Her hafta teknoloji, bilim, kariyer ve psikoloji alanındaki araştırmaları konuştuğumuz kendi aleminde bir Podcast
Don't wanna be here? Send us removal request.
Text
Sanal Gerçeklik Oyunu ile 45 kilo vermek
youtube
Günümüzde kilo verebilmek pek çok insanın başarmadığı bir hadise ve hayatımıza daha fazla teknoloji girdikçe daha fazla hareketsiz kalmaya ve kilo almaya daha yatkın hale gelmeye başladık. Ancak, teknolojiyi her zaman bize zarar vermiyor bazende inanılmaz faydalar sağlayabiliyor. Bugün, bir oyun ile 45 kilo vermeyi başaran Michael Crider’in hikayesini sizlerle paylaşacağım. İsterseniz daha fazla beklemeden buyrun hemen konunun detaylarına geçelim.
Bu arada yaptığım yayınları beğeniyor ve yeni yayınları kaçırmak istemiyorsanız dinlediğiniz platformlardan abone olarak tüm yayınlara anında ulaşabilir veya [patreon] üzerinden bana destek olabilirsiniz.
Sanal Gerçeklik Gözlüğü ile Spor
Yaklaşık bir iki yıl kadar önce Michael, 330 pound yani neredeyse 150 kiloymuş. 177cm uzunluğunda olan Michael için bu hiçte iyi görünmüyormuş. Kendisi obezite kategorisinde yer alıyormuş ve tabiki bunun en büyük sebeplerinden bir taneside gün içerisinde çok fazla hareket etmemesiymiş.
Bir gün Meta’nın piyasaya sunduğu Meta Quest 2‘yi satın almaya karar vermiş. Quest 2, bir sanal gerçekliklik gözlüğü ve içerisinde satın alabileceğiniz pek çok uygulama mevcut. Michael’da Ragnarock adında bir oyunu satın almış. Bu oyun aslında pek çoğumuzun daha önce ismini duyduğu Guitar Hero oyununa benziyor. Melodiler belirli bir hızla çaldığınız davulların üzerinden geçiyor ve bunların sırasını kaçırmadan doğru zamanlama ile bu notaların üzerine basmaya çalışıyorsunuz. Ben bu oyuna da göz attım aslında sadece Meta değil Steam ve Playstation Store’da da bu oyun yer alıyor.
Sadece oyun oynayarak kilo verilir mi?
Michael Pc World dergisine yazdığı bölümde, sanal gerçeklik gözlüklerinin aslında sadece tek başlarına kilo vermenizi sağlayabilecek olan araçlar olduğunu düşünmediğini söylemiş. Çünkü kendisi çoğunlukla masa başında çalışıyor ve oldukça sağlıksız bir biçimde besleniyormuş. O dönemlerde de bu tarz oyunlar oynamasına rağmen, kilosunda büyük bir değişim gerçekleşmemiş.
Bu şekilde bir yaşam tarzına sahip oluncada kas kütlesi giderek zayıflamış ve spora gittiğinde ağırlık kaldırmaz ve her hangi bir egzersize uzun süre dayanamaz haline gelmiş. Arkadaşları onu yürüyüşe çağırdığında daha yürüyüşe başlar başlamaz çok kötü bir sırt ağrısı hissediyormuş.
Michael artık bu yaşam tarzından vazgeçip daha sağlıklı ve aktif bir yaşama geçmenin zamanının geldiğini farketmiş. Fakat, spor salonlarında bir koşu bandına çıkıp aynı yerde saatlerce durmak veya kürek makinesine binip aynı konumda sürekli olarak kalmak çok sıkıcı olduğu için bu tür faliyetleri yapmamayı tercih etmiş. Kendisi bu arada benim aylık olarak takip ettiğim PC World dergisindeki yazarlardan bir tanesi ve teknolojiye olan tutkusundan dolayı pek çok sanal gerçeklik gözlüğüde kullanmış.
Kışın egzersiz yapmak yerine Oyun Oynamak
Aslında tüm bunlar Walktober adı verilen bir davet ile başlamış. Walktober firmaların toplu bir biçimde katılabileceği bir yürüyüş etkinliği ve Michael’da PC World’ün bu etkinliğe katıldığını görmüş ve kendisine de bir davetiye gelmiş. Bu yürüyüşte ortalama olarak 7000 adım atılması hedefleniyormuş. Kendisini Pennsylvania’da yaşadığından dolayı ekim ayı buralarda genelde çok erkenden hava kararıyor ayrıca çoğunlukla yağmurlu ve oldukça serin bir mevsim yaşanıyormuş. Bu soğukta ve karanlıkta 7000 adım atmayı hiçte istemeyen Michael, Quest 2 sanal gözlüğünü takıp, evde spor yapmaya karar vermiş. Fitness kategorisine girip burdan bir kaç uygulama indirmiş ama kendisinin deyimiyle bu bu uygulamalardaki hareketlere ayak uydurabilmek için aşırı kiloluymuş ve bir kaç dakika içerisinde dahi nefes nefese kalmış.
Bu uygulamaların kendisi için çok zorlayıcı olduğunu anlayan Michael daha basit bir uygulama ile bu işe başlamaya karar vermiş. Ardından Ragnarock adı verilen uygulamayı indirmiş. Bu uygulama vikinglerin yaşadığı dönemde geçiyor ve vikingler kürek çekerken sizde davul çalıyorsunuz. Aslında oyunun mantığı tam olarak Guitar Hero’da ki gibi diyebiliriz.
Kollarınızı aşağı ve yukarı hareket ettirerek davulların üzerinden geçen notaları zamanında vurmaya çalışıyorsunuz ve ne kadar doğru zamanlama ile bunu yaparsanız, vikingler o kadar hızlı kürek çekiyor. Ben bu oyuna biraz göz attım ve grafikleri oldukça kötü, yani atari’de oynadığımız oyunlar gibi. Ama sanal gerçeklik gözlükleri bu çözünürlük işinide giderek daha iyi hale getiriyor. Metanın en son piyasaya sürdüğü Quest Pro 4k çözünürlüğe ve $999’lık bir fiyat etiketine sahip.
Konumuza dönecek olursak, Michael bu oyunda davul çalmaktan oldukça keyif almış ve kullandığı akıl saati yaktığı kaloriyi takip edebilmek için egzersiz moduna almış. İlk başta sadece kablosuz kumandaları hareket ettirerek, çok fazla kalori yakılacağını düşünmemiş fakat bu oyunda ilerki seviyelere çıkınca bu hareketleri çok daha seri bir şekilde yapmak gerekiyormuş. Davul çalarken kullanılan çubuklara nazaran bu kablosuz kumandalar çok daha ağır ve bu sayede Michael, baya bir ter dökemeye başlamış.
Ancak bir süre sonra sürekli aynı müzikler eşliğinde bunu yapmaktanda sıkılmış ve hızlı tempoya sahip rock, metal ve pop müzikleri bu uygulamanın içerisinden satın almış. Artık sadece kollarını hareket ettirmekle kalmayıp, müziğe kendini kaptırınca zıplamaya, kafa sallamaya ve daha agrasif şekilde bu oyunu oynamaya başlamış. Hatta evdeki bir kaç eşyayı dahi bu yüzden görmeden kırmış. Sanal gerçeklik gözlüklerinde bazı oyunlarda çevrenizi hiç göremiyorsunuz ve bu oyunları oynarken kırılabilecek eşyaları kaldırmakta fayda var.
Michael, en yüksek seviyede bu oyunu oynadığında bir saat içerisinde 800 ila 1000 kalori arasında kalori yaktığını görmüş. Bunu ilk fark ettiğinde Fitbit akıllı saatinin kendisine aşırı cömert davrandığını düşünmüş ancak sonrasında bu bir saatin içerisinde ne kadar çok terlediğini görmüş. Bu oyun ile yaktığı kalori, neredeyse 5 km’lik veya 10.000 adımlık bir yürüyüşten daha fazla imiş.
Sanal Gerçeklik Gözlüğü tek başına yeterli mi?
Michael, aslında sadece bu sanal gerçeklik gözlüklerini kullanarak kilo vermemiş. Bu oyunlar sayesinde biraz kilo kaybetmeye başlayınca kürek çekme grubuna katılmayada karar vermiş. Buraya ulaşmak içinde araba kullanmak yerine yürümeye karar vermiş. Böylelikle günde 30 milden fazla yani 45 km’den fazla kano yapmaya başlamış.
Hava yağmurlu olduğunda ve evden çıkmak istemediği zamanlarda ise Quest sanal gözlüğü kullanıp evde spor yapmaya devam etmiş. Aynı kaloriyi, koşu bandında veya dışarda yürüyerek yakmak mümkün mü derseniz? Evet, bu kesinlikle mümkün ancak pek çok insan bunu çok sıkıcı buluyor ve bu tür aktiviteler için birde konfor alanınızı terk etmek gerekiyor. Büyük çoğunluk, bu tür aktiviteler yerine, soğuk bir kış akşamında evde oturup televizyon izlemeyi tercih ediyor.
Ben şahsen her hangi bir sanal gerçeklik gözlüğüne sahip değilim ve geçmiş yayınlarda da oyunların bağımlılık yapmaları ile alakalı bir kaç bölüm hazırlamıştım. Orta okul ve lise çağlarında bende bir oyun bağımlısıydım ve yıllardırda hiç bir oyun oynamıyorum ve her hangi bir oyun konsolum dahi yok. Ancak, ben teknolojiyi yakından takip etmeyi seviyorum ve şahsen bu sanal gerçeklik gözlüklerin hala gideceği çok yolu olduğunu ön görüyorum.
Apple gibi bir firma bu işe girmesine rağmen, o ilk baştaki yoğun ilgi ortadan kalktı. Ben sanal olarak spor yapmaktansa dışarıda spor yapmayı çok daha faydalı buluyorum. Evet hiç spor yapmamaktansa en azından oyun oynayarak daha akif olmak kulağa hoş geliyor. Fakat bu yayını hazırlarken biraz sanal gözlüklerin yan etkilerine baktım ve pek çok cihazda olduğu gibi bu cihazlarıda belirli sürelerin üzerinde kullanmanın insanlara zarar verdiğini gördüm.
Peki Sanal Gerçeklik Gözlükleri zararlı m��?
Uzun süreler bu gözlükleri kullandığınızda göz yorgunluğu ve göz kuruluğu gibi göz hastalıkları oluşabiliyor. Ayrıca boyun ve sırt ağrıları görülüyor, bazı durumlarda baş ağrısına sebebiyet verebiliyormuş. Uzun süreler bu cihazları kullananlar, ingilizcede “Motion Sickness” olarak adlandırılan, türkçeleştirirsek harekete bağlı rahatsızlık diyebiliriz, bu durum özellikle trende, vapurda veya bazen arabayla seyahat ederken karşılaştığımız bir hadise. Sağlıklı bir biçimde bu gözlükleri kullanmak için 20 dakikada bir ara vermek gerekiyormuş.
Son Söz
Bu bölümde, sanal gerçeklik gözlükleri ile daha aktif olabilmenin mümkün olup olamayacağını inceledik. Ben yine sizler için spor yapmak amacıyla kullanılabilecek en yaygın 10 uygulamanın linkini bıraktım. Fakat, bu tarz uygulamaları kullanırken belirli süre limitlerini aşmamak oldukça önemli, birde oyunların ne kadar kolay bir biçimde bağımlılığa dönüştüğünüde hatırlatmadan bu bölümü kapatmak istemiyorum.
Umarım sizlere faydalı bilgiler sunabilmişimdir. En kısa sürede yeni yayınlarda görüşmek üzere, kendinize çok iyi bakın hoşçakalın.
Referanslar
Crider, M. (2024, August 23). How a VR game helped me lose 100 pounds. PCWorld. https://www.pcworld.com/article/2431132/a-vr-game-helped-me-lose-100-pounds.html
Delhon, S. (2024, March 31). Visionary Eye Centre. https://bit.ly/3O5ZsqS
Turkish Coffee Podcast - Spotify:
Turkish Coffee Podcast Youtube Sayfası:
Turkish Coffee Podcast Haftalık Blog Sayfası:
#vr#vrheadset#metaquest#metaquest3#quest3#bestvrheadset#sanalgerçeklik#sanalgerçeklikoyunları#kilovermek#oyun#oyunoynamak#playstationvr#applevisionpro#apple#sony#podcast#türkçepodcast#kiloverdirenoyunlar#persona#sanalgerçeklikgözlüğüzararlımı#oyunbağımlılı��ı#ekransüresi#teknoloji#girişim#eğiticiiçerik#keşfet#psikoloji#evdespor#egzersiz#fitness
1 note
·
View note
Text
Çok çalışmak bizi yavaş yavaş öldürüyor mu?
youtube
2000’li yıllarda başlayan teknoloji devrimi, günümüz itibariyle inanılmaz bir yere gelmiş durumda. Artık pek çoğumuz eskiye nazarn çok daha fazla işi daha kısa sürede halledebilir olduk. Fakat iş bitirme süremiz teknoloji sayesinde inanılmaz hızlansada çalışma saatlerimiz hiç azalmadı ve azalmaktan çok artmaya başladı. National Geographic dergisinin yapmış olduğu çalışma saatlerinin bizlerde ne gibi değişimlere yol açtığı ile alakalı bu araştırmayı bu yayında sizler için derledim. İsterseniz daha fazla beklemeden buyrun hemen konunun detaylarına geçelim.
