Tumgik
#ara olaylar
yorgunherakles · 7 months
Text
her zaman gerçek bir sığınaktan yoksun biriydim.
barthes - ara olaylar
18 notes · View notes
harepare · 2 years
Text
acaba yanlis evrende mi dogdum
0 notes
kisa-hikayeler · 2 months
Text
Bu iş nasıl oldu...
2 kız arkadaş, 2 arkadaş ile tanıştık, kafede otururken yanimiza geldiler sohbet muhabbet derken tanisip kaynastik konusmaya basladik , sonrasinda sevgili olduk mert benim sevgilim , sinan arkadasimin sevgilisiydi , 2 sene süren birlikteligimiz mertle son bulmustu , arkadasiminda sinanla aralar limoniydi , sinanla o ara mesajlasiyoruz falan biz mertle ayrildik ama siz iyi gidiyordunuz noldu noyle birden falan devam edin muhabbetleri derken , sinan la arkadasimda ayrildi bu surede biz sinan la gayet iyi konusur anlasir olmustuk ve birde baktık ki farkina varmadan sevgili olmusuz ama bunu dile getiremiyorduk , kiz arkadasimla sohbet ederken Sinan hiç yaziyormu sana dedim yok yazmiyor mert yaziyor arada onunla konusuyorum ama yanlis anlama bak falan dedi , yok niye yanlis anliyim benim için mertin bi anlami yok zaten artik dedim , şey sana birşey dicam dedi , mert galiba ufaktn bana yuruyor dedi , gülümsedim , noldu niye gulumsuyorsun dedi , anlasiyorsaniz konusun benlik bir sorun yok dedim , madem sen birşey dedin bende diyim dedim , sinan da bana yuruyor sanki dedim aslinda biz sinanla inceden gorusuyorduk ama soyleyemedim , sonrasinda olanlar oldu zaten, artik ben sinanla o mertle gorusuyordu , hatta olaylar okadar ciddiye bindiki nisanlandik bile , bir zamanlar arkadasimi koynuna alan sinanin karisi oluyordum , beni koynuna alan mertlede arkadasim evleniyordu , 1 ay sonra düğünümüz var 1 er hafta arayla , bakalim bundan sonrasi nasil olacak
19 notes · View notes
artikfarketmez · 5 months
Text
ben genelde "bana bulaşmayan yılan bin yaşasın" modundayım burdan kimseyle beni kavga ederken göremezsiniz ya da tartışırken. sadece bi kişiyle başta yakınken sonra karakteri yüzünden uzak olduk ondan sonra o kişiyle iletişimi bitirdik. o ara ara bana laf soktu kendince o kadar hani. ben de genelde hep görmezden geldim olay kapandı size de tavsiye ediorum rahatlarsınız🙏🏻 karşılıklı atıştıkça çirkinleşiyor olaylar ne gerek var aman 3 günlük dünya
21 notes · View notes
bungoustraydogs-tr · 28 days
Text
Dazai Osamu'nun Giriş Sınavı 4. Bölüm
Wattpad Linki
MangaTR Linki
Tumblr media
13.
Uzun zaman sonra eve döndüğüm evde kalemimi ilk kez bu sayfalarla elime alıyorum.
Hayattaki en basit yol, günün olduğu gibi geçmesinden tatmin olmaktır.
Başkalarının yardımıyla ölecek olanları kurtardık. Ancak kurtarılamayanları diriltilemeyiz.
Gerçeklik böyledir. Sorunların kaynağı ise gerçekliğin kendisidir. Hakikatten sapmak insanlar arasında sorunlara yol açar. Gerçek insanı etkilemez çünkü nasıl bir hakikat olursa olsun yaşam ve ölüm değişmezdir.
Göremediğimiz için bu gerçekleri kimse bilmiyor.
Ve böylece dava kapandı.
O zamandan beri Ajansla beraber olayların sonuçlarıyla ilgilenmekle meşguldük. Polise ifade verdik, haber ajanslarıyla uğraştık: iş unvanımın özel dedektif olmasına rağmen yapmam gereken pek çok masa başı iş vardı. İşim başımdan o kadar aşkındı ki hissettiklerimi düşünecek vaktim yoktu.
Bitirilmesi gereken yığınla ofis işi olduğunu gören Dazai “araştırması gereken bir şey” olduğunu söyleyip hızla hiçliğe kayboldu. O adamı elime bir geçirirsem gırtlağını sıkacağım.
Uçağın neredeyse düştüğüne pek çok insan tanık olmuştu. Haberler, saldırıdan yabancı illegal bir örgütün sorumlu olduğunu söyledi ve Dedektiflik Ajansının liderlerini yakalamakta öncülük ettiğini belirtti. Silahlı Dedektiflik Ajansı, eşi benzeri görülmemiş bir felaketi önlediği için alkışlara tutulurken dahil olmamızdan dolayı acımasız olaylar zinciri için bizi suçlayanların sayısı da az değildi. Ara sıra terk edilmiş hastanedeki vaka için hala tepki görüyorduk.
Her zamanki günlük görevlerimi ve raporlarımı bitirdiğim bir günde başkan beni ofisine çağırdı.
“Siz mi çağırmıştınız?” İçeriye girmeden önce eğildim.
“İş nasıl ilerliyor?” diye sordu başkan, gözlerini masasındaki belgelerden kaldırmamıştı.
“Her zamanki gibi meşgulüz. Ve bu da yetmezmiş gibi Dazai kaçtı. Ofis işinden nefret ettiğini söyleyip tüm evrak işlerini çalışanlarımızın birisinin üstüne atmış. Ayrıca bir şekilde Askeri İnceleme ve Soruşturma Dairesi Başkanlığına vermesi gereken ifadeleri vermeden sıyrılmayı başarabilmiş. Sanırım onu bir tencere kaynar suda haşlarsak düzelebilir, ama öldürmemek şartıyla. Ölmekten keyif alırdı.”
“Polisin bulamayacağı ıssız bir yerde yaptığın sürece sorun yok.”
Bana dönmeden önce Başkan tüm belgeleri toplayıp bir zarfta mühürledi.
“İyi iş çıkardın. Askeri İnzibat generallerinin birisinden doğrudan mansiyon ödülü bile aldık. ‘Dedektiflik Ajansı, başkalarına örnek teşkil ediyor.’ dedi. Böylece omuzlarımdan ağır bir yük de kalkmış oldu. Bir an için… Ajansı kalıcı olarak kapatmayı bile düşünüyordum.”
Ah…
Ben bir şey söyleyemeden Başkan konuşmaya devam etti.
“İnsan hayatından değerli hiçbir ajans yoktur. Organizasyonumuzun devamlı varlığı insanların hayatını riske atacaksa en iyi çözüm faaliyetlerimizin durdurulması olurdu… fakat her şey çözüldü. Hepsi sıkı çalışman sayesinde, Kunikida.”
Parmaklarıyla kaşlarını ovuşturdu. Başkan işle ilişkin endişelerini asla dile getirmezdi… ama biraz yorgun olmalıydı.
“Peki Kunikida, ödevinin cevabını bulabildin mi?”
Ödevim…
-“Giriş Sınavı”
…Dazai’nin Ajansa uygun olup olmadığını belirlemek için Başkanın bana verdiği görev.
“Dazai’yi soruyorsanız çoktan yanıtımı hazırladım: O adam berbat birisi. Emirlerimi görmezden geliyor, iş esnasında canı istediği gibi gözden kayboluyor, intihara takıntılı, gördüğü her kadına asılıyor, fiziksel güç gerektiren işleri yapmayı reddediyor ve düpedüz tembelin teki. Kesinlikle topluma uyum sağlayamaz. Başka bir işte kovulamadan önce üç gün dayanabileceğinden bile şüpheliyim.”
Hazırladığım kararı açıklamadan önce bir süreliğine durakladım.
“…Ama dedektif olarak olağanüstü bir yeteneğe sahip. Birkaç yıl sonra şüphesiz en iyi dedektiflerimizden birisi haline gelecektir. Testi geçti.”
“Anladım. Kararına güveniyorum.”
Başkan, onay mührüyle damgalamadan önce kalemi kabul formunun üstünde kaydı. Dazai Osamu resmi olarak Dedektiflik Ajansına kabul edilmişti.
“Bu arada efendim, sorun olmayacaksa günün sonrası için izin istiyorum.”
“İstediğini yapabilirsin. Önemli bir şey mi var?”
“Yapmam gereken… bir işim var.”
***
Korudan geçtikten sonra limana bakan bir mezarlığa vardım. Küçük mezarlar, denizden yansıyan ışıklarla yamaçta sıralanıyordu. Yeni bir mezar taşını görene kadar mezarlar arasında ilerledim. Çiçekleri yerleştirdim, sonra ellerimi birleştirdim.
“Kurbanlardan birisinin mezarını mı ziyaret ediyorsunuz, Dedektif Kunikida?” dedi net bir ses.
Sese karşı gözlerimi açınca yanımda beyaz bir kimono giyen Sasaki-san’ı gördüm. Sağ elinde bir buket beyaz kasımpatı tutuyordu. Çiçeklerimi, benim yerleştirdiklerimin yanına koyduktan sonra yavaşça gözlerini kapattı.
“Kimono’da daha da güzel gözüküyorsunuz.”
“Daha uygun bir yas elbisesi giymeliydim muhtemelen ama ne yazık ki tek elbisem bu… Dedektif Kunikida, kurbanların mezarlarına hep çiçek götürür müsünüz?” Sasaki-san ile terk edilmiş hastanede kaçırılıp öldürülen kurbanları onurlandırmak için buradaydık.
“Evet. Belirli bir sebebi yok, sadece yapmam gerekiyormuş gibi hissediyorum.”
Tek kelime etmeden bana bakıp gülümsedi. Orman yolundaki ağaçlar hafif okyanus melteminde sallandı. Kendi kendime konuşuyormuşum gibi devam ettim.
“…İşimi yaparken ilk kez birisi öldüğünde o kadar ağlamıştım ki yatağımdan kalkamamıştım. Gelemeyeceğimi haber vermek için Ajansı bile arayamamıştım. Asla düzelemeyeceğimi düşünmüştüm. Ve buna rağmen artık tek bir göz yaşı bile dökmüyorum. Bu yüzden şimdi ağlamak yerine mezarlara geliyorum. Kurbanların huzur içinde yatabilmesi için bir şeyler yapmam gerektiğini hissediyorum.”
“Gözyaşı akıtmak… ölenlerin huzur içinde dinlenmesini sağlar mı?”
“Bilmiyorum. Belki bir işe yaramıyordur. Mezarları başında ne kadar dua edersek edelim, ne kadar ağlarsak ağlayalım seslerimiz ölülere ulaşamaz. Onlar için zaman durmuştur. Yapabileceğimiz tek şey yas tutmak ve ölen insanlara yaşayanların yas tutmasının normal olduğu bir dünyada yaşadığımıza inanmaktır.”
“…Zalim bir insansınız Dedektif Kunikida.”
Yüzümü döndüğümde beklenmedik bir manzarayla karşılaştım. Ağlamamaya çalışırken gözleri dolmuştu.
“Önceki gün size yalan söyledim. Ayrıldım dediğim adam… aslında öldü. İdeallerinin insanıydı. Ona destek olmak için her şeyimi verdim ama yine de… bana beni sevdiğini söylemeden öldü.”
Eminim ki düşünceli birisi şu anda teselli sözleri dökerdi.
“Oh.” Fakat benim ağzımdan aptalca, basit tek bir kelime çıktı.
“Ölüler zalim korkaklardır. Aynı dediğiniz gibi Dedektif Kunikida, ölüler için zaman durmuştur ve onları neşelendirmek ya da güldürmek için yapabileceğimiz hiçbir şey yoktur. Ben… yoruldum artık.”
Kendisini tutamayarak yanaklarından bir gözyaşı akmasına izin verdi. Eğer her şeyi bilen bilge bir adam bile şimdi, burada ne söyleyeceğini eksiksiz bilseydi yine de bu gözyaşlarını durdurabilir miydi?
Bilmiyorum. İdeallerimin peşinden gitmek için pek çok sınavdan ve sıkıntıdan geçtim, her birini defterime yazdım ve gerçek hayata döktüm. Buna rağmen bu gezegendeki tüm insanları kurtarabilmek için mükemmel bir kelime ya da çözüm var mıydı bilmiyordum. Fakat böyle bir çaba, yalnız bir kadının gözyaşlarının önünde neye yarardı ki?
“Özür dilerim. Duygularıma kapıldım… gitsem iyi olur.”
“İyi misiniz?”
Kabul ediyorum, aptalca bir soruydu.
“Evet, iyiyim. Aslında polis benden bu davanın analizi için danışmanlık yapmamı istedi. Karmaşık bir dava ve uzmanlık alanımın içinde… bu yüzden ayrıldıktan sonra görevli hükümet memuruyla buluşacağım.”
Askeriyeye danışmanlık yapan birisi yüksek vasıflı olmalıydı. Davanın çözümünde payı olmasını göz ardı etsek bile alanında etkileyici bir performansı olmalı.
“İşimde bir sorunla karşılaşacak olursa sizinle iletişime geçeceğim.”
“Çekinmeyin lütfen.”
Sonunda gülümsedi. Ufuktan esen rüzgâr dağın eteklerini aştı. Hafifçe eğildikten sonra Sasaki-san gitti. Figürünün uzakta kaybolmasını seyrederken Yokohama’ya dönüp manzaraya boş boş baktım.
Aniden telefonum çalarak dikkatimi dağıttı. Dazai arıyordu.
“Kunikida, buraya gelmen lazım.”
Sesi alışılmadık bir biçimde karamsardı.
***
“Neden buraya gelmemi istedin?”
