Tumgik
#sanki peh
dinginsel · 3 months
Text
Şu uyuma sorunu yaşadığım günler bayram gibi günlere denk gelmese keşke, yorgunluktan sublimleşeceğim yakında çok az kaldı
12 notes · View notes
bunudaburayayazdim · 2 years
Text
Planın Biraz Ötesi
Yeni bir öyküye başlayasım var. Konu seçemiyorum tam olarak. Biliyorum kitap projesi ve blog dururken buraya hikaye yazmak biraz ayıp ama napayım. Her şeyin yeri ve zamanı var, onlara da sıra gelecek. Podcast'e de gelecek inanıyorum. Diğerlerine ayıp olmasın, bunu kısa tutalım olur mu? Bence de olur. Haydi bakalım yola çıkalım!
Büyülü trenimiz zaman ve mekanda ağır ağır dumanlarını yukarı doğru yollarken biz de kahve ya da çayımızı yudumlayabiliriz. Bu tercihi sana bırakıyorum, biliyorsun ben ikisini de çokça severim. Bu kez şeker alacağım sanırım, arada ufak sürprizler lazım hayata. Yolculuk için seçtiğin kıyafetlere de bayıldım, orada kesinlikle göze batacağız ve bu çok keyifli olacak. Hmm, trende bir sorun var galiba, tahminimden biraz daha erken ya da biraz daha geç durmamız gerekebilir ve tabi üstünü değiştirmen de gerekebilir. İki kabin geride değiştirebilirsin.
Hmm evet, 3729 yılındayız. Dünyayı tutturmuşuz en azından heheh. Sen üstünü değiştir, bekliyorum. 10 dakika sonra dışarıda buluşalım ve bakalım burada neler bulacağız. Ben de o arada motora bir bakayım...
Eveet geldim ve görüyorum ki sen de yine güzel bir seçim yapmışsın. Tren kendini tamir etmek için çalışmalara başlamış durumdaa, bu da bize birkaç saat veriyor. Paris'e inmişiz galiba, eğer Eyfel Kulesi geçen yıllar içerisinde başka bir yere taşınmadıysa tabii. Sana da uygunsa taksi tutmadan, bu güzel şehrin sokaklarında kaybolarak yürümek istiyorum biraz. Yola çıktığımız yılda öyle diye bahsederlerdi en azından.
'Şurasııı, ı ıh burası da olabilir... ya da olamaz..' Ya hep ben öneriyorum, kabul ediyorum o kadar da güzelliği kalmamış bu sokakların da yapıların da ama yine de Paris diyerek kendimizi avutamaz mıyız? Hİİ EĞ KAFANI REKLAM ROBOTU! peh, bunları da ucuz yapıyorlar yakınlık sensörü falan hak getire...
Uuuu şurada polis sirenleri var, bakalım mı nooluuuurrr? Hehehe hadi gidelim! Tabi bu kadar neşeli durmasam daha iyi olur, cinayet var galiba... Öhm.. pardon ne olmuş acaba gördünüz mü siz? bahsettiler mi hiç? Hemşerim sana diyorum aloo!
Ya bu garibanları da figüran gibi topluyolar mı cinayet olunca anlamadım ki? soru soruyosun cevap yok, cevap verse olay hakkında fikri yok. Npc gibi insanlar yemin ediyorum he...
Aaa dur dur benim şu kimliği kullanalım. Bakalım kim olacağız. Öhm.. Memur bey bakar mısınız? Burada ne oluyor acaba? Evet ben Siber Suçlar Büro'dan Matthew, buradan geçiyordum. 'Matthew de biraz abartı sanki ama olsun'
Hıımm, demek intihardan şüpheleniyorsunuz. Şu dört bıçak yarasına rağmen.. Üstte kendini kesip mi atlamış? 76. kattan bir de. Derdi neymiş ki ya? Hadi atladın niye bıçaklıyosun zaten yere değmeden öleceksin yani, neyin kafası bu eh be çocuğum ya. Neyse ben biz bi' çıkıp şunun odasına falan bakalım, belki not falan bırakmıştır. Siz de gelirsiniz sonra.
Asansör müzikleri hala çok kısık ve berbat seçimlerden oluşuyor... Günün birinde değişir mi dersin? Bin yıldır değişmemiş, böyle hızlı asansörlerde bile.. Neyse en azından çok katlanmak zorunda kalmadık. Gözüne bir şey çarpıyor mu odada? Aaa evet haklısın, şu not olabilir. Ne yazmıış?
'Bu not bir intihar notu değil, son bir haykırıştır... Hayatım boyunca ne sigara, ne alkol ne de uyuşturucu kullandım. Hayalleri peşinde koşmaya çalışan, bol tümsekli bir yola sahip, en büyük tümsekleri ailesi tarafından koyulmuş bir genç olarak yazıyorum bu satırları. Olduğum gibi beni kabullenmeyip, kendilerince doğru olan kalıplarına beni sıkıştırmaya çalışan hayalden yoksun, gelişmekten ve değişmekten korkan kokuşmuş, içinde yaşadıkları binalar gibi betonlaşarak hissizleşmiş herkesin bu ölümde parmağı var. Ancak onların korkarak yapamadıklarını ben hayal etmenin ötesine geçerek, cesaret ederek yapıyorum ve bu eziyeti bitiriyorum. Doğdum, yaşamayı denedim ve öldüm. Fazlasına izin vermediler.'
Benim bi' tadım kaçtı ya... Bin yıldan fazlası geçmiş, hala böyle sorunların olması keyfimi kaçırdı. Bugünlük yolculuğu kısa tutup trene dönelim mi? Bir sonraki seyahatte çok daha güzel bir şey olması için epey ince eleyip sık dokuyacağım söz... Hadi gidelim.
Trenin tamiri bitmek üzere. Hava da kapatıyor, içeri gir istersen. Ben de geleceğim birazdan.
'Hmm, acaba treni geri geri götürmeye çalışırsam neler olur? Deneyerek keşfedebilirim' Iııımm, ufak bir şey deneyeceğim, korkmamaya çalış lütfen. BAŞLIYORUUZ!
18 notes · View notes
Text
Keşke Sırbistan mı galip gelseydi?
Tumblr media
Aaah, ah! Ne talihsiz başımız varmış bizim. Bizim. Yani dindarların arkadaşım. Osmanlı’yı ceddi bilenlerin. Kelime-i Şehadet getirenlerin. Müslüman oğlu/kızı müslümanların. Niye böyle söyledim, a dostlar, izah edeyim: I. Cihan Harbi’nde olanları okumuşsunuzdur. Hani ilkokuldan beri ders kitaplarında anlatılır: “Biz yenilmedik. Ne münasebet? Almanlar yenilince biz de yenik sayıldık.“ Hepten de yanlış değildir ha söylenen. Fakat Almanya yenildikten sonra bizim de savaşı sürdürecek gücümüzün kalmadığını itiraf etmede eksiktir. Nihayetinde o kadar devletle birden tek başımıza başedemezdik. Her neyse... Mağlubiyetin mâkul bir tarafı var yani. Birşey demiyorum. Her girdiğin kavgayı kazanacaksın diye bir dünya yok. Takım arkadaşın yenilmişse sen de yenilmiş sayılabilirsin.Mevzuun bu tarafını kavrıyorum da, arkadaşlar, geçenlerde başımıza gelen mağlubiyeti bir türlü kavrayamıyorum. Kavrayamıyorum, niye, çünkü bu defa bizzat kendi devletimiz kazandığı halde biz yine kaybettik. Evet. Hatırladınız tabii. Malum, kadın milli voleybol takımımız, her ne kadar kadronun tamamı kendisini kadın gibi hisseden kadınlardan oluşmasa da, Sırbistan’a karşı bir zafer elde etti. Zaferden sonra epey bir süre Türkiye bayrakları sallandı. İstiklal marşı okundu. Zafer nârâları atıldı Türkçe. “Vay!” dedik, “Herhalde bu sefer biz kazanmış oluyoruz!” Parasında gözümüz yok efendim. Afiyetle yesinler. En azından azarını işitmeyelim. Fakat o da ne? Dedim ya: Başımız talihsizdir. Sosyalmedyayı açınca bir baktık. Ohooo! Osmanlı yine kaybediyor. Sarıklıyı gömen mi dersin. Çarşaflıyı ezen mi dersin. Fese tokat atan mı dersin. Kıçından gökkuşağı çıkan mı dersin.
