Tumgik
#emine bulut
succiducus · 8 months
Text
Tumblr media
( @espionisms ) as the night grew, so did his angst. taking on the pain and suffering of others was creating an itch underneath his skin that rafael wanted to rid himself of; it seemed that only those who had lost understood that this show of riches deep rooted in them a sting so painful that it felt like it would never stop. not like him to lose his cool, he does, thankfully in the company of a friend. "emine, they mock us! her sacrifice should be celebrated, understandably - but this? it is hurting them more than it is creating a net of safety." rafael raises his hands in concession. "i apologize - it is...not your fault. the real culprit could be here, right under our noses and we'd be none the wiser."
9 notes · View notes
dipnotski · 1 year
Text
Kolektif – Yapay Zekâ (2023)
Yapay zekâ her geçen gün gelişiyor, hayatımızın her köşesine nüfuz ediyor. Özellikle akıllı telefonların kullanımı ile birlikte yapay zekâ uygulamaları da yaygınlaştı, öncesinde yapay zekâ ile hiç tanışmamış sıradan insanların bile yaşamlarında kendine yer buldu. Örneğin, sadece bir kez girdiği reklam duyurusunun içeriğini oluşturan ürün ile ilgili birçok duyuruyu yine isteği dışında peşi sıra…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
eniyilisanspazarim · 3 months
Text
LİSANS PAZARIM - MEGA+ (2)
Tumblr media
Günümüzde iş dünyasında, verimliliği artırmak ve iş süreçlerini daha etkili hale getirmek için teknoloji kullanımı oldukça önemlidir. Bu bağlamda, Microsoft’un sunduğu Office 365 lisansı, bireyler ve işletmeler için vazgeçilmez bir araç haline gelmiştir. Office 365, kullanıcılarına farklı uygulamalar ve hizmetler sunarak, işlerini daha hızlı ve köklü bir şekilde yürütmelerine yardımcı olur. Ancak, bu hizmeti kullanabilmek için doğru lisans seçimi yapmak kritik bir öneme sahiptir.
Office 365 Lisans
Office 365 lisans, Microsoft’un bulut tabanlı ürün ve hizmetlerini kullanabilmek için gereken bir lisans türüdür. Bu lisans sayesinde, kullanıcılar Word, Excel, PowerPoint ve Outlook gibi popüler uygulamalara erişim sağlayabilirler. Ayrıca, bulut hizmetlerinden yararlanarak dosya paylaşımı ve işbirliği yapma imkanı bulurlar.
Office 365 lisans seçenekleri genellikle bireysel ve kurumsal olmak üzere iki ana gruba ayrılır. Bireysel kullanıcılar için uygun fiyatlı abonelikler sunulurken, işletmeler için daha kapsamlı paketler mevcuttur. İşletmelere sunulan paketler, kullanıcı sayısına ve ihtiyaçlara göre özelleştirilebilir.
Office 365’in sağladığı bir diğer önemli avantaj, kullanıcıların her yerden çalışma imkanı bulmasıdır. İnternet bağlantısı sayesinde uygulamalara erişim sağlamak kolaylaşır. Bu durum, uzaktan çalışma ve esnek çalışma düzeni için büyük bir kolaylık sağlar.
Ayrıca, Office 365 lisansı ile birlikte düzenli güncellemeler ve yeni özellikler de kullanıcılara sunulur. Microsoft sürekli olarak ürünlerini geliştirdiği için, lisans sahipleri en güncel sürüm ve özelliklerden faydalanabilirler.
Office 365’i kullanmaya başlamak için en uygun lisans seçeneğini belirlemek önemlidir. Kullanıcılar, ihtiyaçlarına göre en uygun planı seçerek, Office 365 hizmetlerinden en verimli şekilde yararlanabilirler. Bu sayede hem bireysel hem de kurumsal anlamda verimlilik artırılabilir.
Office Key
Office Key, Microsoft'un popüler ofis yazılımı olan Office paketinin etkinleştirilmesi için kullanılan bir anahtar kodudur. Bu anahtar, yazılımın yasal olarak kullanılabilmesi için gereklidir ve her bir lisans için benzersizdir. Kullanıcılar, Office paketini satın aldıklarında, Office Key ile birlikte gelirler ve bu anahtarın doğru bir şekilde kullanılması, yazılımın tüm özelliklerinden yararlanmak için önemlidir.
Bir Office Key kullanarak Office uygulamalarını etkinleştirirken, dikkat edilmesi gereken bazı noktalar vardır. Öncelikle, anahtarın geçerli olduğundan emin olun. Geçersiz bir anahtar, yazılımın etkinleştirilmesini engelleyebilir. Ayrıca, anahtarın yalnızca bir cihaza atanabileceğini ve bu nedenle bir kez kullanıldıktan sonra bir başka cihaz için yeniden kullanılamayacağını unutmamak önemlidir.
Office Key'inizi satın alırken, güvenilir satıcılardan almanız tavsiye edilir. Çünkü bazı satıcılar, sahte anahtarlar satabilir veya anahtarları başkalarıyla paylaşabilir. Yasal olmayan bir Office Key kullanmak, yazılımınızı tehlikeye atabilir ve yasal sorunlar doğurabilir.
Bunların yanı sıra, Office uygulamalarınızı güncel tutmak da önemlidir. Microsoft, zaman zaman güncellemeler yayınlar ve bu güncellemelerin uygulanması için etkin bir Office Key gereklidir. Güncel yazılım, güvenlik açıklarını kapatır ve yeni özelliklere erişim sağlar.
Sonuç olarak, Office Key, Microsoft Office yazılımının doğru bir şekilde kullanılabilmesi için kritik bir bileşendir. Bu nedenle, kaliteli bir anahtar almak ve kullanma koşullarına dikkat etmek, kullanıcıların karşılaşabileceği sıkıntıları minimize edecektir.
Windows Lisans
Windows lisans, Microsoft'un işletim sistemi olan Windows'un yasal kullanımını sağlamak için gereklidir. Windows, dünya genelinde milyonlarca kullanıcı tarafından kullanılmakta ve devamlı olarak güncellenmektedir.
Windows'un birkaç farklı lisans türü bulunmaktadır. Genelde en yaygın kullanılan türler arasında perakende lisans, OEM lisansı ve volüm lisansı bulunur. Her bir türün kendine özgü avantajları ve dezavantajları vardır.
Perakende lisansı, kullanıcıların doğrudan Microsoft'tan veya yetkili satıcılardan satın alabileceği lisans türüdür. Bu lisans türü, kullanıcıların lisansı birden fazla cihazda kullanabilmelerine imkan tanır.
OEM lisansı ise, genellikle bilgisayar üreticileri tarafından önceden yüklenmiş olarak satışa sunulan bir lisans türüdür. Bu tür lisanslar, sadece belirli bir cihaza bağlıdır ve genelde transfer edilmesi mümkün değildir.
624 notes · View notes
theopulenthq · 6 months
Text
Tumblr media
WHAT GOES AROUND COMES AROUND….
Nothing stays hidden forever. Especially not during rounds of assassinations, and several world leaders tucked under one roof. As an uneasy civility settles in Lal Qila, those at the helm of power decide to assert their effectiveness. In an effort to re-establish their command of Lal Qila and curry favor with those affronted by the memoriam, the Mughal Empire (in collaboration with Madagascar) revealed the findings of their investigation in the grand hallway of an early morning, before breakfast was even served. The following list was revealed to name these individuals as the most suspicious within the court - and their reasoning why.
Egypt’s bookkeeper, Emine Bulut, is not as she seems. Many suspect that she is, in fact, working with the Perisa to investigate the Turkish royal family and may have other experience in espionage. 
