için herkesin önerdiği Trattoria dal Billy’de yemek yenebilirdi ama biz yemek işini Rİomaggiore’de halletmiştik. Artık Floransa’ya dönme vakti gelmişti ve tüm köyleri gezemediğimiz için üzülmüştük, ama her zamanki gibi, bunu tekrar gelme bahanesi olarak düşünüp ayrıldık.
Tumblr media
Ertesi gün artık Floransa’yı gezme vakti gelmişti. Ferah kahvaltı salonumuzda güzel kahvaltımızı ettikten sonra kendimizi dışarı attık ve ilk olarak Medici Şapeli ve ailenin ikametgahı olan San Lorenzo Bazilikası’nı gördük. Ordan devam ettiğimizde ise meşhur Santa Maria del Fiore karşımıza çıktı. Bu kadar zarif ve aynı zamanda büyük bir kilise olabilir mi.. Önünde “cennet kapısı”yla vaftizhanesi ve çan kulesiyle bir bütün olarak bizi karşılıyordu. İçine ücretsiz olarak girilebilen kilise, çiçeklerin Meryem’i anlamına geliyor ve dünyanın 3. büyük katedrali. Dış yüzü 150 yılda tamamlanmış ancak iç yüzü bir o kadar sade. Medici ailesinin, mimar Arnolfo di Cambio’ya yaptırdığı katedralin içi, tüm katedrallerden farklı olması için özellikle sade yaptırılmış. 
Tumblr media
Meşhur kubbesi ise Brunelleschi tarafından yapılmış. Kubbenin hikayesi şöyle; çapı yaklaşık 55m olan bir kubbe yapmaya kimse cesaret edemediğinden bir yarışma yapıldı. Yarışmaya ünlü mimarların yanı sıra Brunelleschi de katılmıştı ancak tanınmıyordu ve inatçı mizacından dolayı nasıl yapacağını açıklamıyordu. En sonunda yarışmayı o kazandı ve o güne kadar görülmemiş bir iskele kurarak 114m yükseklikte 55m çapındaki bu görkemli kubbeyi ustalıkla tamamladı.
Tumblr media
Lorenzo Ghiberti tarafından yapılan vaftizhanenin meşhur “cennet kapısı” (porte del paradiso) na ise ismini Michelangelo vermiş. Orjinali müzede ve bizim gördüğümüz sadece bir replika. Her panelin ayrı birşeyi anlattığı kapının kenarındaki heykellerden biri Ghiberti’nin yüzü.
Tumblr media
Sanatla yüklendikten sonra minik bir kahve ve dinlenme molası verdik ve Senyörler Meydanı’na (Piazza della signoria) doğru devam ettik. Bu meydan heryerde yazdığı gibi bir “açıkhava müzesi!” 
Tumblr media
-Benvenuto Cellini tarafından yapılan Medusa’nın kesik başını tutan Perseus heykeli
Tumblr media
-Ammanati tarafından yapılan Neptün havuzu (ki Michelangelo bu havuzu gördükten sonra Ammanati’ye “güzelim mermeri yazık ettin” demiştir)
-Sabin kadınları kaçıran romalılar heykeli
-Herkül heykeli
Tumblr media
ve tabiki meşhur Davud heykeli hep bu meydanda. 
Davud heykelini görünce, Freud Stendhal Sendromuna (aşırı miktarda sanata maruz kalmak) yakalanıp bayıldıysa biraz heykelden bahsetmek lazım.
Davud heykeli Michelangelo tarafından 29 yaşındayken yapılıyor (1504). Michelangelo, Medicilerin bahçesine bir baraka inşa edip 4 yıl boyunca orda kalıp geceli gündüzlü çalışarak, yardımsız bitiriyor heykeli. Heykelin orjinali daha önce bu meydandaydı ancak bir saldırı olup ayak parmağı zedelenince Akademi Galerisi müzesine alınıyor. Davud’un Kudüs’ü fethinin 3000.yılında bir replikası Kudüs şehrine armağan ediliyor ancak pornografik bulunduğu için geri gönderiliyor. Saçmalık! Replikaları hem Floransa’da hem başka şehirlerde de bulunan bu heykel gerçekten ama gerçekten bir sanar harikası.
Tumblr media
Meydandan devam ettiğinizde karşınıza zaten Ponte Vecchio çıkıyor. 2. dünya savaşında Almanlar’ın bombalamadığı tek köprü olan Ponte Vecchio’da eskiden tavuk satıcıları, manavlar varmış ancak bu köprüden geçerek yazlık saraylarına giden Medici ailesi köprünün pisliğinden ve burdaki satıcıların Arno Nehri’ni kirletmesinden rahatsız olduğu için satıcıları başka bir alana taşıyarak, burayı kuyumcu dükkanlarıyla doldurmuş. Böyle güzel ve tarihi bir köprüde kuyumcuların olması bana çok saçma gelse de Medicileri seviyoruz. Gitmeden önce aile hakkında bilgi edinmiştik. Ve en çok hoşuma giden şeylerden biri ailenin son kalan üyesi (bir kadın ve çocuğu olmadığı için ondan sonra gelen Medici yok) ölmeden önce devlette anlaşma yapıyor. Öldüğünde herşeyin, tüm heykel, resim ve sanat eserlerini devlete bağışlıyor halkın da görmesi ve bilmesi için. Ancak anlaşmada tek bir madde var. Hiç bir sanat eseri Floransa ili sınırlarından dışarı çıkarılamaz........