Allah Allah! Yüzbin kere Allah Allah. Biz yine kaybetmişiz yahu. Sırplarla hiçbir ittifakımız bulunmamasına rağmen yine golü bizim kalemize atmışlar. Müslüman oğlu/kızı müslümanlar bir harpten daha mağlup çıkmışız. Vay arkadaş. I. Cihan Harbi’nden beri başımızda dönen karabulutlar bahtımızı hiç terketmiyor. Nitekim, Kurtuluş Savaşı’nda da böyle olmamış mıydı, a dostlarım! Cephede ‘Allah Allah’ diyerek, halifeyi-İslam’ı kurtardığını sanarak, şehitliği düşleyerek, çarşaflısı-sarıklısı onca mücadele ettikten sonra, netice ne olmuştu? Yunanlılar mı denize dökülmüştü? Yok yahu. Yunanlılar birkaç sene sonra takıp takıştırıp geri döndüler. Venizelos Beyler İsmet Paşa’nın hanımını da koluna takarak etrafı gezdiler. Asıl yurdun üç tarafındaki denizlere dindarlar döküldü.
Denize dökülmeyen kısmın üstüne de beton döküldü. Medreseler kapatıldı. Ezan yasaklandı. İslam harfleri kapıdışarı edildi. Asayofya puthaneye çevrildi. Camiler ahır yapıldı. Türbeler yıkıldı. Sarık-çarşaf berhava edildi. Frenk fotörüne dönüldü. Sanki savaşı kazanan başkasıymış gibi, yahut da kaybedeni bizmişiz gibi, her ne edildiyse müslüman oğlu/kızı müslümana edildi. Belki biraz da bu yüzden Kadir Mısıroğlu merhum şöyle bir laf etti: “Keşke Yunan galip gelseydi!” Herkes bunu yanlış anladı. Ben doğru anladım arkadaşım. Biz kazanınca başımıza bunlar geldiğine göre, belki de, karşı taraf kazanınca biz kazanmış sayılacaktık? Oyunun kuralı başka türlüydü de biz kendi taşımızı ütmüştük. Maçın başında kaleleri şaşırmış da olabilirdik? Yaşananların başka açıklaması var mıydı?
İşte, sosyalmedyada kopan kıyameti görünce, ben de içimden dedim: “Keşke Sırbistan galip gelseydi!” Ama içimden dedim. Ben Kadir Mısıroğlu değilim. Onun kadar yiğitlik edemem. Sonra kim sahip çıkar bana? Bu kadar suratlarına tükürülmesine rağmen zaferi(!) tebrik eden İslamcı yazarlar mı? Peh. Buradan başka hiçbir yere yazmadım elbette. Sizden başkası da okumadı. Peki niye yazdım böyle birşeyi? Zira Kurtuluş Savaşı’ndan sonra başımıza gelenlerin bir benzerinin başımıza getirildiğini gördüm. O zaman Bediüzzaman’a birkez daha hakverdim. Hani o bir yerde diyor:
“Tarik-i gayr-ı meşru ile bir maksadı takip eden, galiben maksudunun zıddıyla ceza görür. Avrupa muhabbeti gibi gayr-ı meşru muhabbetin âkıbetinin mükâfâtı, mahbubun gaddârâne adâvetidir.”
Sen misin Allah’ın razı olmadığı şekillerde muvaffakiyetler bekleyen? Sen misin bir de bunlara ‘milli gurur’ falan filan gözüyle bakan? Sen misin, hanımı gibi Lut aleyhisselamın salih arkadaşlığını boşverip, Lûtîlerden yarenlik uman? Oh olsun sana işte. Az bile tükürdüler yüzüne. İnşaallah, daha da çok tükürsünler. Çarşafını, sarığını, Abdülhamid’ini, Osmanlı’nı, dindarlığını, namazını, orucunu, duanı... Hülasa: İslamlığınla övündüğün ne varsa hepsini çalçaput edip üzerinde bir güzel tepinsinler. Tepinsinler ki eşekliğinden bir nebze kurtulasın. En azından kurtulman ümit edilsin. Zira eşek bile, körkütük eşekliğine rağmen, sırtına ağır yük vurulunca huysuzlanır, çiftelenir, yürümez, inat eder. Senin de uğradığın hakaretler sayesinde gayr-ı meşru muhabbetlerinden ayılman beklenir. Yok, ayılmadın mı, o zaman semerin sana hayırlı olsun. Senin gibi eşeğin sırtına daha çoook binerler. Hem de revadır sana. Çünkü, izzetsizliğinde öyle bir eşeklik saklanmıştır ki, semercinin parasını da sen verirsin. Kıçına kamçıyla vuranların ellerini öpersin. Böyle eşeğe eşekler bile acımaz. Kul niye acısın?
2 notes · View notes
twisted-w0rds · 1 year
Note
Ben paylaştıklarını dinliyorum. Yaklaşık yüz kadar şarkılı bir çalma listem oldu sayende. Bazılarını “yahu bunu neden dinliyor ki” diye düşünsem benim için harika bir liste. Özellikle metal tercihlerini beğeniyorum. Konusu açılmışken naçizane birkaç da yorum iliştireyim.. BrooklynGirl şarkısını iki kez paylaştın blogunda (sanki çok dert, peh). Myrath seviyorsan kesinlikle Nostra Morte’ye de bakmalısın. Hatta El Precio Del Deseo şarkısına. Eğer dinlemediysen Hallowed Be Thy Name’i Craddle of Filth’ten de dinlemelisin. Ve aslında başka şeyler de var ama çok uzun oldu mesaj. Teşekkür ederim şarkılar için.
Ne güzel bir motivasyon mesajı oldu bu. Teşekkürler.
Ahaha, " Yahu bunu neden dinliyor" dediğin parçalar olmuştur, haksız da sayılmazsın. Multi genre ve moduma göre şekillenen bir müzik anlayışım var diyelim. Kendimi en iyi şekilde ifade etme biçimlerinden biri benim için müzik. Önerilerini kesinlikle dinliycem, biri dışında. Craddle of Filth pek tercih ettiğim bir grup değil açıkçası. Senfonik ok ama black metal girince devreye orada kopuyorum ben, Iron maiden'dan devam yani :) Daha çok heavy, senfonik ve max doom dinliyorum. Yeni grup önerileri vs her zaman açığım yeni önerilere. Teşekkürler ✨
2 notes · View notes
Text
OHAL insanın kendine yakışanı ilan etmesidir! *
2020’nin ilk yazısından sonra pek çok kere yazı yazmaya niyetlendim ama kimi zaman sadece niyet etmek yeterli olmuyor ve eyleme de geçmek gerekiyor. Ben de hayatın biraz daha yavaşladığı bu günlerde belki daha çok yazarım ve daha çok okurum diye düşünüyorum. Ve başlıyorum…
Buyursunlar mı efendim? Buyurdum bile mirim Kendimi eve kapatalı 16 gün oldu, bu esnada bir defa eczaneye ve fırına (ekmek almak gerekiyordu artık) gitmek dışında dışarıya çıkıp insanların bulunduğu ortamlara girmedim. Bir de Dunç Bey’in ailesi bize bir şeyler getirdiler (temiz iç çamaşırı, birkaç karton sigara değil tabii ki) ve kendilerini, arabadan bile indirmeden bagajdan alacaklarımızı alıp gönderdik. Ben ailemle aynı şehirde olamadığım ve daha ne kadar süre göreceğimi bilemeden otururken bir yandan aileyle aynı şehirde olmanın da bir anlamı olmadığını gördük. İnsanın annesi ve babası geliyor ve onlara sarılamıyor… Gerçi ‘kolonyanızı ve duanızı eksik etmeyin’ öğüdünü duyduğumuzdan beri ‘sağlıklı olsunlar da bizden uzak olsunlar, çok şükür halimize’ demekten öteye geçemiyoruz. Ülkemizin son zamanladaki politik duruşu nedeniyle evde tevekkül** sözcüğünün anlamı üzerine bol bol konuşur olduk. Ve yine de bağzı büyüklerimizle aynı anlamda kullanmadığımızda hemfikir olduk.