Thailand needs to look within its own ranks. It’s been found that military commander, Kinsey Gladwin, is tied to the English forces.
The loyalties of those under the French flag cannot be trusted, fortune teller Delphine Baudelaire’s loyalties are debatable.
Correspondence highlighting Regent Sultan Rostam’s distrust in his family, suspecting them of contributing to his husband’s death. 
Copies of records of controversies related to the Qajar family previously thought to be all destroyed, found in the Sultana Arshiya of Persia’s belongings along with proof of the destruction of other documents.
Some suspicion is thrown towards Ethiopia - their interview scrolls were mysteriously disposed of, and it would seem their rooms were not searched as deeply by the French military as other courts. When pressed, both sides of the conflict admit that they have nothing on Ethiopia, and perhaps it is this lack of information that has left them under closer scrutiny. 
Not ones to be outdone, the vengeance of Thailand is never far behind. The findings of France’s search within the royal apartments and chambers are brought to light by sundown of that same day. Within the very same grand hallway, they call upon those in residence to reveal the following findings, attempting to further destabilize the Mughal Empire.
Evidence of foul play is brought to light against the Dowager Duchess Tatiana Kanto around the death of her ex-husband.
Letters exchanged between the Emperor Kaito of Japan and King Elias of Germany detailing Japan’s secret financing of Germany to ward off China’s motives.
The relationship between the Empresses and their lover is on thin ice, with Empress Eesha seen scheming with her lover against Empress Rashmi.
Growing unrest among the leadership in Scotland, with Commander Cailean suspected to be working with rebellious forces against the Stuart’s. Perhaps they have something to do with the King’s absence?
The Crown Princess of Germany, Eleanor Hatzfeld, is actively planning to overthrow the King and secure herself and her (unknown) lover on the throne.
Amidst the scandal and gasps, kingdoms with their own burning suspicions take the opportunity to reveal their own discontent. Sound floods the grand hallway as accusations are thrown every which way, but one voice was heard loudest. It is the Prince of China, Angelo Tolentino, who steps up to reveal what treason and theft lies within the Chinese Empire. Financial papers showing funds exiting the Emperor of China’s trust with the Princess Kai-Ming of China’s handwriting reveal Kai-Ming to be a suspect in this fight.
Meanwhile, those under the Ortiz’s employment call out the Bonaparte’s growing formidability and glory. Members of the Bonaparte family have been reunited at Lal Qila, and with so many of its former royals finding success and influence… Many Spanish courtiers speculate that they would be better placed to rule than the Ortiz’s. Screaming, fighting, and a perfect Spring storm befalls Lal Qila.
In the five days that follow amidst the rainstorm, the aftermath of spilled motives and agendas plague Lal Qila. What began as a step forward in the investigation instigated a greater divide between the two sides. Fortunately, saner heads prevail. Unperturbed by the revelations; Baron Hugo Von Galen, Viscount Maximilien Gauthier, and Princess Yifei Qing come together to bring reason and calm to Lal Qila. It is apparent that both sides are too consumed by grief and ego to lead the investigation. 
The three strike a plan; a council, run by kingdoms famed for their neutrality, shall lead the investigation forward. Untouched by the drama of the murders, and having notoriety for each going several years without war or exception strife, and the long-standing alliances with most Kingdoms in attendance. The choice of who to bring in to act as the facilitator is simple. The three peacekeepers appeal to the rulers from all sides, until a wary agreement is made and treaties are signed.
Not long after, the ships of Norway and Brazil land at the Mughal Empire’s coast. A sigh of relief can be heard through the halls as everyone comes around to the idea of peace… but who knows what hurt feelings fester beneath the new information brought to lie. Once a secret is told, it can never be untold, and now some may pay the price for their sins. 
Welcome Norway and Brazil to the Opulent HQ! Below the cut you can find additional information.
IMPORTANT! PLEASE READ! The investigative council, manned by the royal advisor of Norway and the commanding officer of Brazil, will consist of one muse per mun to be placed on the council. These muses, selected by each mun, will be given choices periodically to vote on that will change the course of future plot drops. More information, including the submission form for the muse you choose to put on the council, will be coming shortly. NOTE - your muse does not have to be a royal to be placed on the council! Ideally, we hope to see a variety of classes, countries, and personality types on this council.
Due to the sensitive nature of many secrets, some muns/muses did not get a feature (or as heavy of one), but these have been noted and will get recognition in the next plot drop!  
The muse count has been lifted to 8 muses per mun, but be mindful that the 1 week wait between muses is still in effect! That means if you apply for your 7th muse, you must wait a minimum of 1 week from acceptance to take on your 8th and final muse. 
Please visit our KINGDOM PAGE to read up on our newest arrivals to the group - Norway and Brazil! 
You do not need to end or adjust threads to stay in line with the timeframe, but you can if you want! Otherwise, all new threads must take place either within the events of the plot drop (including the 5-day rainstorm after the spilling of secrets) or afterwards. If you have any questions on this, don’t hesitate to reach out!
We understand that this may create a LOT of interpersonal drama. Please feel free to reach out to us if you want to let us know any big changes for your character, or to suggest how to implement any ideas for further drama, especially relating to the secrets that were revealed. We want to work with you to make your ideas come true!
6 notes · View notes
thenxghtwemxt · 8 months
Text
@espionisms | Emine and Angelo, The Bar at the After-Hours Card Game
As far as memoriams go, the Sharma's have it right. Who wants to sit around and mourn when playing games and drinking fine liquor is a viable option? The game of roulette is perfect for Prince Angelo. An exercise of luck and spirit, more than the strategy needed for a card game. By the time he finishes a third round, his pockets are heavier than when he'd arrived. A sure-fire sign it's time to bow out and collect his chips (and ego). It's only as Angelo approaches the double doors that he catches a look at them - Emine Bulut. His step-sister's illustrious bookkeeper (a tedious employee for a tedious sultana). What a shame, too. A pretty face like that lost inside the worn pages of whatever book she found herself occupied by. "Miss," he bellows, approaching Emine with his lips lacquered in rum. "I assure you that your books will be waiting, long after the festivities come to a close." Angelo teases, sliding into the velvet seat opposite from Emine. "Unless, of course, you were just waiting for me to collect my winnings and come find you."
Tumblr media
13 notes · View notes
cherryinsalemverse · 5 months
Text
Bölüm 1: Sincaplar Konuşamaz Ama Mantarlar Susmaz
Kelime: 3027 Karakter: 22860 Okuma süresi: 16min
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Büyülü Orman, Teşamuh
Eğer yol sormak için bir sincap yada konuşan mantarlar arasında seçim yapmanız gerekirse mutlaka sincapları seçmelisiniz. En azından elinden gelse Eliza bunu tercih ederdi. Kaybolmasının ardından saatler geçmiş ve orman yıldız ışığına bile hasret kalmıştı. Hava bir bahar gecesinden beklenmeyecek kadar soğuk, elbisesinden geriye kalanlar uzuvlarını kaplayamayacak kadar azdı.
Patlamalar sonrası ormana kaçarken sarayın tünellerinde kaybolmuştu. Yolunu bulduğunu sandığı anda ise derinlere ve daha derinlere ilerlemişti. Ne kadar zaman geçtiğini tam olarak bilmiyordu. Orman, yaşanan tüm gecenin kaosundan uzaktı. Sessiz ve sakindi. Anlaşılan insanların ölüm çağıran çığlıkları ve yıkımın sesi bu kadar derinlere ulaşamıyordu. Yüzüne çarpan sıcaklık hissini hala derisinin altında hissedebiliyordu. Ormanın temiz havasını ciğerlerine doldursa da burnundaki sülfür ve yanan leşlerin kokusunu unutamıyordu. Aldığı derin nefesler başını döndürse de bu gecenin anıları aklına kazınmıştı. Kulaklarında asılı kalmış çığlıklar ve meşe ağaçlarının şarkıları sırayla uğulduyordu.