Bu arada yaptığım yayınları beğeniyor ve yeni yayınları kaçırmak istemiyorsanız dinlediğiniz platformlardan abone olarak tüm yayınlara anında ulaşabilir veya [patreon] üzerinden bana destek olabilirsiniz.
Çok çalışma kültürü nerden geliyor?
Aslında yakın geçmişte mesai yapmak ve uzun süreler çalışmak hali hazırda var olan şeylerdi. Amerikada 1800’lü yıllarda haftalık ortalama 70 saat çalışıyormuş. Çalışma süreside çok uzun yıllar bir standarda oturtulamamış. 1890’lara gelindiğinde bu süre 60 saatlere inmiş. Ancak halen bununla alakalı bir yasa oluşmadığından bir eyalette haftada 70-80 saat çalışırken diğer bir eyalette 50-60 saat çaılışıyormuş.
25 Haziran 1938’de, Büyük Buhran’nın yaşandığı dönemlerde, Başkan Franklin Roosevelt, ulusal asgari ücreti zorunlu kılan, çocuk işçiliğine son veren ve fazla mesai ücretine ilişkin düzenlemeler getiren Adil Çalışma Standartları Yasası‘nı (FLSA) imzalamış.
Avrupada ise 2. Dünya savaşından sonra endüstri devrimi yaşanırken haftalık 40 saat çalışma yasası pek çok ülke tarafından kabul edilmiş.
Bizim ülkemizde ise 1936 tarihli İş Yasası ile çalışma süresi günde 8, haftada 48 saat olarak belirlenmiş. 2003 tarihli, ve hala yürürlükte olan İş Yasası’na göre de Türkiye’de haftalık çalışma süresi 45 saat olarak belirlenmiş.
Çok çalışınca bize neler oluyor?
Ofiste uzun saatler çalışıyorsanız, aşırı çalışmanın sağlığınız üzerinde nasıl bir etki yaratabileceğini hali hazırda biliyorsunuzdur. Neredeyse tüm Dünya aşırı çalışmanın insanlara geri dönüşü olmayan zararlar verdiğinin farkında.
Ancak dört günlük bir çalışma haftasına geçmenin, zamanı gelip gelmediği konusunda tartışmalar hala devam ediyor ve bununla alakalı oldukça az sayıda firma ve yine oldukça az sayıda ülke bunu kabul etmiş durumda. Eminim bu yayını dinleyenlerin pek çoğu haftada 4 günden fazla çalışıyordur. Haftada 4 güne geçilsin geçilmesin tartışmaları bir yandan devam ederken pek çok firma bunun tam tersi bir yönde ilerliyor.
Sınır komşumuz Yunanistan geçtiğimiz temmuz ayında, bazı işverenlerin altı günlük bir çalışma haftasını zorunlu kılmasına izin veren bir yasa çıkardı. Öte yandan Samsung firması, yönetici pozisyonunda çalışan bireylerin haftada altı gün çalışmasını zorunlu hale getirdi.
Yüz binlerce hatta belkide milyonlarca insanın maruz kaldığı bu uzun çalışma saatleri, ne gibi etkiler ortaya çıkarıyor gelin birde bu araştırmaya bakalım.
2021’de Dünya Sağlık Örgütü tamda bununla alakalı bir rapor yayınladı. Bu rapor, haftada 55 saatten fazla olarak tanımlanan uzun çalışma saatinin, 2016 yılında felç ve kalp hastalıklarının ortaya çıkmasına ve bundan kaynaklanan 745.000 ölüme sebep olduğunu ortaya çıkardı.
Bu rakam, 2000 yılından bu yana %29’luk bir artışın olduğu anlamına geliyor. Fransada yapılan başka bir araştırma ise haftalık 40 saatlik çalışmanın dahi insanlara fiziksel ve psikolojik zararlar verdiğini keşfetmiş.
Aşırı çalışmanın sağlık üzerindeki etkileri hem doğrudan hem de dolaylı şekilde oluşabiliyormuş. İş yerinde özellikle strese maruz kaldığınızda, keza stressiz bir iş bulmak yada bir iş yapmak bugünlerde artık çok zor, stres kan şekerinde değişikliğe sebep oluyor ve kortizol miktarını yükseltiyor, buda bağışıklık sistemimizi olumsuz etkiliyormuş. Eğer ki bu tarz streslere uzun süreler maruz kalırsanız; yüksek tansiyon, baş ağrısı, endişe, depresyon, sindirim sorunları, kalp hastalığı, kalp krizi, felç veya uyku bozukluğu gibi daha onlarca farklı hastalığa sebep olabiliyor.
Kronik strese sahip olmak
Aslında bu araştırmada en ilgi çekici bölüm stresin kronikleşmemesi durumunda, insanların büyük yan etkiler görmediğinden bahsetmesiydi diye düşünüyorum. Çünkü bir miktar stres hayatımızda her zaman var oluyor ama sürekli olarak baskı altında olmaktan veya iş yerinde başka sebeplerden ötürü sürekli strese maruz kalınca işin rengi değişiyor.
Çok fazla çalışan insanlar iyi uyku uyuyamıyor, sağlıklı beslenemiyor, spordan uzak veya aktif bir yaşamdan uzak kalıyor, insan ilişkileri daha kötü oluyor hatta cinsel hayatı dahi bundan olumsuz etkileniyormuş. İşin en üzücü kısmı ise milyarlarca insan, hayatının büyük kısmını çalışarak ailesine ve sevdiklerine yeterli zaman ayıramadan bu Dünyadan göçüp gidiyor.
Hastalıklar ne zaman ortaya çıkıyor?
Aslında pek çoğumuz uzun çalışmanın zaten insana zarar veren bir şey olduğunun farkındayız. Ancak uzun süreli çalışmanın etkileri öyle hemen gün yüzüne çıkmıyor. Yapılan bu araştırmada uzun süreli çalışmadan kaynaklanan ve ölüme dahi yol açan hastalıkların pek çoğu genç yaşta uzun çalışma sürelerine maruz kalan kişilerde 55 yaş ve sonrasında ortaya çıkıyormuş.
Ne kadar çalışmak, çok çalışmak oluyor?
Haftada ne kadarlık çalışma süresi bizlerin hastalanmasına sebep oluyor? Aslında tam nokta atışı bir rakam ile bu soruyu cevaplamak biraz zor. Çünkü en güçlü yan etkiler 55 saat ve üzeri çalışan bireylerde görülürken ama inşaat sektöründe çalışan işçiler için bu süre 40 saatin üzerine çıkıldığında benzer etkiler görülüyor. Aslında 40 saatin altında çalışmak dahi ideal çalışma süresi olarak görülmüyormuş. Bununda temel sebebi, çalışılan işteki stres seviyesi arttıkça kısa çalışma süresine dahi sahip olsanız bundan yine olumsuz etkileniyorsunuz.
Genellikle 40 saatin altında veya haftalık çalışma günü normalin altına düşürülmüş olan çalışma süreleri insanların sağlığına olumlu etkiler sağlıyor. Bu sayede bireyler daha kaliteli uyku uyuyor daha az strese maruz kalıyor ve iş yerlerinde daha üretken olabiliyorlar.
Bazı ülkeler bunun için çoktan adım atmış durumdalar. Örneğin İzlandada çalışanların yüzde 86’sı dört günlük çalışma modeli ile çalışıyorlar. Danimarkada buna benzer bir sistemi izliyor; yıllık minimum 5 hafta tatil süresi, Danimarkada şart koşuluyor ve haftalık çalışma süresi ise 37 saat olarak pek çok firma tarafından takip ediliyor.
Uzun Süre Oturmanın Sağlık Üzerindeki Etkisi
ABD’de çalışanlar günde ortalama 3.46 saat oturuyor, ancak ofis çalışanları için bu süre 8 ila 10 saate kadar çıkabiliyor. Uzun süre oturmak, yüksek tansiyon ve 2.seviye diyabet gibi kronik hastalık riskini artırıyor. Bununla alakalı yapılan çalışmalarda gün içersinde toplam oturulan sürenin, yani buna işten sonra eve gelip televizyon izlemek ve diğer oturularak yapılan tüm aktiviteler dahil olmak üzere, bu süre 11 saati geçtiğinde, büyük sağlık riskleride ortaya çıkıyor. Uzun süre oturmak omurgada, boyun ve belde ağrıların oluşmasını tetikliyor. Haftalık en az 2.5 ila 3 saat arasında egzersiz yapmak, gün içerisinde ufak yürüyüşler yapmak veya ayakta durarakta çalışabileceğiniz bir masa düzenine sahip olmak oturmaktan kaynaklanan bu tür sağlık risklerini azaltıyor.
Peki Çözüm Ne?
Bu yayını dinlerken, tamam uzun süreler çalışmak bizi öldürüyor ve bu kimseninde istediği bir şey değil fakat, buna çözüm olarak ne yapılabilir? diyebilirsiniz. Pek çok firma uzun süreler çalışmak ile verimli çalışmanın aynı şey olmadığının farkına varamadığı sürece bu iş aynı şekilde devam edecek. Çalışanların daha verimli olabilmesi için kişisel hayatlarınada zaman ayırabilmeleri gerekiyor aksi takdirde iş kazaları daha fazla ortaya çıkıyor, iş yerlerinde daha fazla oranda hata yapılıyor ve belirli bir sürenin ardından üretilen işteki performans inanılmaz düşüyor.
Bir diğer çözüm ise çalışma programları üzerinde esnekliğe sahip olmaktan geçiyor. Kendi çalışma programını belirleyebilen bireyler daha sağlıklı bir iş-yaşam dengesine sahip oluyorlar. Ve daha olumlu bir ruh haline sahip oldukları için buda çevrelerindeki herkese yansıyor. Fakat çalışmak için yaşadığımızda tam tersi etkiler ortaya çıkıyor. Sağlık sorunları, psikolojik sorunlar, olumsuz ruh halleri ve daha bu yayına sığdıramayacağım pek çok olumsuz etki ortaya çıkıyor.
Pek çoğumuz çalıştığı koşulları hemen değiştirecek güce sahip olmasada, ben geleceğin liderlerinin bu konuya çok daha önem veren insanlar olacağına inanmayı her zaman seçiyorum. Özellikle beni dinleyen kitlenin 25 yaş ve altı olduğunu görüyorum ve bu gençlerin ileride yönetici pozisyonlarına geldiklerinde veya kendi şirketlerini kurduklarında iş-yaşam dengesi konusuna çok daha hassas olacaklarına inanıyorum. Belki hemen yarın çalışma koşullarımız değişmeyecek olsada insanları, her zaman birincil önceliğine koyan gerçek liderlerin bahsettiğim araştırmaları ve sonuçları göz ardı etmeyecek kişiler olacaklarını düşünüyorum.
Son Söz
Bu bölümde uzun çalışma sürelerinin bizlerde ne gibi yan etkileri ortaya çıkardığını ve bunun önüne geçebilmek için neler yapılabileceğini inceledik.
Umarım sizlere faydalı bilgiler sunabilmişimdir. En kısa sürede yeni yayınlarda görüşmek üzere, kendinize çok iyi bakın hoşçakalın.
Referanslar
Geographic, N. (n.d.). National Geographic. What working long hours does to your body. https://apple.news/AK_4nvRx3TxOeWn0KKR5qaw
Hours of work in U.S. history. EHnet. (n.d.). https://eh.net/encyclopedia/hours-of-work-in-u-s-history/#:~:text=In the 1800s%2C many Americans,workweek’s length has decreased considerably.
Wikimedia Foundation. (2024, June 18). Çalışma Saatleri. Wikipedia. https://tr.m.wikipedia.org/wiki/%C3%87al%C4%B1%C5%9Fma_saatleri
Turkish Coffee Podcast Youtube Sayfası:
Turkish Coffee Podcast Haftalık Blog Sayfası
#mesai yapmak#çalışmak#haftalık çalışma süresi#stres#çalışma saatleri#iş yaşam dengesi#stres yönetimi#kronik stres#masa başı iş#çok oturmanın zararları#çok çalışmak#verimli çalışmak#sağlıklı yaşam#çalışma ortamı#fazla mesai#motivasyon#kişisel gelişim#psikoloji#iş hayatı#çalışmanın amacı#girişimcilik#eğitim#zihinsel sağlık#iş yerinde stres#çalışma koşulları#haftalık 40 saat çalışma#podcast#türkçe podcast#turkish coffee#stress
0 notes
Text
Yapay Zeka Müzik Sektörünü Nasıl Etkiledi?
youtube
Herkese merhabalar, yeni bir yayına daha hoş geldiniz. Bugünlerde A’dan Z’ye herkesin konuştuğu ve pek çok insanın üzerine yayınlar hazırladığı en popüler konulardan biri yapay zekaydı. Yapay zekayıda artık neredeyse her sektörde görür olduk. Ancak müzik sektörü gibi yaratıcılığın en değerli olduğu alanlardan birinde, yapay zeka insanlığa fayda mı yoksa zarar mı sağladı? Gelin bu yayında bugün buna bir göz atalım.
Bu arada yaptığım yayınları beğeniyor ve yeni yayınları kaçırmak istemiyorsanız dinlediğiniz platformlardan abone olarak tüm yayınlara anında ulaşabilir veya [patreon] üzerinden bana destek olabilirsiniz.
Müziğin Evrimi
Neandertal adı verilen Avrasyada 40.000 yol önce yaşamış olan ilkel insan topluluğu Dünyada ilk defa kemikten flüt yapmaya başlamış ve o gündem bugüne müzik üretimi adına kullandığımız yöntemler o kadar ilerledi ki, artık bütün bu yenilikleri takip etmek dahi çok zor bir hale geldi.