Uzun lafın kısası koronavirüslü günlerde evden çıkmıyoruz. Sevdiklerimize bu işin ciddiyetini anlatabilmek için oradan buradan duyduğumuz yaşanmış ya da şehir efsanesi olmuş hikâyeleri anlatıyoruz, yeri geliyor tehdit ediyoruz (Gazi Apartmanı’nın 3. kat sakinleri bu laf sizeydi =), takip ettiğimiz kadarıyla edindiğimiz bilgileri derleyip toplayıp çıkmaza giren endişeli annelere ve sıkılgan kocalara aktarıyoruz (Gölet Ailesi bu da sizeydi), en sevdiklerimizin en azından bir arada olmasına seviniyoruz (Ankara’nın çiçeği burnunda çifti selamlar). Yani aslında önemsediklerimizin iyi olduklarını gördükçe, duydukça derin derin nefes alıyoruz. Ciğerlerimiz, şimdilik iyi durumdayken nefes almanın tadını çıkarıyoruz.
Tumblr media
Günler de bir şekilde geçiyor be gülüm… Çeşitli zamanlarda ve hâlihazırda evden çalışan biri olarak hayatımın akışı büyük darbeler almadı, tabii şimdilik. Hani, sıkıldığını tüm sosyal medya hesaplarından bağıranlar var; ‘karantinada bilmem kaçıncı gün’ diye gün sayanlar var, düz duvara nasıl tırmanacağını düşünenler var… İşte, ben henüz o noktaya gelmedim neyse ki… Bu sıkılgan arkadaşlara da şunu demek istiyorum: “Durun, daha yeni başladık!” Akşamları sahile inemiyorum, yoga dersleri iptal, pedala kuvvet diyip Veledrom ve Fenerbahçe arasında mekik dokuyamıyorum, kültürel aktiviteler zaten yalan oldu ama bunlardan herhangi biri için üzülmeyi ya da hayıflanmayı inanılmaz şımarıkça buluyorum. Pollyannacılık yapmak istemem ama her gün sayılarla andığımız ölen ya da enfekte olan, cenazesi bile yapılamayan onlarca hatta yüzlerce kişinin bir zamanlar bizim gibi yaşayan, canlı, nefes alan insanlar olduklarını unutmamak gerek. Bu insanları sadece bir sayı gibi düşünüyoruz sanırım. Soyut âlemde rakamlar bir araya geliyor, bir de yanlarına inanılmaz yıkıcı bir sözcüğü alıyorlar ve ortaya çıkan cümleyi bence yeterince anlamlandıramıyoruz. Örneğin; 31 Mart’ta İtalya’da 837 kişi öldü (***). Bu cümle bizi derinden etkiliyor ancak; o ölümlerin hastaneden çıkışını, cenazelerini, son anlarını görmediğimiz ve bütün bunları hayâl etmekten bile korktuğumuz için pek de anlam ifade etmiyor sanki, ne dersiniz? O yüzden burada artık dayanamayarak kamu spotu veriyorum: #EvdeKal ! Ve sosyal medyada gördüğüm şu çok tatlı meme’i buraya ekliyorum:
Tumblr media
Hayatım olmuş işler güçler peh peh peh Ben bu süreçte işlerime devam ettim, açıkçası inişli çıkışlı bir ilişkiye sahip olsak da patronuma pek çok açıdan kendi kendime teşekkür ettim (kendisiyle ilişkimiz cıvıklık ve sevgi pıtırcıklığı kaldıramayacak bir boyutta olduğu için bizzat kendisine söylemenin hiç lüzûm yok). Ve bol bol düşündüm. Ama her şeyi düşündüm gençler! ‘Doğa bizden öcünü alıyor’ dedim, ‘onca çocuk açlıktan ölürse olacağı buydu, Allah bizim belamızı verdi’ dedim, ‘bak görüyor musun bu sayede iyi olan insanlar gerçek anlamda ortaya çıkacak’ dedim. Daha neler dedim neler… Tam olarak içimdeki anneanneyi dışa vurdum. Ama zaten insanın iç hesaplaşması, bizlerin burun kıvırdığı anneannelik bilgeliğini gerektirmiyor mu biraz da?
Son günlerde ise kendimi “şu günler geçsin bundan sonra hiçbir şeyi ertelemeyeceğim” derken buluyorum. Bu noktada Dunç Bey biraz benden korkuyor çünkü Sevgili Ustakun ile de anlaştık, bu günleri atlatır atlatmaz birer köpek evlat edineceğiz. Tabii bazı titiz arkadaşlar durumdan rahatsız. Pek yüz vermiyor, gerçekten başımıza geldiğinde olay, ‘ya ben ya o’ der diye korkmuyor değilim; ama şirinliğimizi kullanırız minnoş arkadaşla diye umuyorum. Sonra ‘hayâldi, gerçek oldu’ dememem için hiçbir nedeni olmayan isteklerim var; yazmak üstüne, yaşamak üstüne… Çünkü gerçekten de hayat pek hesap kitap olaylarına gelemiyor gördüğümüz gibi. ‘Carpe diem’cilikten bahsetmiyorum burada; ama erteleme eylemini galiba yaşamamızın tekerleği yapmanın da bir anlamı yokmuş. Ben ki denemekten, işin içine girip debelenmekten asla kaçınmayan biri oldum hep. (Kişisel reklam harcamamı tam da bugünler için ayırmıştım: Boşuna bir yandan sitelere, dergilere içerikler üretirken bir yandan sosyal medya hesabı yönetmiyorum. Aynı zamanda ürün ve bebiş fotoğrafları çektiğimden, çocuk kitabı editörlüğü ve internet sitesi yaptığımdan da bahsetmiş miydim?) O zaman neden erteledim bunca zamandır? Nihayetinde Ay’a gitmeyi, Mars’ta yuva kurmayı planlamıyorum. Bir Ege kasabasına yerleşip zeytinyağı üreteceğim hepi topu. Şaka şaka… İşte, evin bir odasını karanlık oda yapmak olsun, çocuk kitabı yazmak olsun var değişik planlar…
Tumblr media
Düşüncelerden düşünceler beğenmemin bu şekilde sonlandığını düşünüyorsanız tabii ki de yanılıyorsunuz! Çok şükür normal koşullarda da biraz ikircikli oluşumla ve biraz da tecessüsümle bilinen biriyken; hayatın yavaşladığı şu günlerde ayarlarımda ufak değişiklikler de oluyor. Meselâ şu ara TDK’ya iyice sarmış durumdayım; ‘şapkaları attınız da çok mu iyi oldu, imlâ kılavuzunda bu bilgiye yer veremiyorsan ben neye dayandıracağım yazdıklarımı’, ‘koronavirüs mü corona virüs mü corona virus mu’ gibi pek çok ilginç çıkmaza giriyor, heyecanlar yaşıyorum. Yakında TDK’nın geçmiş yıllardaki yayımlarından da yola çıkarak imlâ kuralları hakkında güncel bir el kitabı çıkarabilirim. Bekleyin!
Şimdilik bu son derece kişisel yazımı burada sonlandırıyorum. Bizim evde bücürler diyarından kopup gelen veletler olmadığı için fonda ip atlayan bir ufaklığın olduğu fotoğraf paylaşamıyorum ama sosyal medyada görüp de bayıldığım ve gülmemi engelleyemediğim birkaç görüntü paylaşayım. =)
Tumblr media
Bücürlerinizin, köpüşlerinizin, büyüklerinizin, kısacası en sevdiklerinizin değerini bilin, söylenmeyin ve evde kalın!
(*) Pek Sevgili Hakan Bıçakçı kendi OHALimizi ilan etmemizi istediklerinde böyle bir tweet paylaşmıştı. Ben de bu yazıya daha iyi bir başlık bulamadım.
(**) TDK şöyle tanımlıyor: Herhangi bir işte elinden geleni yapıp daha sonrasını Allah’a bırakma. Umarım biz doğru anlıyoruzdur.