Eliza koşmayı çoktan bırakmıştı.
Kollarını kendi etrafına dolamış, bir parça sıcaklığa aç, yönünü bulmaya çalışıyordu. Başaramayacağını düşündü, durdu ve nefesini toparlamaya çalıştı. Ağzından çıkan her bir soluk havada ufak bulut parçaları gibi asılı kalıyor, teni gittikçe daha da rengini kaybediyordu.
İçinin yandığını hissedebiliyordu Eliza, ciğerleri alev almıştı sanki. Derisinin altında binlerce ateş karıncası geziniyordu ama vücudu gittikçe ısısını kaybediyor ve güçsüz düşüyordu. Büyük meşelerden birisinin dibine çömeldi ve bacaklarını kendine çekerek oturdu. Düşmanı olmayan birisinin onu bulmasını umut ediyordu.
Yaptığı saçmaydı, durmaması gerekiyordu. Koş. Kaçmalıydı, peşinde olan şey her ne ise ondan kaçmalıydı. Koş. Her bir hücresi çığlık çığlığa bağırıyordu. Koş, koş, koş. Yaptığı saçmaydı, bunu Eliza’da biliyordu ama hiç enerjisi kalmamıştı ve geceyi atlatabileceğinden bile şüpheliydi.
Titrek bir nefes aldı. Tüm hayatı boyunca kendini hazırladığı gelecek, sadece bir gecede ellerinin arasından kayıp gitmişti. Omuzları sarsıldı. Babasının ona bıraktığı vasiyetini yerine getirememişti. Hepsini kaybetmişti, her şeyini. Yanaklarından akan şişman yaşlar tenini kaşındırıyordu. Boğazına gelen bir hıçkırığı yutmaya çalışırken dudaklarını ısırdı ve sessiz olmaya çalıştı. Ağlamak onu kurtarmayacaktı. Durmalıydı. Durmalı ve güçlü olmalıydı.
Avuçlarıyla yarım yamalak yanaklarını silerken ufak bir ses duyduğunu sandı, belli belirsiz bir ‘pısst’ sesi. Bu ses öylesine kısık bir sesti ki duyduğuna emin olamıyor, kendisine bunu kanıtlayamıyordu. Nefesini tutup odaklanmaya çalıştı, kesinlikle bir şey duyuyordu!
"Cani!" dedi tiz bir erkek sesi. O kadar kısık bir sesle bağırmıştı ki nereden geldiği asla belli olmuyordu.
"Sen kimsin?" Eliza karanlığa doğru sordu. Karanlıkta zor gören gözleri etrafına bakınıyor,-birisini- sesin sahibini arıyordu.
"Siz insanlar ne kadar da gaddarsınız. Kuzenimi öldürüyorsun üstüne de ağlıyor musun? Hah! Küstah şey!" bu sefer bir kadın sesi sertçe çıkıştı. Kuzenini öldürdüğünü iddia eden bir kadın sesi.
"Asıl sen kimsin be kadın? Kendini tanıtmadan bir başkasının kimliğini sormak ha, kaba insanlar." erkek sesi huysuzca homurdandı. Eliza kaşlarını çattı. Ses karşısındaki ağaçtan geliyordu (oradan gelmesi gerekiyordu!) ama ağacın ne çevresinde ne de üstünde kimse yoktu. En azından Eliza’nın görebildiği kimse.
"Bakınmaya devam et, belki birkaç yüzyıla bizi görebilirsin." diye alay etti erkek sesi. "Bu kadar çok gözünüz olup da nasıl bu kadar kör olabiliyorsunuz sahi? Artık hayret bile edemez oldum, bu düpedüz aptallık."
"Siz hayalet misiniz?" diye sordu Eliza aldırış etmeden. "Neden sizi göremiyorum?"
"Belki biraz eğilmeye çalışsan canım, herkes sizin gibi gür olacak değil ya!" kadının sesi bu sefer nazik ve yumuşaktı ama sözleri keskinliğinden hiçbir şey kaybetmemişti.
Eliza gözlerini kıstı ve eğildi. Ellerindeki ve içindeki sıcaklık hızla kayboluyor ve soğuk boş bulduğu gibi içine içine işliyordu. Kollarının üstünde ağacın dibine çöktü. Bir çift mantar ve kovukta saklanan bir sincaptan başka hiçbir şey göremiyordu.
"Sincaplar ne zamandan beri konuşur oldu?" sesinde hayret ve alay vardı.
"İnsanlar ne zaman bu kadar aptal oldu? Hayır, cidden, hayvanlar konuşur mu hiç yahu?!" Eliza’nın gözleri şaşkınlıkla açıldı. Ses mantarlardan geliyordu. Lanet olası mantarlardan! Ağızları bile yoktu, yada ses telleri, tabii ki de sincapların konuşacağına inanmak daha mantıklıydı. Değil mi?
"Özür dilerim," dedi ağzına gelen birçok hoş olmayan kelimeyi yutarak, "size kabalık yapmak istemedim."
"Kuzenimin üstüne oturmadan önce söyleseydin belki birazcık inandırıcılığın olurdu kızım." arkasına göz attığında cidden üzerine oturulmuş -onun az önce oturduğu- mantarı gördü.
"Özür dilerim, cidden kuzeninizin orada olduğunu bilmiyordum." Eliza bu kadar üşümüyor olsa yanakları kızarırdı belki de.
‘’Polly’nin kuzeni.’’ diye homurdandı huzursuz mantar.
"Bana yardım edebilir misiniz?" kuruyan dudaklarını diliyle ıslatırken hızla sordu. Annesinin nerede olduğunu öğrenebilirdi belki de, siyah şövalyelerin, beyazların, kırmızıların hatta belki Salem'in.
"Utanmaz kız!" Diye azarladı erkek. (Eliza’nın tahminine göre solda bulunan mantar.) "Daha şimdi kendin işlediğin suçu itiraf ettin ve özürlerini sundun, yine de yardımımızı mı istiyorsun?!"
Hoş, bir çift mantara güvenebileceğinden kendisi de emin değildi. Sonuçta hayatında ilk kez mantarlarla konuşuyordu. Açıkçası bunu nasıl başardığını kendisi de bilmiyordu. Görünürde ağızları, gözleri yada sesin çıkıyor olabileceği herhangi bir delikleri yoktu. Bir çift normal görünümlü meşe mantarlarıydılar, gözle görülemeyecek kadar ufak hareket eden bir çift.
"Sadece bu sefer için bana yardım edemez misiniz?" dedi elinden gelen en kibar sesiyle. Boğazı o kadar kurumuştu ki nefes alması güç hale gelmişti.
"Dem, kıza yardım etmezsek ölüverecek burada." dedi kibar mantar Polly.
"Eh, ölüversin ne olacak." Dem'in huysuz ve aksi sesi, Eliza’ya, ona biraz yardım edecek olmanın Dem'in elinden ne alacağını merak ettirdi. (Tam olarak mantarların elleri yoktu oysa.)
"Ormanda kayboldum." dizlerinin üstünde yükselirken duraksadı. "En azından bana bir yol gösteremez misiniz?"
"Ormanda insanlar var," dedi Polly. "Bir tanesi buraya çok da uzak sayılmaz. On kök mesafesinde." On kök?  Bir çeşit bitki ölçüm birimi olsa gerek.