Dazai ilk vakanın gerçekleştiği terk edilmiş hastanede buluşmamızı söyledi. Güneşin sıcaklığı altında, karanlığın ürkütücü ve uğursuz bir yer haline getirdiği terk edilmiş hastanenin eski, terk edilmiş bir binadan fazlası olmadığı anlaşılıyordu. Gün ışınları eskiden hasta odası olarak kullanılan odaya giriyor, zemine yansıyordu.
“Şu silahtaki emniyet kilidini nasıl çıkarıyorsun?”
Baktım. Şaşırtıcı bir şekilde silahı vardı. Ajansa ait, çift şarjör kullanan kompakt bir silahtı. Herhangi bir çalışanımız ödünç alabilirdi.
“Buraya kadar beni bunu sormak için mi çağırdın?”
Aptallığına hayretle bakarak siyah silahın emniyet kilidini kaldırdım. Yeniden konuşmaya başlamadan önce namluyu birkaç defa boş alanlara isabet aldı.
“Biliyor musun, o silah tüccarı bence Mavi Haberci değildi?”
-Ne?
“Yani öyle olmalı, değil mi? Her şeyi kendi başlarına yapmaları mümkün değil, amaçları neydi?”
“Amaçlarını bana söylemişlerdi? Silahlı Dedektiflik Ajansı Yokohama’daki işlerine köstek oluyordu bu yüzden bizden kurtulmak için bu planı hazırladılar.”
“Evet ve muhtemelen onlar da buna inanıyor. Ama gerçekten Ajanstan kurtulmak zorundalar mıydı?”
“…Ne demek istiyorsun?”
“Mavi Kral olayından sonra Dedektiflik Ajansının tehdit oluşturduğunu anladılar ama yollarına çıkabilecek tek silahlı organizasyon biz değiliz. Ordu ve Sahil Güvenliğe karşı da temkinlilerdi ve yetenek kullanıcılarından endişeleniyorlarsa, İçişleri Bakanlığı Doğaüstü Yetenekler Özel Birimi vardı. Sırf Dedektiflik Ajansının peşine düşmek için olay yaratmaları fazla maliyetli olmadı mı sence?”
“Konuya gir.”
“Birisi suçluları manipüle etti, kendilerine en büyük tehdidin Dedektiflik Ajansı olduğuna inandırdı.”
Öyleyse gerçek Mavi Haberci hala dışarıda bir yerlerde miydi?
“Öyleyse anlat Dazai, Mavi Habercinin kim olduğu hakkında bir fikrin var mı?”
“Evet.”
“Kim?!”
Dazai’yi yakasından kavramaktan kendimi alıkoyamadım ama gözünü dahi kırpmadan bana baktı.
“Mavi Haberciye mail atıp buraya gelmelerini istedim. Gerçek suçlu olduğuna dair kanıtım olduğunu söyledim. Her an gelebilir.”
Ne?
Odayı inceledim.
Oldukça sıradan, diğerlerinden farksız bir hasta odasıydı. Giriş ön tarafta olup karşısında bir pencere vardı. Yanımızda boş bir ecza dolabı bulunurken önümüzde iki adet paslanmış yatak çerçevesi vardı. Başka hiçbir şey yoktu. Oda boş sayılırdı, zemin çok toz ya da kir bile tutmamıştı… Gerçek suçlu buraya mı gelecekti cidden?
“Ayak sesleri duyuyorum.” dedi Dazai aniden.
Refleks olarak kapıya baktım. Birbiri ardına yavaşça buraya doğru ilerleyen ayak seslerini ben de duyabiliyordum. Dazai’nin sıkıca silahı tuttuğunu fark ettim. Demek bu yüzden tabancayı getirmişti. Çoktan elimdeki silahı geri teslim etmiştim. Defterimi kullanarak yenisini yapmalı mıydım? Hayır, yeterli zamanım yoktu.
Alnımdan umulmadık terler aktı. Ayak sesleri gittikçe yaklaşıyordu. Her an burada olabilirdi. Ayaklarını gördüm, bedenini, sonra yüzünü-
“Burada ne işin var dört göz?”
Girişteki kişi…
“Asıl senin… burada ne işin var?”
“Aynı şeyi benim sana sormam lazım. Sen de mi gerçeği öğrenmeye geldin?”
Kapıda duran kişi genç hacker, Rokuzo’ydu.
-Tüm bunların ardında sen mi varsın?
Mavi Haberci sen misin?
Beynim bir düşünceden diğerine atlıyordu. Rokuzo, Dazai’nin bilgisayarına uzaktan erişip e-postayı gönderebilirdi. Yalnızca bu da değil, Dazai hakkındaki kuşkularımı körükleyen bilgileri Rokuzo vermişti. Ayrıca yabancı yeraltı örgütleriyle iletişime geçmek ve taraflı bilgi sağlamak illegal bir hacker için pek de zor olmazdı. Ve her şeyden öte… sebebi vardı. Dedektiflik Ajansından nefret etmesi -bana kin duyması için bir nedeni vardı.
“Neden Rokuzo? Benim yüzümden mi? Babanın ölmesi benim suçum olduğu için mi… benden bu kadar nefret ettin?”
“Babam mı? Doğru, babamı öldüren adamdan nefret ediyorum. Orası kesin. Ama dört göz-“
Dazai aniden araya girdi. “Sanırım hacker’ın teki maillerimi okuyordu, huh?”
Ne?
Dazai… gerçek suçluya mail attığını sanmıştım?
Tam o esnada…
Silah sesi duyuldu.
Rokuzo’nun göğsünde geniş bir delik açıldı.
Yaradan taze kanlar akmaya başladı.
“___”
Rokuzo bir şey söylemeye çalışıyormuş gibi ağzı açıkken öne doğru düştü.
Vurulmuştu.
Gözlerimi Dazai’ye çevirdim ama silahını kaldırmamıştı. İfadesi de soğumuştu. Rokuzo’nun bedeninin arkasından, girişten gelen bir ses duydum.
“Dedektif Kunikida… özür dilerim.”
Kapı aralığından bir gölge görüldü.
Uzun siyah saçlar, narin dudaklar, beyaz kimono… elinde ise hafifçe tüten bir silah.
Bize yaklaşırken Rokuzo’nun bedenine doğru yürüdü.
Garip.
O kadar… güzeldi ki.
“Mavi Haberci sensin demek.” Sesim odada başka birisininkisiymiş gibi yankılandı.
“Evet.”
Çan kadar ağırbaşlı sesi kalp atışlarımı hızlandırdı.
“Sasaki Hanım… öyleyse tüm bu yaşananların sorumlusu olduğunuzu kabul ediyor musunuz?” diye sordu Dazai.
“Dedektif Dazai, yalvarırım. Lütfen… silahınızı bırakın. Bırakmazsanız…”
Namlusunu Dazai’ye doğrultmuştu.
“Şöyle yapalım, birkaç soruma cevap verirseniz silahı bırakırım. Anlaştık mı?”
“Tabii, istediğinizi sorun.”
“Tamam, şimdi silahımı bırakıyorum.” Dazai silahı tak sesiyle yere düşürdü.
“Sasaki Hanım, neden Dedektiflik Ajansını hedef aldınız?”
“Nedenini bildiğinize inanıyorum Dedektif Dazai.”
“Etkilendim. Biz yanınızdayken saklamaya çalışsanız da keskin bir zekânız var. Yaşınıza rağmen neden böylesine ünlü bir adli psikoloji araştırmacısı olduğunuzu anlayabiliyorum.” Uysal bir şekilde devam etti, “Yapmak istediğiniz iki şey vardı: birincisi suçluları cezalandırmak ikincisi ise Dedektiflik Ajansından intikam almak. Yanlış mıyım?”
Suçluları cezalandırmak mı? Aynı-
“Düşünebildiğim tek yol… buydu.”
“İntikam almanızın bir anlamı var mıydı?”
“Dedektif Dazai, tüm intikamlar anlamsızdır. Sadece… yapmak zorundaydım. Yanlış olduğunu bilsem de onun için yapmak zorundaydım yoksa kendi kontrolümü kaybedecektim.”
İntikam mı?
Dedektiflik Ajansına kin besleyen pek çok insan vardı. Bizden intikam almak isteyenlerin sayısı uçsuz bucaksızdı.
“Haklısınız. İntikam, anlamsız olduğunu bilmenize rağmen alınan bir şeydir. Ve ne yazık ki... sizin intikam alabileceğiniz belli birisi yoktu.
               “-Aslında öldü.”
               “-İdeallerinin adamıydı.”
“Yalnız ve çaresiz olmanıza rağmen zekânız ile suçlular hakkındaki bilgileriniz sayesinde suçluları yanlışları için defalarca cezalandırabildiniz. Bu yüzden Mavi Haberci planını uygulamak zorundaydınız”
Dazai durakladı, yeniden konuşmaya başlamadan önce bana baktı.
“Her bir eyleminiz ölen sevgiliniz Mavi Kral için kinci mücadelenizin bir parçasıydı.”
Mavi Kral.
Suçluları cezalandırmak için suç işleyen sıra dışı bir terörist.
Saklanma yerini Dedektiflik Ajansı öğrenmişti ve… artık ölüydü.
“İşlediği suçların karmaşıklığı göz önünde bulundurulunca geçmişte bir iş ortağı olabileceğine dair söylentiler dolaşıyordu. Fakat yetkililer o dönemde suçlarına yardım etmesi için birilerini tutmuş olabileceği sonucuna vardılar, görüşlerini paylaşan gerçek bir iş ortağı olduğuna dair kanıt yoktu. Sonuçlarını, suçluların genelde iki neden yüzünden iş birliğinde bulunmasına dayandırdılar: ya siyasi görüşleri ortaktı ya da suçlarından elde ettikleri ganimeti paylaşırlardı. Ama Mavi Bayrak Teröristi olayı siyasetle ya da parayla ilgilenmiyordu… Kimse Mavi Kralın kendisinden çok daha iyi bir stratejist olan romantik bir ortağı olduğunu düşünemezdi.”
“Soylu bir karakteri… vardı. Her tarafa yayılmış suçlar yüreğini sızlatırdı. Kimsenin acı çekmediği ideal bir dünyayı yaratmanın yolunu araştırırken kendine eziyet ederdi. Hukuka uymanın herkesi kurtaramayacağını fark ettiğinde hukuku yaratanların arasına karışmayı, hükümet memuru olmayı arzuladı.”
Sasaki-san bastırılmış duygularını serbest bırakır gibi kayıtsız bir tavırla devam etti. “Ama yine de zor bir yolda ilerliyordu. Yozlaşmış sistem, meslektaşlarının müdahalesi, patronunun yanlış anlamaları altında eziliyordu. Tüm bunlardan acı çekti ve ne zaman ayağa kalksa yine düşüyordu. Onu izlerken seçtiği yolun çivili yatak üzerinde çıplak ayakla yürümekten farksız olduğunu görebiliyordum. Sonra bir gün canına tak etti. İdeallerinin gerçekleştiremeden yolunu kaybetti, karnını deşip kendisini öldürmeye çalıştı. Bu haline dayanamayarak… akıl almaz bir plan tasarladım.”
Yozlaşmışları cezalandırmak için kendi ellerini kirletmek…
İdeallerini gerçekleştirmek için katliam yolunda ilerlemek…
“Sasaki Hanım, Mavi Kralın işlediği suçların çoğunluğunun sizin fikriniz olduğunu varsaymakta haklı mıyım? Sevdiğiniz adam için yaptınız.”
“Ve pişman değilim.” diye belirtti açıkça. “Onun idealleri benim ideallerimdir. Sırf sevdiğimin ideallerini gerçekleştirmek için kanlı ellerimle saf kötülüğün eylemlerini işlemekten çekinmem.”
“Ama Mavi Kral öldü. Dedektiflik Ajansı tarafından köşeye sıkıştırılınca Rokuzo’nun babasıyla beraber kendini öldürdü. Noktanın o zaman konulması gerekilirdi.”
“Hayır, duramazdı. O esnada plan yalnızca yarısına kadar tamamlanmıştı. Hala cezalandırılması gereken suçlular kalmıştı. Ve… belki bana güleceksiniz ama ölümünün farkındalığıyla vurulunca hiçbir şey yapmadan duramazdım.”
“Bu yüzden Dedektiflik Ajansımızın cezalandırması için kalan suçluların kendi iradeleriyle suç işlemeleri için bir plan hazırladınız. Bir skandal yaratırsanız suçluları kovalayıp tutuklayacağımızı varsaydınız.”
Taksi şoförü insan kaçırırken ardında kanıt bırakmamıştı, bombacı Alamta kayıtlara göre Japonya’da bile değildi ve organ mafyalığına karışan silah tüccarları gizlice silah ithal etmeye çalışıyordu. Her bir dava, şu anki yasa ve yönetmelikle mahkemeye taşınması zor olan görünmez suçluları içeriyordu.
“Planınızdaki en güzel şey ise asla ellerinizi kirletmek zorunda kalmamanızdı. Hatta bahse varırım ki gözetleme kameralarını yerleştiren, kaçırılan kurbanların hapsedilmesi için yer hazırlayan ve bombacı Alamta ile anlaşmaya varanlar silah tacirleriydi. Eminim ki parmağınızı dahi oynatmadınız. Sonuna kadar silah tüccarı ve grubu her şeyi kendi özgür iradeleriyle yaptıklarını düşünüyordu. Bu yüzden kanıt yoktu. Silah tüccarları bile bilgilerin baş kaynağı sizin, durumu kasten nasıl saptırdığınızı fark edemedi. Bu nedenle yetkililerin varabildiği tek sonuç silah tüccarlarının elde ettikleri bilgileri kötü idare etmesiydi.”
Kaçakçıyı takip ederken ve Dazai’yi sorgularken anlamıştım, tüm bunların arkasındaki kişi kendi ellerini kirletmiyordu. Suç işlemeyen bir suçlu yasalarla yargılanamazdı.
-Doğrusu bu muydu?