(***) Salgın ile ilgili güncel bilgileri alabilirsiniz: https://www.worldometers.info/coronavirus/ (31 Mart 2020)
0 notes
gidesimvarbiraz · 1 year
Text
Olmuyor yani. Yok. Tık yok. Hareket bile edemiyorum. Madem kaldıramayacaktın ne bu koca boşluk. Ne yaparım diyorum ne yapmam diyorum. Ne karar veriyorum ne vazgeçiyorum böylece hiçççbir şey yapamıyorum. Niye bir inanca bağlanamıyorum niye. Daha bir ismim bile yokken kendime isim bile veremiyorken her şey çok karışık. Kavramlar davranışlardan sonra mı gelmeliydi. Ben ne yaptığımda benim. Ben kim. Tüm olayı anlayabiliyorsak yem,fare,kendimiz yerleştirsek. Çelişkiyi kabul ettiğimde dayanamayıp tekliğe sürüklendiğimde tekrar mı bir çelişki yarattım yoksa bir aptallıktan ötesi değil miydsanki çelişkiler bir aptallık olamazmışçasına. Kutsal bir şeyin aptal olmasını kim bekler? Kesinlikle bunu hiç söylemedim. Sil sil sil. Kesinlik mi güzel olan, belirsizlik mi ihtimal doğuran. Ben miyim tüm mutlu gerçeklerden kuru kalan. Merak ediyorsan git öyleyse. Kaybedecek neyim var ki şu halde. İstediğim biraz eğlence ve şaşkınlık,biraz da sanki şu dört duvardan biraz daha fazlası olan adrenalin.Yine geldi doğruluklar kraliçesi peh psikolojimi koruyacakmış adrenalinle devreleri yakarmışım. Eskiden daha özgürdüm kendimi istediğim gibi aşağılar ne hissediyorsam onu der ihtimal verirdim.Sanki çok kontrolcüyüm. Belki demeden cümle kuramamak iğrenç
0 notes
azicikyasliyimama · 3 years
Text
uzun zamandır didişiyoruz. onun sorumsuzluğundan, kendine düşkünlüğünden çok şikayetçiyim. geçen gün ne düşündüyse mutfakta yanıma gelip "sence insan nasıl mutlu olur?" diye soruverdi. sanki her şeyin cevabını bilirmişim gibi pat diye, hiç beklemeden yumurtladım. "mutsuzluğu göze alırsa." ... peh peh nasıl da büyük laf! saçmaladığımı fark ettiğim de çok geç olmuştu. gözlerini kıstı, uzaklara bakıp hafif gülümseyerek "güzel cevap." dedi. yanımdan geçip giderken de "ben çok mutlu olucam." diye ekledi.
kimbilir hangi saçma durumu temize çektin salak? diye içimden saydırdım kendime.
8 notes · View notes
bayanerror · 3 years
Text
KARMAŞIK
KARMAŞIK dedim çünkü içim bir kavanoz , minik kağıtlar bölmüş , kağıtlara dertlerimi yazmış içime atmışım , çektikçe yazacağım! bir kaos var bir fırtına, evet evet hortum canlansın gözünüzde... dönüyor içimde parçalar kopararak. hopp çektim! Bugün büyük oynadım , o telefonu açtım , ellerim titriyordu ama tek titreyen ellerim degildi , kalbimde titriyordu neden? korktum mu? cekindim mi? neyle karsılasacagımı bilmiyor olmak mıydı beni bu denli korkutan? insan bilmediğinden korkar bunu hep söylerim , bugun yazarken imlaya pek özenesim yok belki noktalı harflerede belki özensiz olasım var belkide hep böyleydim , kim bilir ben bile bilmem!
Bunu ilk kez yapmıyorum , birgün elimde patlar mı bilinmez , ancak bu hissin asla  önüne gecilemeyen bir his olduguna yemin edebilirim. Ben neden böyleyim Tanrı? Neden kafamdaki sesler asla susmuyor? neden içimde beni harekete geciren sey bu kadar mantıksız , yanlış olmasına rağmen duramıyorum? Yapı mı? peh sokayım o halde yapıma :) Galiba ömrüm böyle gececek , evet dogru tahmin ettiniz tam şuan bahsettiğim anksiyete , ve size bir sır vereyim mi? Anksiyetem yalnız değil. Yalnız diğer arkadaşın ismini ben bile bulamıyorum , çünkü tüm bu yaşadıklarımı anksiyete asla açıklamada yeterli değil. Yanaklarımı sıcak basar benim , ama asla al al olmazlar , şimdide sıcaklar bastı bedenimi , avuc içimden bir ruh çıkartıyorum sanki , şeker düşük , tansiyon düşük , midede hafif ağrı başlangıcı , ve hala ufacık bir hapa direnen ben ve hala tedaviye ihtiyacı olmadığını düşünen ben ve hala üstesinden geleceğine inanabilen bir aptal ben ! düşünüyorum ; ben ne zaman hasta oldum? Benim hastalığım anne karnından mı , çünkü hatırlıyorum , anksiyetenin arkadaşı saydığım o lanet anaokulunda benimleydi. O yüzden zordu ortaokul, ondan depresifti lise , birde üniversite hastalıkların zirvesi ! Asla hatırlamak istemiyorum , ama aklımdan çıkıyor mu bir sorun? no no no! ilk belirti günü geliyor aklıma , sadece üşütmüş soğuk almış olmalıydım , ancak bedenim bana bu kadar kibar davranmadı. Belkide bende ona davranmamışımdır, Ve bu bir intikamdır...
2 notes · View notes
alikum · 4 years
Text
İş süreciyle beraber dışarı çıkmayı azaltmanın olumsuz etkileri başlamış olsa da, işteki bazı durumlar ile uğraşıyor olmam genel sosyallik hallerine beni ruhen hazır tutuyordu.
Bu salgın surecinde olumsuz olan tek şey bunun tamamen ortadan kalkması. 16-17 yaşımdaki halime döndüm resmen. Bugün eski patron yazdı biraz lafladık, cv istedi bir yere verebilirim istersen vs vs dedi.
Lan bana bir boğulma geldi, uff ki uf. Sanki hayatımda kimseyle konuşmamışım gibi gerildim, acaba ne olur ne sorarlar vs vs diye kendimi yiyorum. Sağolsun firmayı tanımam için link attı birkaç tane. 2 saat sonunda kendimi YouTube kanallarında açıp izlememe gerek bile olmayacak "iş görüşmesine hazırlık" tarzı bir videolarını izlerken buldum.
Halbuki SİKİMDE BİLE OLMAZ ???? Videoyu kapatıp kendimi tokatladım bi. Yapabileceğim belli, kendimi on numara anlatabiliyorum, yazılım konusunda zekama güveniyorum, ne kadar eksik olabileceğimin de bilince olup sürekli öğrenmeye açığım. Ama yok, binlerce i��ne içeriden dışarı çıkmaya çalışıyordu sanki o 2 saatte. Saçma sapan işler.
İşin sonucu, panik geçmiş halde ama baş ağrısı ile kaldım göt gibi şimdi. Yattım yatmasına da peh yani.
Bisiklet sürmek gibi değil pek sosyal durumlar benim için. Uzun süre ara verince direkt yere çakılıyorum, sağ sol karıştırıyorum. Off neyse ki 2 seneye göre iyiyim, o zaman panik anlarında sünnetçinin 1 saat erken gelmesiyle göt olmam gibi kalıyordum ortada. O da ayrı bir travmatik hikaye ama sonraya hahshsh
5 notes · View notes
suamasucukolan · 5 years
Text
Peh, bilekleri kesmek falan hikaye.
Sen hiç umutlarını kestin mi?
Ben kestim. 
 Sanki kanaması durmak bilmeyen hayat damarlarından birini kesmişsin gibi.
Kanaması durmuyor ve her saniye daha çok acıtıyor.
Daha kötü olan ne biliyor musun? 
‘’ÖLMÜYORSUN''
5 notes · View notes
raskolnikovsendromu · 5 years
Text
Kırmızı Bahar /m3
                                                                                                      10/02/1989
       Sevgili Esma...