"Peşimde beni arayan insanlar var, onlardan birisi olmadığını nasıl anlayacağım?" dedi sesini dolduran korku ve şüpheyi bastırmaya çalışarak.
"Kızım ormanın ne kadar kalabalık olduğundan haberin yok mu senin? Nereden bilelim biz!" diye çıkıştı Dem. "Orman bu gece insan kaynıyor. Doğudan batıya kadar sizinle doluştu buralar."
"Ah evet, evet. Özellikle şu ağır kıyafetlerden giyenler. Birkaç saat önce meşaleleriyle ormana doluşmaya başladılar. Ne kadar kaba! Ormana ateş sokulur mu hiç öyle." Polly alıngan bir dadı gibi ağzının içinde gevelemeye başladı. Kaba insanlar üzerlerine basıyor, onları kopartıyor ve bunlar yetmezmiş gibi yok edici bir gücü evlerine sokuyorlardı. Ateşi!
Eliza ikileme düştü, bahsettikleri ağır kıyafetler zırh olmalıydı. Bu şövalyelerden bahsettikleri anlamına da gelebilirdi, düşmandan da.
"Bir arkadaşım var," diye sesli düşündü Eliza. "Onlarla birlikte olduğunu sanmıyorum. Zırhı yok, siyah saçları var ve yürüyen bir cesede benziyor." Salem için elinden gelen en iyi tarifi yapmıştı.
Mantarlar düşünüyormuş gibi bir süre sessiz kaldılar, belki de uyumuşlardı. Konuşmanın tam ortasında. Neden olmasındı ki? Yüzleri olmadığı için sessizliklerinden pek bir şey anlaşılmıyordu.
"Tamam," dedi Polly uzun süren bir dakikanın ardından. "Kabul. Sana yardım ederiz."
"Ama bizi de seninle götür." Dem ekledi. "Ateşten pek haz etmem." Eliza sarsak bir biçimde kafa salladı.
"Arkadaşların bu yönde." ikisi de fark edilmesi neredeyse imkansız bir hareketle sola doğru eğildiler. Eliza belki de uzun süredir onlara dikkatle bakıyor olmasa bunu fark edemezdi.
"Teşekkür ederim, çok teşekkür ederim." ardı ardına sayıklarken hızla ayağa kalktı. "Peki sizi nasıl yanıma almalıyım?" dedi ellerini Dem ve Polly’e uzatırken. Onları topraktan sökmek, kafalarını sökmek gibi bir izlenim yaratmıştı kafasının içinde.
"Korkak olma be! Topraktan sökeceksin sadece. Aman diyeyim, boynuma dikkat et. Sakın ha kopartma!" Eliza mantarları büyük bir dikkatle sıkıca kavradı ve onlar söylenedursun ikisini de bir çırpıda topraktan çıkarttı.
Çıplak ayaklarıyla sola doğru koşmaya başladı. Heyecandan acıyan ayaklarını farketmiyordu. Akan zamanı farketmeksizin koştu, güçsüz düşen bedeninin sınırlarını zorlayarak, ölümünden her adımında kaçtığını hissederek koştu.
Nefes nefese kalmıştı ve korkmuştu da. Mantarların dediği yolu takip etmişti ama etrafta kimse yoktu. Ormanın o kadar derinlerine ilerlemişti ki etrafta ne en ufak bir ışık parçası ne de en ufak bir ses vardı. Kemiklerini donduran soğuk hava olmasa canlı canlı gömüldüğüne inanabilirdi. Ama hayır, asıl orman sessizliğe gömülmüştü.
Yanlış yola saptığında ona bağıran sesler yok olmuştu. Rüzgar sakinleşmiş ve çekirgeler tamamen susmuştu. Kendi nefes sesinden başka bir şey duyamıyordu. Etrafında hiçbir şey yoktu ama yine de her bir hücresi bağırıyordu. Koş! Koş! Güvende değilsin! Koş! Hemen arkanda!
Eliza durup etrafını dinlemeye başladı. Yalnızdı. Yalnız olmalıydı!
Tam arkasından yüksek bir dal kırılma sesi dikkatini dağıttı ve kendi ayağına takılıp yüzükoyun yere düştü. Tüm bedeni titriyordu, gözleri acıdan dolmuştu. Ağır ve yavaş adımların kuru yaprakları ezdiğini duydu. Ses bu sefer çok daha yakından geliyordu. Eliza arkasını döndü ve ellerinde bulunan tek şeyi -konuşan mantarları- havaya kaldırdı.
Yaş dolu gözleri karanlıkta çok net göremiyordu. Taş kesmiş bacaklarını güç bela oynatıp kendisini sesten uzağa itmeye çalıştı. Geri geri süründü. Önünde birisini göremiyordu ama sesin geldiği yönü biliyordu. Karşısında birisi vardı.
"Eliza?"
Ses bir kamp ateşi kadar sıcak ve yumuşaktı. Ve de oldukça tanıdık. Endişelenmiş gibiydi. Eliza mantarları fırlatmak için hazır tuttuğu ellerini yavaşça indirdi.
"Aslan?"
Sesi -sonbaharda ağaçta kalan o son- kuru yaprak gibi tir tir titriyordu.
Aslan iki büyük adımla Eliza'ya ulaştı ve yanında diz çöktü. Eliza’nın suratını iki elinin arasına aldığında ambar rengi gözleri hızla iyi olup olmadığını inceliyordu. Tek eli Eliza’nın tüm suratını kaplayacak kadar büyüktü.
Eliza’nın vücudundaki tüm adrenalin bir anda çekildi ve gözlerini kapattı. Sakin bir nefes aldığında vücudu hiç olmadığı kadar ağır hissediyordu. Aslan’ın sıcak ellerinin yanaklarını ısıtması mı yoksa kırmızı şövalyelerinin kaptanının, yeni dükün, onu bulması mı daha sıcak bir histi bilmiyordu.
‘’Sorun yok.’’ diye onu yatıştırmaya çalıştı Aslan suratında rahatlayan bir ifadeyle. Koca parmaklarıyla yarım yamalak Eliza’nın göz yaşlarını silmeye çalıştı. Eliza o ana kadar ağladığının farkına varmamıştı. Aslan’ın sıcaklığına sokulup sakinleşmek için biraz beklemek istedi. Üç derin nefes aldı. Kendisine bu kadar süre tanımıştı.
‘’Ben iyiyim.’’ dedi Aslan’ın -hala yanaklarında duran- ellerini tutarak. ‘’Annem. Annemi gördün mü?’’
‘’Kraliçe Neva siyah askerlerle ayrıldı.’’ Aslan onu kucaklamadan önce pelerinini Eliza’nın omuzlarına doladı. ‘’Saldırganlar gelmeden önce seni buradan çıkartalım.’’
Eliza sesini çıkarmadan kollarını Aslan’ın boynuna doladı. Hayatta kalmıştı. Bütün bu olanlar kötü bir rüya gibi gelse de bir gerçekti ve Eliza hayatta kalmıştı. Bunu başarmıştı. Çok yorulmuştu ama bunu başarmıştı.
Eliza üşüyen burnunu Aslan’ın ter, is ve kan kokan boynuna dayadı. Aslan’ın sıcak nabzının parmak uçlarında bıraktığı hisse sıkıca tutundu bir süre.
‘’Sol,’’ Eliza hareket ettiklerini fark ettiğinde mırıldandı. ‘’Salem beni arıyor, önce onu bulmalıyız. Soldan git.’’
Aslan bir şey demek ister gibi bir an ağzını açtı. Gözleri Eliza’ya itiraz ederek bakıyordu.