Şu an herkesin ulaşabileceği müzik üretim ve düzenleme programları, ses sistemleri, envai çeşit müzik aletleri ve aksesuarları apayrı bir boyuta geldi. Bu yayında 40.000 yıl öncesinden bugüne müziğin nasıl bir evrim geçirdiğinden bahsetmeyeceğim fakat bu markete son dönemde katılan en büyük oyunculardan biri olan, yapay zeka işleri farklı bir boyuta getirdi.
Yapay zeka üretkenlik ve yaratıcılık çelişkisi
2024 yılı itibariyle yapay zekaya yalnızca bir metin verdiğiniz zaman, görsel içerik ve ses içeriği oluşturabiliyorsunuz. Bu teknoloji hem Amatör hemde profesyonel pek çok müzisyen içinde hayatı inanılmaz kolaylaştırıyor.
Peki böyle bir teknoloji hiç bir tehlikeyi barındırmadan sadece güzel şeylerin olmasına mı yol açıyor derseniz, burası oldukça tartışmaya açık bir konu.
Yapay zeka bir yandan insan yaratıcılığının, potansiyelini inanılmaz oranda arttırır iken bir yandan da özgün içerik üretimini giderek arka plana atılmasına sebep oluyor.
İnternetin henüz hayatımızda olmadığı dönemlerde müzik piyasasından para kazanmak oldukça zordu ancak şu an pek çok kişi yaptığı müziği, milyonlara ulaştırabilme şansına sahip.
Aslında müzik deyince hepimiz beste ve güftesi olan müziği düşünsekte, reklam müzikleri, arka fon sesleri, film müzikleri ve ses efektleri gibi daha pek çok alan müzik sektöründe yer alıyor ve bu işten oldukça fazla sayıda insan geçimini sağlıyor. Yapay zeka bu sektörede el atınca görünen o ki bildiğimiz müzik, artık köklü bir değişimin içine girmeye başladı bile.
Olası Tehlikeler ve Zararlar
Bu konuyu daha detaylı araştırınca bu alanın çok gri bir yer olduğu keşfettim. Çünkü müzisyenler, yapımcılar ve bu alanda çalışan daha pek çok kişi yıllardır yapay zekaya sahip olmayan araçlar ile bu işi yapıyorlardı. Ayrıca, birileri bu müzikleri izinsiz kullandığında da kolay kolay haberleri olamıyordu.
Şu an neredeyse bütün sosyal medya platformlarında telif hakkı denetimi yer alıyor. Ve bu müziklerin haklarını koruyabilmek için yapay zeka, hıldır hıldır çalışıyor. Shazam gibi müzikleri ve sesleri tanıyan daha pek çok program yapay zeka ile beraber çalışıp, veri tabanlarını her geçen gün daha da genişletiyorlar.
Yapay Zeka Müzik Üretme Programları
Ben bu konuyu araştırırken, iki adet harika yapay zeka müzik üretimi yapan platformu keşfettim. Bunlardan birincisi Suno, diğeri ise Udio. Bu programların websitelerine gidip kayıt olduktan sonra sadece bir kaç karakter bir şey yazarak müzik oluşturabiliyorsunuz. Ücretsiz versiyonlarında tabiki bir süre limiti yer alıyor. Ben türk klarnetini ve elektro müziği harmanla deyip bir kaç müzik oluşturmaya çalıştım ancak ücretsiz versiyonda hangi enstrümanları kullanacağınızı belirleyemiyorsunuz. Sadece sizin yazdığınız bir kaç metin üzerinden şarkıyı otomatik olarak oluşturma imkanını sizlere sunuyorlar.
Daha aslında bu ve bunun gibi o kadar çok yapay zeka tabanlı müzik yaratma programı varki, bir bölümde hepsinden bahsetmek gerçekten imkansız. Ama eğer, şu an bu alanda faliyet gösteren en gözde programlara bakmak isterseniz bununla alakalı hazırlanmış bir incelemenin linkini açıklamalar bölümünde sizler için bıraktım.
Telif Hakları İhlali
Yapay zeka böyle faydalar sağlarken beslendiği kaynakların nereden alındığı konusuna gelince işler burda düğümleniyor. Çünkü pek çok yapay zeka platformu internet üzerinde hali hazırda var olan ses dosylarından besleniyor. New York Times, Getty Yayıncılık ve daha pek çok medya kuruluşu yapay zeka firmaları ile davalık olmuş durumda. Amerika birleşik devletlerinde müzik kayıt örgütlerinden bir tanesi olan RIAA, şu anda Suno ve Udio’yu büyük ölçekli telif hakkı ihlali ile dava etmiş durumda ancak davanın sonucu henüz belli olmadı. Ayrıca bu iki platformda yine şu an itibari ile herkese açık bir şekilde, hizmet vermeye devam ediyorlar.
Aslında yapay zekanın boy gösterdiği pek çok alanda bu konu karşımıza çıkıyor. Yapılan araştırmalar, çok sayıda yapay zeka platformunun izinsiz şekilde hem halka hemde kamuya ait olan bilgileri topladığını keşfetmiş. Öte yandan sahip olduğumuz hukuk sisteminin bu platformları yargı sisteminde nasıl değerlendirecekleri de apayrı bir muamma diyebiliriz. Örneğin bir firma Amerika mahkemesinden kapatılma kararı alırken Avrupa mahkemelerinden ceza almadan veya çok ufak para cezaları ile yoluna devam ediyor.
Bu işi kuralına uygun yapan yok mu?
Peki bu işte gerçekten tüm telif haklarına uyan, doğru düzgün bir işletme yok mu? Stable Audio tamda bu amaçla ortaya çıkan bir işletmeymiş. Fakat, ilerleyen zamanda rakiplerinin haksız şekilde, herkesin verisine ulaşırken bu firmanın çok kısıtlı kalmasıda bu firmanın bakış açısını değiştirmiş. Firma yöneticilerinin Amerika Telif Hakları Ofisine ulaşıp haksız rekabetin ortadan kalkması için İngilizcede “Data Scraping” olarak geçen, türkçeye çevirecek olursak veri kazıma işlemini yani kullanıcı verilerinin A’dan Z’Ye taranıp elde edilmesi hakkına sahip olmaları gerektiği ile alakalı bir başvuruda bulunmuşlar. İşler bu noktaya gelince bu firmanın yöneticelerinden biri olan Ed Newton-Rex bu şirketten istafa edip “Fairly Trained” adından kar amacı gütmeyen bir işletme açmaya karar vermiş. Bu firmada sanatçıların ürettikleri her şeyi ücretsiz olarak koruma altına almak adına hayata geçirilmiş.
Yapay zeka nasıl ve ne zaman adetli olacak?
Tüm bu araştırmaları okurken ses dosyalarının, yapay zeka firmaları tarafından umarsızca sömürülmesi ile alakalı atılmış ne büyük bir karar ne de çok bir yasa değişikliğine şahit oldum. Bu alanda pek çok dava hali hazırda devam etsede, bazı firmalar büyük para cezalarına çaptırılmış olsada, hatta bazılarının kapatılmasına karar verilmiş dahi olsada, bu işle alakalı adam akıllı bir standard ne yazık ki henüz oluşmamış. Birde yapay zeka son yıllarda resmen mantar gibi türedi. Artık her firma bizde yapay zekayı kullanıyoruz demek için yapay zekadan alakasız pek çok şey üretmeye başladılar.
Ben geçen yıl sağlık ocağına benzeyen bir yerde kan vermeye gittiğimde, bir form doldurmam gerekti ve kendileri bana bir ipad verdiler ve ön bürodaki hanımefendi yapay zeka desteğini kullandıklarını ve bu formu bu sayede çok daha rahat ve anlaşılır şekilde doldurabileceğimi söyledi.
Fakat formu doldurmaya başladığımda, yapay zeka olarak adlandırdıkları tek şeyin formda nereyi dolduracağınızı gösteren ufak bir animasyondan ibaret olduğunu görd��m. Açıkçası, yapay zeka kelimesi geçen her şey daha sofistike ve daha yüksek kalite olarak algılanmaya başladı ve bu işten anlayan anlamayan herkes bu treni kaçırmamak adına bu alanda bir şeyler yapmaya başladı.
Bir yanda bu işi yaparken insanların ürettikleri emeğe saygı duyan ve bunu korumak için mücadele edenler yer alırken öte yandan insan emeğini hiçe sayan bir grup oluşmuş durumda.
Buda bana aslında Spotify’nın kuruluşunu anımsattı. Spotify hayata geçirildiğinde telif haklarını satın alması gerekmişti ancak bunca müziğin telif hakkını alıp hala kârlı bir işletme olabilmek Spotify için mümkün değildi ve ilerleyen zamanda bu sektörde lider haline gelince tüm sanatçılar istesede istemesede Spotify ile çok komik rakamlara anlaşmak zorunda kalmışlardı. Çünkü başka şekilde insanların bu kadar rağbet gösterdiği bu platformda var olamayacaklardı. Hatta bununla alakalı The Playlist adında Netflix’te Spotify’ın kurulma hikayesini anlatan bir mini dizi dahi yapıldı.
Son Söz
Bugünkü konuyu toparlayacak olursak, yapay zeka müzik sektörüne inanılmaz faydalar sağlar iken bir yandanda telafisi olmayan zararlar veriyor. İlerleyen zamanda bu işte kim haklı kim haksız olacak yada ilerleyen süreçte yapay zeka bu işte var olacak mı? Yoksa esip geçen bir rüzgar gibi unutulacak mı? Bunu hep beraber göreceğiz.
Bu bölümde yapay zekanın müzik sektörünü nasıl etkilediğini ve bu alanda ne gibi değişimlerin yaşandığını inceledik.
Umarım sizlere faydalı bilgiler sunabilmişimdir. En kısa sürede yeni yayınlarda görüşmek üzere, kendinize çok iyi bakın hoşçakalın.
Referanslar
Clair, A. (2024, July 1). What ai in music can – and can’t – do. Vox. https://www.vox.com/the-highlight/358201/how-does-ai-music-work-benefits-creativity-production-spotify
Neanderthal flute. NMS. (n.d.). https://www.nms.si/en/collections/highlights/343-Neanderthal-flute
Connelly, R. (2024, June 26). Record companies bring landmark cases for responsible AI against Suno and Udio in Boston and New York federal courts, respectively. RIAA. https://tinyurl.com/yrdw4sbx
Morrison, S. (2023, July 27). The tricky truth about how generative AI uses your data. Vox. https://www.vox.com/technology/2023/7/27/23808499/ai-openai-google-meta-data-privacy-nope
Turkish Coffee Podcast Youtube Sayfası:
Turkish Coffee Podcast Haftalık Blog Sayfası:
#yapay zeka#yapay zeka müzik yapma#yapay zeka müzik üretme#suno ai#udio#beethoven#beatoven ai#stable audio#müzik#müzik sektörü#yapay zeka araçları#ses üretimi#yapay zeka ile müzik#ai#suno#teknoloji#chatgpt#ai müzik yapımı#udio ai#udio tutorial#artificial intelligence#müziğin evrimi#müzik nasıl ortaya çıktı#müzik nasıl ortaya#neanderthals#telif hakkı#copyright#yaratıcılık#üretkenlik#sanat
0 notes
Text
Stanley Termoslarının En Dipten En Zirveye Uzanışı
youtube
Stanley termoslarını eminim daha önce duymuş kullanmadıysanız dahi çevrenizdeki insanlarda kesin bir kez görmüşsünüzdür. Yüzbinlerce farklı firmanın içinde bulunduğu termos işinde Stanley nasıl olduda bu işte lider olmayı başardı? Bu yayında Stanley termoslarının ders niteliğinde ki başarısını konuşacağız .İsterseniz daha fazla beklemeden buyrun hemen konunun detaylarına geçelim.
Bu arada yaptığım yayınları beğeniyor ve yeni yayınları kaçırmak istemiyorsanız dinlediğiniz platformlardan abone olarak tüm yayınlara anında ulaşabilir veya [patreon] üzerinden bana destek olabilirsiniz.
Stanley Nasıl Ortaya Çıktı?
Stanley firmasını pek çoğumuz yeni duymuş olsada Stanley 1913 yılında William Stanley Jr. tarafından kurulmuş. Yani neredeyse 100 yılı aşkındır bu piyasada var olmayı başarabilmişler. Fakat 2024 yılı itibariyle bu alanda boy gösteren o kadar çok firma var ki bunların toplam sayısını dahi hesap etmek oldukça zor. Bu kadar fazla sayıda üreticinin yer aldığı bir markette ve ortalama bir termosun fiyatının $15 ila $20 arasında satıldığı bir piyasada Stanley termosları $45’a ürettikleri termoslar ile Dünyada birinci sırada gelmeyi nasıl başarabildiler?
Aslında Stanley firmasının atağa geçtiği ve büyük satış rakamlarına ulaştığı dönem çok eskiyede dayanmıyor. 2019 senesinde yıllık $70 milyon gelir elde ederken 2023 senesinde bu rakam 2023 yılında tam tamına $750 milyona ulaştı. Yani son 4 yıl içinde Stanley firması satışlarının 10 katına katladı. Burada ki en büyük başarı aslında Covid’in yaşandığı 2020 senesinde ortaya çıktı.