        Adınızın gölgesinde uçuşan bu aciz kelimelerin mimarı olan akıl, kafesinden çıkartılmış ve ellerimin arasından uçup giden bir serçe kadar özgür ve ürkek şimdi. Yürek ise neden adına göğüs kafesi dedikleri bir kemik yığınının içindeymiş, anladım. Yoksa uçup gidecek. Uzaklara mı, hayır! Belki de bana benden daha yakına... Fakat var mı öyle bir yer? En uzaklar dahi kafamızın içinde değil mi? Sarmaş dolaş gurbetler de gördüm, gurbette dahi sarmaş dolaş olan gönüller de. Ah şu insanoğlu işte. Bedeniyle yaşayıp ruhuyla düşünüyor ya, işi zor. Hem nasıl zor olmasın? Duyulara kanmak ve duygulara sadık kalmak kolay mıdır, sanmam.. Hay Allah, yine dilimin ucundakilerden kopup içimin tasavvurlarına bulaştı kalem. Oysa bir kaç saat önceydi. Geceyi güç bela aşmış, mesaiyi akrep ve yelkonı izleyerek öldürmüş, titrek bir heyecan ve saf bir utangaçlıkla dükkanınızın yolunu tutmuştum. Alelade bir ‘‘Kolay gelsin.’’ ve sonrasında malum ceketin akıbeti.. Akıbet? Peki tüm bu kaosta maksat neydi? Varlığımı varlığınıza sürükleyişime vesile olan güç neydi, unuttum mu dersiniz?.. Gözlerinizde, mimiklerinizde, cümlelerinizde, sesinizin vurgusunda ve vücut dilinizde aradığım bir cevap, bir hakikat, bir berraklık vardı elbet.
       Güldün Esma. Gözlerimin içine baktın ve dudaklarına sıcak bir tebessüm yerleştirdin. Bir şeyler söyledin ve ben hiçbirini duymadım, duyduklarımı da anlamadım. Kulaklarımda kalbimin sesi, ellerimde eski bir ceket, kafamı sallıyorum her söylediğine irkilerek. Ah gördün mü yaptığımı, siz demeyi bıraktım Esma. Çünkü sen bugün, çoğul hitabın nezaketini terk etme cesaretini bahşettin bana.
       Ceketim eskisinden çok daha iyi durumda artık. Sadece ceket mi, hayat da çok daha iyi ve güzel değil mi bugün? Öyle! Misal dükkandan çıktığımdan bu yana çehreme tuhaf bir sırıtış yapışıp kaldı. Önüne bakmayıp da bana çarpan bir serseriye dahi sırıtarak baktım ve hatta neredeyse ona sarılıp beni bağışlamasını isteyecektim. Ve çiçekler aldım Esma. Aranjmanlarda değil, saksılarda. Balkonumu görmelisin. Yuvama rengarenk bir baharı taşıdım bugün. Sigaralarımı kırdım, Halit Abi’nin haylaz veletine harçlık verdim. Soyundum, duş aldım, giyindim, aç değildim ve şimdi oturmuş yazıyorum Esma. Dinliyorsun ya, anlatmak istiyorum her şeyi. İçimde dışımda ne varsa... İtiraf mı, asla! İtiraf dediğin saklanandır. Bense itirafsız bir insan olma gayesiyle hayattayım. Ah, ne delice bir arzu bu. Bunca makyaj içinde şeffaflık ha. Lakin dilinde anadan üryan bir ruh olacak ki insan, sanmak denen meret bulaşmasın akla. Peki harflerin hamallığına güvenilebilir mi? Kelimeler misal, sana benliğinde hiç cereyan etmemiş bir hissi nasıl katar? Edebiyatı yadsıdığımı düşünme n’olur. Duyguların hissiyatı sonsuz, kelimelerin manaları ise sonlu değil mi? Demem o ki, mevcut sohbette gözler, beden, sesler yoksa şayet kolayca yalan söyleyebilir insan. Öyledir elbet. Saf olsa dahi insan nasıl güvenir? Elin adamı değil miyim ben? Sana şu an sadece kelimeler sunmuyor muyum? Kelimelerimin büyük bir titizlikle senin gözlerine taşıdığı anlamlar mı beni başka kılıyor? Ah Esma, durduramıyorum ki şu aklı. İnsanın içinden gelenler kimi zaman dile gelmemeli sanki. Şeffaflıkmış! Peh.. Ütopik bir zırva işte. Ama n’aparsın, gerçeklerimiz mi yahut inandıklarımız mı büyüktür bu hayatta? Cevabı biliyoruz.
        Tüm bunlarda bir sancı yok mu? Sezmedin mi sen de? Hisleri okşayan yalanlardan iğrenirken, dikenli gerçekleri ikram ediyorum ya sana; insansı, ikircikli, bencil bir endişeye kapılıyorum işte. Hor gör beni.. Ya da görme! Bu sancı, bu korku dahi kendime karşı duyduğum utançtan ötürü değil mi? Öyledir, öyledir...
        Oysa ne iyi yaptın da ceketimin cebine bir not iliştirdin. Ama ben ne yaptım biliyor musun, buruşturup attım onu. Evet Esma! İlk kez, Üsküdar’ın içliğimi dahi delip geçen soğuk rüzgarları yüzünden ellerimi ceplerime saplamış yürüyorken dokundu parmaklarıma. Hiç düşünmeden avucumda iyice sıkıp rüzgara bıraktım onu. Şu an zannediyorsun ki durdum ve hemen durumu anlayarak dönüp onu yerden aldım. Hayır Esma. Bir şeyleri fark etmem için köşe başını dönüp diğer sokağın sonuna dek yürümem gerekti ve sonra nasıl olduysa hatırladım: ceketimi sana bırakmadan önce ceplerini özellikle boşaltmış ve hatta her tarafını üstünkörü şöyle bir silmiştim. Demek ki o kağıt!.. O an ki şaşkınlığımı ve korkumu bir ömür unutamayacağımı biliyorum. Onu bulmam 40-45 dakikamı aldı. Bir düşün; küçük bir not kağıdı, kalabalık bir sokak, rüzgarlı bir hava ve ben... Tam ümidimi kaybetmiş, evin yolunu tutuyordum ki, yanından geçmekte olduğum vitrin camının köşesinde gördüm onu. Sanki oraya sıkışmamış da tutunmuş beni bekliyor gibiydi. Hemen alıp tekrar cebime koydum. Derhal okumak istiyor lakin taşımakta olduğum nottan utanıyordum. Onu az önce atmış olduğum gerçeği hala zihnimi sarsıyor, yazdıklarını hiçbir zaman okuyamayacak olma ihtimali düşüncelerimi yırtıyordu. Bir bank buldum ve oturdum. İçinden geçip gittiğim şu birkaç saati düşünüp her şeyi etraflıca ölçüp tarttım ve sonunda barıştım kendimle. Yüzüme yapışan sırıtış da aksine izin veremezdi zaten. Elimi cebimden çıkarıp avucumu açtım ve buruşan not kağıdını itinayla düzelttim. Tüm yazdıklarını, -ki elbette topu topu bir kaç cümle- batmakta olan güneşin son ışıkları eşliğinde okudum. Bir kez daha, sonra bir kez daha... Arkadaşlığımı reddetmemene çocukça bir neşeyle sevinsem de fazlası için -öylece, ansızın- mantığımı terk etmemem gerektiğiyle ilgili sarf etmiş olduğun sözlere elimde olmadan hüzünlendim lakin sana hak vermem uzun sürmedi. Ne doğru bir tespit. Ah Esma, ya akıl sustuğunda atıyorsa kalp?
       Yazmışsın ki: ‘‘Seni daha çok tanımak, isminin ötesini görmek isterim. Kim ki bu Cemil? Misal neden böylesine içten? Bilhassa… bir arkadaşlık, belki bir dostluk için. Fazlası yürek işi demiştin ya hani, doğru söze ne denir?’’ ah şu deli yürek, işine akıl sır erer mi hiç? 
Sevgiyle kal...    