‘’Lütfen.’’ Eliza bakışlarına aynı yumuşaklıkla karşılık verdi. Aralarında karşılaştıkları ilk andan itibaren sessiz bir ateşkes ilan edilmişti. Aslan çenesini sıktı ve hiçbir şey demeden sola döndü. Büyük adımlarla, yavaşça yürüyordu. Ses çıkartmamaya ve Eliza’yı rahat hissettirmeye özen gösteriyordu.
Sessizlik devam ettikçe Eliza’nın gözleri dalıyor, suratı acı bir ifadeyle çarpılıyordu. Kendisini korkularından ve gördüklerinden oluşan bir girdabın içerisinde kaybediyordu. Her şey gözlerinin önünde başa sarıyor ve başa sarıyordu. Eliza hiçbir defasında bir şey yapamıyordu. Korkuyordu, yaralanıyordu, kaçıyordu, ağlıyordu ama hiçbir şey yapmıyordu. Babası olsa ne yapardı bilmiyordu ama kendisinin yaptığını yapmayacağından emindi.
Eliza farkında olmadan mantarları tuttuğu elini göğüsüne götürdü. Parmakları Aslan’a değdiği için kırmızıya bulanmıştı ama bu kanın tek sorumlusu ona göre kendisiydi.
‘’Neden mantarları tutuyorsun?’’ Aslan, Eliza’nın düşüncelerini okuyabiliyor, hislerini anlıyormuş gibi onu kendi kafasının içinden çıkartmaya çalışıyordu. Eliza içi boş bakışlarla mantarlara baktı. Baktı. Baktı.
‘’Bana yolu tarif ediyorlar. Ediyorlardı yani. Bir süre önce, kaybolduğumda.’’
‘’Mantarlar?’’ Aslan kaşlarını kaldırarak sorguladı. ‘’Mantarlar sana yolu söylediler.’’ yürümeyi bırakıp dikkatle Eliza’nın suratını inceledi.
‘’Hayır tabii ki de.’’ Eliza huysuzca çenesini kaldırdı. ‘’Hem ikisi de oldukça dırdırcıydı. Emin ol onları yemek istemem. Gerçi yanlışlıkla kuzenlerini öldürdüm sanırım.’’
‘’Peki o zaman neden onları hala yanında taşıyorsun? Yemeyeceksen yani?’’ Aslan tekrar yürümeye başladı. Eliza ellerinde yırtık bir çuval unmuşçasına gittikçe hafifliyordu. Aslan kalbinin her atışında sancımasını göz ardı etti. Etmeye çalıştı.
‘’Öyle anlaştık.’’ Eliza omzunu silkti, ‘’gerçi onları kopartmamamı söylediler ama eh işte. Hızlı hareket etmem gerekiyordu.’’
‘’Peki hangi yoldan gitmeliyiz, bunu hala söylüyorlar mı?’’ Eliza mantarlara baktı. Onları kopardığından beri ağızlarından -ağızları yoktu- tek bir kelime bile çıkmamıştı. Aslan’ın büyük adımlarıyla epey bir yol ilerlemişlerdi ama ortada Salem’den hala bir iz yoktu. Asla büyümeyen, kendini beğenmiş, şımarık, ukala büyücüyü ile karşılaşmak Aslan için hiç bir zaman keyifli denebilecek bir deneyim olmamıştı ama Eliza bu haldeyken, prensesi bu haldeyken, içinden bildiği bütün Kuzey Tanrılarına yalvarıyordu. Lütfen, lütfen yardım edin.
‘’Yeni bir şey yok, aynı yoldan devam.’’ Eliza iç geçirdi ve kafasını Aslan’ın omzuna yasladı. Beyni kafasının içinde şişiyor ve ağrı yapıyor gibi hissediyordu. Uzun süredir sessiz olan mantarla da oldukça sinirlenmişti, kendilerini ne sanıyorlardı! Onu deli gibi gösteriyorlardı, belki de delirmişti.
İkili çok geçmeden Salem’i buldu. (Aslan neredeyse Salem’i gördüğü için mutlu bile olabilirdi.) Salem tek parçaydı ve durumu iyiydi. Hatta onları gördüğü gibi sinirle bağırmaya başlayacak kadar iyi.
‘’Sana ne oldu böyle?!’’ Salem’in sesi bir kılıç kadar keskindi. Çökük yanakları is kaplıydı ve sağ kaşında hala kanayan bir yarası vardı. Siyah saçları içinde bir sincap yuva yapmışçasına karımıştı ve teni normalde olduğundan çok daha soluk gözüküyordu.
Eliza içine derin bir nefes çekti.
Salem biraz yıpranmış ve agresif olabilirdi ama tek parçaydı. Hayattaydı. Sıcak bir rahatlama hissi Eliza’yı bir battaniye gibi kaplamaya başladı. Sıcaklık kalbinden parmaklarına kadar yayılıyor ve tüm vücudunu uyuşturan bir karıncalanma hissi başlatıyordu.
‘’Onu koruma görevi sendeydi.’’ Aslan homurdandı.
‘’Onu korudum da zaten.’’ Salem yorgunca çıkıştı. ‘’Tünellerde cehennem yaratıkları peşimize düştüler. Ben onları geri tutarken Eliza’nın ormana kaçması gerekiyordu.’’ tek eliyle Aslan’ın kollarında yatan prensesi gösterdi. ‘’Onun burada olması gerekiyordu, senin kollarının arasında değil.’’
‘’Görevini düzgünce yapsaydın şu an kendi ayakları üzerinde durabiliyor olurdu belki de.’’ Aslan gözlerini kısarak karşılık verdi.
Salem duraksadı ve Eliza’ya baktı. Cidden baktı. Gözlerinin altı kararmış, saçları Ayna Dağları’nın rüzgarlarına yakalanmış gibi dağılmıştı. Teni damarlarını gösterecek kadar rengini kaybetmişti ve baştan aşağı kan ve is lekeleriyle kaplıydı. Yanaklarında uzun ince çizgiler ağladığını işaret ediyordu. Çıplak ayaklarının altındaki yaralar tüm ormanı koşmuşluğun izlerini taşıyordu.
Salem’in içinde yükselen tüm duygular birden sönüverdi. Eliza sadece birkaç saatliğine kaybolmaktan çok haftalardır süren bir yıpranmışlığın izini taşıyordu üstünde. Birkaç saatte, sadece birkaç saatte nasıl bu hale gelebilmişti? Salem sessizce kendi üstündeki siyah pelerini prensesin yarı çıplak bedeninin üstüne örttü.
Aslan’ın memnuniyetle başını salladı. Eliza’nın bedeni kollarının arasında gittikçe hafifliyor, ısısını kaybediyordu. Salem ve Aslan’ın hızlı adımları açıklık boyunca durmadan ilerlemeye devam etti.
‘’Peşimizdeler,’’ güneşte kurumuş bir yaprak kadar kuru bir sesle konuştu Eliza.
Aslan ve Salem birbirlerine baktılar. Sessiz bir anlaşma. İkisi de prensesin bunu nasıl bildiğini sorgulamadı, sadece onaylar bir biçimde kafalarını salladılar.
‘’Sağdan ilerlersek Aftap yoluna birkaç saat içinde ulaşabiliriz. Binek bulduktan sonra ise Tan’a doğru yol almalıyız.’’ Salem dilinin ucuyla dudaklarını ıslattı.
‘’Kesinlikle olmaz.’’ Aslan kaşlarını çattı. ‘’Tan’a gideceğimizi de nereden çıkarttın?’’
‘’Başkent saldırı altında, başka nereye gidebiliriz ki? Sınırda durumun ne olduğu meçhul, böyle bir durumda Eko’ya güvencek değiliz.’’