Tabi firmanın tüm başarısını sadece bir adet değişime bağlamamız aslında biraz haksızlık olacaktır. Çünkü 1913 senesinde elektrik mühendisi William Stanley Jr. vakumlu su şiseni çelikten yapmaya karar vermiş. O dönemler vakum özelliğine sahip olan su şişelerinin pek çoğu camdan yapıldığı için hemen kırılıyormuş. Fakat William Stanley “Classic Legendary Bottle” adını verdiği termusu ilk defa tasarlamış. Hatta bu termus şu an dahi satışa sunuluyor.
Firmanın En Büyük Hatası
Stanley firması daha önce kimsenin çelikten üretmediği termusu üreterek kendisine yepyeni bir piyasada harika bir konum bulabildi fakat Stanley’nin yaptığı en büyük hata bu ürünün sadece erkeklere has bir ürün olmasıydı. Stanley’nin hazırladığı reklam filmlerinin pek çoğu şantiye ortamında çalışan işçilerin yanında sıcak kahve veya çay götürebilmesi üzerine kuruluydu.
Ancak çelikten yapılmış termus fikri pek çok insan tarafından beğenilince Stanley daha başka bir innovasyon yapma gereğinde bulunmamış. 1913 yılından 2007 senesine kadar başka hiç bir model ve hiç bir tasarım dahi geliştirmemişler.
2007 senesinde geliştirdikleri yeni tasarım ise aslında çok büyük bir yeniliği firmaya kazandırmamış. 2014 yılında ise yüzlerce farklı renklerde satışa sunulan Barware adı verilen ürünlerini piyasaya sundular. Bu sefer sadece erkeklerin kullanımına değil kadın kullanıcılarının da kullanımına hitap etmeye başladılar. Ancak bu dönemler, hatırlarsanız teknoloji devriminin yaşandığı, pek çok firmanın atağa geçtiği ve çok fazla sayıda ürünle karşılaştığımız bir dönemdi.
Artık bu markette sadece Stanley’i değil diğer firmalarda boy göstermeye başlamışlar. Rekabetin giderek kızıştığı bu markette Stanley doğru adımı atamaz ise bu kalabalığın içinde boğulup gitmenin eşiğine gelmiş.
Stanley’nin Yükselişi
Stanley acilen yeni bir ürün ve tasarım geliştirmeleri gerektiğinin farkına varmış. Ve şu an pek çok kişinin bu markayı tanımasını sağlayan Quencher adı verilen seriyi 2016 yılında tasarladılar. Ancak 2016 senesinde bu tasarım büyük bir başarı elde edemedi hatta 2019 yılında Stanley bu ürünün promosyonunu yapmaktan dahi vazgeçti. Çünkü istenilen talebi bu ürün o dönem görememişti.
Tüm bunlar olurken 2019 senesinde “The Buy Guide” websitesinin kurucu ortaklarından biri olan Ashlee Lesueur bu ürünün çok kullanışlı olduğunu ve bu markette daha iyi bir yere gelmesi gerektiğini düşünmüş. Kendi ekibine de bundan bahsedince the buy guide websitesinde bu ürünü satmaya karar vermişler ve 5000 adet Stanley Quencher termusunu satışa koymuşlar. Fakat bu ürünü duyurabilmek adına “The Bachelorette” adı verilen bunuda türkçeleştirecek olursak bekarlığa veda diyebiliriz, bu dizide oyuncu olan Emily Maynard ile anlaşıp bu ürünün tanıtımı bu kişiyle yapmaya başlamışlar.
Bu ünlü isim bu termusu kullanmaya başlayınca da the buy guide websitesi 5 gün içerisinde aldıkları 5000 adet termusu satmayı başarmışlar.
Büyük Değişimler için Doğru Pazarlama
Stanley 2019 yılında birazcıkta olsa bir hareketlenme yakalamış olsada firma için işler hala harika gitmiyormuş. Ve firmanın attığı en harika adımlardan biri pazarlama dehalarından biri olarak kabul gören Terence Reilly’i “global president” pozisyonu için kiralamaları olmuş. Bu ismi daha önce duymadıysanız kendisi Crocs terliklerinin tüm Dünyaya virüs gibi yayılmasını sağlayan isimlerden bir tanesiydi.
Terence şirketin başına gelince ilk dikkatini çeken şey The Buy Guide websitenin izlediği pazarlama yöntemi olmuş. Ve Stanley’nin en çok ihtiyacı olan iki şeyi hemen gündeme getirmiş. Bunlardan birincisi Stanley’nin sıkıcı renklerden kurtulup, daha canlı daha dikkat çekici renklere sahip olması diğeri ise bu termusu pazarlamak için pahalı reklam filmleri yerine the buy guide’ın izlediği yoldan gitmeleri olmuş.
İşler Yolunda Giderse
Ürünleri reklam filmleri yerine ünlü isimlerle anlaşarak onların kullanmasını sağlayan Stanley pazarlama alanında hafif hafif büyürken 3 adet farklı rengide piyasaya sürdü. 2019 yılında $70 milyonluk satış rakamı olan Stanley 2020 senesinde bir anda $94 milyon dolara ulaştı. Doğru renkleri seçmenin, satışlarada yansıdığını gören Stanley, 2021 yılında bu sefer 10 farklı rengi ürünlerine eklediler.
Sadece yeni renkler eklemek Stanleyi bu sektörde lider haline getirdi diyebilir miyiz? Görünen o ki bundan çok daha fazlasını yapmayı başardılar. Stanley’nin online pazarlama taktiği ünlü isimlerle yaptığı antlaşmalar, COVID döneminde sosyal medya kullanımının zirve yaptığı dönem ile de birleşince Stanley, doğru zamanı, doğru yeri, doğru ürünü ve harika şansı bir araya getirdi. 2021 yılında Stanley satışlarını $100 milyon arttırarak $194 milyonluk satışa ulaştı.
İşlerin iyice hızlandığını gören Terence, kozmetik markası Olay ve en çok bilinen kahve markalarından biri olan Starbucks ile “special edition” olarak adlandırdıkları bu firmalara özel ürünleride tanıttılar. Amerikada kamp ve spor malzemeleri satan marketlerle de antlaşan Stanley, ürünlerini doğru analiz edip doğru yerlerde de sergilemeyi başardılar.
Müşteri Beklentileri
Biranda internetin en çok satılan termusu olan Stanley, müşterilerden gelen geri dönüşleride analiz etmeye başlamış. Ve bu geri dönüşler üzerine Eylül 2022’de the Flow State H2.0 Quencher’ı tanıtan Stanley, sızdırmazlığı güçlendirmiş, kulp kısmını büyütmüş, ve termusun üzerine boyadan sonra atılan en son katmanda güncellemeler yapmışlar.
Son Durum
Müşterilerinin geri dönüşlerine önem verip, doğru pazarlama yollarını seçebilmeyi başaran Stanley birde doğru innovasyonları yapınca 2022 senesinde $402 milyona ulaştı. 2023 senesinde ise Stanley Creates adında bir servisi duyurdular. Bu servis ile de müşteriler bu termusların üzerine istedikleri her şeyi yazdırabiliyorlar. 2023 senesinde ise toplam satış rakamı $750 milyona ulaştı. 2019 yılından 2023 yılına kadar Stanley %300 oranında büyüdü. 2016 yılında ilk defa tanıtılan Quencher termusundan bugüne kadar 10 milyondan fazla satmayı da başardılar.
Perdenin Arka Yüzü
Peki biz bu başarıdan kendimize ne gibi bir pay çıkarabiliriz?. Şahsen ben her zaman en ekonomik olan su termusu ve kahve termusunu tercih ediyorum. İşimi gördüğü sürece çok pahalı bir ürün almaya gereksinim görmüyorum ve daha önce Stanley firmasından hiç bir şey almadım. Fakat Stanley, pazarlama konusunda insan psikolojisini okumayı çok iyi başardı.
The E-myth adında harika bir kitap okumuştum ve hatta bu kitabıda bir yayında detaylıca incelemiştim. Kitapta bir bölüm de yazar şöyle diyorudu:
İnsalar asla bir ürünü, bir duygu hissetmeden almazlar. Aslında pek çoğumuzun satın alma eylemini yapmasının arkasında bir his bulunur. Bazen bir ürün aldığımızda özel hissetme duygusunu alırız, bazen bir ürün sayesinde kafamızın rahat olmasını, bazen mutlu hissetmeyi, bazende rahatlama duygusunu satın alırız. İnsanlar, ürünleri değil her zaman hisleri satın alırlar.
Stanley firmasıda bir termustan çok bir statü sembolü olarak bu markette yer almayı başardı. İnsan, doğası gereği kendi benliği diğer eşyalar ile ortaya çıkarmak istiyor. Giyim tarzımız, saç kesimimiz, taktığımız saat, kullandığımız araba ve kullandığım kahve veya su termusuda bizlerin benliğinden bir kısmı simgeliyor.
Stanley’da piyasada yer alan yüz binlerce diğer marka arasından sıyrılabilmeyi Tiktok ve diğer sosyal medya platformlarında yer alan ve en havalı gözüken müzisyenleri, sanatçıları, oyuncuları ve sporcuları kullanarak başardılar.
Son Söz
Bugünkü konuyu toparlayacak olursak bu bölümde Stanley firmasının başarısını inceledik.
Umarım sizlere faydalı bilgiler sunabilmişimdir. En kısa sürede yeni yayınlarda görüşmek üzere, kendinize çok iyi bakın hoşçakalın.
Turkish Coffee Podcast Youtube Sayfası:
Turkish Coffee Podcast Haftalık Blog Sayfası:
#stanleytermosfiyatları#stanley#firmabaşarısı#emotionalmarketing#pazarlama#silikonvadisi#crocks#innovation#girişimcilik#dijitalpazarlama#motivasyon#stanleycup#stanleycups#waterbottle#target#tumbler#starbucks#termos#mug#başarı#ürüngeliştirme#yapayzeka#olay#terencereilly#markayaratmak#markakurmak#işdünyası#başarıhikayesi#tasarım#teknoloji
0 notes
Text
Hızlı Moda Akımı Neden Kötü Bir Şey?
youtube
Hızlı moda akımı sayesinde pek çok kıyafete daha ucuza ve daha kolay şekilde ulaşmaya başladık, fakat bu kadar fazla kıyafet üretimi ve tüketimi bizlere yarardan çok zarar sağlamış gibi duruyor. İsterseniz daha fazla beklemeden buyrun hemen konunun detaylarına geçelim.
Bu arada yaptığım yayınları beğeniyor ve yeni yayınları kaçırmak istemiyorsanız dinlediğiniz platformlardan abone olarak tüm yayınlara anında ulaşabilir veya [patreon] üzerinden bana destek olabilirsiniz.
Nedir Bu Hızlı Moda?
Hızlı moda veya ingilizcede ki adıyla “fast fashion” akımını ben daha önce duymamıştım fakat son yıllarda bu akım giderek popüler hale geldi. Kıyafet alışverişi eskiden ara sıra yapılan yapılan bir olaydı; mevsimler değiştiğinde veya elimizdeki kıyafetler eskidiğinde yılda bir yada iki defa alışverişe gidilirdi. Ancak yaklaşık bir 30 sene önce kıyafet sektöründe büyük bir değişim yaşandı.
Kıyafetler giderek daha ucuz hale gelmeye ve moda akımları çok sık aralıklarla değişmeye başladı. Eskiden sadece ayda yılda bir yapılan kıyafet alışverişi artık neredeyse haftalık bir rutin haline geldi. Peki insanların bu kadar çok eşyaya ulaşması neden bu kadar kötü? Her köşe başında dükkan açan giyim mağzaları, çok cazip fiyatlara tişörtler, pantolonlar satıyorlar ve bizde bir sezon için onlarca kıyafet alıp bir kaç defa giydikten sonra hemen bunlardan kurtulup sonraki sezona yenilerini alabiliyoruz.
2013 senesinde Bangladeşte bir tekstil atölyesi çöktü ve 1000’dan fazla işçi hayatını kaybetti. 3. Dünya ülkelerinde bu tür olaylar çok sık yaşansada çok azı gündeme geliyor. 2-3 dolarlık tişörtlerin nasıl bu kadar ucuz olduğu sorulduğunda, insanların en son düşündükleri şey Bangladeş gibi yerlerde insani şarltarın çok çok altında çalışan işcilerdir sanırım. Hızlı modanın ortaya çıkış hikayesi ise, podyumlarda boy gösteren kıyafetlerin hızlı ve kolay biçimde tüketiciye ulaştırılması ve bir sonraki podyum giyisileri geldiğinde eskiyen kıyafetlerden kurtulunması anlamına geliyor.
Buradaki ana fikir, piyasadaki en yeni stilleri olabildiğince hızlı bir şekilde elde etmek, böylece alışveriş yapanlar bu kıyafetleri hala popülerliklerinin zirvesindeyken elde edebilir ve ne yazık ki birkaç kez giydikten sonra onları atabilirler.
Kıyafet tekrarının çoğunlukla çok büyük bir modasızlık olduğu toplumun büyük kesimi tarafından kabul görünce, tüketicilerde mümkün mertebe bir ürünü çok uzun süre kullanma ve tekrar tekrar giyme fikrinden soğumuş durumdalar.
Hızlı Moda Nasıl Ortaya Çıktı?
Aslında bu hızlı moda akımı oldukça eskilere dayanıyor. 1800’lerden önce moda çok yavaş ve kişi bazlı ilerliyordu. Sanayi devrimi yaşandığında dikiş makineleri gibi yeni teknolojiler hayatımıza girince giyim sektörüde daha hızlı ve ucuz bir hale geldi.