 ***
07/05/2019
68 notes · View notes
2154870 · 4 years
Text
Öyle, böyle ve belki biraz da şöyle
Uyandığımda öyle ile böyle sıkı bir tartışmaya tutuşmuşlardı. Bazen size de oluyor mu? Varlıklarını yıllardır bilip kabullendiğiniz kelimeler ilk kez duyuyormuşçasına yabancı geliyor mu size de?
İşte ben bugün bu yabancılık hissi ile uyandım. Yani uyandım sayılır. (“Sayılır ne yahu, bal gibi uyandın işte. Yoksa nasıl yazasın bunları?”) Amaan neyse ne.. Öyle ya da böyle uyandım işte.
Hiih, yine geldiler bak. Pattadanak!
“Öyle ya da böyle uyandım.”
Peki öyle uyanmak ile böyle uyanmak arasındaki fark ne?
..
Bilmiyorum.
Tamam, madem bu cümleden çıkaramadım, başka nasıl kullanıyorum?
(“Kelimeyi kullanıp da anlamını sonradan idrak edenini de ilk kez görüyorum doğrusu” demesine kalmadan diğer iç ses cevap verdi: “Sen bunu hep yapmıyor musun sanki?”) Amaan, bir de siz başlamayın ne olur. Konuyu sulandırmayalım lütfen. (“Lütfen ne be? Bugün pek bir kibarız.” dedi bir diğeri.)
Başkaa.. Başkaa..
“Öyle böyle değil.”
Hmm, yok bu da olmadı. Nasıl? Ve nasıl değil?
“Madem öyle, işte böyle.”
Heh, bak bu daha iyi gibi. Madem şunu şunu yaptın ben de sana bunu bunu yaparım gibi bir anlam çıkıyor. O vakit, böyle daha cana yakın gibi. Öyle ise her zaman edilgen olmasa bile uzak olan, uzakta duran sanki. Ooo, bakıyorum da mesafeli zatıâlileri.
Ee başka?
“Aralarında öylesine büyük bir fark var ki böylesine saçmalatır.”
E oldu mu bu şimdi? Ben burada ciddi bir mesele ile uğraşırken sen bana gönderme mi yapıyorsun? Hain iç ses.
Neyse..
“Öylesine büyük bir fark var ki böylesine saçmalatır. ÖYLEsine büyük bir fark var kiii BÖYLEsine..”
Heee.. Böylesine derken resmen ağız dolusu küfretmiş gibi söylüyor. O zaman böyle daha güçlü olmalı. Gücü nereden geliyor peki? Benim gözümden söylendiği için, bana yakınlığından mı geliyor? Bencileyin. (“Ne sıcak bir kelime, nasıl içten..”)
Neyse, devam edelim.
“Öylesine büyük bir farktır kiiii..”
Yani o derece, o denli büyük bir fark ki göz dolduran, devasa, böyle yer gök inleten bir fark. Ama yine işaret edilen, uzakta olduğu bilinen bir öylelik hali, değil mi?
Kafam iyice karıştı. Bir sonraki gelsin lütfen. -Sağ el havada- Şık Şık!
“Öyle dertli dertli bakma, gören olmaz, gören olmaz”
Bu şarkı sözü değil mi ya? Şimdi duygusallaşmaya ne gerek var? Uzaktan ve dertli dertli bakıyormuş işte. Ama ne bakmak.. (ı-ıhğ –boğaz temizlenir, silkinir-) Neyse geçelim. Şarkı demişken..
“İşte öyle bir şey..”
Ne uzun cümle ama.. İşte öyle’nin gözleri diyor ki: “Uzağımda neler oldu neler. Yakınıma gel diyemedim, öte git de diyemedim. Olduğu yerde, öylece oldu olacak olan.”
Böyle durur mu? Hemen işte öyle’ye teselli verirdi: “Ne diyeyim kardeş? Mukadderat.”
(“Kelimenin kadercisini de ilk kez görüyorum.” dedi bir diğeri.)
Sonraki örnek nedir peki?
“ Böyleyken böyle..”
Peh! Bu bana pek fitne fücur geldi ya. Sanki tüm yapıp ettiklerini bir bir anlatmış, karşısındakini darlamış bezdirmiş;  kendini haklı gören ve bahsi geçen zat-ı muhteremi gömen ve sonra hiiiiç bir şey olmamış gibi masumiyet karinesi ile kendini düze çıkarmış mazlum savunması!
( “Ne oluyorsun kuzum? Birden hiddetlendin?” dedi.) Ne o dilini yuvarlayıp nostaljik Türk filmi ses tonuyla konuşmalar filan? Sinirlendim işte, ne bileyim. Ne biçim sabah lan bu? Yeniden başlat tuşu yok mu bazı sabahların?
Tamam, yeter bu kadar tantana.
Kahvemi alıp şööyle dingin bir müzik açayım da aydınlanmayan günüme ışık sızsın biraz.
“Kahvemi alıp şöyle..”
Aaaa, bir de şöyle vardı değil mi? (“Olur tabii. Tekil ve çoğul şahısların birincisi, ikincisi ve üçüncüsü oluyor da bu yavrucakların neden olmasın?”) Daha diğerlerine yer bulamamışken onun yeri nere ola ki?
..
.
.
İç ses lügatı:
Şöyle = Öyle’den önce ve böyle’den sonra olan.
Öyle = Uzağı yakın edemeyen böyle olma hali.
Böyle = | | |
1 note · View note
Text
Yaşlı Adam ve Nasihatları
Yalnızdı… Üzerinde yıllardır eskitemediği çizgili pijaması, yüzünde çizgiler… Kendi kendine konuşuyordu, her zaman olduğu gibi:
“-Hay Allah! Yine elektrik kesildi. Ne de karanlık oldu birden bire… İnsan ürküyor. Bilmem mezarda ne olur halimiz?”
Yeri neredeyse hiç değişmeyen kibrit kutusunu, yaşının verdiği ağırlıkla biraz geç de olsa buldu ve emin olmak için salladı.
“-İşte kibrit burada… Şurada bir yerde de mum olacaktı.Yakayım da gözümün önünü göreyim… Hah, tamaaam.”
Sonra yıllar öncesinde buluverdi kendini. Gülümsedi… Ve anlatmaya başladı, biri dinliyormuş gibi:
“-Çocukken, elektrik kesildiğinde, küçük odanın perdelerini açar, ay ışığında sohbet ederdik, annem, babam, kardeşim ve ben… Ne hoş olurdu Ya Rabbi!
Babam, köyde eşekten nasıl düştüğünü, annem, tarzancılık oynayayım derken, ağaç dalında nasıl asılı kaldığını anlatırdı… Biz de gülerdik.
Elektriğin kesilmesine hep sevinirdik. Çünkü birbirimize en yakın olduğumuz, hatıralarımızı, mutluluğumuzu ve acılarımızı paylaştığımız, güzel ve ne yazık ki nadir zamanlardı onlar… Başka günlerde televizyon seyretmekten, karşılıklı oturup konuşamazdık çoğunlukla.
Ah teknoloji! Nasıl da uzaklaştırdı insanları birbirinden… Ya da belki biz insanlar beceremedik. Her şeyden vazgeçip, görmemişler gibi davrandık. Sanki futbol maçları hanımlardan, filmler çocuklardan daha mı önemliydi? Yooo…
Huzurevleri daha mı sıcaktı sanki evlerden? Hem çocuklarını, hem ailesini, hem de anasını, babasını ihmal eder oldu insanlar. Zaten ben de, sırf huzurevine gitmemek için kalmadım mı böyle yapayalnız?
Ahh… Ah! Hay hak! Mum da ne güzel yanıyor. Yandıkça eriyor. Eridikçe aydınlatıyor. Aydınlattıkça bitiyor…”
Dede, aniden farklı bir ruh haliyle haykırdı:
“-Hazreti Ömer! Allah senden razı olsun! Ne ince, ne yüce insandın sen öyle… Kendi işi için ayrı, devlet işi için ayrı mumlar yakacak kadar, haramdan ve kul hakkından korkardın. O’nun ümmetiydin ne de olsa, Rasulullah’ın ashabıydın!Hazreti Ebubekir! Hazreti Hatice! Hazreti Fatıma! Hazreti Zeyd! Sizleri özledim…”
Biraz durakladı ve ağlamaklı bir sesle haykırdı tekrar:
“-Senin adaletine, Senin şefkatine, Senin nur yüzüne hasretim ya Rasulallah! Hasret bütün ağaçlar! Hasret bütün insanlar!