‘’Tan’a güveneceğiz ama, öyle mi?’’ Aslan karşı çıktı. Ona göre krallığın en iyi günlerinde bile imparatorluk güvenilmezdi. ‘’Sol taraftan gideceğiz.’’
‘’Sınırda hiçbir şey yok. Kendimizi köşeye sıkıştırmış oluruz.’’
‘’Saray çok büyük bir darbe aldı, Tan’a güvenebileceğimiz bir konumda değiliz.’’ Aslan açıkladı. ‘’Kırmızı Şövalyeler’in yanı şu an krallıktaki en güvenli yer.’’
‘’Yol çok uzun.’’ Salem hala ikna olmamıştı. ‘’Eliza uzun yolu kaldıramayabilir.’’
‘’Tan’a gitmek daha kısa mı sürer zannediyorsun?’’
‘’Belki daha kısa sürmez ama yol çok daha güvenli. Sınıra kadar at sırtında mı gideceğiz? Yollar çok dengesiz. Eğer uçmanın bir yolunu bilmiyorsan Tan’a gitmekten çok daha uzun sürer.’’
‘’Sınır yolunda dinlenebileceğimiz bir yer biliyorum.’’ Aslan kestirip attı.
‘’Sağdan gideceğiz.’’ Salem ayağını inatla yere bastı.
‘’Soldan gideceğiz.’’
‘’Sağdan gideceğiz.’’
‘’Soldan gideceğiz.’’ Aslan, Salem’in üzerine doğru eğildi. Salem ise göz temasından kaçınmadan burnunu havaya dikmişti.
‘’Sağ.’’
‘’Sol.’’
‘’Kesin kavga etmeyi. Bu gece ormandan çıkabileceğimizi sanmıyorum. Ormanı tamamen kuşatmış olmalılar.’’ Eliza’nın huysuz sesi aralarına girdi. Salem burnundan derin bir nefes vererek geri adım attı.
‘’Prenses haklı, bu geceyi geçirebileceğimiz bir yer bulmalıyız.’’
‘’Solda geceyi geçirebileceğimiz bir mağara var.’’ Eliza hala mantarları tutan elini havada hafifçe salladı. Her bir kelimesinin ardından soluksuz kalıyor, konuşmak dahi onu fazlasıyla yoruyordu.
Aslan yorum yapmadan sola yöneldi.
Elli adım mesafede, ağaçların ve yosunların arkasında gizlenmiş bir mağara buldular. Aslan Eliza’nın burayı nasıl bildiğini sorgulamadı ve Salem’in karşı çıkışlarını duymazdan gelerek mağaraya girdi.
İçerisi soğuk ve karanlıktı. Kafalarının üzerinde bulunan dikitlerin sayısı mağaranın derinliklerine ilerledikçe artıyor, boyutları gittikçe büyüyordu. Yerler nemliydi ve havada tuhaf bir rutubet kokusu vardı. Salem söylenerek Aslan’ın önüne geçti ve hızla içerisini kontrol etti. Herhangi bir hayvan kalıntısı bulamamıştı.
‘’Burada saklanabiliriz.’’ dedi çömeldiği yerden. Arkasına dönüp Aslan’a bakma gereği duymamıştı, genç generalin ona bir tepki vereceğini zannetmiyordu. Gözlerini Eliza’nın üzerinden bir saniye için ayıracağından dahi şüpheliydi. Gösterişçi.
‘’Yerler çok nemli. Ateş yakmamız lazım.’’ dedi yere değdirdiği parmaklarını birbirine sürterken. Mağaranın her bir taşından her bir toz zerresine kadar büyü taşıyordu. Normal gözler için boş, ürkütücü ve konaklaması pek hoş olmayacak bir mağara olabilirdi ama Salem bir kalp atışı gibi ayağının altında dalgalanan gücü hissedebilecek seviyede bir büyücüydü. Sonuçta sarayın ilk -ve büyük ihtimalle son- büyü bakanıydı. O Salem’di. Salem. Savaş görmüş Eko askerlerin rüyalarını kabusa çeviren ve cehennem yaratıklarına ilk darbeyi vurabilen o adam.
‘’Kesinlikle olmaz, çok dikkat çeker.’’ Aslan kafasını iki yana salladı.
‘’Daha iyi bir fikrin var mı? Eliza’ya bir bak. Ateşe ihtiyacımız var.’’ Salem diretti ve mağaranın ağzına doğru uzun adımlarla ilerledi. ‘’Küçük bir ateş. Sadece birkaç saat yaksak yeterli olacaktır.’’
‘’Duman-’’
‘’Dumanımızı göremezler. Derinlere doğru bir hava akışı var. Dışarıya duman çıkmayacaktır.’’ Salem duraksadı ve Aslan’a döndü.
Aslan uzun uzun karşısındaki adama baktı. Önce ince dudaklarına, sonra uzun burnuna ve en son keskin bakan siyah gözlerine. Salem Aslan’ın suratında ne aradığını bilmiyordu ama Aslan aradığını bulmuş olacak ki yenilgiyle kafasını iki kez salladı.
‘’Ben biraz odun toplayacağım, çok uzaklaşmam. Burada kalın ve yardım gerekirse beni çağırın.’’ Salem sessiz adımlarla mağarayı terk etti.
Aslan içeriye boş gözlerle baktı ve kucağında Eliza’yla bir duvarın dibine oturdu. Prensesin bedeni Aslan’ın kollarının arasında bir ceset kadar hareketsizdi. Küçük soluklar halinde aldığı nefesi ağzından buhara dönüşüp dökülüyordu. Altın-kahve saçları kana bulanmış ve yanaklarına yapışmıştı.
Aslan elleriyle Eliza’nın kollarını ovuşturup onu ısıtmaya çalışırken Salem geldi ve topladığı çalı çırpıyla ufak bir ateş yaktı. Dediği gibi duman yükseliyor, mağaranın tavanını yalıyor ve derinlere doğru akıyordu.
‘’İlk nöbet bende.’’ dedi Aslan kafasını Eliza’nın kafasının üstüne yaslarken. Prenses burnunu Aslan’ın boynuna gömmüş, şövalyenin kolları arasında uyuya kalmıştı. ‘’Dinlenmeye çalış. Yarın uzun bir yolumuz olacak.’’
Salem o gün ilk kez Aslan’a itiraz etmedi ve Eliza’nın üstünden geri aldığı pelerinini yere serip üzerinde rüyasız bir uykuya daldı.
Aslan derin bir iç çekerken kafasını arkasındaki duvara vurmamak için kendisini zor tuttu. Başkaldırı, darbe, sınır antlaşması derken şimdi -sanki hiçbir başka sorunları yokmuş gibi- ortaya cehennem yaratıkları çıkmıştı.
Kaldıramayacağı bir yükün altında ezilecek gibi hissediyordu. Bugün onun için hayatının en uzun günü olmuştu. Bitmek bilmeyen bir gün. Şafağın etekleri sabahınkiyle iç içe geçti ve güneş ardından yeni bir günü değil, bir önceki günün uzantısını getirdi. Gün bitmemiş, onun için daha da uzamıştı.
Gece boyunca Eliza’nın vücudu ısısını kazanmış ve Salem uykusunda acı çeker gibi homurdanmıştı. Sabahın ilk ışıkları mağaranın soğuk duvarlarına vurmaya başladığında Aslan derin bir nefes aldı ve kafasının arkasını sertçe arkasındaki duvara vurdu.
4 notes · View notes
cagdasyatirim · 30 days
Text
ARKADAŞ...
Eski Türklerde cengaverler savaşırken arkadan gelecek herhangi bir saldırıyı kontrol edebilmek için sırtlarını bir ağaca, kayaya veya taşa vererek ok atarlarmış.