-Böyle bir adaletsizliğe izin veren dünya affedilebilir miydi?
“Sonra kaçırılan kurbanlardan birisinin kılığına girdiniz, böylece sizden şüphelenmeyecektik bile. Ayrıca bu şekilde Dedektiflik Ajansıyla iletişim başlatabildiniz. Taksi şoförünün kaçırmadığı tek kişi sizdiniz. Her şey mantıklı gözüktüğünden o sırada sizi cevaplar için zorlamadık ama insan kaçakçısının tren istasyonunda bayılan bir kadını kaçırmak için yolundan sapmasının, özellikle bu kadar fazla tanık varken, hiçbir nedeni yoktu. Zaten otel yolunda insanları kaçırmak gibi işe yarayan düşük riskli bir planı vardı. Ayrıca sizi tanımadığını kabul etti, basitçe diğer kurbanları bildiğini itiraf ediyordu ve bu yüzden hiçbir şey anlatamıyordu. Ve böylece Dedektiflik Ajansına zekice bir yolla girene kadar herkesin duygularıyla oynadınız.”
Artık Dazai kaşlarını sertçe çatıyordu.
“Sasaki Hanım, anlamıyorum. Sizin gibi akıllı birisi adli psikolojide büyük başarılara ulaşabilirdi. Hatta hükümetin adli soruşturma sistemine katılıp daha gelişmiş bir suçla mücadele organizasyonu bile kurabilirdiniz. Mükemmel olacağını söylemiyorum ama en azından dünyayı daha iyi bir yer haline getirirdi. Ve buna rağmen…”
“Benim… kendi hırslarım yok. Sadece onu acı çekerken görmek istememiştim.”
Neden?
Kafamda tek bir soru dönüp dolaşıyordu.
Neden?
Hatalı olan kimdi? İdeallerine kim ihanet etmişti?
“Sasaki-san, bitti artık. Görünmez olabilmek için ellerinizi kirletmemenize karşın Rokuzo’yu öldürmekten kurtulamazsınız. Suçunuza tanığız ve mevcut tüm yasalar altında yargılanacaksınız.”
“Öyle bir şey olmayacak.”
Silahı Dazai’ye doğrulttu.
Saçmalık… Tüm bu olanlardan sonra bizi tehdit edebileceğini mi sanıyor?
“Tanık falan olmayacak ve siz de şahitlik edemeyeceksiniz. Çünkü burada olanları başkasına anlatacak olursanız Dedektiflik Ajansına karşı saldırılarıma devam ederim.”
Bizi tehdit ettiğinde Sasaki-san’ın gözleri güldü. Bunu bile önceden tahmin etmiş miydi?
“Dur.”
Kurumuş boğazımdan boğuk kelimeler çıktı.
“Dur. Bitti. Bir daha Dedektiflik Ajansına saldırmana izin vermeyeceğim.”
“Lütfen, Dedektif Kunikida. Hareket etmeyin.”
“Dur! Neden?! Neden bunu yapıyorsun?! Silahını doğrultman gereken kişiler biz değiliz!”
“O zaman söyleyin, kime doğrultacağım? Kimden nefret edeceğim?”
“Şey-“
Kimse var mıydı? Tüm bunların nedeni olan birisi? Herkesin kurtulacağı ideal bir dünya ve o dünyaya ulaşmayı engelleyen bir günahkâr olmalıydı. Eminim… bir şey olmalıydı…
Belki de tereddüdümü cevap eksikliği olarak algılayıp kaşlarını çattı ve gözlerini çevirdi.
“Geçmişteki gibi Mavi Kral’ın idealleri için savaşmaya devam edeceğim. Ve siz, Dedektiflik Ajansı beni durduramayacaksınız. Bu yüzden…”
Sasaki-san yavaşça silahını indirdi.
“Bir anlaşma yapalım. Beni yalnız bırakacağınıza söz verin, ben de Ajansa saldırmayacağıma dair söz vereceğim. Başka bir yere gidip başka bir organizasyonu kullanacağım ve aynı şeyleri yapacağım. Sonra yine yapacağım ve ondan sonra yine… Yoluma çıkmanıza göz yummayacağım.”
“Bitti mi?”
Dazai keskin bakışlarını Sasaki-san’a doğrulttu.
“Herkesten çok siz anlamalısınız, Dedektif Dazai. Hep bir adım ilerisini düşünüyorsunuz, duygularınıza kapılmadan en iyi sonuçları ne elde edecekse onu yapıyorsunuz. Yani burada tek bir seçenek olduğunu bilmeniz gerek.”
“Haklısınız. Hiçbir şey yapmayacağım.”
“…Elveda.”
Sasaki-san gözlerime bakıp belli belirsiz gülümsedi. Başkalarını kandırmaya, suçluları manipüle etmeye ve bir hayaletin adımlarını takip edip Mavi Haberci adı arkasında sayısız cesedi bırakmaya devam edecek miydi gerçekten?
- “Ölüler için zaman durmuştur ve onları neşelendirmek ya da güldürmek için yapabileceğimiz hiçbir şey yoktur. “
-“Yoruldum artık”
Daha fazla öldürmesine izin veremezdim. İdeal olan bu değildi ve ideal bir dünya şüphesiz vardı. Burada kim suçluydu? Cevabı bulmak için ne yapmalıydım? Bu ideallere nasıl ulaşabilirdim?
“Dedektif Kunikida,” fısıldadı. “Bodrum katta beni kurtardığınızda… su tankından beni çıkarmak için bir an olsun tereddüt etmediniz. Sizi kandırıyor olsam da… yaptığınız… beni mutlu etmişti. Görüştüğümüz son sefer olduğundan size söylemek istediğim son bir şey var Dedektif Kunikida.”
Silah ateş etti.
Sasaki-san’ın göğsüne üç kurşun isabet etti.
Göğsündeki deliklerden kan fışkırdı.
Beyaz kimonosu içinde rüzgarda savrulan bir çiçek yaprağı gibi döndü.
Sonra, tıpkı ipleri kesilen bir kukla gibi-
“Sasaki!”
Hızla yanına koşup bedenini kaldırdım. Hafif, porselen bir bebeği andırıyordu. Yaralarından akan kan kimonosunu kızıla boyuyordu.
“Siktir… git…”
Sese döndüm. Yerde uzanan Rokuzo’nun elinde siyah bir tabanca vardı.
“Sen… ve Mavi Kral… babamı… öldürdünüz…!”
Silahtan çıkan duman havaya karıştı. Kendi kanından biriken gölette yatarken Rokuzo’nun solgun dudaklarında delici bir gülümseme belirdi.
“Babam için… yaptım…! Babam… adalet uğrunda savaşmıştı! Siktir git ve… geber…!”
Silah, Rokuzo’nun elinden kaydı ve yüzü kızıl gölete düştü. Bedeni hafifçe seğirdikten sonra… hareketsiz kaldı.
“Dedektif… Kuni… kida…”
Kollarımın arasındaki Sasaki Hanım fısıldadı. Ağzının kenarından bir damla kan zarifçe aktı.
“Bana onu… anımsatıyorsun…”
Koyu kahverengi gözleri ışığı yansıtırken titriyordu.
“Lütfen… ideallerinin… seni… öldürmesine… izin verme… Ben… bundan… hoşlanırdım…”
Ölmüştü.
“Kunikida, çok fazla insanı öldürdü. Böyle olması gerekiyordu.”
Kan beynime sıçradı.
“DAZAİ!”
Dazai’yi yakalarından kavradım ama gözünü dahi kırpmadı. Sadece öfke dolu gözlerimin içine baktı.
“Kunikida, peşinde olduğun ideal dünya yok. Pes et.”
“Kapa çeneni! Silah kullanmayı bile zar zor bilen bir kadındı sadece! Onu öldürmek için hiçbir sebep yoktu! Bize plan yapmamız için biraz vakit tanısaydın kimsenin ölmek zorunda kalmadığı bir yol bulabilirdik! Neden…?!”
“Sasaki-san’ı ben öldürmedim. Rokuzo öldürdü.”
“Fark etmeyeceğimi mi sandın?!” Rokuzo’nun yanında duran siyah silahı işaret ettim. “Senin silahındı! Sasaki ile konuşurken tabancayı Rokuzo’ya doğru tekmeledin çünkü onu öldüreceğini biliyordun!”
Dazai durduğu yerden silahı, Sasaki-san’ın dikkatini çekmeden Rokuzo’ya itebilirdi.
“Onu ben öldürmedim.”
“Dolaylı olarak öldürdün!”
“Özür dilerim ama öyle bir niyetim olduğunu kanıtlayamazsın. Silahı eline alıp Sasaki-san’ı öldürmek için tetiği çeken Rokuzo’ydu. Benim tek yaptığım yerde duran bir silaha takılmaktı.”
Kendi ellerini kirletmeyen bir katil…
Birisinin kendi art niyetlerin için başka bir cana kıymasına sağlamak… Dazai’nin yaptığı Sasaki Hanımın yaptığından farksızdı. Mevcut yasalar ve düzene göre cinayetlerini kanıtlamanın hiçbir yolu yoktu ve cezasız kalacaklardı.
“Kunikida, onu kurtarmanın tek yolu buydu. Yapabileceğimiz en iyi şeyi yaptık.”
“Yapmadık!” Bağırdım. “Yaptığımız ideal değildi, hatta iyi bile değildi! Elimizden gelen başka bir çare olmalıydı. Temelde yatan göremediğimiz bir problem olmalı! Çünkü…”
Eğer Sasaki-san dünyaya kin besliyorsa…
Eğer gerçekten bizden kurtulmak istemişse…
O zaman zehirli gazın arasına ilerlemeye kalkıştığımda beni durdurmazdı. Beni durdurmasaydı zehri ciğerlerime çeker ve ölürdüm. İntikam isteseydi o sırada beni kolayca öldürebilirdi. Kaza gibi gösterir, kimse ondan şüphelenmezdi.
Ama beni kurtardı. Neden? Anlık bir içgüdüyle mi yaptı? Ya da refleksle?
Konuşmakta zorlanırken Dazai’ye gerçekleri anlattım. “Çünkü aslında bunların hiçbirini yapmak istemedi! Suçluların suçları yüzünden öldürüldüğü bir dünyayla ilgilenmiyordu! Sadece…”
               -“ Sadece onu acı çekerken görmek istememiştim”
               -“Kilide dokunmamalısın!”
“Söyle, vurulup öldürülmesi doğru muydu?! Aradığım ideal dünya bu muydu?!”
Dazai bana usulca bakıp sözlerini bir araya getirdi.
“Kunikida, doğru ve yanlışın varlığına inanan insanlar, ideal dünyanın var olduğuna inanlar istedikleri olmayınca dünyaya öfkelenen ve etrafındakilere zarar veren insanlardır… örneğin Mavi Kral gibi. Bu idealler ve inançlar gerçekleştiğinde ise kurbanlar zayıf ve savunmasız kalır.”
Gözü uzaklara daldı.
“Doğruyu aramak, iki ucu keskin kılıca benzer. Zayıfa zarar verebileceği gibi onları koruyup kurtaramaz. Sasaki-san’ı öldüren Mavi Kral’ın doğruluğuydu.”
Dazai’nin eleştirisi içime işledi. Doğrunun ve idealin peşinden koşuyordum. Bunları gerçekleştirebilmek için tüm zorlukların üstesinden gelebiliyordum.
“Kunikida. Bu idealleri kovaladığın ve yoluna çıkanları kaldırdığın sürece bir gün sen de Mavi Kral’ın öfkesini taşıyacaksın. Ve işte o zaman etrafında külden başka bir şey kalmayacak. Bunun yaşandığını çok gördüm.”
Yalnızca kendisinin görebildiği bir şeye, anlayışımın ötesindeki bir şeye; her insanın kalbinde yer edinen dipsiz bir karanlığa bakıyormuş gibi baktı.
“Ben…”
Dazai’yi bıraktım. Ne demek istediğini anlıyordum. Belki de doğruluk başkalarında değil, kendi içinde araman gereken bir şeydi.
Ve yine de…
Sasaki Hanım ölmüştü. Rokuzo da.
Kendi içimde aradığım doğrulukta yalnızca umutsuzluğu bulmuştum.
“…”
Terk edilmiş hastanenin penceresine baktım. Kırmızı örümcek zambakları ön tarafta çürüyen bahçede sallanıyordu. Gözlerimi kapatsam da çiçekler hala orada kalacak, Sasaki-san’ın gülüşünün izleriyle… hafızama kazınacaktı.
10 notes · View notes
emirhaneren · 6 months
Text
Tumblr media
-Oğuz Atay-
İnsanların içine yer eden eserler vardır. Bu eser ne olursa olsun kişi onda kendine ait olan bir parçayı bulmuş demektir. Açıkça söylemeliyim ki benim için bu eserin bir kitap (ve yazarı da önemli yer etmiş durumda) olması beni mutlu ediyor.
Öncelikle Tutunamayanlar'ı konuşmak istiyorum. Bu kitabı okumaya başladığımda herhangi bir kitap okuma alışkanlığım yoktu. Kitabın kapağını ilk açtığım zamana kadar da bu denli çetin bir eser ile karşı karşıya olduğumun farkında değildim. Söylemeliyim ki kitap okuma alışkanlığınız yoksa Tutunamayanlar biraz yanlış bir başlangıç kitabı olabilir. Kitap okumayı sevsem de ben yavaş okuyan birisiyim, hızlı okuma yeteneği bana çok uzak düşüyor ve istesem de beceremiyorum. Bu yüzden benim Tutunamayanlar'ı bitirmem çok uzun sürdü ama bu kadar zaman almasının içinde önemli bir unsur daha var: Bu kitap düşsel şölen. Karakterlerin düşünceleri ile olaylar arasında o kadar hızlı geçişler var ki ilk okuduğumda hiçbir şey anlamamıştım. Yaklaşık dört yüz sayfa sonunda yeni yeni kitabı anlamaya başlamıştım. Kitabı bitirdikten yaklaşık bir yıl sonra tekrar okumaya başladım. Bu sürede kendimi geliştirmiş olacağım ki daha akıcı gelmeye başlamıştı. Özellikle anlamadığım yerleri tekrar okuyunca neler kaçırdığımı anlayıp üzülmüştüm. İlk okuduğum zaman eser beni yorduğu için ara ara mola veriyor ve bu molalarda dünya klasiklerinden kitaplar okuyordum.