Çocuklarımın sesine, torunlarımın gürültüsüne hasretim…”
Ağladı… Sanki yıllarca hiç ağlamamıştı da, yıllar sonra bugün, ağlamaya bile hasret kalmışçasına ağladı…
Gayet iyi biliyordu ki, gözyaşı, kaderi değiştirmez. Belki sadece biraz rahatlatır, hüzün dolu bir kalbi…
Burnunu çekti. Mendiliyle sildi yüzünü… Ve sanki daha bir güçlü hissederek kendini, rest çekti:
“-Peh! Ben de iyice çocuklaştım canım! Vurayım kafama! Ne güzel işte. Sessiz sakin… Bir de torun mu çekecektim bu yaştan sonra? Cır cır cır cır!”
Tam bu sırada, elektrik geldi ve oda aydınlandı. Dede, tavandaki lambaya ters ters baktı.
“-Hıh! Niye geldiysen! Mum ışığında özlemlerim, sevgilerim dost olmuştu bana. Oda kararınca, kalbim ışımıştı. Gönlüm aydınlanmıştı.”
Elektrik düğmesine doğru yürüdü, bir dededen beklenmeyecek kadar hışımla. Sert bir hareketle dokundu düğmeye ve ışığı söndürdü.
“-Sönün ışıklar! Sönün yalancı aydınlıklar! Siz yanınca, umutlarım sönüyor!”
…Ve ağır adımlarla yatağına doğru yürüdü. Biraz uyumalıydı. Çocukların, torunların, hiç kimsenin olmadığı yapayalnız bir evde, bir gece daha…
Çekilmezdi bu yalnızlık, umutlar da olmasa… Ve çekilmezdi eğer, sığınak bildiği Rabbi’ne el açmasa…
Yine O’na yöneldi, O’na sığındı bir kez daha:
“-Allah’ım! Bu gece ve her gece bildim ki, Senden başkası yar olmaz bana… Koru beni Allah’ım. Yavrularımı koru, onlara merhamet ver. Onları affet Allah’ım. Beni affet… İman ile al yanına… Ölüm nasıl da yakın…”
Dede, bir yandan semaya açtığı ellerini yüzüne sürerken, diğer yandan da amin diyordu. Amin…
Yatağına uzanırken hasret yorgunu, dilinde her zamanki ümit bestesi vardı:
Bismillahirrahmanirrahim…
Kısa zamanda, huzurla daldı uykuya
…Ve bir daha uyanmadı dünyaya.
72 notes · View notes
agustosruzgarii · 5 years
Note
Tamam o zaman biz oluruz ya jdjdjfnf
Aynen ya 1 yaş dediğin nedir sanki peh fkfkkdks
1 note · View note
alintikitap · 5 years
Photo
Tumblr media
Hah! Aldın mı ağzının alımını! Evrene mesajlar gönderme saçmalığını kesersin artık diye umuyorum. Yok bana neden yüz vermiyor, yok mesajımı daha almadı mı falan fişman... Belki vermek istemiyordur sana. Yani yüzünü. Sanki sen çok eli bonkörsün de. Çok ağlattın biraz geri dur şöyle. . Nafile anlamaz insan soyu. Ne demiş atalar, katranı kaynatsan olur mu şeker? Ama yine de huyunu atasından almış. Çok istiyor ki koluna takıp yürüsün. Bir boktan anlamaz helâya gardiyan yazılır. Peh! Ağzına fermuar çek hele. Anavatan kan ağlıyor baksana. Sen hâlâ kur peşindesin. Ağrı kesicin yoksa neyin var elinde? . Olabilir. Bodur tavuk her daim piliç olabilir. Ama sana ne bundan? Her şey sahip olana kadar sende. Hem işin öteki yanı da var. Bu işler ince işler, adamı kötü şişler aslanım. Ama doğru ya! Aç eşek katırdan tez gidermiş. Bazı insanlar kısır kalsalar diyorum. Kalsalar da soyları tükense. Esasen bende cinsiyet ayrımı yoktur. Gözlerim de gözdür hani! Bir baktım mı ya insan görürüm karşımda ya şeytan! . Günay Aktürk . #alıntıkitap #kitapbaz #kitaplarimizdan #kitapcümleleri #kitapyorum #kitapunya #biryudumkitap #kitaplayasamak #kitapalintisi #kitapönerileri #tavsiyekitap #kitaponerisi #düşünenmadde #kitapçekilişi #kitaplik #kitaptansözler #kitaplar #kitapokumak #kitabevi #kitaplardankesitler #kitaplaryolda #kitapalıntıları #kitapsozleri (Sahintepe Mahallesi-Natoyolu) https://www.instagram.com/p/B0DFck8JQJv/?igshid=tls1n77240c6
9 notes · View notes
Text
Büyük Aşkın İlk Buluşması! •2
Sonra ne oldu? -hadi bakalım anlatayım.
Sıcak, nemli bir İstanbul akşamı saat 8 ya da 9. Okulum tatile girmiş Pazar günü de arkadaşlarımla mangal programım var. Anlayacağınız şahane sosyallik içerisindeyim:) 
Bakayım benimki bir şey paylaşmış mı derken o da ne? -hikaye atmış instagrama!
Bir beş dakika tırnak yeme seansı ile kendimi oyalayıp ilk gören ben olmadım imajını kabullenip tıkladım o şahane fotoğrafının üstüne... bir ev ortamında kadehler tokuşturulurken çekilmiş bir bomerang. Dedim bırak yahu cool olmayı orijinal bir şey yaz artık cevap olarak.
“Ooo afiyet olsun!” Evet! Orijinal şey bu, nasıl orjinalim ama :))) 
1 dakika olmadan cevabıma cevap geldi, “gel beraber olsun!” ki bence bu daha orijinal bir cevap değil! Haha önemi var sanki...
“Geç oldu, bir dahaki sefere:) “ dedim. İçimden nasıl ısrar etsin lütfen lütfen dediğimi duymuyor tabi! 
“Nerdesin ki sen?” Dedi ve işte o uzak ilişki temellerinin atıldığı ilk soru!
“Pendik’teyim, ya sen?” Dedim ama Maltepe’yi geçmesin mesafe diye dua kasıyorum!
“Bomonti’deyim ben” dedi ve o an arka fonda kör olası zalım Boğaz Köprüsü ocaklar yakar ağıtı var...
“Yakın olsak uğrardım ama geç oldu başka zamana sözün olsun!” Diyerek kendimi zorla garantiye aldım!:))
“Tabii ki beklerim:)...”dedi
“Neyse ben arkadaşlarınla sohbetini bölmeyeyim devam et sen” dedim. Nasıl kibar biriyim bak öyle böyle değil. İç sesim neler söylüyor ama...
“Olsun sorun değil, bu anı bekliyordum!”cevabı geldi ve Eros o an okunu Yunanistan dolaylarından fırlarmış ve tam isabet bam bam bam! Tabi bu duygu yoğunluklarını yansıtmamak için:
“Sevindim bunu duyduğuma:)” dedim ve ekledim yüzsüzce arkadaş ortamından kopararak,
“Ee neler yapıyorsun? nerelisin sen?” dedim.
“İş güç, uzun süredir İstanbul’da yaşıyorum ailem Adana’da, Adanalıyım. Peki ya sen?” dedi ve fon müziği aman Adanalı’ya döndü birden. Ki Adana’dan olduğu tüm genotipine ustalıkla yansımıştı da!
“Ben dolma büyüme İstanbul’dayım, üniversite devam 4. Üniversitemi okuyorum.” dedim.
“Belli zeki olduğun ama!” dedi ve hiç es vermeden ekledi.
“Yarın ne yapıyorsun?”
Dedim adam sapyoseksüel sanırım ilk defa 4 üniversite okumuş olmamın bu ülkede bu kadar kısa sürede karşılığını aldım diye düşünürken verdiğim vizyonsuz cevap:
“Arkadaşlarla mangala gidicez!” dedim ve ekledim:
“Sen ne yapacaksın, gel buyur?” 