Atalarımız genelde bozkır hayatı yaşadıkları için bu sırt dayanan nesne genelde bir taş veya kaya olurmuş.
Yıllar sonra sırt dayanan taşın ismi ARKA-TAŞ dan ARKADAŞ şeklinde dilimize yerleşmiş ve bugün güvenebileceğimiz, bizi arkadan vurmayacak olan, samimiyetine güvendiğimiz kişilere verdiğimiz isim olmuştur.
Aşk ve arkadaşlık bir gün yolda karşılaşırlar.
Aşk, kendinden emin bir şekilde sorar;
-Ben senden daha samimi ve daha cana yakınım sen niye varsın ki bu dünyada? Demiş…
Arkadaşlık cevap verir:
-Sen gittikten sonra bıraktığın gözyaşlarını silmek için...
Hiç bir zaman arkadaşsız kalmamanız dileğiyle...
Bu hafta ulusal arkadaşlık haftası. Arkadaşlarına onları ne kadar düşündüğünü göster! Bunu tüm ARKADAŞ olarak düşündüklerine gönder,
Kavgayı,
Bir yaprağın üzerine yazmak isterdim…
Sonbahar gelince yaprak kurusun, dökülsün diye…
Öfkeyi,
Bir bulutun üzerine yazmak isterdim…
Yağmur yağınca bulut yok olsun diye…
Nefreti,
Karların üzerine yazmak isterdim…
Güneş açınca karlar erisin diye…
Dostluğu,
Ve sevgiyi,
Yeni doğmuş tüm bebeklerin yüreğine yazmak isterdim…
Onlarla birlikte büyüsün…
Bütün dünyayı sarsın diye……
Sonsuza dek arkadaş kalmak dileği ile... Tüm arkadaşlarım, iyi ki varsınız..❤️
2 notes · View notes
thewalkingpetals · 7 months
Text
Okay. This really is my last hope. I got scammed out of my rent money and I need to pay it tomorrow. I am terrified. I’ve linked my gofundme. Please, anything helps. Please, tumblr, be kind to me🩷 thank you
3 notes · View notes
bourgeoning · 8 months
Text
Tumblr media
over  the  course  of  her  assignment  in  ethiopia  ,  the  other  persistent  presence  in  her  life  ,  other  than  the  royal  family  ,  has  been  @espionisms  .  and  upon  catching  a  glimpse  of  unmistakable  ocean  hues  from  some  distance  across  the  room  ,  isra  knows  what  she  must  do  .  she  must  do  what  she  always  does  when  emine  bulut  makes  an  appearance  .  the  throngs  of  people  ,  thankfully  ,  had  thinned  out  since  the  beginning  of  the  ball  ,  making  her  approach  that  much  easier  , "  so  ,  we  meet  again  .  "  arched  brows  lift  and  fall  ;  whether  playfully  or  merely  to  replace  a  proper  greeting  ,  isra  isn't  sure  herself  .  whatever  the  case  ,  her  intention  is  friendly  .  "  if  only  it  were  under  better  circumstances  .  "  she  adds  in  a  lower  voice  .  with  the  tragedies  that  had  befallen  not  just  the  solomans  ,  but  kingdoms  across  the  globe  ,  isra  can  all  but  forget  ,  despite  the  festive  atmosphere  in  the  ballroom  .
Tumblr media
3 notes · View notes
vazgectimwagnerden · 2 years
Text
Tumblr media
bir kaç hafta öncesi. sevgili n. ile muaf’tayız. 40 yaşımı doldurmam vesilesiyle bir çılgınlık yapıp 2. biraları bile söylemişiz. dışarıdaki masalarda yaşlıca bir adam var, bir palyaço -bana inanabilirsiniz-. insanlarla konuşuyor -sanki daha çok güzelce genç kızlarla-  arada burnunu veya peruğunu değiştiriyor, bol bol fotoğraf çekiyor, bazen birden herhangi biriyle sanki daha önce başlamış çok çetrefilli bir sohbetin ortasından devam eder gibi konuşmaya başlıyor. n.’ye bakıyorum, zihnimden geçenleri anlıyor ‘hiç bulaşma’ der gibi bakıyor, tamam diyorum, ama merakıma yenilip birisine sormadan da edemiyorum: -beyamca kim acaba?
fuat onan diyor garson, emektar tiyatrocu, çiçek abbas’ta muavin, ordan hatırlarsınız. vay canına diyorum, aslında o an hatırlamıyorum ama bu kadar çok bilgi alkolün de etkisiyle beni şaşırmaya sevkediyor. ismini aratıyorum, instagram hesabı, fotoğraflar... n.’ye diyorum, bak, istanbul sanki o kadar da kötü değil, yani öyle aklına esip bir palyaço kılığında gelip burada içebiliyor insanlarla sohbet edebiliyorsun, kimse de sen neden böyle giyindin demiyor?
palyaço kılığında olmak diye bir şey olmaz diyor n. palyaço gibi giyinirsen palyaço olursun, öyle giyinmemişsen de bir palyaço değilsindir. bu konuda seninle hemfikir değilim ama çok güzel ifade ettiğin için karşı da çıkmayacağım diyorum.
40 yaşımı doldurmakla ilgili aldığım notları dinlemeye hazır mısın? diye soruyorum
birasını kafaya dikiyor-
birincisi.. aztekler, -nasıl, yani nasıl birincisi aztekler, konuşmaya böyle mi başlayacaksın diyor? evet diyorum, okuduğum şu kitapta yazıyor, onunla başlayacağım.. animist aztekler, ‘görkemli evlerde oturuyor, pamuklu kumaştan ve tüylerden yapılma göz alıcı giysiler giyiyor, köpek eti ve çikolatayla besleniyor ve öldükten sonra (bak..  işte burası... parmağımla kitapta ilgili sayfayı işaret ediyorum) aztekler öldükten sonra yaşamaya değerli bir taş, bulut veya rengarenk bir kuş olarak devam edeceklerine inanıyorlar.
reenkarnasyonun böyle bir yorumuna denk gelmemiştim diyor n. 
öldükten sonra değerli bir taş olarak yaşamaya devam etmenin neresi çekici olabilir? belki aztek kabile şefi öldükten sonra kendisini karısının boynundaki bir kolyede yaşarken hayal ediyor diyorum, sen böyle şeyleri hiç anlayamıyorsun-
ayrıca bir bulut olarak yaşamaya devam etmek ne demek? bulutların birer hayvan gibi cisimlerinin olduklarına, bazen şekil değiştirdiklerine, seyreldiklerine, görünmez olduklarına, sonra tekrar toparlanıp asıl formlarına döndüklerine falan inanıyor olmalılar..
bu çılgın azteklerle yağmur hakkında konuşmak isterdim diyor n. -sanırım ölmüş ve şu buluta dönüşmüş olan arkadaşınız hayatta kaldığımız için bize kızgın.. ve üzerimize tükürüyor?
senin espri anlayışının bir kızılderili kabilesinde kabul göreceğini hiç sanmıyorum diyorum. 
palyaço (kılığındaki) adam yanımıza geliyor: sanki uzun uzun konuşuyorduk da, devam ediyormuşuz gibi bana şöyle diyor: palyaço oldum.. insanlar artık şaşırmıyorlar bu gezegende, koala olup gelsem yine şaşırmayacaklar, ne yapacağımı bilmiyorum vallahi artık..
vallahi insanlar şaşırmıyorlar artık diyorum.. nedense bu durum birden benim için de dünyadaki en üzücü şey oluyor. öldükten sonra bir bulut mu yoksa değerli bir taş olarak mı yaşamaya devam etmek güzel olurdu diye sorasım geliyor. ama peruğuna bakıyorum. o an bay fuat onan’ın rengarenk bir kuş olmayı seçeceğinden emin oluyorum.