Olur ya zaman zaman kitaplar hakkında konuşursunuz insanlarla. Bu muhabbetin içinde de "önerme seansı" başlar. Bu kitabı önerdiğim kişiler bir elin parmağını geçmiyor. Açıkça söylemeliyim ki bu hareketimin sebebi kallavi bir kıskançlık. Bu eserin başkalarınca okunup benimsenmesi fikri beni korkutuyor. Bu yazıyı yazma sebebim de kitabı önermek değil kitabı ve yazarını övmek. Sanki herkesin müdahalesi ile popülerleşirse (ki bunu hak eden bir eser) ben bu kitabı herkese dolu dolu anlatamam gibi geliyor, bu korkunç.
Üzerine bu kadar yazı yazdığım (ki bu benim için tatmin edici bir uzunluk değil) eserin yazarı ise Oğuz Atay'dır. Benim en sevdiğim yazardır kendisi, malûm anlaşılması güç değil sanırım. Okuduğum eseri sadece Tutunamayanlar değil, Tehlikeli Oyunlar'ı da okudum. İki kitap boyunca hiç sıkılmadım. Dört yüz sayfalık anlaşılmayan bölümde bile sıkıldığımı hatırlamıyorum. Bu eserlerin kısa eserler olmaması da beni sevindiren diğer bir konu. Okuduğum her kelimede Oğuz Atay kendine yeni bir dost ediyor beni.
Bu yazdığım yazıyı yeterli bulmuyorum fakat ne kadar anlatsam da okumanız gerekir. Tabii ki ben okumamanız taraftarıyım çünkü hâlâ kıskanıyorum kitabı.
En sevdiğim yazara, Oğuz Atay'a en içten sevgi ve saygılarımla. (1934-1977)
15 notes · View notes
esknil · 4 months
Text
#Birinci bölüm..
Sevgili dostum. Bunları yazmamam lazım belki ama en az bir hafta daha hastanede kalacağımı düşünürsek hem vakit geçmiş olur hem de içimi dökmüş olurum. Kalp krizi ve öncesinde yaşadıklarım duygusal bir adam yaptı beni galiba. Beni en çok korkutan duygusal olmaktan çok taşıdığım sırlar ile hayattan ayrılmak olacaktı. O yüzden kırk yıllık dostum olarak senden sakladıklarım için özür dilerim. Bir çoğunu bilsen bile olayların akışını bozmamak için sana tekrar yazmış olayım. 
Üniversiteyi yeni bitirdiğim yıl aldığım inanılmaz iş teklifini hatırlarsın. Günlerce benimle alay etmiştin ama kazandığım para ve beş yıldızlı bir otelde yaşama fırsatını duyunca sabaha kadar içmiştik. Ankara'ya annemlerin yanına giderken otobüste tanışmıştım otel sahibi Mesut Bey ile. 90'lı yılların sonları, İstanbul Ankara arası en lüks ulaşım otobüs. Bolu dağındaki molada yemek parasını ödetmemiş, sabah Ankara garına girerken de kartını vermiş, iş filan bulamazsan ara demişti. Sen de sikecek seni parlak gördü diye alay etmiştin. Buraları biliyorsun zaten, yüksek lisans sonrası biraz tecrübe kazanır biraz Antalya'da karı kıza takılırım diye başladığım iş neredeyse iki yıl sürmüştü. Çocuklarına örnek olmamı istiyordu Mesut Bey. Üniversite sınavında derece yapan, iki dil bilen, çalışkan genç yönetici adayı, üniversite ikinci sınıftaki ikiz oğlanlarına abilik yapacaktı bir yandan. Antalya'da turizm okuyan bu gençler için bir rol model olmamı istiyordu. Oldum da biliyorsun. Serhan daha zeki olan,  Erhan tam it olandı hatırlarsın. Otelin o zamanlar yeni yeni gelişmeye başlayan muhafazakar konseptine  düşünce yapısı olarak daha uygun olan Serhan ile kafalarımız uyuşmasa da, Erhan ile hafta sonlarımız Antalya'daki tüm barlardan karı kaldırmak ile geçiyordu. 
Senin tüm ayrıntılarını bilmediğin kısımlara geçiyorum şimdi. Mesut Bey'in de desteği ile kısa sürede otelin müdüründen temizlikçisine kadar herkes beni benimsemişti. O zaman muhafazakar oteller şimdikiler gibi kalın çizgiler ile haremlik selamlık değildi. Kadınlara erkeklere ayrı havuzlar, sadece ailelerin gireceği plaj gibi şeyler vardı ama yeme içme eğlenme ortamları ortak idi. Sabahları da temizlikçiler otele gizlice sokulan içki şişelerini temizlerdi odalardan. Neyse bir pazar gecesi o zamanki kız arkadaşımı üniversitedeki yurduna bırakıp otele geç saatte döndüm. Odamın kapısı açılmadı bir türlü. Kapıyı vurunca içerden Erhan cebimi çaldırdı.
- Başka bir odada kal abi ya. Eve gidemem diye senin odaya attım kızı. 
Babasından deli gibi korkardı. Özellikle otelde çalışan birini siktiği duyulsa babası tekme tokat girerdi büyük ihtimal.
Ertesi sabah kahvaltıda yanıma süzüldü
- Sağol abi, aniden gelişti olaylar resepsiyon görmesin diye senin odaya attım karıyı
- Kim bu seferki, yeni masör mü tenis hocası mı?
- Masör.
Yanımıza gelen Serhan yüzünden sohbeti kesti. İkizi babasından da muhafazakar bir tipti ve kardeşlerin hiç karı kız muhabbeti yaptığına şahit olmadım.
- Erhan izin verirsen  Kaan abi ile biraz konuşmam lazım. Banka işleri.
Erhan kalktı ama Serhan uzun süre konuya giremeden oyalandı. Ne zaman böyle oyalansa konunun ne olacağını biliyordum. Sonra sandalyesini yanıma çekip fısıldadı.
- Abi çaktırmadan arkadaki masaya bir baksana. Yeşil elbiseli kız.
Erhan otel çalışanlarını veya elimi cebime attırmadığı lüks barlardan düşürdüğümüz karıları sikerken Serhan daha 20 yaşında olmasına rağmen, hayırlı bir kısmet peşinde idi. Bu sefer de şaşırtmadı, yine bir kız beğenmişti. Kalktım garson kızlardan birini yanıma alarak masaya doğru yürüdüm. Beş orta yaşlı kadın, üçü kapalı diğerlerinin sadece başları açık ama kıyafetleri dekoltesiz uzun elbiseler. Masadaki tek kız ince güzel yüzlü sarışın bir afet. Onun da kıyafetleri konsepte uygun uzun kollu.
- Kahvaltıda bir sorun yoktu değil mi, nasıl geçiyor tatiliniz, sorusu ile masadan bir metre açıkta durarak ilgili otel çalışanı sorularını sorma numarası ile masaya yanaştım. Bu yalanda uzmanlaşıyordum artık. Garsona döndüm.
- Hanımefendilere kahve ikram edelim, Serhan Bey böyle nezih hanımefendi gruplarına en iyi hizmeti vermenizi istiyor dedim. Aynı oyunu defalarca oynadığımdan başımla kızın yanında oturan kadına Serhan'ı işaret ettim. Serhan Bey ev sahibimiz cümlesini ekledim. Yanındaki kadın da yarım bir tül ile örttüğü sarı kısa saçları ve vücudundan tek bir hattı belli etmeyen bol elbisesi ile Serhan'ın beğendiği kızı andıran bir çehreye sahipti. Annesi olabilecek kadar yaşlı gözükmüyordu ama otelin temel kuralı hiç bir kadına gözlerini dikerek uzun uzun bakmamak olunca, sadece bir an için gördüm güzel yüzünü.
Sonrası Serhan safındaydı artık. Sarışın afet gülümseyerek teşekkür etmiş, kahvaltı süresince de Serhan ile kaçamak bakışmışlardı. 
- Güzel kız gerçekten. Bu yeni garson kız biraz yırtık ben konuşurum, kızı yalnız yakalayınca bir aktivite filan hediye eder, görüşmeni sağlarız, sen merak etme.
Ertesi gün konuşmayı başardılar kız ile. İkinci gün kahvaltı sofrasında yüzler gülüyor, yanındaki sarışın kadın ve karşısındaki tombul teyze gözlerini Serhan'dan ayırmıyordu.  O gün kısa bir boşluk yakalayıp kız ile bir çay içebilmeyi de başarmış küçük patronum. Akşamüstüydü lobide oturmuş yaklaşan bayram için yüzde yüz dolu otelin kayıtlarının altından çıkmaya çalışıyordum. Kağıtların üzerine düşen gölgeye kafamı kaldırdığımda kızın annesi olduğunu düşündüğüm sarışın kadın karşımdaydı. 
El sıkışmadan tanıştık. Müsaade isteyip malum konuya hemen girdi. Kuzeninin kızı ona emanetmiş, Serhan Bey ile de konuşmak istermiş, ne kadar ciddilermiş. O konuştukça ben dinledim. O konuştukça güzelliği arttı. Ben, Serhan'ın ve babasının ne kadar muhafazakar insanlar olduğunu anlattıkça kadın daha sakin konuşmaya başladı. Yanımıza oturmasını işaret ettiğim bir kadın çalışanın verdiği güven ile de ikinci kahvelerimizi içtik. Üstünde yere kadar inen tek parça bir elbise. Sarı kısa saçların daha da ortaya çıkardığı büyük yeşil gözler, küçük hokka bir burun ve belirsizce sürülmüş rujun parlattığı dudaklar. Elbisesinin belindeki kemer belinin inceliğini belirliyor ama o kadar. Başka hiç bir vücut hattı hakkında bilgi vermiyor elbise. Meraklı biraz da patavatsızca sorular soran bir kadın. Hepsine cevap veriyorum ben de aynı patavatsızlıkla soruyorum. İki çocuğu varmış biri üniversiteye başlayan diğeri lisede. Otuz yaşında bu nasıl mümkün olur diyorum. 38 diyor. Bu kadını da hatırlarsın, yaşlılar ile takılıyorum diye de alay etmiştin. Konuya devam edeyim. Bizim genç aşıklar kontrolde tutulsun diye bir iki gün aynı masada dört beş kişi oturularak kahveler içildi. Bazen ben de katılıyorum bu gruba. Serhan, sarışın afet, otelin kadın müdürü, tombul teyze ve benimle ilk diyaloğu kuran Zeynep Hanım. Tombul çirkin teyze, kızın teyzesi imiş nas��l bir gen havuzları varsa.
Tatillerinin bitmesine gelin adayı ve çevresindeki kadınlara bir öğle yemeği verdik. Bu sefer masada Mesut Bey ve eşi de var. Bir nevi kız görme, ailelerin tanışması gibi bir ortam da oluşmuş oldu. Tombul teyze ile oğlan tarafı kaynaşıp aileler ne zaman  tanışır aşamasına geçtiğinde ben çoktan ve açıkça Zeynep'e yazma aşamalarına geçmiştim. Kadını her incelediğimde daha güzel geliyordu gözüme ve o zamanki hedefim koleksiyona kendimden 14 yaş büyük bir kadın katmaktı. Hepsini asık surat ile anlamazdan gelerek cevaplıyor, sık sık eşek kadar olmuş çocuklarının konusunu açarak konuyu değiştiriyordu. Yine de pırıldayan saçları için ne kullandığı, cildini güneşten nasıl koruduğu gibi konuları açınca masadaki tüm sohbetlerden kopuyorduk. Odak noktası olmayı seviyordu. Üstündeki hatlarını belli eden uzun dar etek ve uzun kollu bir gömlek içinde bile çoğu filmlerde gördüğüm kadından güzeldi. Yemekten kalkınca akşam bowlinge çağırdım, ben anlamam dedi yarı kızgın yarı utanan bir yüz ile. Ben öğretirim zeki kadınlar çabuk öğreniyor dememe de gülmedi ama ters bir tepki de vermedi. Bir ümit bir saat bekledim bowling salonunda. 
Sabah erkenden Erhan'ı uyandırdım.
- Bana iyilik yapacaksın. Kadınlar havuzu tarafına geçmem lazım bu sabah
- Deli misin oğlum, annem babam Serhan'a kısmet ayarladın diye seni yere göğe koyamıyor. İki üç maaş ikramiye gelecek bu ay sana. Babam ikimizi de atar otelden. Kime bakacaksın ki
- Hadi Erhan sen kaç kere geçtin bir bok olmadı. Yarım saatimiz var bir daha vermem valla odamı. Koca götlü bir karı gördüm dün beni kesiyordu ona bir bakacağım.