Bu sektörde çalışan insanların sayısıda giderek artmaya başladı fakat tekstil atalyölerinde ki ağır çalışma koşulları ve meydana gelen pek çok iş kazasından dolayı işciler ayaklandı ve işçi hakları ve çalışma standartları ilk defa hayata geçirildi.
1960’lar ve 70’lerde ise , çoğunlukla genç neslin giyim tarzı, moda trendlerini belirledi ve giyimin kişisel bir ifade biçimi haline geldiği görüldü. Tabi birde sokak giyim tarzı ile lüks giyim tarzı arasında farklılıklarda bu dönemde iyice belirgenleşmeye başladı.
1990’ların sonlarına ve 2000’lerin başlarına gelindiğinde, internet alışverişi hız kazandı, H&M, Zara ve daha pek çok giyim firması, hızlı moda perakendecileri haline geldiler. Bu markalar çok hızlı ve çok ucuz şekilde kıyafetleri piyasaya sunmaya başladı. Böylelikle yüzlerce kıyafet üreticisi aynı iş modelini takip ederek hızlı moda akımına ayak uydurdu. Bu sayede tüketiciler ayda yılda bir uğradıkları mağazalara artık her geçen gün göz atmaya ve bir şeyler almaya başladılar.
Hızlı moda neden kötü?
Hızlı modanın gezegenimiz üzerindeki etkisi oldukça büyük. Maliyetleri azaltma ve üretim süresini hızlandırma baskısı, bu işin çevreye verdiği zararı çok büyük ölçüde yükseltti. İlk olarak, hızlı moda ucuza mal üretme yarışında yer aldığı için pek çok ucuz ve zararlı kimyasal tekstil boyalarını kullanıyorlar. Ayrıca moda endüstrisi Dünyada temiz suların kirlenmesine sebep olan en büyük sektörlerden bir tanesi.
Ucuz tekstillerin pek çoğu polyester içeriyor ve bu kumaş türü çoğunlukla fosil yakıtlardan elde ediliyor. Böyleliklede küresel ısınmanın daha fazla olmasına sebep oluyoruz, ayrıca polyester doğada kolaylıkla çözülmüyor ve okyanusa karıştığında, okyanusların can kaynağı olan liflerin ölmesine sebep oluyor. Yüzde yüz pamuk kıyafet kullansak bu sorun ortadan kalkar diye düşünebilirsiniz. Ancak bu seferde geleneksel pamuğun büyük miktarı Hindistan ve Çin gibi ülkelerden geliyor ve bu ülkeler bu pamuğu üretebilmek için çok büyük miktarlarda su ve böcek ilacı kullanıyorlar.
Birde hızlı moda akımı kaliteli ve dayanıklı kıyafet üretme fikrinden çok uzun süre önce vazgeçtiler. Fark ettiyseniz aldığımız pek çok kıyafet ve ayakkabı daha bir kaç ay giydikten ve yıkadıktan sonra ya renk atıyor, ya bir yeri sökülüyor ve kullanılamaz hale geliyor. Hızlı moda akımıyla dayanımı yüksek kıyafete ulaşmakta artık oldukça zor bir hale geldi denilebilir.
Giyisilerin İmha Edilmesi Sorunu
Giysilerin üretilme hızı bu kadar fazla olunca imha edilmesi gereken kıyafetlerinde sayısıda aynı hızla ilerlemesi anlamına geliyor. Yapılan araştırmalara göre Dünyada her yıl 100 milyar yeni kıyafet üretiliyor ve 92 milyon ton kıyafet her yıl çöğe gidiyor, yeni üretilen kıyafetlerin %60’ı plastik içeriyor. Ve buda her yıl 42 milyon tonluk plastik atığının oluşmasına sebep oluyor. Yeni üretilen kıyafetlerin ise sadece %1’i geri dönüştürülmüş kıyafetlerden üretiliyor.
İşçileri sömürmek
Hızlı modanın çevresel maliyetinin yanı sıra, insani bir maliyeti de var. Giyim sektöründe en alt tabakada yer alan çiftçiler, tekstil işçileri temel insani hakları olmadan ve inanılmaz düşük ücretler karşılığında çalılşıyorlar. Ayrıca bu alanda çalışan pek çok işçi, toksik kimyasalara istemeseler dahi maruz kalıyorlar. Tam bu konuyla alakalı olarakta 2015 yılında “The True Cost” adında bir belgesel yayınlandı, eğer göz atmak isterseniz bu belgeselin linkinide sizler için bıraktım.
Hayvanlara zarar vermek
Hızlı modadan sadece insanlar ve doğa değil hayvanlarda çok büyük zarar görüyorlar. Vahşi doğada yaşayan pek çok hayvan, su yollarına salınan toksik boyalar yüzünden hayatlarını kaybediyor ve temiz su kaynaklarına ulaşamıyorlar. Deri, kürk ve yün gibi hayvansal ürünler doğrudan modada kullanıldığında bu hayvanların nesilleri riske atılmış oluyor. Hayvansal Kürk üretimine pek çok kısıtlama getirilsede, giyim sektörü çoğunlukla 3.dünya ülkelerinde gerçekleştiğinden dolayı bu kuralların pek çoğu bu ülkelerde kabul görmüyor.
Biz Ne yapabiliriz?
Daha az Satın Al
Peki teksil sektörü tüm insanlığa, doğaya ve hayvanlara bu kadar zarar verirken bizler, bir birey olarak neler yapabiliriz? İngiliz tasarımcı Vivienne Westwood bu konuyla ilgili şöyle söylüyor;
“buy less, choose well, make it last.” bunuda türkçeleştirecek olursak “Daha az satın al, iyi seçim yap ve uzun süre dayanmasını sağla” diyebiliriz. En sürdürülebilir giyisi, halihazırda dolabınızda olan giyisidir; bu nedenle sık sık, giymeyeceğiniz kıyafetleri satın almaktan kaçınırsanız bu atılacak en güzel adım olacaktır.
İkinci El Kıyafet Al
İkinci El kıyafetler pek çok insan tarafından hoş karşılanmasada aslında pek çok büyük firmanın ürettiği ürünler bu hızlı moda anlayışından dolayı hemen ikinci el kıyafete dönüşebiliyorlar. Size olmayan veya daha fazla giymek istemediğiniz kıyafetleride böyle ikinci el dükkanlara satabilirsiniz. Ben her sene giymediğim bir kıyafet olursa gidip böyle yerlere şahsen veriyorum. Ayrıca kıyafetlerinizin kusurlarından dolayı kıyafetlerinizi direk çöpe atmayın, bunun yerine evsizlere kıyafet yardımında bulunan kuruluşlara bu kıyafetleri ulaştırabilirsiniz.
Sürdürülebilir Markaları Seç
Yeni bir kıyafet alacağımız zaman çoğumuz satın aldığımız markaların sürdürülebilir bir marka olup olmadığına dikkat etmiyoruz. Bu markaların pek çoğu hızlı moda markalarına göre daha dayanıklı malzemelerden yapılıyor ve imha edilmesi gerektiğinde de doğada kolaylıkla çözülebiliyorlar. Türkiyede ki sürdürülebilir moda firmalarının ve Dünya genelinde yer alan sürdürebilir kıyafet markalarının linklerini ben sizler için bıraktım.
Pek çok hızlı moda kumaşı fosil yakıt bazlı maddelerden üretiliyor. Naylon, polyester, akrilik ve spandeks gibi sentetik kumaşlar içeren yeni kıyafetleri mümkün olduğunca tercih etmemeye çalışmak en mantıklı adım olacaktır.
Eski kyıafetleri Değerlendir
Eski kıyafetlerinizde çok fazla hasar almış veya eskimiş olanları varsa bunları atmak yerine başka bir şeye dönüştürebilirsiniz. Belki pek çoğumuz aklına eski tişörtlerden hemen bir yer bezi yapma fikri gelsede, eski kıyafetlere yapabileceğiniz 17 değişik tasarımı anlatan harika bir videoyu izleyince bu konuya bakışım tamamen değişti diyebilirim.
Son Söz
Bu bölümde hızlı moda akımının ne gibi yan etkileri hayatımıza getirdiğini ve buna karşın neler yapılabileceğini inceledik.
Umarım sizlere faydalı bilgiler sunabilmişimdir. En kısa sürede yeni yayınlarda görüşmek üzere, kendinize çok iyi bakın hoşçakalın.
Referanslar
Rauturier, S. (2023, August 7). What is fast fashion and why is it so bad?. Good On You. https://goodonyou.eco/what-is-fast-fashion/
5 tips to reduce clothing waste. Environmental Action. (2021, February 19). https://bit.ly/3QLJEvg
Cardona, A. (2023, February 26). Why is fast fashion bad? here’s what you need to know. Eco. https://www.eco-stylist.com/why-is-fast-fashion-bad/
Turkish Coffee Podcast Youtube Sayfası:
Turkish Coffee Podcast Haftalık Blog Sayfası:
#hızlımoda#fastfashion#küreselısınma#satınalma#moda#sürdürülebilirlik#çevrekirliliği#doğayıkoruyalım#küreselısınmanedir#haber#bilim#tarih#iklim#küreseliklimdeğişikliği#iklimdeğişimi#tekstil#pamuk#zara#kıyafet#onlinealışveriş#çevredostu#petrol#geridönüşüm#climatechange#fosilyakıtlar#türkçepodcast#podcast#turkishcoffee#belgesel#havakirliliği
0 notes
Text
Z kuşağı Çalışmak İstemeyen Bir Nesil mi?
youtube
Gen Z veya Z kuşağı olarak bilinen 1997 ve 2012 yılları arasında doğmuş bireylerin iş bulma ve buldukları işte uzun süre tutunma konusunda çeşitli problem yaşadığını pek çok medya platformunda denk geliyoruz, peki bu işin arka planında sadece Z kuşağı mı suçlu? yoksa başka sebeplerden dolayı mı böyle bir sorun var? İsterseniz daha fazla beklemeden buyrun hemen konunun detaylarına geçelim.
Bu arada yaptığım yayınları beğeniyor ve yeni yayınları kaçırmak istemiyorsanız dinlediğiniz platformlardan abone olarak tüm yayınlara anında ulaşabilir veya [patreon] üzerinden bana destek olabilirsiniz.
Gen Z’de bir sorun mu var?
Dünya ekonomi forumunun geçen yıl ki toplantısında iklim değişikliği, enerji tüketimi, yeni ortaya çıkan iş sektörleri gibi konular konuşulur iken ilginç bir başlıkta bu tartışmalar arasında yerini aldı. O başlıkta Z kuşağının çalışma kültürüne ayak uyduramadığı ve diğer nesillere göre çalışma isteklerinin ve bir işte uzun süre kalma süreleririnin çok düşük olduğuydu.

Yapılan bu araştırmada Z ve Y kuşağı (1981 – 1996) farklı alanlarda kıyaslamışlar. Ve ortaya çıkan sonuçlarda ise Z kuşağının, Y ve X kuşağına (1965 – 1980) göre bir işte kalma oranının çok daha düşük olduğu keşfedilmiş. Yapılan başka bir araştırmada ise Z kuşağının stres, endişe, yalnızlık ve mutsuzluk oranlarının daha fazla olduğu keşfedilmiş. Hatta Bloomberg, Z neslinin çalışma kültüründe çok kolay ezilip çoğunun işsiz kalacağı ile alakalı bir makale dahi yayınladı.
Çalışma Kültürünün Değişimi
Bu kadar olumsuz haberi görünce bende bu işi araştırmaya başladım fakat her suçu bir neslin üzerine atmanın ve pek çok şeyi yanlış yaptıklarını söylemenin hiç te doğru bir yaklaşım olmadığını fark ettim. Buna benzer sorunlar milenyum neslinde de ( Y kuşağı ) daha önce görülmüş. Bilgisayar ve internet devriminin yaşandığı dönemlerde ilk işine giren nesiller çoğu görevi bilgisayarlar ve internetin yardımı çözmeye çalışmışlar ve bu iş yerlerinde yıllardır çalışan kıdemli kişiler bu yaklaşımı kolaya kaçmak olarak değerlendirmiş.
Savaşların tüm Dünyada sona erdiği, sanayinin, teknolojinin ve daha pek çok sektörün uçuşa geçtiği bir dönemde ortaya çıkan, yeni yüzlerce alanda işlerin türediği bir dönemde X nesli iş aramaya başladı.
Pek çok milyarderin türediği her geçen yıl vergi rekorları kıran firmaların ve girişimlerin ortaya çıktığı bu dönemde işkolik tanımıda ortaya çıktı. X kuşağı çok üst düzey bir eğitime sahip olmasa dahi kolaylıkla iş bulabilir ve kazandığı parayla kolaylıkla ev, araba ve diğer büyük maliyetli ihtiyaçlarını karşılayabilir duruma ulaştı. X neslinin çok fazla iş seçtiğidede pek gözlemlenmedi.
X neslinin çocukları, yani milenyum nesli veya Y kuşağı ise savaş, açlık gibi şeylerle hiç karşılaşmadılar. Çoğunlukla kurulu bir düzen içerisinde büyüyen bir nesil, lise ve üniversite eğitimine kolaylıkla ulaştı. Artık ne iş olursa yaparımdan çok, bir alanda uzmanlaşıp bir diploma alıp, profesyonel olarak bir sektörde çalışan bireyler ortaya çıktı. Teknolojinin inanılmaz yükselişine şahit olan bu nesil içinde artık fiziksel olarak çözülmesi gereken pek çok şey yavaş yavaş dijital alana geçti. İşlerin yapılma şeklindeki değişikliklere de bu nesil böylelilikle şahit oldu.