Tumblr media Tumblr media
Acıktığımız için artık öğle yemeği vakti gelmişti ve hemen oralarda güzel bir restorana oturup yine makarna, pizza ve fiorentine steak ten oluşan yemeğimizi yiyip bira ve şarap keyfi yaptık.
Tumblr media
Bu arada köprüye gelmeden önce yeni pazarın orda meşhur domuz heykeli var. Bu heykelin burnunu okşadığınızda sihir sizin işliyor ve Floransa’ya bir daha geliyorsunuz. Önceki gelişimide okşamıştım ve tekrar geldiğime göre bu batıl inanca inanmak için gerekli kanıtım vardı. Dolayısıyla hepimiz bir daha okşadık.
Tumblr media
Ponte Vecchio’dan karşıya geçtiğinizde biraz yürüyünce karşısınıza klasik Floransa kahverengilerinde Palazzo Pitti çıkıyor.
Tumblr media
Palazzo Pitti’den ara sokaklara girdik ve kaybolmaya çalıştık. Süprizlerle karşılaşmak açısından kaybolmak her zaman daha keyifli. Ama bizim karşımıza notlarımıza aldığımız ne meşhur ve eski dondurmacılarından Gelateria della Passera çıktı. Daracık bir sokağın köşesinde minicik bir dükkan ve önünde minicik bir meydan ve banklar var. Ve tabiki dükkan sahibine sorarak dondurmalarımızı ona seçtirdik.  Ben maracuja&yoghurt, Burak pistacchio&hazelnut aldı. 
Tumblr media
Biraz ters tarafta kaldığı için gidemediğimiz Santa Croce bazilikasından başka heryeri gezmiştik. Ancak o gün sabah farkettiğimiz üzere uçak biletlerimizi bir sonraki tarihe almışız! Normalde çarşamba günü dönmemiz gerekiyordu ancak biletler perşembe dönüş olarak alınmış. İlk önce başımızdan aşağı kaynar sular dökülse de, fazladan 1 gün daha İtalya’da kalmanın çok da üzülünecek birşey olmadığını farkettik. Yalnızca arabayı 3 günlük kiralamış olmak ve otele 3 günlük rezervasyon yaptırmış olmak gibi sıkıntılarımız vardı. O yüzden öncelikle araba kira günümüzü 1 gün daha uzattık ve uçak Bolonya’dan kalkacağı için ordan da 1 gecelik yer rezervasyonumuzu yaptık ve rahatladık.
Ertesi gün sabah kahvaltıdan sonra gidemediğimiz Michelangelo Tepesi’ne çıktık. Tüm turların da ilk durağı olan bu tepeden güzel Floransa’ya son bir kez daha baktık ve iç geçirdik. Sarı-kahvelerle dolu Floransa gerçekten bize doya doya sanatı yaşatmıştı. Meydanda hediyelik eşyalar ve yine kocaman bir Davud heykeli de var.
Tumblr media
Meydandan ayrılarak arabamıza bindik ve Bolonya’ya doğru yola çıktık.
Bolonya’yı hiç çalışmamıştık ve otel biraz şehir dışında yani havaalanına yakındı ve saat oldukça geç olmuştu bu sebeple çok gezemesek de bir alışveriş merkezi bulup orda dolandık. Maisons du Monde’da kendimi kaybettiğimi söyleyebilirim.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Ertesi sabah arabamızı teslim ettikten sonra uçağımıza bindik ve öğleden sonra İzmir’deydik.
Medici Ailesiyle ilgili kısa bilgiler:
İsimlerinin kökeni ilaç ticareti yapmalarından geliyor. Medico.
Ticaret ve bankacılıkla zenginleşiyorlar.
En önemli özellikleri sanata verdikleri önem. Accademia, Uffizi gibi binlerce sanat eserinin bulunduğu müzeler aslında Mediciler’in koleksiyonu. İtalyan sanatını parayla besleyerek Michelangelo, Da Vinci gibi sanatçılara eserler yaptırıyorlar. Rönesansı şaha kaldırdırıyorlar.
Rönesans altın çağındayken, başlarında Lorenzo var. Yani Muhteşem Lorenzo. O sırada Osmanlı’nın başında olan Fatih’in İtalya’yı fethetmek istediğini biliyor ve  bir yüzünde Fatih, bir yüzünde Lorenzo’nun olduğu altın madalyonlar yaptırıyor. İtalya fethedilseydi Floransa valiliği Medicilerin olacaktı.
İlk Medici baba Giovanni, bankayı kuran.
Ölünce oğlu Cosimo geliyor ve siyasete atılıyor. Senyörler meydanında at üzerinde heykeli de var.
Daha sonra Lorenzo geliyor. Sanata çok düşkün. Tüm sanatçıları buraya getiriyor. Sanatçılar kumarla, kadınlarla para yediğinde dahi ses çıkarmıyor. İstediğini yap, bizde para var, yeter ki sanatı yaşat diyor. Sanat okulunu kuruyor. Kilise sorun çıkarıyor ve onu da parayla susturuyor.
En büyük düşmanı Rahip Girolamo. Lorenzo öldüğünde bir sürü resim ve heykeli yakıyor.
Aileden 3 papa, 2 kraliçe çıkmıştır.
Son üye 1743′te ölen Anna Maria Luisa de Medici.
0 notes