Dokuzda açılacak kadınlar havuzu için KGB merkezi gibi kontroller ve kapılar vardı. Yine de Erhan'ın bir telefonu ile elime her kapıyı açan bir kadın görevli kartı verildi ve ben dün öğrendiğim gibi sabahları kapalı havuzu kullanan, böylece cildini yakmayan Zeynep'i izleyebilme umudu ile havuzu küçük camından gören bir personel odasına sızmayı başardım. Klimasız ortamda her yerim ter içinde kalmışken birer ikişer kadınlar gelmeye başladı. Her gün kapalı gördüğüm ve kim olduklarına dikkat bile etmediğim kadınlar şimdi ya tek parça mayoları ya da bikinileri ile havuz kenarına yerleştiler. Yasak ne kadar tahrik edici. Her gün on kat daha güzel kızları Kaleiçi'ndeki barlarda görüyordum ve Erhan'ın kalın cüzdanı yardımı ile becermem hiç de zor olmuyordu. Önce tombul teyze geldi, iki havlu serdi ve üzerindekileri çıkararak kat kat yağ içindeki bacaklarını ve kollarını ortaya döktü. Şanslıyım ki bikini giymemişti bu vücuda. Tek parça kalçalarını ve göğüslerini kapatan bir mayo içindeydi. Gelin de gelir mi diye beklerken aklıma bugün müstakbel kaynana ile kahve içeceği geldi. Burnumdan ter damlamaya başlarken Zeynep girdi içeri. Otelin ortak alanlarında giydiği uzun kollu bornoz gibi bir kıyafet vardı üstünde. Önce onu çıkardı, altında bir şort etek ve bir kısa kollu penye. Bu bile yüreğimi sıkıştırdı. İnce bacakları 18 yaşında bir kız gibi, selülitsiz, ince ve uzun. Kolları yağsız ve beyaz. Saçlarına bir bone taktı, ayağı ile havuz suyunu kontrol etti. Sonra şortunu çıkardı, tombul teyzenin arkasında durduğundan göremedim. Küçük cam dar bir görüş açısı veriyordu ban. Tombulun arkasından çıktığında ise yüreğim davul çalmaya başladı. Ben üniversite hayatım boyunca, İngiltere'deki yüksek lisansta ve de en çok Antalya'ya geldikten sonra bir sürü milletten çok güzel kızlar görmüş ve yatmıştım ama hepsini unuttum o an. Hafızam silindi. İnce bacaklarının bittiği yerde mavi bir bikini altı vardı. İki çocuğu ben doğurmadım diye bağıran düz bir karın ve aynı renk bikini üstünün yarısını kapattığı iki orta boy göğüs. Göğüs uçları sanki mayonun üstünü kabartmıştı ama gözüme giren terden hayal de kuruyor olabilirdim. Karşımdaki güzellik öyle çok parıldıyordu ki, havuz çevresine yerleşen veya çoktan suya atlamış kadınların hepsinin ona baktığını görüyordum. Suya çok zarif atladı ve bakış açımdan kayboldu. Onu görmediğim dakikalar uzadıkça terim arttı. Diğer bikinili kadınlar arasındaki tek tük güzel olanları izlerken nihayet bana yakın bir noktada yakaladım. Kadınlardan bir tanesinin göğüsleri kocaman ve bikinisinin yanlarından siyah kılları belli oluyordu. Yine Zeynep'e döndüm, havuzun kenarına oturmuş birileri ile gülüşüyordu. Islak teni daha parlak, hafif kaymış bikini üstünden yarısı gözüken beyazdan beyaz göğüsleri daha da yuvarlak karşımda duruyordu. Daha iki gece evvel 19 yaşında bir Rus ile yatmamıştım sanki. Sikimi çıkartıp bakir bir ergen gibi bikinili bir kadının görüntüsüne bakarak 31 çekmeye başladım. Ayağa kalkıp havlusuna yürürken sallanan birer avuçluk popo yuvarlaklarını görünce de kapıya kadar fışkırarak boşaldım.
Daracık odada öğle yemeği saati gelene ve kadınlar azalana kadar bekleyip elimdeki kartın yardımı ile kaçtığımda susuzluktan bayılmak üzereydim. O gece otobüslerine binerlerken yanaştım yanına,
- Eylül veya Ekimde daha güzel olur burası, güneş de zarar vermez teninize, bekleriz diye muhabbete girdim. Rezervasyon için direk beni arayabilirsiniz diye de kartımı verdim. Geleceklerini biliyordum, her sene nisan, ekim dönemine yer satılan gruptandı. Alıp bakmadan çantasına attı. Gözleri genç aşıkları kontrol ediyordu. Sanki Serhan salağı 40 kişi içinde kıza bir şey yapacakmış gibi. 
Aramadı tabii ki. Benim gibi asılan onlarca kişi olmuştur böyle bir kadına ve hiç biri kendisinden 14 yaş küçük değildir. Ara ara aklıma gelse de iş güç, bayram yoğunluğu ve Erhan ile dadandığımız karı kaynayan bir barın de etkisi ile aklımdan tamamen çıktı. Arada söz kıyılmış ve Serhan'ın okulu biter bitmez evlenilmesi kararlaştırılmıştı. Bir seneden fazla süre vardı yani. Mesut Beyin sabahın köründe yatağımdan zıplatan telefonunda söylediklerini kanımdaki alkol oranı yüzünden geç anladım. Nişana gidiyorduk ve ben de geliyordum, onlara böyle bir melek gelin bulan bendim ne de olsa. Serhan ve kız rahat görüşebilsin diye bazı şeylerin adı konmalıymış o yüzden nişan öne çekilmiş. Diğer oğulları geceyi iki kadının arasında geçirmişti. 
Duşta kendime gelirken nişanda doğal olarak Zeynep'in de olacağı aklıma geldi. Dün iki posta sikişmiş olmama rağmen dikilen sikime soğuk su tutarak mesaiye indim. Bu kadın ne zaman aklıma gelse sikim niye kıpırdanmaya başlıyordu. Mesut bey uçakta planlarını anlatmıştı ben seneye inşaat işlerinin başına geçecektim, oğlanlar da otellerin. İstanbul ve Ankara'da da otel yerleri bakıyordu. Benim planım ise uzun süredir görüştüğüm bir yabancı şirkete geçip önce İstanbul ofisi sonra fırsat olursa yurtdışında çalışmaktı, söyleyince bozuldu. 
Nişan günü Zeynep'i arayan gözlerim kusursuz güzelliğini çabuk buldu. Yanında kendinden kısa bıyıklı bir adam. Göbekli sevimsiz bir esnaf kılıklı, kötü takım elbiseli. Belki abartıyorum o kadar da sevimsiz değildi ama şimdiden kıldım adama. El sıkışırken soğuktu Zeynep. Ekimde geliyor musunuz derken biraz daha canlı. Tüm çalışanlar sizi özledik dediğimde yine ciddi suratlı. Boğazına kadar kapalı parlak dar elbisesi içindeki güzelliği mavi bikinili halinden daha az değildi gözümde. Beli nasıl bu kadar ince olabilir o yaşta bir kadının? Onu incelerken göz göze geldiğimiz andaki hafif dudak bükerek yaptığı gülümsemeye aynı karşılığı verdim. Yasak elma niye bu kadar tatlı gelir insana? Yarın Antalya'ya döndüğümde sikebileceğim genç bir kız arkadaşım da varken. Nişan kıyıldıktan sonra tombul teyzeye yanaştım, tek tek herkesi merak ediyormuş aileyi tanımak istiyormuşum sorularıma şevkle ile cevap verdi. Arada önemsiz gibi konuyu beraber tatile geldiklerine getirdim. Zeynep'in babadan zengin olduğunu, yine babadan zengin kocasının bir mirasyedi olduğunu, siyaset, futbol yöneticiliği gibi boş şeyler ile gün geçirdiğini öğrenmiş oldum. Zeynep 18'i doldurduğu gün büyük bir düğün ile evlenmişler herkes onları konuşmuş. Pezevenke iyice yükseldim o an. Yirmi yıl önceki halini düşünemedim bile bakire Zeynep'in. Tabii hemen bir senede çocuk sahibi olmuşlardır. Adam bu güzelliği bir an bile bırakamamıştır. Sadece ailenin kaldığı yemekte tekrar yanaşabildim bir an için. Hiç yanından ayrılmadığı tombul teyze lafımızı bölüp iki tane ayıboğan kılıklı oğulları beni tanıştırdı. Kısa sürede saldım onları başımdan.
- Eşiniz ile tanışamadım gibi bir boş laf ile konuyu hareketlendirdim. Yöneticisi olduğu takımın deplasmanı varmış, iki saat sonra uçacaklarmış. Biraz lafladık. Lafladık derken içeri girdiğinde herkesin onu gelin zannettiği gibi en düşük seviye güzelliğine övgü cümleleri kurdum. Elbiseni överken o da takım elbise yakışmış cevabını verdi. Bir iki dakika içinde otel ile ilgili boş bir hikaye anlatıp biraz güldürebildim. Senin de evlilik yaşın gelmiş, Serhan'dan büyüksün deyince, benim çıtam çok yüksek en güzellerin peşindeyim dedim gözlerine bakarak.  Yanağı kızararak yemeği ile oynadı. Fırsattan istifade atağa geçtim.
- Ekim için rezervasyon yapayım mı aynı ekibe. Artık aileden sayılırız. İstediğiniz zaman arayın beni. Daha güzel bir oda seçersiniz.
-  Bizim var zaten paketimiz. Verdiğin kart nerede bilmiyorum.
- Yanımda başka yok ki diye telimi çıkardım ama böyle bir aile ortamıda yaptığım yanlışı anlayıp hızla cebime geri soktum. Anladı ve her şeyi başlatan o cümleyi kurdu.
- Kayıtlarda vardır benim numaram.
Otele gider gitmez bilgisayara girip kaydettim numarasını. İki gün sonra da resmi bir mesaj attım uygun oda seçenekleri için. Böyle başlayan SMS'ler sıklaşmaya başladı. Telefonlarda sadece SMS var o zamanlar. Ne foto göndermek ne de whatsapp filan. Her sabah hava şahane, deniz mükemmel gibi attığım SMS'lere git gide daha hızlı geri dönmeye başladı. Ben de daha sık ve daha saldırgan mesajlara başladım. Bu sezon otele gelen en güzel kadın olduğuna kadar giden mesajlar. Hayatlarımızı bile paylaşıyorduk, bir cümlelik SMS'ler ile. Yazlıkları varmış, yazlıktan çok köy gibi bir yer. Genelde orada olurmuş. 
Ekim ayının başı idi, iki haftaya aynı ekip geleceğiz diye mesaj attığı gün, arayabilir miyim diye sordum. İlk telefon görüşmemiz de öyle başladı. Onlara ayırdığım odaların özelliğinden girdim konuya ve her sabah on gibi başka bir bahane ile aradım. Havalar nasıldan girdiğimiz sohbetler yarım saat sonra bana kızının üniversitedeki başarıları, oğlunun liseyi zor bitirebileceği gibi konulara kadar gidiyordu.  Bir hafta sonunda iyice kıvama geldiğini karar vererek yazlıkta bile niye hep yalnız olduğunu sordum. Önce biraz lafı geveledi. sonra açıldı. Kocası ya parti toplantılarında ya da futbol takımının peşinde olurmuş. Eve gelmesi gece yarılarını bulurmuş, bazen de üç dört gün süren meclis ziyaretleri veya deplasmanlar. Ortak pek arkadaşları da yokmuş, aralarındaki yaş farkı 10 olunca bu doğalmış. Seninle14 ama bir süre ortak yönümüz var cümlesi bir adım ileri götürdü konuşmalarımızı. Hazır dökülmeye başlamışken daha çok ben susuyor onu dinliyordum. Bazen iki saati geçiyordu içini dökmesi. Bir sabah bir saatin sonunda telefonu kapatırken, ben olsam o evden bir saniye çıkmaz seni gözümün önünden hiç ayırmazdım dedim. Sessiz kaldı, kapattık telefonları.
Bir iki gün dönmedi mesajlarıma. Bir hafta sonra otobüs biletlerini aldık diye bir SMS düştü telefonuma. Biliyordum otobüs anlaşmalı tur otobüsümüz. Dört kadın geliyorlardı tombul teyze dahil, iki komşu. Gelinin teyzesi olduğundan en güzel süit odayı ona verdim doğal olarak. Ne yapayım mecburen de Zeynep'e yalnız kalacağı bir oda ayarlamak zorunda kaldık. Mesut Bey çok takdir etmişti bu kararımı. Genel müdür olacak bu çocuk diye sırtıma vurmuştu. Müsait misin diye sormadan arıyordum Zeynep'i artık. Yine iki saatten fazla konuştuk ve gelecekleri güne kadar bu sefer geceleri sürdü bu. O gelecek diye nasıl heyecanlı olduğumu söyledim. Arayamama sebebi köydeki yazlığa kocasının gelmesi imiş. Orada denize nasıl giriyorsun diye sordum. Köy seni görmek için birbirine giriyordur dememe güldü. Kocası varken tek parça mayo ile o yokken tesettür mayosuna benzer bir şey ile giriyormuş. Seninle denize girmek isterdim dedim, burada çok güzel koylar var. Genç kız gibi kıkırdıyordu telefonda artık. Bikini giymelisin aslında dedim, benim vücudum öyle güzel olsa giyerim esprime beraber güldük. Bikinim yok ki diye yalan attı. Almalısın dedim her renk siyah, beyaz, kırmızı. Maviyi özellikle atlayarak. Tamam dedi alacağım. Seni öyle görmek için sabırsızlanıyorum dedim. Sikim kazık gibi oluyordu telefondaki her konuşma sırasında. Ama sadece cinsel bir çekicilik değildi artık yaşadığım, gün içinde hep bir SMS atmıştı mı diye telefona gidiyordu.