Covid Öncesi ve Sonrası
Ama insanların ne iş olursa yaparım dediği ve her şeyin sabit hızla ilerlediği bir devri çoktan geride bırakmış durumdayız. Z kuşağı çalışma hayatına girdiğinde, teknoloji çağı ile büyüyen bir nesil, eski usül çalışma modellerine ayak uydurmakta zorlandı. Tam bu konular tartışılır iken 2019 senesinde COVID salgını yaşanınca çalışma kültüründe, uzaktan çalışma anlayışı büyük bir hız kazandı.
Tamamen uzaktan çalışmanın çok performanslı bir yaklaşım olmadığı görülünce hybrid çalışma modeli pek çok dünya devi firma tarafından kabul gördü. Şimdileri ise pek çok firma yine eski usül çalışma sistemine dönmeye çalışıyor. Yıllardan beri ilk defa bu kadar kısa sürede çok sayıda farklı çalışma modeli firmalar tarafından denendi ve pek çok çalışan bu esnada sahip olduğu esneklikten vazgeçmek istemedi.
Çalışma alanlarının bu kadar hızlı değişim gösterdiği bir dönemde herkes Z kuşağının hemen tüm bu değişimlere ayak uydurmasını bekledi. Silikon Vadisinde gerçekleşen işten çıkarılmaları eminim duymuşsunuzdur ancak bu haberlerinde çoğu daha fazla tıklanma almak için çok yüzüysel olarak bu konuyu ele aldılar. 2019 yılında Amazon, Microsoft, Google ve Meta firmaları COVID’ten önce ortalama 90.000 kişiyi işe alırken bu rakam COVID’ten sonra 875.000 kişiye ulaştı yani neredeyse normalin 10 katı işe alım yapıldı.
Çünkü insanlar evlere kapanınca mobil cihazlara ve mobil hizmetlere tarihte görülmediği kadar bir talep gösterdi. İşler normale dönüncede bu sektördeki talep, eski haline dönmeye başladı. Şu an yaşanan pek çok işten çıkarmalar ise bu işlerin sadece %10’luk kısmı oldu. Tabi ardından ChatGPT hayatımıza girince de yapay zeka, belirli meslek gruplarının işinden olmasına sebep oldu. Veri tabanlı pek çok iş artık yapay zeka tarafından yapılabilir hale geldi keza buda apayrı bir podcast konusu ve bunuda başka bir yayında detaylıca konuşuruz.
Ancak yine bütün bu hızlı işe alım ve hızlı işten çıkarım olayları Z kuşağının başına geldi. Peki şimdi eminin şunu soracaksınız, Z kuşağının hepsi kanatsız birer melek mi? Bu neslin yanlış yaptığı hiç mi bir şey yok? Gelin birde buna göz atalım.
Yüksek teknik beceri, Düşük sosyal beceri
Yapılan araştırmalara göre Z kuşağı daha önceki tüm nesillere kıyasla, iletişim becerilerinin kat ve kat daha düşük olduğu gözlemlenmiş. Teknik becerileri önceki nesillere göre kıyaslandığında ise bu nesil çok daha iyi sonuçlar elde etmiş.
Pek çok yeni dijital araca ve teknolojilere kolaylıkla adapte olabilen bu nesil, iş yerlerinde en önemli kriterlerden biri olan iletişim becerisi yönünden sınıfta kaldılar. Fakat bence burda yine bu nesli suçlamak doğru olmayacaktır. Ben 1990 yılında doğmuş biri olarak Y nesliyim ve benim büyüdüğüm dönemde teknolojinin varlığından söz etmek oldukça zordu. Örneğin liseye giderken eğer bir kızdan hoşlanırsanız, gidip koşunmanız ve onunla bir yüzleşme yaşamanız gerekirdi ama şimdi bazı uygulamalar ile böyle bir yüzleşme yaşamanıza gerek kalmadı. Ben daha ilkokula dahi gitmeden önce evin en küçüğü olduğum için sürekli olarak bakkala ve markete yollanırdım ve esnafla sürekli olarak bir iletişim halindeydim. Şimdi çoğu ebeveyn çocuğuna ufak yaşlarda böyle görevler vermekten kaçınıyor. Keza yine bazı eve teslimat yapan uygulamalar sayesinde bu işte ortadan kalktı.
Tüm bunların en kötü yanı ise; ben daha ilkokul çağındayken ailecek bir yere gittiğimizde ailem beni hemen diğer çocukların yanına bırakırlardı ve o çocuklarla öyle yada böyle kaynaşmanız gerekirdi. Çünkü saatlerce hiç bir şey yapmadan zaman geçmezdi. Ama şu an pek çok çocuk bir araya geldiğinde dahi fiziksel oyunlar oynamaktan çok yan yana olmalarına rağmen telefon ekranlarına bakmayı tercih ediyorlar.
Mobil cihazlarla her işini çözebilen bir nesil ilk defa çalışma ortamına adım atıncada, bu Z kuşağının ne sorunu var? gibi yüzlerce manşeti her yerde görmeye başladık. Bunlardan en çarpıcı olanlardan biride; 1344 adet yönetici ile yapılan bir araştırmada bu yöneticilerin %74’nün Z kuşağı ile çalışmakta zorluk çektikleri ortaya çıkmış.
Peki Çözüm Ne?
Peki bu kadar farklı değişikene maruz kalan bir nesil nasıl olacakta çalışma ortamına ayak uyduracak? Sürekli olarak Z jenerasyonu şöyle sorunlu, böyle haylaz demektense gelin isterseniz çözüm olarak neler yapılabilir bunlara bir göz atalım;
İş Ortamında Mental Sağlığa Önem Vermek: Z kuşağı, çalışanlarının mental sağlığına önem verebilen, empati kurabilen ve sağlıklı bir iş yaşam kültürüne sahip olan firmalarda var olmak istiyorlar. Sadece kendi çıkarlarına ulaşmak amacıyla, çalışanlarını önemseyen firmalardan mümkün mertebe uzak durmaya çalışıyorlar.
Çeşitliliğe Saygı Duymak: Z nesli daha önceki nesillere göre cinsiyet eşitliğine çok daha fazla önem veriyor. Ve çalıştıkları firmaların, çalışma performanslarını, cinsiyet seçimleri, görünüşleri ve giyimlerini göre yargılamamalarını istiyorlar.
Büyümeye Odaklı Şirketler: Z kuşağı çalıştıkları iş yerlerinde kendilerine rehberlik edebilecek, gelişmelerine fayda sağlayacak patronların ve liderlerin var olmasını umut ediyorlar. Çalıştıkları alanda yükselebileceklerini onlara işaret eden firmalar ve liderler ile birlikte çalışma ortamında var olmak istiyorlar.
Kaliteli İletişim: Z kuşağının büyük bir bölümü mobil cihazlarla iletişim kurmayı tercih eder gibi görünsede aslında sadece bir nesil için değil, tüm nesiller yüzyüze yapılan iletişimi çok daha samimi buluyor. Mesaj ve e-posta yollamak yerine yüz yüze konuşmak, uzak mesafedeyken soğuk bir e-posta yerine görüntülü bir arama yapmak aradaki kişisel bağın daha güçlü olmasını sağlıyormuş. Mümkün mertebe bire bir görüşmeleri tercih etmek, kaliteli bir iletişim kurmayı sağlıyor ve çalışanların kendilerine verilen önemin farkına varmalarına da olanak tanıyormuş
Eşit ücret: Z kuşağı, eşit ücret taahhüdü veren firmalarda çalışmayı tercih ediyor. Yeni mezunlar veya birkaç yıl deneyimi olan çalışanlar için piyasadaki minimum değeri ödeyen ve tüm personeline eşit haklar sunan şirketler, sadece Z kuşağının değil, tüm çalışanların birincil olarak tercih ettiği şirket profili haline gelmiş durumda.
Son Söz
Bugünün genç çalışanları, yarının yöneticileri ve liderleri olacaklar. Bu nedenle şirketlerin Z kuşağından şikayet etmek yerine çalışanlarına hitap edecek yeni stratejiler geliştirmesi ve onların sorunlarına ve taleplerine önem vermesi ancak daha kaliteli çalışma ortamlarının ve daha etkili işlerin ortaya çıkmasına olanacak tanıyacaktır.
Bu bölümde Z kuşağının çalışma kültüründe ne gibi sorunlarla karşılaştıklarını ve bu sorunların nasıl aşılabileceğini konuştuk.
Umarım sizlere faydalı bilgiler sunabilmişimdir. En kısa sürede yeni yayınlarda görüşmek üzere, kendinize çok iyi bakın hoşçakalın.
Referanslar
Gerhardt, M. (2023, March 10). Leaders think gen Z doesn’t want to work. here’s why they are wrong. LinkedIn. https://www.linkedin.com/pulse/leaders-think-gen-z-doesnt-want-work-heres-why-wrong-gerhardt-ph-d-/
Nguyen, T. (2022, April 11). Gen Z does not dream of Labor. Vox. https://www.vox.com/the-highlight/22977663/gen-z-antiwork-capitalism
Charlton, E. (2023, May 19). This is what’s worrying #genz and #millennials in 2023. World Economic Forum. https://www.weforum.org/agenda/2023/05/gen-z-millennials-work-cost-living/
Bloomgarden, K. (2022, May 19). Gen Z don’t want to work for you. here’s how to fix that. World Economic Forum. https://www.weforum.org/agenda/2022/05/gen-z-don-t-want-to-work-for-you-here-s-how-to-change-their-mind/
Turkish Coffee Podcast Youtube Sayfası:
Turkish Coffee Podcast Haftalık Blog Sayfası:
#genz#zjenerasyonu#işyaşamı#kariyer#zkuşağı#kuşakçatışması#işyaşamdengesi#ofis#yeninesil#uzaktançalışma#işarama#işbulmak#liderlik#kişiselgelişim#eğitim#leadership#motivasyon#yöneticilik#iletişim#iletişimbecerisi#eşitişeeşitücret#teknoloji#etkiliiletişim#psikoloji#başarı#iletişimteknikleri#meslekseçimi#doğrumeslekseçimi#ekransüresi#internetbağımlılığı
0 notes
Text
Harika Girişimin 3 Temel Özelliği
youtube
Yeni kurulan işletmelere milyarlarca dolarlık yatırım yapan bir melek yatırımcı grubu iyi bir girişimin sahip olması gereken en temel 3 özelliği yazdıkları bir kitapta bir araya getirdiler. Ve bende bu 3 temel özelliğin neler olduğunu bu yayında sizler için derledim. İsterseniz daha fazla beklemeden buyrun hemen konunun detaylarına geçelim.
Her şeyin başı bir fikir
Girişimleri finansa eden melek yatırımcı gurubu son bir kaç yıllarını Harvard Business School mezunu olup kendi girişimlerini başlatan 18 farklı girişimci ile geçirmişler. Bu kişilerin iş fikirlerinin nasıl ortaya çıktığı ile alakalı sorular sormaya başladıklarında ilginç bulgular ile karşılaşmışlar.
Çoğunlukla "güzel bir iş fikrinin hiç beklenmedik bir anda beklenmedik bir şekilde karşınıza çıktığı" klişesinin pekte doğru olmadığını keşfetmişler. Çoğu girişimci bu fikirleri çok uzun deneme ve yanılmalardan sonra keşfedip, bunun ardından bu fikirlerin son şeklinin alabilmesi içinde haftalar, aylar hatta yıllar harcadıkları gözlemlenmiş.
Organik ve Kasıtlı Fikir
Çoğu iş fikri 2 ana grupta ortaya çıkıyormuş; bunlardan ilki organik fikir diğeri ise kasıtlı fikir. Organik fikirler genellikle girişimcinin kendisinin, ailesinin veya arkadaşlarının yaşam deneyimlerine dayanarak bir fikir geliştirmesi ile ortaya çıkıyormuş. Ve bu fikir yavaş yavaş inşa edilip en sonunda bir girişime dönüştürülebilirse, bu organik fikir olarak adlandırılıyormuş.
Kasıtlı fikir ise girişimcinin başlangıçta her hangi bir fikri olmadan ve bu fikri bulmak üzere yola çıkması ile oluyormuş. Çevresinde meydana gelen gelişmelerden dolayı değil bir iş yaratma amacıyla sadece oturup bu fikir üzerine çalışan girişimcilerin sahip olduğu bu model ise kasıtlı fikir olarak adlandırılıyormuş.
Ancak bu fikirler nasıl ortaya çıkarsa çıksın, her başarılı iş fikrinin üç önemli faktöre sahip olduğunu bu grup keşfetmiş ve bu değişkenleride Blue Apron adı verilen bir girişim üzerinden analiz etmişler. İsterseniz gelin bu değişkenlere tek tek göz atalım.
Büyük bir fırsat
İyi bir fikrin başarıya ulaşabilmesi için en önemli değişkenin; harika bir fırsat potansiyeline sahip olmasıymış. Ancak büyük bir potansiyel derken, bunun büyük bir pazar olması anlamına gelmesini kastetmiyorlar. Başarılı girişimciler ya çok büyük bir marketteki çok ufak bir soruna bir çözüm üretiyor yada çok ufak bir markette çok büyük bir soruna çözüm üretebilmeyi tercih ediyorlarmış.