Tumblr media
22 notes · View notes
aynodndr · 10 months
Text
SİHİRLİ SENLİ HAYALLERİM
Bir takım hayaller benimkisi
Olacağından değil sihirimsi
Tılsımlı düşler işte
Ya tutarsa diye
Nasrettin hocanın göle maya çalması gibi
Sihirli değnek değsin diye ömrüme
Bir ucu değsin yüreğine,
Senli benli düşler işte
Bir ucu değsin yollarıma
Sana varayım
Bir ucu değsin rüyalarıma,
Her gece seni göreyim
Bir ucu değsin hayallerime
Seni bulayım
Bir ucu değsin kalbine
Ben hep orada kalayım
Bir ucu değsin şiirlerime
Hep seni yazayım
İsmin şarkı olsun dilimde
Hep seni anayım
Vakti geçmiş ayrılığın
Sebebi olmayayım
Sadece benim kurduğum hayallerden ibaretsin
Yalansın, o sersem ışıkların gölgesinde
Hayalsin işte
Elimde çizdiğim kağıda çizdiğim bir resimsin
Emin ol bu yara
Kuş konmuş kanadıma
Seni unutunca kapanır mı yara
Belkide ben kurduğum Hayalleri sevdim
Seni değil..
#bulut✍️ 21. 11.2023
☾˙❀‿❀˙☽
5 notes · View notes
kalopcia · 1 year
Text
arkadaslar bulut bana fotoğraf attı... bulut attı hemde kendi isteyerek attı... hayal mi gördüm acaba... bir daha atması gerekiyomus gercekliginden emin olmam icin
3 notes · View notes
solumadokunma · 2 years
Text
Kadın
Münevver Karabulut: Öldürüldü
Helin Palandöken: Öldürüldü
Özgecan Aslan: Öldürüldü
Pınar Gültekin: Öldürüldü
Ceren Damar: Öldürüldü
Emine Bulut : Öldürüldü
Değer Deniz: Öldürüldü
Cansel Buse: Öldürüldü
Şule Çet: Öldürüldü
13 yılda 3555 kadın öldürüldü!olmazsa yeni bireyler dünyaya gelemez!
Buna artık dur denmeli!
8 notes · View notes
magazintblr · 1 year
Note
Bir tane anonim vardı buradaki erkeklere güvenmeyin diye ekleme yapacağım ona...
Arkadaşlar daha da vardı bulut, Kayra, emir :D inanin çok fazla vardı ve hâlâ da var. bizzat sesini duymadan araştırmadan buradaki erkeklere güvenmeyin. Sonra gerçekten ağlarsınız cunku bazı insanlar o kadar iyi rol yapıyor ki o kişi aklınıza bile gelmiyor. diyorsunuz ki hayır erkekdi o ama kız. O yüzden burdan arkadaş yapacaksaniz, sesini duyun. Bir şeyler yapın ama emin olun. Zamaninda bir çok fake hesapla konuşmuş biri olarak soyluyorum bunlari canlarim güzel kizlarim
KESSİNLİKLEEEE AMAN AMANNN.
4 notes · View notes
dangermousie · 2 years
Text
 Bilal is so desperate to have Ecevit cave, he makes him watch the abuse tapes, ostensibly to verify the tapes are not blank, but in reality to break him down so he’d agree to murder. (But if he did, that is such a fundamental loss of self, I am not sure Ecevit could recover. He’s based so much of himself on following the law.)
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
And the way it breaks Ecevit but Bilal is relentless, seeking outlet for all his pain, desperate for what he sees as justice even if it’s not what Ecevit sees as justice. This show is nonstop trauma to a degree I have never seen in a Turkish show and very little elsewhere (perhaps Royal Nirvana or A Dirty Carnival are in the same range.)
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
And then the way they see Zeki and the horrors he’s recounting...omg.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
This is complete breakdown territory and we are only in ep 4. @academyofbrokenhearts​  told me that the main writer of the show was Pinar Bulut; I looked up what other shows she’d written and everything slotted into place - she did Ezel which was VERY dark and also about innocents yearning for vengeance (a modern reimagining of Monte Cristo, in fact) with a notoriously fucked up ending and is currently writing Taçsız Prenses which I checked out and liked but I had to bail on because it was so unremittingly dark I had to have some knowledge of the ending/arc before I could keep up (and had a mistreated child and a man who clawed his way out of past trauma but has serious issues about it.) 
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
And I get both Bilal and Ecevit but honestly, I am weak and I just want the misery to end.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
But the thing is, even with all of this, he still does. He sends the tapes in, he leaves Sait alive, even if it’s for an insane plan of pretending to be his attorney to railroad him during litigation. And it’s really because for him his justice is relying on the legal system he built his identity around. I mean, he was even fine with the fact that he was raped to be out in public and known to everyone in his life and total strangers if that meant the guys would be put away - his initial plan was to get Huseyn to confess on tape about him and the rest being raped and submit THAT as evidence. He only backed off when Bilal made it clear he’d kill himself if that happened. And that’s a man who is so traumatized and ashamed by this, he’s not told anyone for decades and still has serious, full blown PTSD about it. Because that’s how much it would be justice and vindication for him - future harm stopped and past harm avenged by the system working as it should, as it never did for him and his friends (and the fact that he dedicated his life to justice after he was given none is pretty mindblowing.) His willingness to have his trauma out there for everyone to gossip about if it means jail for perps shows how much he believes in legal punishment as a proper end for this and how he would find it satisfactory if he was willing to pay THAT price. And the thing is in any just world what he asks for is eminently reasonable and achievable - the thing that he wants judicial punishment not some sort of crazy mass murder revenge. But in the bleak world of this story he can’t even get that, because I am 100% sure Sait will get off. The tragedy of it is he is so sane and so good despite being horrifically traumatized - he’s looked at the world full of horror and pushing him into abyss and said “no, I won’t” and yet it’s still not enough. How is that for bleak?
Tumblr media Tumblr media
PS We see his father released from prison and what a contrast - he’s treated as a king and with respect by all the inmates. He clearly had a great time in prison because he’s a violent monster who fits there and not an innocent child. The world of the story rewards the monsters, not the good.
Tumblr media Tumblr media
6 notes · View notes
deliamamavi · 1 year
Text
BULUT
Sokaktayım ve yürüyorum tek başıma
Yapayalnızım yalnızlığın ortasında
Üstükde bir kara bulut
Ağlıyor, bende ağlıyorum aslında
Haydi şimdi boşalt üstüme tüm sinirini, öfkeni
Akıt üstümden yalnızlığın nehrini
Bir sen anlarsın beni
Ve yalnızca ben anlarım seni
Göklerden delicesine boşalan yağmur...
Karış göz yaşlarıma, söndür içimdeki ateşi
Dumanların yükseldigi şehirdeki
Yangın sigaramın külleri miydi
Buram buram yanık kokuyor kalbim
Hüznümle yok oluyor şehrim
Biter derler geçer yalan derim
Anla bulut, anla derdim.
Sessizliğin içinde iki çığlık...
Bir bulutun bir de benim içimdeki yalnızlık
Bir ben bilirim bitmez derdim
Anla bulut, anla derdim.
Gözlerden anlaşılır derler duygular
Nedendir anlayan yok gözlerimden
Umarsızca dökülüyor yaşlar
Belkide kaçıyorum onların gözlerinden
Şimdi içim gibi haykır bulut
Gözlerimden akanları sen de unut
Sularınla içimde yeşert umut
Anla bulut, anla beni.
~irem emine karakurt
4 notes · View notes