Gelmeden iki gün önce yaş günü idi. Aradım, Antalya'ya geldiğinde de bir kutlama yapacağımızı söyledim. İtiraz etti. Otelde değil dedim. Seni çevredeki antik kentlere ve koylara götüreceğim baş başa kutlarız dememe tek itirazı ama nasıl çıkacağım ki otelden komşular varken oldu. Rahat ol dedim kadınlara bir tekne gezisi olacak Salı günü, sen biraz rahatsız hisset katılma, onlar iskeleden çıkar biz ön kapıdan. Akşam yemeğine kadar sadece ikimizden başkası olmayacak sözüme dört gözle bekliyorum cevabını verdi. Bir süredir telefonları öpüyorum iyi geceler diye kapatıyorduk. Pazar gecesi geldiler, otobüsten inerken birbirimizi gördüğümüz an gözlerimiz parladı ikimizin de. Ben her zaman olduğu gibi otobüslere çok yanaşmadım o da sadece ufak bir merhaba ile odasına çıktı. Pazartesi günü ise diğer konuklar arasında köşe kapmaca oynadık sanki. Mesut Bey ve eşi iki dakika onları yalnız bırakmıyor bense kedi gibi etraflarında dolaşıyordum. Akşam yemeğinden sonra teyze yanına gelene kadar bir yarım saat konuşabildik sadece. Birbirimiz ile mesafe bırakmaya özen göstererek ama gözlerimizi birbirimizden ayıramadan. Gece dayanamadım aradım. Seni görünce gözüme uyku girmedi ile başladım, otelden ayrılmak istediğimi sadece onu görebilmek için Ekim ayını beklediğimi söyledim. Ertesi günü konuştuk gideceğimiz yerleri sordu. Yanına mayo al dedim, güzel koylar var bu mevsimde kimseler de olmaz. Mayo yok dedi yanımda, alırız dedim. Güldü bikinim var ama iki tane dedi. Beni öldüreceksin dedim, gençsin dedi ölmezsin. Genç ve salaktım, yatağa atma planı ile başladığım oyunda bu kadına tutulmuştum.
Kadınları gezdirecek motor iskeleden ayrılırken ben de izin günümü kullanmak için otelin ticari aracına eşyalarımı yükleme bahanesi ile kapalı otoparka girmiştim. Tarif ettiğim asansör ile aşağıya inip arabaya acele ile bindiğinde kalbinin şiddetle çarptığını hissediyordum. 
- Niye sana uyuyorum ki dedi
- Antalya gelip otelde kapalı kalmak olur mu. Bir de dünyalar güzelisin ve her şeyi yapmaya hakkın var, şımart kendini.
Antik kenti gezmek için arabadan inerken otel içinde giydiği uzun şalı çıkardı. Altında kot bir etek ve kısa kollu bir penye vardı. Görüşmeyeli uzamış hafif dalgalı sarı saçları omuzlarına kadar dağıldı. Bu hali ile çevredeki Alman turistlerden hiç bir farkı yoktu. Hepsinden daha güzel olmak dışında. Öğle yemeği için durduğumuz yerde yaş günü pastasını üflerken ise elini ilk kez tuttum. Tebrik için kızarmış yanaklarına birer öpücük kondurdum. Arabaya giderken ise şakalaşır gibi beline sarıldım. Kırılacakmış gibi ince bir bel.
- Yaş günü kızı mayo için üstünü değiştirebilirsin burada. Şimdi çok güzel bir koya gideceğiz.
- İçime giymiştim 
Mavi bikinili hali geldi gözümün önüne arabaya otururken ilk işim kalkmış sikimi düzeltmek oldu. Gözlerine baktım, gözlerini ayırmadı. Araba içinde saldıracak haldeydim kendimi tuttum. Koya doğru arabayı sürerken sessizdi. Sadece açıkta kalan kollarına ve diz hizası eteğinden görülen bacaklarına güneş kremi sürdü yol boyu. Teni daha da parladı. Erhan ile izin günleri kızları getirdiğimiz koya doğru yürürken,
- Utanırım şimdi senin yanında lütfen dikkatli dikkatli süzme beni.
- Burada kimse olmaz hafta içi. Ben süzmem ama güzelliğin kalabalık toplar. Kolumu çimdikledi.
Kimse olmaz çünkü arazi Mesut Beye ait demedim. Havlularımızı, arazinin çevresi kapatılmadan bekçinin kaldığı, şimdi ise Erhan ile benim içki stokladığımız buzdolabının olduğu, boş yerlere de minderlerin yığıldığı  kulübenin önündeki öbeğin üstüne serdim, dolaptan iki soğuk su getirdim. Güneş çok yakıcı değil tatlı bir Ekim havası vardı.
- Buraya sık geliyorsun galiba.
- Bir arkadaşımın yeri o yüzden rahatız burada. Hadi denize. Bugün senin günün, prenses.
- Niye prenses diyorsun bana
- Masallardaki prensesler gibisin güzel, kaprisli, sinirli. Ben de onun peşinde koşan aptal prens.
Güldü. Fırsatı kaçırmadım, prens gibi eğilip elini öptüm. Ben penyemi şortumu çıkartırken o beni süzdü. İyi ki otele başladığımdan beri her sabahımı fitnessta geçiriyorum. Sonra o  penyesini çıkardı. İçinde penye altından askılarını gördüğüm siyah bir bikini üstü vardı. Cam arkasından seyrettiğim göğüsleri tüm dikliği ile bikini arkasında saklanmıştı. Arkasını hızla dönerek üstüne güneş kremi püskürttü. Sırtı bembeyaz dümdüz iniyor, ensesi incecik, saçlarını tokaladı, ısırırım o enseyi ve incecik omuz kemiklerini. Belinde iki küçük gamze var. Nasıl da kusursuz. Geçen hafta üzerinde iki Rus'u siktiğimiz minder öbeğine doğru yürüyüp kendini gizleyerek eteği de çıkardı. 31 çektiğim mavi mayosu ile aynı kesim siyah bikini içinde önümden hızlıca geçip kendini suya attı. Bir anda gözümün önünden kaybolmuştu, koşarak ben de denize girdim. Konuşmadan üç dört dakika yüzdük. Havadaki elektriği kıracak bir adım bekliyorduk ikimiz de.
- Çok güzelmiş su diye bana yaklaştığında aramızda bir metre vardı. Yeşil gözleri tuzlu suda parlıyordu. Beyaz boynu kuğu gibi ince, sular süzülüyor saçlarından. Mesafeyi kapadım. Her salak aşık gibi yüzüne su attım. Çığlık atarak o da bana attı. Derinlere kaçtı. İki kulaçta yetişip kafasını suya bastırdım, derinlik en fazla boyu kadardı. Açık sarı saçları yüzüne yapışmış sudan fırladı. Deniz kızları gerçek olsa bu görüntüyü kıskanırlardı. O beni bastırmak için atak yaptığında ince kollarını havada yakaladım. Benim ayaklarım hala yerdeydi. Kendime çektim ince bedenini kolaylıkla kavradım. Belini sertçe kavramış bikini altından sertliği belli olan göğüslerini göğsüme yapıştırmıştım. Beraberce suya battık. Çırpınması artana kadar bekledim. Çıktığımızda göğsümü şakacıktan yumrukladı. İlk defa bana kendisi dokunuyordu. Hareketsiz kaldık bir an. Kaçınmadan bekledi. Çenesini kaldırıp dudağına değdiğimde ise yüzünü çevirdi. Vazgeçmedim. Belindeki bir elim ile kendime çektim, diğer elimle yanaklarını okşadım, saçlarını kenara çektim. Elimde küçük bir kanarya gibiydi. Dudaklarını tekrar öperken ağzı kapalı idi ama kaçınmadı. Dilimi dudaklarında hissettiğinde
- Kaan dur dedi nefes nefese. Kaan dur.
- Seni seviyorum Zeynep. Ellerimi itekledi, bıraktım. Sudan çıkmak için yürümeye başladı. Arkadan kalçaları arasında kalan bikini altına baktım. Havlusunu alırken yetiştim. Yüzünü boynunu sakin sakin sildim.
- Kaan otele dönelim mi?  Cevap vermedim. Eline aldığı penyeyi yere attım. İki elinden tutup ince gövdesini kendime çektim. Yanağını öptüm sonra alnını sonra gözlerinin üstünü. Yüzünü dudaklarını okşadım ellerimler Dudakları parmağım ile bastırmama fazla direnmedi, aralandı. Ben de önce küçük bir öpücük ile başladım. Önce üst sonra alt dudağını keşfettim. Elim sırtında dolaştı, okşadı. Öpüşmelerimiz hızlandığında poposunu sıkarken beynim şaşkınlığa uğradı. Tam bir yuvarlak ve 18 yaşında bir kız kadar sert. Dilim boynunu yalayıp öperken nefesi sıklaşmıştı. 
- Beni sevdiğin için buradasın ben de seni seviyorum dedim tekrar. Bikinisinin arkadaki düğümüne elim gittiğinde,
- Kaan bunu yapmamalıyız, ben evliyim sesi fısıltı ile çıktı. Kucakladım kolaylıkla. Havluları serdiğim uzun minderlerin üzerine bıraktım. Tekrar dudaklarını öpmeye boynunu okşamaya başladım.  Beynindeki kavga sürüyordu.
- Kaan ben böyle bir kadın değilim. Hayatımda böyle bir şey yaşamadım
- Biliyorum aşkım dedim. Hayalimde kocan oluyorum her gece. 
Tekrardan öptüm, elleri boynuma sarıldı. O kadar mutlu oldum ki bana sarılmasında ağlayacaktım sevinçten. Dilim aralık ağzında dilini buldu. O da küçücük. Bardan kaldırdığım kızlardan biri olsa sikimi çoktan çıkarmış, domaltmış sokmuştum bile ama altımdaki bu mucizeye zarar verecekmiş gibi korkuyordum. Bikinisinin üstünü çözmeye çalışırken çevreye bakındı.
- Özel arazi kimse olmaz dedim.
- İçerisi nasıl?
Of sikim kırılmak üzere artık. Ellerinden tutup ayağa kaldırdım, içerde de minderler var yere serilmiş. Buzdolabının üzerinde yığılı otel havlularından bir öbeği aldım. Tek tek elimden alarak minderlerin üstüne serdi. On saniye sürmüştür havluları sermesi ama bana bir ömür gibi geldi. Her eğilişinde daha da çıldırtıyordu manzara. Küçük kalçaları arasında toplanmış siyah bikini, kulübenin gölgesinde bile parlayan kıçı. Diğer havluları minderlere doğru attım ve eğilmiş kalçasına deniz şortumu patlatacak duruma gelmiş sikimi yapıştırdım, kendime doğru da çekip göğüslerini arkadan avuçladım. 
- Dur kaçmıyorum
Ağzından ilk inleme o zaman çıktı. Bikini üstünden çabuk kurtarıp kendime çevirdim, memelerini avuçlayarak dilimi saldım ağzına. Bir elim kalçasında diğeri memesinde. Hangisi daha inanılmaz bilemedim. Memesi sanki hiç çocuk emdirmemiş gibi ideal ölçülerde, uçları minicik, kalçaları benim büyük ellerimin içinde kaybolacak kadar küçük ve sert.
Sırtıma sarılmış elleri ile yavaşça okşuyordu tenimi. Alt dudağı yumuşak ıslak dili dudağıma değdikçe titriyordu içim. Kalçalarına iki el ile inip bikini altına soktum ikisini de. Bir elimi öne atıp amını bulduğumda parmaklarıma gelen saf su gibi bir ıslaklıktı. Göğüslerini emmek için eğildiğimde kendini yere bıraktı ve minderlerin üstünde yatar hale geldik. Bikinisinin altını kolaylık ile çektim. Hiç güneş izi yok beyaz teninde. Memelerine eğilirken de kendi şortumdan kurtuldum. Bir an için sikime baktı. Dudaklarından zor ayrılıp kuğu boynuna oradan göğüslerine indim. Küçük uçları tatlı beyaz dut gibi. İkisini de sırayla ezerken sadece ismimi fısıldıyordu. Göğüs arasından göbeğine, oradan da elimi sırılsıklam yapmış bir için gördüğüm çizgi şeklindeki amına inmeyi planlarken başımı tutup
- Buraya gel diye fısıldadı
Aşağıda gördüğüm ıslaktan parlamaya başlayan pembe yarığa dilimle ulaşmamı engelledi bu hareketi. Dudaklarımı şimdi o emiyordu.
- Hadi Kaan
Hayatımda aldığım en güzel davetti. Sikim kendiliğinden amının girişini buldu. Sikimin başına değen ıslaklığa biraz sürtündüm. Bacakları tam misyoner pozisyonda açıldı. Biraz bastırmam ile canı yanar gibi derin inledi ama başı içine yerleşmişti bile. Dünyadaki en güzel oh sesi çekti ağzından.  O kadar azmıştım ki tek defada köküne kadar girdim su dolu amına. Küçük ellerini göğsümde tutup hafif geri gitmemi sağladı. Öylece durdum. Dudaklarına yapışarak sikmeye başladım iki çocuk doğurmuş sikimi saran sıcak su dolu amını. Ben tempo artırdıkça daha sert emdi dudaklarımı. Dudakları doyumsuz. İnlemesi hayatım boyunca hatırlayacağım gibi hiç bitmeyen kesintisiz bir ıııhhh sesi. Yavru bir kedi ağlıyordu altımda. Boynunu yalarken alev alevdi teni. Sikimi yine dibine kadar bastırdığımda aynı kesintisiz iniltinin daha yüksek tonu çıktı ağzından. Sarılıp hafif bedenini kolaylıkla kucağıma aldım.       
Oturur pozisyonda aşkla sarıldı sanki bana. Göğüsleri göğsüme batacak kadar yapıştık. Daha çok onun kalça hareketleri ile ben sıcak boynunu veya dudaklarını emerken sevişmemiz sürdü. Hareketsiz kaldığındaki titremelerinden geldiğini anladım. İnlemesi sustu, derin nefes alıyordu boğulur gibi. Amındaki kasılmalar da sikimi boğuyordu. Sırtını okşayarak, dudaklarını öperek bekledim içinde. 
- Aşkım çok güzeldi dedi
Aşkım diyen olmamıştı sanki bana bugüne kadar. Tekrar üstüne çıktım. İnce uzun bir bacağını kolumun arasına alarak iyice geri itekledim. Sertçe tam giriş çıkışlara başladım. Kesintisiz iniltisi ve sulanmış amından çıkan şaplama sesleri dışında ses yoktu çevremizde. Kendimi tutamayacak haldeydim. Şortumun cebine attığım prezervatif aklıma bile gelmemişti.