Tabi bunu yaparken, eğer büyük bir fırsata sahip olamazsanız her ne kadar harika bir fikriniz olsa da çok büyük veya çok küçük bir problemi harika şekilde çözseniz de ne yazık ki başarılı bir girişime bu dönüşemiyor.
Bende bu analize kesinlikle katılıyorum, örneğin Youtube kurulmadan çok kısa bir süre önce Youtube’a çok benzeyen başka bir platform kurulmuştu fakat o dönem web tarayıcılarının java desteği olmadığı için bu girişim, videoları başarılı şekilde tarayıcılarda gösteremediği için başarısız olmuştu.
Keza facebook firması başka hiç bir sosyal medya firması yok iken, böyle bir platform geliştirince başarılı oldu. Amazonu kuran Jeff Bezos, daha pek çok insan internettin ne olduğunu bilmez iken internetten satış yapabileceği bir websitesi kurma fikri olduğu için bu fikir büyük potansiyel ile bir araya gelince bu iş başarılı oldu.
Bu yatırımcıların inceledeği Blue Apron firmasıda daha piyasada hiç bir yemek teslim etme firması yok iken, 2000’li yılların ortlarında e-ticaretin çok büyük bir hız kazanacağını tahmin edip, evlere paket ev yemeği teslimatı yapma fikri ile yola çıkmışlar. Instacart, DoorDash, Uber Eats ve Amazon Fresh daha piyasada yok iken evde pişirilmiş yemeklere en yakın şekilde yemekler ve menüler hazırlayıp evlere teslimata başlamışlar.
İlgili Becerilere Sahip Olmak
En önemli ikinci kriter ise; kurduğunuz fikri hayata geçirebilecek ilgili becerilere sahip olmanızmış. Fakat bu becerileri sadece mesleki beceriler olarak düşünmemek gerekiyormuş. Kurmuş olduğunuz şirketteki tüm alt alanlarda her şeyi tek başınıza kuracak özelliklere sahip olmanız mümkün olmayacaktır.
Başarılı girişimcilerin ortak olarak sahip olduğu özellik ise bu bireylerin teknik becerilerindense daha çok iletişim becerilerinin önde olduğuymuş. Bu iletişim becerilerini de müşterileri anlamak ve işin ilerlemesi için öndeki engelleri kaldırmak adına kullanan girişimciler daha başarılı oluyorlarmış.
Blue Apron firmasının kurucusu Matt Salzberg’i analiz ettiklerinde bu girişimcinin öne çıkan özelliğinin de bağış toplama ve bu alanda strajiler izleme yönünde olduğunu analiz etmişler. Keza bu firma halka açılmadan önce 200 milyon dolarlık yatırım toplamayı başarmış. 2010 yılında Harvard Business School’dan mezun olan Matt, 2012 yılında yemek dağıtımı firması Blue Apronu hayata geçirmiş ve 2015 senesinde ise firmanın değeri $2 milyar dolara ulaşmış. 2017 senesinde ise Wonder Group bu şirketi satın almış.
Projeye Tutkuyla Bağlı Olmak
Sahip olunması gereken en önemli ve son özellik ise hayata geçirilmek istenen girişime gerçekten tutkuyla bağlı olmakmış. Bu tutku ne kadar fazla ise bu girişimin yakıt deposuda o kadar büyük oluyor. Yaptıkları işe tutkuyla bağlı olmayan girişimciler, zorlu dönemler ile karşılaştıklarında bu işlerenden kolaylıkla vazgeçiyorlarmış. İşler çıkmaza girdiğinde, sevilmeyen bir konuşma yapılması gerektiğinde, olmadık durumlarla yüzleşmek gerektiğinde bu işe gerçekten tutkuyla bağlı olanlar bu zorlu koşulların üstesinden gelmeye çabalar iken yaptığı işe tutkuyla bağlı olmayan pes etmeyi tercih ediyorlarmış.
Çoğu girişimci pazara yeni bir ürün veya hizmet getirmeye çalıştıklarından dolayı, insanları daha önce ihtiyaç duymadıkları bir şeyi denemeye ikna etmeye çalışıyorlar. Ve bu şeyin yeni bir ihtiyaç olduğunu insanlara inandırmaya çalışırken bu işe ne kadar tutkuyla bağlı olduğuklarıda müşteriler ve yatırımcılar için de önemli bir değerlendirme kriteri oluyormuş.
Her girişimci için bu tutku farklı bir alanda boy gösterebiliyormuş. Çalışılan Sektör, ortaya çıkarılan ürün, elde etmeye çalışılan etki, parasal ödül, hayat tam bağımsızlık kazanmak gibi farklı farklı amaçlar girşimcilerin tutkularını meydana getirebiliyor.
Blue Apron’un kurucusu ise “İnsanların yaşamları üzerinde etki yaratacak bir marka yaratma isteğinin” inanilmaz bir tutkuya dönüştüğünü ve karşısına aşılamayacak zorluklar çıktığında bu tutku sayesinde hala bu işe kafa yormaya devam ettiğini bu araştırmada paylaşmış.
Son Söz
Bugünkü konuyu toparlayacak olursak, bu bölümde başarılı girişimlerin ve girişimcilerin sahip olduğu en temel 3 özelliği inceledik. Eğer bu araştırmanın ele alındığı kitabın detaylarınada ulaşmak isterseniz, sizler için yine linki bırakarım.
Umarım sizlere faydalı bilgiler sunabilmişimdir. En kısa sürede yeni yayınlarda görüşmek üzere, kendinize çok iyi bakın hoşçakalın.
Referanslar
Daniels, C., & Sherman, J. H. (2024, February). Where the greatest business ideas come from. Magzter. https://bit.ly/4dbsJfb
Daniels, C., & Sherman, J. H. (2024). Smart startups: What every entrepreneur needs to know: Advice from 18 Harvard Business School founders. HarperCollins.
Turkish Coffee Podcast Youtube Sayfası:
Turkish Coffee Podcast Haftalık Blog Sayfası:
#girişimcilik#girişim#startup#başarıhikayeleri#smartstartup#işkurmak#kariyer#teknoloji#melekyatırımcı#harvard#blueapron#amerika#silikonvadisi#turkishpodcast#podcast#storybox#turkishcoffee#yemekdağıtımı#ik#başarı#para#ticaret#ekonomiközgürlük#yatırım#işkurma#işhayatı#Spotify#Youtube
0 notes
Text
Patronunuz Ne Kadar Kötü?
youtube
Herkese merhabalar, yeni bir yayına daha hoş geldiniz. Çalıştığımız iş yerlerinde bize göre daha üst mertebede yer alan bireyler bazen olmadık davranışlar ile bizlerden fayda sağlamaya veya kullanmaya çalışabiliyorlar. Peki patronunuzun ne kadar iyi veya ne kadar kötü olduğu ile alakalı bir değerlendirme yapsaydınız, bu değerlendirmeye hangi kriterler girerdi? İsterseniz daha fazla beklemeden buyrun hemen konunun detaylarına geçelim.
Bu arada yaptığım yayınları beğeniyor ve yeni yayınları kaçırmak istemiyorsanız dinlediğiniz platformlardan abone olarak tüm yayınlara anında ulaşabilir veya [patreon] üzerinden bana destek olabilirsiniz.
Entrepreuner dergisi iş yerlerinde pek çok kişinin en çok sorun yaşadığı konulardan biri olan patronların, çalışanlara olan yaklaşımları ve davranışları ile alakalı bir araştırma yapmış. Bende bu dergiyi severek takip eden biri olarak bu konu benimde oldukça ilgimi çekti ve bu konuyu yayına taşımaya karar verdim. Bu makalede çalışanlar “kötü patron” olarak tanımladıkları kişileri 6 farklı kategoride listelemişler. Gelin isterseniz bu kategorilere tek tek göz atalım.
Öfkeli patron
İnsanların en çok şikayetçi olduğu patron tipi; çok çabuk öfkelenene patronlarmış. Çalışanlarına sesini yükselten ve kaba hareketlerde bulunan patronlar kötü patronlar kriterine direk olarak giriyorlar. Bu öfke sadece sözlü olarak değil, bir çalışana gelen emaili bu kişiye danışmadan direk olarak kendi cevaplayan, her şeyi kendi kontrolünde tutmaya çalışan ve çalışanlarına güvenmeyen patronlar bu kategoride direk olarak başı çekiyorlar. Çok ufak olaylara dahi hemen sinirlenen, çeşitli hakaretlerde bulunan ve çalışanlara saygısız davranan patronlar, çalışanlar için en kötü patronlar listesinin başında yer alıyormuş.
Sürekli İş Yükleyen Patron
Çalışanlar arasında en rahatsız edici olarak gözüken bir diğer kötü patron özelliği ise çalışanın sorumluluğu altında olmayan işleri çalışana görev olarak atayan patron türüymüş. Özelikle bu işleri en başlarda bir rica üzerine isteyip ardından bu sorumlulukları sanki o çalışanın rütun işiymiş gibi davranan patron türü yine kötü patron sınıfa otomatik olarak giriyormuş.
Çalışanlar kendi sorumlulukları dışındaki işlerin araya sıkıştırılmasından nefret ediyor ve bir üst mertebeden böyle bir görev verildiği için yinede bunu gerçekleştirseler dahi, bir daha bu kişiyle çalışmak veya başka bir projede yer almak istemiyorlarmış.
Tatil Dinlemeyen Patron
Kötü patronlar listesinde yer alan patronlar genellikle çalışanlarının 7/24 görev başında olması beklediklerinden dolayı bayram, seyran, gece veya gündüz dinlemeden çalışanlarına ulaşıp iş hakkında konuşuyor, email atmaya, mesaj yollamaya ve telefon çağrılarına devam ediyorlarmış.
Bu patron tipide pek çok insan tarafından “evlerden ırak” patron tipi olarak değerlendiriliyormuş. İş-yaşam dengesine saygısı olmayan patronlar, sağlıklı bir çalışma ortamının oluşmasının önüne geçiyorlar. En nihayetinden çalışanlar daha huzurlu ve mutlu hissettikleri bir ortama sahip olduklarında daha üretken ve performanslı çalışabiliyorlar.
Sürekli Bir Ara Bakarız diyen Patron
Çalışanların sevmediği bir diğer patron türü ise sürekli olarak “bir ara buna bakarız” deyip o işe bir daha dönüp bakmayan patronlarmış. Çalışanlardan gelen talepleri ve sorunları es geçen ve bu tür konularda geri dönüş kolay kolay vermeyen patronlar yine kötü patronlar kümesinde yer alıyorlar.
Çalışanların pek çoğu iş yerinde beraber çalıştıkları kişilerden kendi düşünceleri ile alakalı geri dönüşleri oldukça değerli buluyor ve lider pozisyonunda ki kişilerden olumlu yada olumsuz bir yanıt bekliyorlarmış. Bu tür beklentileri karşılayamayan patronlar ise çalışanların, değersiz hissetmesine ve şirket içerisinde çok fazla bir söz hakkına sahip olmadıklarına inanmalarına sebep oluyormuş.
Her Şeyi Bilen Patron
Listemizin devamında her şeyi ben bilirim diyen patron tipi geliyor. Hiç bir işi beğenmeyen, sürekli herkesin yaptığı işe müdahale etmek isteyen patronlarda, çalışanlar tarafından sevilmeyen patron kategorisinde yer alıyorlar. Her konuda kendisine danışılmasını isteyen ve kendi haberi olmadan hiç bir işin gerçekleşmesinden haz etmeyen patronlarda çalışanların güvenlerinin daha çabuk kırılmasına ve yaptıkları işlerde daha verimsiz olmalarına sebep oluyorlarmış.
Birde sürekli olarak her konuda bir kişinin onayını beklemek işlerin çok daha uzun sürede gerçekleşmesine ve çoğunlukla geç teslim edilmesine neden oluyor. Bu yüzden “her şeyin en iyisini ben bilirim, bana sormadan bir iş yapmayın” diyen patronlarda sevilmeyen patronlar kategorisinde yer alıyorlar.
Çalışanları takdir etmeyen Patron
Çalışanlarını takdir etmeyen ve yeri geldiğinde başarılarından bahsetmeyen patronlarda yine sevilmeyen patron kategorisinde yer alıyorlar. İnsan, doğası gereği başarılarının karşısındaki kişiler tarafından takdir edilmesini bekleyen bir canlıdır. Ve çok fazla emek harcanıp ortaya çıkarılan bir iş patron tarafından hiç bir takdir görmez veya hiç bir övgü almaz ise bu çalışanın motivasyonun kırılmasına ve işteki performansının çok daha düşük seviyelerde olmasına sebep oluyormuş.
Halbuki “emeğin için teşekkürler” veya “gerçekten güzel bir iş çıkardın” demek Dünyada ki en kolay şeylerden biri olsada, bazı patronlar böyle kelimeleri hafızalarından çıkardıklarından dolayı pek çok çalışan bu tür patronu kötü patron veya çalışılmayacak patron kategorisine hemen sürüklüyor.
Siz iyi mi yoksa kötü mü bir patron musunuz?
Pek çok insan iyi bir lider denilince kafasında belirli şeyleri hemen canlandırsada böyle ufak detayları atlamak, iyi bir lider olmanın önüne kolaylıkla geçebiliyor. Yapılan başka bir araştırmada iyi bir lider olmanın bir süreç aldığı ve Dünyanın tanıdığı en iyi liderlerin sürekli olarak öğrendiği, kendini geliştirdiği, kendini ve çevresini sürekli olarak analiz ettiği keşfedilmiş.