Ve vizyonsuz programıma nazikçe verilen vizyonlu cevap örneği şöyle:
“Aaa çok severim mangalı, ama yarın Kilyos’a Milyon Beach’e gidicez; biraz güneşlenip akşam Pamela konserine kalacağız.” dedi.
-Mangal ft Pamela-
“Sen buyur gel!” dedi ve ardından bir boomerang yolladı. “Fazladan bir tane biletim var, gelmek istersen!” Diyerek iki adet bileti sallarken arka fonda Manisa menşei olduğu tahmin ettiğim rose kadehleri...
“Çok isterdim ama arkadaşlarıma sözüm var, buna da sözüm olsun.” Dedim dedim ama nasıl dedim neden dedim kime dedim beynim yok o an.
“Pekala!” dedi...
Velhasıl iyi geceler iyi geceler memnun oldum, haftaiçi görüşelim diye konuştuk ve ikimiz de sabah erkenciyiz diye uyuduk.
Ben uyumadım tabi! Dön o tarafa ne yapsam dön bu tarafa ne yapsam diye diye uyuyakaldım.
Sabah saat 8, uyanır uyanmaz yaptığım ilk şey arkadaşımı arayıp program iptal mi (inşallah) diye sorgulamak oldu. Ve iptal değil ama varsa planın sonra yaparız dedi ve hiç ikilemedim. TAMAM! dedim.
Sonra günaydın bile demeden Adanalıya yazdım:
“Bilet halen boşta mı?” dedim.
“Nasıl yani, geliyor musun?” dedi.
“Evet, iki kişi geliyoruz.” dedim.
Ve muhteşem kötü espirinin ilk temeli atıldı. Hazırsak devamı şöyle Canlar:
“İki kişi?” dedi
“Evet ben ve göbeğim.”dedim ama ne alaka diye sormayın diye hemen anlatayım.
İlk buluşma-Plaj-Mayo-Instagram yeterli bir açıklama oldu bence:)
“Hahah merak etme ben de göbeğimle geliyorum zaten:)” dedi ama ben fotoğraflardaki adamın göbekli olduğunu düşünmemiştim ki daha çok sevindim o ayrı! Göbek şart aga!
Sonra saat konusunda anlaştık ben Pendik’ten Kilyos’a, o da Şişli’den Kilyos’a yola çıkıldı! 77km yol gidiyorum ama umurumda değil; 3.köprüyü de gördüm sayesinde canım!
Yolda bir mesaj aldım.
“Ya burda şezlong yok benle aynı şezlongu kullanacaksın mecburen” dedi.
Ben nasıl üzüldüm nasıl üzüldüm sorma yani dersem inanmayacağım o okurken yan yan gülüşünden belli!
“Aaa buna mecbur kaldık madem paylaşacağız!” dedim. Nasıl cilve nasıl işve!
Her neyse 77km yi tamamladım; şık da giyinmişim ama mayomun üstüne efil efil mavi gömleğim bağrım açık!.. peh peh peh !
“Ben geldim” diye aradım. (İlk sesini duyuşum!)
“Ben girişe geliyorum karşılayacağım seni!” (Kalp durdu duracak...)
Ve O an!
Genotipin kusursuz aktarıldığı muhteşem bir canlı adımı seslendi! Em küm aa merhaba ... sonrasını hatırlamıyorum bayılmışım. (ŞAKA!)
Her neyse girdim içeri arkadaşları ile plaja geçmişler çoktan onlarla tanıştım, konuştuk kısmi sorguya çekiliyorum necisin kimsin kimlerdensin bizden oğlumuzu almak kolay değil gözdağı. E deplasmana gitmişim tabi normal. 
Hadi gel yüzelim dedi ve beni kurtardı ordan ve yüzmeye gittik ama ne bileyim ben çocuk yüzme bilmiyor:)) hiç bilmiyor değil ama korkuyor.. hayır sen Adanalısın Akdeniz adamısın ne demek şimdi bu:)) iki boğulur kulaçları attıktan sonra kumsalda oturup dalgaların bacaklarımıza vurma kararını aldık.
Sohbet ediyoruz geçmişten, şimdiden ama gelecek daha yok... bu arada Karadeniz’de coşkulu dalgaları ile dövüyor resmen, ama işime gelen bir durum dalga vurdukça çocuğa dokunuyorum:))
Sonra kurulandık normalde hep birlikte yemeğe gidilecekti ama biz ikimiz yalnız gittik; hamburger+kola ! Muhteşem ilk buluşma menüsü :))
Ve asıl ordan konuşmalarda oğlum bu adamı kaybetme bu O dedim! Olgun, mantıklı, düşünceli sadece geçmişte yediği kazıklardan dolayı temkinli ve biraz isteksiz... ki hangimiz yemedik o kazıkları! 
Konser zamanı geldi. Aldık pufları geçtik oturduk. Ben assolist tabi herkes mayolu ben gidip üstümü değiştireyim dedim arabanın arkası dolabım zaten.. ben de geleyim dedi senle, geldi. Ben arabada üstümü değiştirdim; sonra beraber fotoğraf çekile çekile tekrar konser alanına indik. Birbirimize omuz değdirmeler bacak temasları şarkı söylemeler her şey usturuplu şirin tatlı ... 
daha doyamadık oysa ama yarın iş vardı ve erken kalkacaklardı. Yola çıkacağız ama ayrılmak istemiyorum ben.
İçlerinden biri hadi bize gidelim dedi ki zaten tüm arkadaşları aynı yerde oturuyorlar neredeyse...
Bana döndü ve:
“Mesafe olarak yolunu çok uzattığını biliyorum ama sen de gelsene” dedi.
“Yani bilemedim geleyim mi ki” dedim.
“Çok isterim!” dedi.
Hayır diyememe paket programını çoktan satın almıştı ve donanım aktif hale gelmişti bile bende!
“Tamam!” dedim.
Arkadaşları başka araba ile O ve ben de benim araba ile yola çıktık. Bitmesin ya! Yol bitmesin! Böyle Dünyanın öbür ucuna kadar gidelim! diye düşünürken Şişli’ye vardık. Arkadaşına gittik; bir saat sohbet muhabbet edildi sonra artık kalkma vakti geldi.
“Ben bırakayım seni” dedim. Beraber kalktık, arabaya bindik, zaten 100 metre mesafe var yok... yolu uzatıp bir aleti sokaktan götürdüğünü sonradan öğrendim ben! Canım ya! Ve kapısının önünde durdum. Şimdi kapmak gerekir? Hoşçakal desen olmaz, öpsen olmaz... 
“Bugün her şey için teşekkür ederim, iyi ki geldin, çok mutlu oldum, çok da memnun oldum seni tanıdığıma” dedi ve sarıldı...
Fırsat bu fırsat ben de sarıldım ama bir yandan da sarılma uzun sürsün diye:
“Asıl ben teşekkür ederim, çok güzel bir gündü gerçekten, çok çok memnun oldum, tekrar görüşelim en kısa zamanda........” neyse çocuğun belini kırmadan bıraktım. 
Yola çıktım açtım müziği, keyfim gıcır. 
“Varınca yaz, dikkatli git...” mesajı geldi!
Tumblr media
Bir buluşmada, buluşmadan hemen sonra en dikkat ettiğim şey bu mesajdır! Bir buluşma ne kadar iyi geçerse geçsin; ayağına gelmiş birine bu tarz bir mesaj atmıyor ya da aramıyorsan açıkça ben devamını getirmezdim. Buna Adanalı dahil değil ama :)))) 
Her neyse yani bu bir nezaket kuralıdır!
Eve vardım ve “en kısa zamanda görüşelim” lafımın karşılığı niteliğinde “yarın görüşelim!” mesajı aldım. Noluyor oğlum bu nasıl bir şey gerçek mi diye öl bit geber o an yani.... 
Ve yarın oldu! Yarın ne mi oldu? Sabredin biraz bir sonraki yazıda... ‘‘ Senin gülünün diğerlerinden daha önemli olmasını sağlayan şey, ona ayırdığın vakittir. (Küçük Prens) ‘’
Tumblr media
30 notes · View notes