- Aşkım gelmek üzereyim
- İçime değil diye inlemesini kesti. 
Bir iki kere daha vurdum amının derinliklerine sanki yine hafifçe titremişti amcığının içleri. Dişimi sıkıp biraz daha dayanmaya çalıştım. Altınızda böyle bir tanrıça varken nasıl taşaklarınızdan yükselen dalgayı durdurabilirsiniz ki. O büyüleyici inleme yine yüksek nefes almaya dönüşünce direnmeyi bırakmak zorunda kaldım.  Sikimi son anda çıkardım. Amcığının hemen üstüne yanan göbeğine değdiğim an döllerim o ayva göbeğin her yerine fışkırdı. Dizlerimin üstünde zor durup yanına yığıldım. Dudağıma o eğildi. Öpüşürken güldü. 
- Hala boşalıyorsun. Durup biraz sikimi izledi. Sonra tekrar dillerimiz birbirine karıştı.
- Böyle kalmayayım diye kalktığında küçük hafif kızarmış poposuna hayran hayran baktım. İki havluya sarılıp çıktığında havluların üzerine iyice yayılmıştım. 
Beş dakika sonra kapıda giyinik, sarı ıslak saçları ıslak olarak duruyordu.
- Akşama kadar seninle olmak istiyordum dedim.
- Dönelim dedi sadece
Döndük, fazla konuşmadan, el ele. Ruh halinin dağılmış olduğu belli idi. Yine arada eğilip dudaklarına yapıştığımda hayır demedi. Otele yaklaşırken şalını üstüne geçirdi yine. Kapalı otoparkta arabadan inerken kaçamak bir öpücük alabildim sadece. Gece attığım mesaja ve aramalarıma geri dönmedi. Ertesi sabah kahvaltıda da yoktu. Otelden çıkış yapmamış, kahvaltısını odaya istemiş. Akşama kadar da ne yaptım ise ulaşamadım. Bir ara uzaktan kadınlar havuzuna giden koridorda gördüm, akşam yemeğinde ise kadın grubundan bir saniye bile ayrılmadan ve bana hiç bakmadan karşımda oturdu. SMS'ler ve aramalar yağdırdım gece boyu. Üç veya dört gibi bir saatte iki SMS geldi üst üste.
"Çok yanlıştı Kaan" " Gençsin hayatına devam et"  Hayatım mı diye düşündüm, aklımda sadece kulağıma aşkım diye fısıldayan yüzü vardı. Hiç içmediğim halde bir sigara bulup komilerden yaktım. Tüm iş hayatımı tehlikeye atarak odamdan çıktım ve en az kamera olan yerlerden geçmeye çalışarak odasının kapısına gittim. Telefonunun çalma sesini duyuyordum. Açılmadı. SMS attım. "Kapındayım, konuşmamız ve uygarca vedalaşmamız lazım" "Açmazsan gitmem" Kapı iki dakika filan sonra açıldı. Hızla içeri kaydım kapıyı kapadı. Üzerinde yere kadar kalın bir sabahlık vardı, yakasına kadar kapalı. Belli ki bunu giymek için bekletmişti beni.
- Gelmemeliydin Kaan bir hata yaptık
- Bana aşkım dedin, ben de seni seviyorum nesi hata bunun.
- Bana iyi davranan tek erkek sen oldun hayatımda, kötü kadınlar gibi yenik düştüm, git lütfen Kaan.
Ellerini tuttum, geri çekmek istedi izin vermedim o da ısrarcı olmadı. Titriyordu, korkar gibi üşür gibi. Sarıldım.
- Sana söz, yarın sabahtan sonra hayatında olmayacağım, ama seni sevmeye hep devam edeceğim.
- Kaan hiç olmamalıydı bunlar diye arkasını dönerek ağlamaya başladı.
Gittim cam önünde ağlayan kadına arkadan sarıldım. Ağlaması hafifleyene kadar öyle kaldık. Doğan güneşe bakarken başı omzumdaydı. 
- Yorulmadın mı böyle dikilmeden diyerek daha sıkı sarıldım. Yakası sıkı sıkı kapalı kıyafetin elverdiği boşluktan boynuna ufak bir öpücük koydum. 
- Gidiyor musun?
- Gideyim mi?
- Yarından sonra hiç görüşmeyeceğiz dedin, sözünü tutacak mısın?
- İstemesem de evet.
Yüzünü bana döndü. 
- Bekle bir dakika, sana veda etmek için geleceğim hemen
Mini bardan bir su aldı bana da uzattı. Üzerini yine toparlayıp suit odanın iç kısmına geçti. Ağlamak üzereydim. Nasıl bir imkansız aşka bulaştırmıştım kendimi. Evli, benden oldukça büyük, üniversite çağında, iki çocuklu ve apayrı hayatları yaşadığımız bir kadın. 
Yatağın kenarına çöktüm, bir iki kadeh daha içmiş olsaydım kesin ağlardım. Bir anda  o kadın üzerinde sadece beyaz bir sutyen ve çamaşırla büyük yatağın olduğu odanın kapısında duruyordu. Beş metreyi bir saniyede geçtim. Dudağını ısırırcasına öperken yavaş dedi sadece. Yatağa doğru düştüğümüzde üstümdekileri çıkarmıştım bile. Kalçalarını o havaya dikti, hızlıca altını da çıkarmam için. İki gün öncekinden çok farklı idi her şey. Havada aşktan sok seks havası vardı. O gün elimi sürmediğim amını bir anda avuçladım. Elimin içine yayılan ıslaklıkla o güzel inlemesi başladı.  Sertçe devam ettim amını ezmeye ve dilimi ağzına sokarak emdirmeye. Birbirimizi bir an önce tüketmek için saldırıyorduk sanki veya beş dakika sonra dünya sona erecek gibi. Altımdan kaçmak için ileri doğru çekti kendini. Gözlerimin içine yavru bir ceylan gibi baktı. Gözü göbeğime doğrulmuş sikime takıldı.
- Geçen gün böyle yapmak istemiştim, söylemeye utandım diyerek arkasını döndü ve önümde domaldı. Avuçluk sert kalçaları arasından bir genç kız amı gibi parlayan pembe çizgi ve karanlıkta zor seçilen göt deliğini bir saniye bile bekletemezdim. Belindeki gamzeler bana göz kırptı. Sikimin başı parıldayan amcığına değince,
- Yavaş Kaan, büyük, farkında değil misin?
Ellerimle sırtını okşarken sikimi yarıya kadar yerleştirmiştim bile. Sonra o güzel kıçı avuçladım, ilk defa acıtırcasına sert sıktım. 
- Morarırsa havuza girmem diye büyüyen yeşil gözleri ile bana baktı. Beline sarılıp iyice yapıştım. İniltisi yükseldi. 
- Büyük dedim sana, ığhhhhhhh
İlk sevişmemiz gibi değildik ikimiz de. Sınırsızca birbirimizi istiyorduk. Kalçalarına çarpa çarpa amcığının dibini bulurken göğüs uçlarını sıkıyor veya güzel göbeğini okşuyordum. Kalçalarını bana itekleyerek veya oynatarak yön veriyordu sevişme tempomuza. İnleme sesi kesintisiz ama daha yüksek perdeden sürerken de bir elimi öne atıp amının üstünü buldum. Bızırının üstünde gezdi ıslak parmağım. Ağzından uzunca bir Kaaannnnn sesi çıktı. Orgazmı başladığında da dizlerini kollarını gevşetti kendini yatağa bıraktı. Sikim içinde mengene gibi sıkılırken sadece kalçalarımı oynatabiliyordum. 
- Dur biraz çık 
Kasılan amından zorlukla ayrıldım ve yüzünü kendime döndürdüm. Bir süre yan  dönerek uzanmış sakince öpüşmeyi sürdürdük. Eli aşağıya uzanıp sikimi buldu ve yavaşça bir bacağımı üstüne atarak amını nişanladı. İçine kayıp kucağıma çekerken o pembe amcığın küçük dudaklarının gerilmesini seyrettim. Kendimi geri bırakıp iyice kucağımdaki mucizenin kontrolüne bıraktım kendimi. 18 yaş kıvamındaki portakal göğüsleri karşımda incecik beli ve savrulan saçları ile heykel gibi bir güzellik sikimin tadını çıkarıyordu. Gözlerini kapayıp ellerini göğsüme koyarak kalça hareketleri ile sikimi içinde gezdiriyordu. Göğüs uçlarını okşayarak, teninde ellerimi gezdirerek ona destek verdim. Sonra kalçalarını okşayarak kendime çektim.
- Amcığını yemek istiyorum aşkım
- Şimdi değil, ohhhh bu çok güzel. Devam ettim. Güzel diye inlemesinin sebebi onu kendime iyice çekip içine girip çıkmaya başlamamdı. İki elim de kalçalarını eziyordu.
- Amına boşalmak istiyorum, benim olmanı istiyorum
- Boşal aşkım ohhh çok güzel. Büyükmüş ohhhh
Tekrar kucağıma tam oturtup zıplatmaya başladım. Bir yandan da göğüs uçlarını koparır gibi sıkıyordum. O sapsarı saçları savurarak çırpınıyor sikimin üstüne oturup kalkıyordu. İlk defa çiftleşen sarı yeleli bir kısrak gibi savruluyordu saçları. Eminim ki alt üst ve yan odalar bizi dinliyordu. Kendimi tutamayıp içini doldurmaya başladığımda biraz daha biraz daha sözleri yalvarır gibi ağzından çıkıyordu. Sertliğim son damlalar sikimden boşalmasına rağmen devam etti. Sikime köküne kadar oturup kalçasını ileri geri oynatırken göğüs uçlarını son gücümle emmeye başladım. Nefesinin kesilmesini amındaki kasılmalar izledi. Dudaklarımı önce hırçınca sonra yavaş yavaş öperek sakinleşti. İçinden çıktım. Birbirimize sarılarak bekledik bir süre. Elini aşağıya atarak doğruldu yataktan.
- Ne çok boşalmışsın yine. Eli bacak arasında banyoya yürüdü. Üzerinden sularına karışmış döller akan sikime baktım bir süre. Bir iki dakika sonra içerden su sesi ve şarkı mırıltıları gelmeye başladı. Eğer geri giyinik gelmesine izin verirsen bir aşk burada biter dedim kendime. Mantığım ise bitsin, hayatının içine eder bu imkansız aşk, biraz acı çek, unut ve kariyer planına devam et dedi. Kalktım sikimi sallaya sallaya banyo kapısından içeri girdim. Girdiğimi fark etmedi. Sikimi lavaboda yıkadım.  Duşa yanına girdiğimde küçük bir şaşkınlıkla sıçradı. Sabunlu göğsünü tuttum, sadece bir tek bu göğsü emmek için hayatımdaki tüm kadınları unutabilirim diye düşündüm. 
- Kaan geç oldu, kahvaltı saati geldi bile gibi cılız bir itiraz yaptı. O itiraz da sabun kaplı amına kayan parmağım ile son buldu.
13 notes · View notes
senisevdiginden · 1 year
Text
w yi bitirdim guzeldi bi ara cok uzatmislar gibi geldi surekli olaylar tekrar gosterilince sıkıldım ama supriz son yapmalari guzel olmus ben mutsuz sonla bitecek sandim izlenür
22 notes · View notes
oylesarhosollsammki · 1 month
Text
'Kız kardeşimin hikayesi filminin sonundaki soru izlediğimden beri,yıllardır ara ara aklıma gelir çünkü benzer şeyler, sebebi bilinmeyen olan biten ve yaşanılan olaylar....olgunluk, ruhi yükü yüklenip sakince yürümeden gelmiyor
5 notes · View notes
palermoo7 · 2 months
Text
Orhan pamuk-KAR
Açıkçası ilk defa orhan pamuk okudum. Onun üslubuna romanına alışık değilim ama keşfediyorum. Kar romanı. Dikkatimi çeken şey bence karakterleri değil daha çok ortamları yerleri betimliyor. Yani karakterin tam olarak olaylar karsisinda hissettiği şeyi resimleyemiyorsunuz ama çevreyi ortamı yerleri gözünüzde canlandırmak daha kolay çünkü bu betimlemeler çok daha fazla yapılmış en ince ayrıntısına kadar. Kars şehrini anlatıyor. Aslında bildiğimiz duyduğumuz şeyleri bize disaridan birinin gozuyle bakmamizi tetikleyecek bicimde bir roman. Olaylara daha keskin bir biçim verilerek daha net görülmesini hissedilmesini sağlıyor. Ara tonlar yok netlik var olayları yansıtmakta ılımlı değil keskin davranıyor. Böylece yaşananlara sanki daha gerçekçi bir gözle ve daha acı bitme tablo olduğu fikriyle yaklaşıyorsunuz. Zihninizde normalleşen hatırlara bir darbe indirip sizi uykudan uyandırıyor
4 notes · View notes
kurbaga · 2 months
Text
hayatımda gittiğim en extravagant evlilik eventiydi dört kostüm her kostüm için ayrı koreografi yanda dolaşan altı tane dansçı kız inanılmaz olaylar. bir de bir ara gelen davulcu vardı durduk yere popoma tokmak yedim my ass is so fat i made the davulcu confused falan
4 notes · View notes
aynodndr · 3 months
Text
Tumblr media
Bilmelisin ki...
Duvarda asılı diplomalar insanı insan yapmaya yetmez.
Bilmelisin ki...
Aşk kelimesi ne kadar çok kullanılırsa,anlam yükü o kadar azalır.
Bilmelisin ki...
Karşındakini kırmamak ve inançlarını savunmak arasında çizginin nerden geçtiğini bulmak zor.
Bilmelisin ki...
Gerçek arkadaşlar arasına mesafe girmez.Gerçek aşkların da!
Bilmelisin ki...
Tecrübenin kaç yaşgünü partisi yaşadığınızla ilgisi yok,ne tür deneyimler yaşadığınızla var.
Bilmelisin ki...
Aile hep insanın yanında olmuyor.Akrabanız olmayan insanlardan ilgi,sevgi ve güven öğrenebiliyorsunuz.Aile her zaman biyolojik değil.
Bilmelisin ki...
Ne kadar yakın olursa olsunlar en iyi arkadaşlar da ara sıra üzebilir.Onları affetmek gerekir.
Bilmelisin ki...
Bazen başkalarını affetmek yetmiyor.Bazen insanın kendini affedebilmesi gerekiyor.
Bilmelisin ki...
Yüreğiniz ne kadar kan ağlarsa ağlasın dünya sizin için dönmesini durdurmuyor.
Bilmelisin ki...
Şartlar ve olaylar,kim olduğumuzu etkilemiş olabilir.Ama ne olduğumuzdan kendimiz sorumluyuz.
Bilmelisin ki...
İki kişi münakaşa ediyorsa,bu birbirlerini sevmedikleri anlamına gelmez.Etmemeleri de sevdikleri anlamına gelmez.
Bilmelisin ki...
Her problem kendi içinde fırsat saklar.Ve problem, fırsatın yanında cüce kalır.
Bilmelisin ki...
Sevgiyi çabuk kaybediyorsun,pişmanlığın uzun yıllar sürüyor...
4 notes · View notes
nedememlazim · 4 months
Text
Hayatımın Anlamını Arıyorum - Prelüd
Bu süreci instagramda paylaşayım, kısa videolar çekeyim gibi düşüncelerim vardı. Ama kendime dönüp baktığımda yazmayla aram her zaman daha iyi oldu, video çekmektense. Neden bu sürecimi kaydedip paylaşmada yazıyı kullanmıyorum diye bir düşündüm. Sanırım izleyici arıyorum ya da seyirci. Daha fazla insana ulaşacağını düşünüyorum orada, buradansa. Ama çok kontrolsüz ve kendi kimliğimi de açık ederek bu riski almak fikri bana korkutucu geliyor. Öyleyse en iyi bildiğim şeyle, yazmakla işe koyulayım. Belki burayı okuyanlar kendilerine dair bir şeyler bulurlar. Hem anonim olarak yazmak beni de daha rahat hissettirir.
Kısa bir özet geçeyim. Hayatın anlamı araştırmaları üç temel kavramdan bahsediyor: Tutarlılık, amaç ve önemlilik.
Sürecimin başında her birini 5 üzerinden puanlamam gerekirse
Tutarlılık 3/5:
Hayatımda yaşadıklarımın yapboz parçaları gibi birbirini tamamlayan, ardı sıra anlamları olan olaylar olduğunu düşünmesem de benim aklımın almayacağı büyük resimde bir yeri olabileceğine inanıyorum. Burası inancımdan beslendiğim bir yer. Allah en iyisini bilir, o bizim için hayırlı olanı bilir, şer bildiğimizde hayır olabilir gibi inanca dair temel kaidelerle günü kurtarıyoruz.
Amaç 3/5:
Seküler olsaydım buraya daha düşük bir puan verebilirdim ama yine sağ olsun din imdadıma yetişiyor ve amacımın Allah'ın rızasını kazanmak olduğu suflesini veriyor bana. Buradan da biraz kurtarıyoruz. Eksik kalan 2 puan, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşama kısmına dair. Bu dünyada ne yapmam gerekiyor sorusu cevaplanmayı bekliyor.
Önemlilik 1/5:
Geldik zurnanın zort dediği yere. Bu hayatta bir önemim, bir farkım, bir significance'ım olduğuna dair inancım. Buraya önceden var olmama argümanıyla bakıyordum, yani eğer ben var olmasaydım her şey olduğu gibi işlemeye devam ederdi. Süpervizörüm bu argümanın "zaten bir kere var olduğum için" anlamsız bir temel teşkil ettiğini söyledi. Burayı biraz daha düşüneceğim. Chatgpt'nin dediği ise var olmak çok düşük bir ihtimaldi ve istatistiklere meydan okuyarak buradayız. Ve kelebek etkisi, yaptığın bir eylemin zincirleme çığ etkisi. Var oldun, bir şey yaptın ve dünyaya imzanı çoktan bıraktın.
Burada yaşadığım sorunun kurduğum ilişkilerin de yüzeyden derine inmesine izin vermemekle alakalı olduğunu söylüyor süpervizörüm. Yani oradan o kadar korkuyorum ki ilişkileri değersizleştiriyorum. Bir açıdan doğru. Kedimizi çok seviyorum ama ara ara aklıma "bu kedi olmasaydı başka bir kediyi çok seviyor olacaktım", "bu kedi ölünce yenisini de çok seveceğim" diye geliyor. Onun ölümlülüğüyle, bu hayattaki eşlikçiliğinin bir gün muhakkak bitecek olduğu gerçeğiyle böyle başa çıkabiliyorum.
Ve sonra absürt denilen kavrama baktım. Hayatın absürtlüğü. Bunu bir felsefe dersinde hocamız şöyle anlatmıştı. Babanız ölmüş, cenaze evinde pide dağıtılmış, yediğiniz pideden ishal olmuşsunuz, cenaze evinin tuvaletinde oturuyorsunuz. İşte bu hayatın absürtlüğüdür demişti.
Bundan bir milyon yıl sonra şu an yaptığımız herhangi bir şeyin bir anlamı olacak mı? Evrenin yaşına göre dünyanın yaşamı bir göz kırpması kadar sürüyor. Dünya yok olacak, güneş sistemi yok olacak, varlığımız, bıraktığımız bırakmadığımız her şey uzay boşluğunda tuz ve buz olacak. Burası yine neyse ki dinle biraz dindirebildiğim bir acı. Biz öleceğiz ama ruhlarımız ebedi bir hayat yaşıyor. Peki cennette sonsuza kadar kalmak ne demek? İşte beynin error verdiği yerler.
3 notes · View notes
oguzatayinruhu · 9 months
Text
youtube
Geçen senenin bu zamanlarında öğrencilere kursta bu videoyu açmıştım. Öğrencilerde öğretimden çok eğitime odaklıyım. Onların süzgeçsiz fikirleri hem bana hem onlara bir şeyleri fark etmelerini sağlıyor. Neyse ben bu videoyu izlerken, FİDAN kelimesini seçtim. Bireyin var olma çabası içerisinde, dışarıdan bakıldığında kusursuza yakın bir hayatım var. Bunun farkındayım. Neden fidan dediğinde öğrenciler, ilk 30 yıl bir ağaç olmanın hayaliyle geçti evlatlar. Size şuan zor gelen bazı duygular ve olaylar siz istemeseniz de yaşanıyor, farkındayım. Aileniz fikirlerinize, hayalleinize ve duygularınıza önem vermiyor, vermeyecek. Bunların hepsini bizler de yaşadık, sizlere verilen bu tavsiyeler bizlere de verildi, söylem farklıydı, biz daha gençtik yolumuz uzun diyorduk. Ayrıca bizimle, benim sizle konuştuğum gibi konuşan da olmadı. Ne yaptıysam tek başıma yaptım. O yüzden hayatta suçlayacak kimsem olmadığı için de kendimi yiyip bitirdim. Ağzıma yumruk yesem, yok bi şey diye oynamaya devam ettim; kalbime bıçak gibi bir ağrı girdiğinde, geçer diyerek sevmeye devame ettim. Bir cinayet işlediğimde, olması gereken oldu diyerek gülmeye çalıştım. Bir kere düşseydim, akbaba gibi başıma üşüşecek elalem adlı örgüte üye insanlar vardı çevremde çünkü. Yok karşılığı yüzünün adlı bir şiir var, yıllarca bir suretin hissine özlemle yaşayıp, o sureti karşımda görür görmez bütün siyah beyaz fotoğraflara can geldi. Pandora’nın kutusuna saklanmış bütün yaşanmışlıklar yakıldı. İnsan hep sıfırdan başlamayı hayal eder ya, başladık. Her şeyin başlangıcı farklıdır, tadı da ama böyle bir başlangıç hayal dahi edilemezdi. Her mutlu anın ardından gelen kötü bir olay burda da devam etti. Hayata bir yaşam borçlandım. Ondan sonrası benim isteğimle mi oldu yoksa bir azabın ateşi miydi emin değilim bu yaşananlardan. Ara sıra gözüken huzur ve tüketilmiş tecrübelerin ardından geçen sıradanlık alışkanlığı belki hepsi. Yazdığın hayatı yaşamak nasılmış gördüm. Öldürmeden sevmek mümkün değilmiş ama. Neyse yine çok dağıldım, öğrencilere böyle anlatmadım tabi. Tohumlar fidana  fidanlar ağaca diye oldu daha çok. Tüm bu tecrübeli ölümlerden sonra tohum olarak başlayan maceramda çimlendiğimi fark ettim, artık bir toprağa kök salıp bir fidan olarak hayata devam ederim diye düşünüyordum. Sonra sevgiyle beslenmiş, yerinde yağmurlar yemiş bir ağaca dönüşüp, geleceğimin gölgesinde serinleyen yeni nesiller hayali vardı geçen sene bu zamanlar. O yüzden fidan demiştim. Ekim-Aralık aylarında düzenli bir döngü halinde yaşadığım bu batışlarda, enteresan anlar yaşandı. Çok şey kaybedildi, anlamını yitirdi bütün kavramlar ama o kadar kendimin farkına vardım ve olduğunu unuttuğum her şeyi aynı anda hatırlayınca kaldıramadım bu yükü. Sırlarım var. Hepimizin var. Sorulmadığı sürece acıtmayan. Acıtsa da değişmeyen, iyi değilim ve bunun sebebini hatırlamak için çabalıyorum. Çocuk egomu, yetişkin egoya taşımayacağım. Duygularımı bastırmayacak, çatışmadan kaçmayacağım. Kalan kalacak. Canım ne isterse öyle biri olacağım.net. Seneyenin kelimesi “demolition” -yıkım- olacak muhtemelen. Film olarak çok sevdiğim, kentsel dönüşüm olarak çevirmek istediğim bu kelime bakalım bize neler getirecek.
3 notes · View notes
bulutlugokyuzumsblog · 7 months
Text
Ben kitap okurken müzik dinleyemiyorum. Bir keresinde müzik olan bir ortamda okudum. Ben açmamıştım ama yinede aklımda kalmış sanırım. O şarkıyı her dinlediğimde onu dinlerken okuduğum kitaptaki olaylar kafamda canlanıyor. Şarkıyı dinledikçe kitabı baştan sona bitiriyor gibi oluyorum. Şu sıralar biraz unuttum ama sanırım tekrar okuyacağım. Şarkı Dark Paradise-Lana Del Rey. Kitap Denizde Bulunan Çocuk-Jules Verne. Bu arada küçükken Jules Verne'nin kitaplarına bayılıyordum. Hâlâ çok seviyorum. Okumadıklarımı da bir ara okumak istiyorum.
2 notes · View notes
bungoustraydogs-tr · 1 year
Note
Selamm nasılsın?
4 yıllık bsd fanı olmama rağmen, gerçi manganın yavaş ilerlemesi, dersler, toksik fandom derken ara verdim ve unuttuğum yerler olduğunu fark ettim baştan başlayacağım orası ayrı konu, kitap olayını tam olarak anlayamadım
Bir soru cevapta serinin ana konusunun olduğunu söylemiştin amaç kitabi bulmak mı kitabi bulunca ne olacak?
Eğer böyle bir kitap varsa ve bsd evreni buna göre şekillendiyse seri 4. Perdeyi kirabilir mi? Serinin içinde bir karakter yaratacak (sigma) bir karakter olacağını düşünmüyorum, bir insanın insan olmadığını anlaması gibi. Yani bahsedilen kitap yazılan, asagirinin yazdığı manganın kendisi olabilir mi? Sigma 3 yıl önce yaratılmıştı diye hatirliyorum manganın gidişatında nereye denk geldiğini bilmiyorum ama bu olay örgüsüne göre asagirinin gerçekte karakteri yarattığı zamana denk geliyor olabilir mi?
Bu arcdan sonra serinin gidişatı olarak ne düşünüyorsun şahsen serinin gidişatını çok beğenmiyorum bölümler çok kısa ve tatmin edici değil finalde ne olacak merak ediyorum biz 40 yaşımıza geldiğinde final verir bu gidişle :D
Biraz uzun oldu umarım rahatsız etmemişimdir ayrıca çok tatlısın verdiğin emekler için teşekkürlerr 💜
Kitap olayından başlayayım.
Seride tüm olaylar kitap üzerinden ilerliyor bu yüzden serinin ana konusunda da kitabın payı büyük ama konunun tam olarak Kitabı bulmak olduğunu da düşünmüyorum. Sonuçta kitabı bulmaya çalışan kişilerin -Fitzgerald, Fyodor gibi- bir amacı var ve Ajans bu kişileri düşman olarak görüyor.
Kitabın eninde sonunda bulunacağını düşünüyorum ve bulunduktan sonra seri heralde biter artık.
Hikaye çok dengesiz ilerlediği için neyin nasıl olacağını kestiremiyorum ama tüm samimiyetimle o 4. Perdeyi kırmak gibi bir şey olmayacağını umuyorum. Komedi ve birkaç seri hariç Bungou Stray Dogs gibi ciddiyetini koruyan serilerde 4. Perdeyi kırma olayını hiç yakıştıramıyorum. Sigma hakkındaki teorin yaygın bir teori, olması imkansız da diyemiyorum. Ama olmasını da cidden istemiyorum.
Tahminim finale 5 6 sene daha var. Olaylar çözümlenecek gibi durmuyor.
15 notes · View notes