Bu işin zor kısmı ise pek çok lider, kendisine liderlik eden kişilerin yolunu izleyerek iyi bir lider olmaya çalıştığında “kötü patron” olarak adlandırdığımız çok sayıda kişinin türemesine bu sebep oluyor. Çalışanlarına gereken saygıyı ve takdiri göstermeyen yöneticiler ne kadar sert olurlarsa o kadar daha sözü dinlenen ve etkili bir lider olacaklarını düşünselerde bu tam tersi bir etki yaratıyor. Çoğu bireyin liderlik anlayışında, saygıyı sadece etkilemek istenilen kişiye gösterilmesi gerek bir değer olarak algılansada, Virgin Group’un kurucusu Richard Branson’a göre “saygıyı sadece etkilemek istediğiniz değil, çevrenizde ki her kişiye gösterebildiğinizde iyi bir lider olursunuz” diyor.
Çalışanlarına saygı duyan, onların düşüncelerine değer veren, çalışanlarının huzuruna ve başarısına gerçekten gerekli önemi veren ne kadar çok lidere sahip olursak, o kadar başarılı şirketlere, daha mutlu bireylere ve daha mutlu toplumlara sahip olabiliriz diye düşünüyorum.
Son Söz
Bugünkü konuyu toparlayacak olursak; bu bölümde bir patronu daha doğrusu bir lideri iyi ve kötü yapabilecek değerleri beraber inceledik.
Umarım sizlere faydalı bilgiler sunabilmişimdir. En kısa sürede yeni yayınlarda görüşmek üzere, kendinize çok iyi bakın hoşçakalın.
Referanslar
Thompson, J. (2023, October 20). Top signs that you’re A bad boss. Business News Daily. https://www.businessnewsdaily.com/11277-signs-bad-boss.html
Turkish Coffee Podcast Youtube Sayfası:
Turkish Coffee Podcast Haftalık Blog Sayfası:
#kariyer#iş#insankaynakları#işyerikültürü#çalışmaortamı#işyaşamdengesi#verimlilik#başarı#motivasyon#kişiselgelişim#liderlik#worklifebalance#disiplin#teknoloji#üniversite#meslekseçimi#türkçepodcast#podcast#turkishcoffee#turkishcoffeepodcast#sorumluluk#amerikadaçalışmak#işaramak#cvoluşturma#işhayatı#sinirlenmek#psikoloji#karakteranalizi#çokçalışmak#eğiticivideolar
0 notes
Text
Yeni Beyin Çipi Gelmiştir!
youtube
Eskiden sadece bilim kurgu filmlerinde karşımıza çıkan beyin çipleri her geçen gün daha büyük gelişmelere günümüzde imza atmaya başladılar. Çoğu insanın Elon Musk ile haberdar olduğu beyin çiplerinde son zamanlarda ne gibi değişimler yaşandı? Bu yayında bu konuyu ele alacağız.İsterseniz daha fazla beklemeden buyrun hemen konunun detaylarına geçelim.
Bu arada yaptığım yayınları beğeniyor ve yeni yayınları kaçırmak istemiyorsanız dinlediğiniz platformlardan abone olarak tüm yayınlara anında ulaşabilir veya [patreon] üzerinden bana destek olabilirsiniz.
Beyin – Bilgisayar Arayüzü
Beyine takılan çiplerin aslında gerçekleştirdikleri en temel görev; sinir sinyallarini okuyup bunları yazılım komutlarına döndürmelerinden geçiyor. Bu cihazlara verilen isim ise BCI (Brain Computer Interface) yani Beyin-Bilgisayar Arayüzü. Aslında bu cihazlar sadece son yıllarda popülerlik kazanmış olsada bu işin geçmişi çok daha eskilere dayanıyor.
Bu işle ilgili yapılan ilk çalışma 1924 yılında Hans Berger tarafından electroencephalography (EEG) sinyallerinin anlamlandırılması üzerine yapılmış. Hans Berger, beyin sinyallarini alfa ve beta olarak yaptığı bu çalışmada keşfetmiş. Hatta bundan önce 1875 yılında ilk defa hayvanların beyinlerinde ki elektriksel sinyalleri kayıt eden bir çalışma Richard Caton tarafındanda yayınlanmış.
Ardından beyin sinyallerinin tepkileri üzerine daha pek çok çalışma yapılmış olsada (eğer tüm bu çalışmalara da göz atmak isterseniz linkini sizler için bırakırım) ilk Beyin – Bilgisayar Arayüzü 1970 yılında University of California Los Angeles (UCLA)’ da yapılmış. 1973 yılında Jacques Vidal, bu deneyden öğrendikleri bilgileri Toward Direct Brain-Computer Communications adlı araştırma makalesinde yayınlamış.
1991 yılında ise Jonathan Wolpaw ve çalışma arkadaşları ilk defa beyin sinyali ile bilgisayar ekranındaki farenin hareket ettirilmesini başarmışlar. Daha buna benzer pek çok çalışma 2000’lerde de gerçekleştirilmeye devam edilmiş. Ve 2016 yılında Elon Musk’un kurduğu Neuralink firmasıda bu sektörde boy gösterince bu iş giderek çok daha fazla sayıda insanın dikkatini çekmeyi başardı.
Synchron
Günümüze dönecek olursak şu an itibariyle zihin okuyabilen bu ufak çipler, günlük yaşamın bir parçası haline gelme yönünde ilerliyor. BCI Cerrahı adından yeni bir iş dalı dahi oluşmaya başlandı denilebilir. Neuralink şu an bu çipleri yerleştirmek için bir robot geliştirmiş durumda kafanızı bu robotun içerisinde bir noktoda sabitledikten sonra robotun ucundaki iğne, tarama işlemini bitirdikten sonra beyninizi içine girecek olan bölümü ince bir iğne ile yerleştirebiliyor. Tabi bu alanda faliyet gösteren her firma neuralink gibi bir robot geliştirmiş değiller ve robot yerine beyin cerrahlarını kullanmayı tercih ediyorlar.
Bu alanda şu an için cerrahi operasyon yapan ise oldukça az sayıda doktor yer alıyor. Bu doktorlarda bir tanesi olan Shahram Majidi, New York’ta yer alan Sinai Hastanesinde beyin cerrahı olarak 2022 yılında Synchron adı verilen bir girişimin beyin çiplerini sadece engelli olan ve bu işe gönüllü olarak dahil olan kişiler üzerinde denemeye başlamış. Bu girişimde, ellerini kullanmakta zorluk çeken, konuşamayan ve mobil cihazları kullanmakta zorluk çeken insanların bu cihazları kullanması için bir beyin çipi geliştiriyor.
Aslında bu firma NeuraLink’in aksine beynin içersine bir cihaz yerleştirmek yerine beynin çevresinde yer alan damarların yakınına bu cihazı yerleştirerek kan damalarındaki değişimi analiz etmeleri sayesinde beyin sinyallerini okuyorlar. Burdan elde edilen veriler bir kablosuz bir şekilde üzerinizde taşımanız gereken bir cihaza aktarılıyor ve bu cihazda tüm mobil cihazlar ile iletişim kurabiliyor. Bu girişim, beyin çiplerini yerleştirmek için kafatasınızın içine girmeye gerek duymuyor ancak neuralink’e kıyasla daha fazla aparatı barındırıyor.
NeuraLink
Bir de gelelim bu alanda en çok konulan girişim olan Elon Musk’un kurduğu NeuraLink’e. 28 Ocak, 2024’te neuralink ilk defa ürettikleri çipi başarılı şekilde bir insan üzerinde kullanmaya başladıklarını paylaştılar. Amerika’da yer alan FDA (Food and Drug Administration) adlı kuruluş Neuralinki aslında ilk piyasa çıktıklarında onaylamamıştı. Elon Musk’ta bu çipi ilk olarak 3.dünya ülkelerinde yer alan gönüllü olarak bu deneye katılamak isteyen engelli insanlar üzerinde denemelere başlamıştı. 2023 yılının Mayıs ayında FDA uzunca süren tartışmaların ardından NeuraLink’in insan üzerinde denenmesini onayladı.
FDA’in neden neuralinkin insan çalışmalarının ret ettiğine baktığımda belirli güvenlik endişeleri listenin başında yer alıyordu. İlk olarak cihazın içerisinde yer alan lithuim pilin beyne zarar verip vermeyeceği endişesi, ardından bu cihazdan kafatasının dışına uzanan ince kablonun yine beyin için bir zarar oluşturup oluşturmayacağı ve bu cihazın beyinden çıkarılması gerektiğinde bu işlemin kişiye hiç bir zarar verilmeden nasıl yapılacağı endişeleri Neuralink’in Amerikada insan üzerinde deneyler yapmasının önüne geçmiş.
Neruolink yayının başında da bahsettiğim üzere bu çipi bir cerrah yardımı ile kafanıza yerleştirmek yerine, robosurgery olarak adlandırılan; yani bir robotun cerrahi bir operasyonu yapması yoluyla çipi beyin üzerine yerleştiriyorlar. Bu robotoda bakınca aslında tam Matrix filminde beynin arkasına taktıkları aparat direk olarak benim aklıma geldi. Fakat benim kafama takılan şey ise bu çipe sahip olan kişiler, bu çipi çıkarmak isterlerse bu robot çıkarma işlemini de aynı şekilde yapabilecek mi?
Ben bunu araştırınca açıkçası bu konuyla alakalı çok bir bilgiye ulaşmadım ancak görünen o ki bu robot sadece çipi yerleştirme işlemini yapıyor ve çipi çıkartmak isterseniz cerrahi bir operasyon ile bunu ancak yapabiliyorsunuz. Peki bu cerrahi operasyonu Neuralink’te çalışan ve bu deneye dahil olan biri mi? yoksa dışarıdan normal bir cerrah mı yapıyor? orası hala meçhul.
Precision
Bu alanda faliyet gösteren ve en çok konuşulan bir diğer girişim ise Precision firması. Bu firmanın kullandığı cihaz ise diğer firmaların kullandığı cihaza göre çok daha büyük. Ancak Precision firması beynin direk olarak içerisine bu çipi yerleştirmek yerine, dış yüzeyine bu çipi takıyorlar. Bir hasta üzerinde bu işlemi gerçekleştirirken, hasta uyanık haldeyken, taş kağıt makas oynuyor ve by cihaz hasta henüz taş kağıt veya makası eliyle göstermeden önce hangisini seçtiğini ekranda yakaladığı sinyallar aracalığı ile doktora bildiriyor. Aslında beyin vücudun diğer bölgelerine bir sinyal göndermeden bu sinyaller bu cihaz tarafından okunabiliyor. Birde hastanın hala uyanık durumdayken tüm bu işlemin gerçekleşmeside bence ayrı bir detaydı.
Aradaki Fark Ne?
Tüm bu girişimlerin üretmiş oldukları çipler, benzer işlevleri yerine getirselerde bunları bir birinden ayıran en temel özellik, beyine yerleştirdikleri çiplerin, ne kadar derine yerleştirildiği ile alakalı diyebiliriz. Neuralink, Blackrock ve Paradromics şirketleri beynin içerisine bu çipleri yerleştirir iken, Precision firması beynin dış tabakasına çipi yerleştiriyor. Synchron firması ise beyin ile kafatası arasındaki bölgeye üretmiş olduğu çipi yerleştiriyor. Buda bizlere aslında bu işin belirli bir standarda henüz oturmadığını gösteriyor. Bu çipleri üreten firmaların büyük bir bölümü özel şirketler ve her biri kendi standartlarını belirliyor.
Bu işin Geleceği nereye gidiyor?
Tüm bu girişimler sürekli olarak bu alanda daha yüksek teknolojileri ve gelişmeleri katediyorlar. Ve eminim ki gelecekte bizi bu cihazların çok daha kompleks ve çok ama çok daha ufak versiyonları bizleri bekliyor. Daha aslında bu listeye eklemediğim ama bu alanda faliyet gösteren oldukça fazla sayıda firma var. Ama tüm bu firmaların hepsi Amerika’da veya Avrupa’da yer alan sağlık örgütlerinin onayından geçmiş durumda değiller. Bu işe dahil olanlar çoğunlukla kendileri gönüllü oluyor ve doğabilecek tüm riskleri önceden kabul ediyorlar.
Benim bu yayını hazırlamış olduğum 15 Nisan, 2024 tarihi ile herhangi bir sağlık sorunu olmayan kişilerin ise bu cihazlara ulaşımı yok. İlerleyen süreçte tıpkı kolumuza taktığımız akıllı saatler gibi bu tür cihazlarıda satın alıp tahmin edemeyeceğimiz işlemleri yapabilecek miyiz? yoksa sağlık endişelerinden ötürü bu cihazlar hiç bir zaman halka sunulmayacak mı? Bunu da bizlere zaman gösterecek.
Bir de şu an itibariyle tüm bu firmalar çok kısıtlı sayıda insana sunuluyor. Eğer ileride bu cihazlar engelli kişilere sunulursa sigorta firmalarının bu cihazlara ilişkin bir düzenleme getirip getirmeyeceği ise apayrı bir tartışma konusu. Çünkü bu cihazların büyük çoğunluğu sadece özel şirketler tarafından geliştiriliyor ve devlet desteği olmadan yada sigorta kapsamında olmadan satışa sunulurlarsa, sadece bu cihazları maddi olarak karşılayabilecek insanların bu teknolojiye ulaşmasıda gelecekte çok daha büyük tartışmaları ortaya çıkaracaktır diye düşünüyorum.
Son Söz
Bu bölümde giderek rekabetin daha fazla kızıştığı ve çok kısa zamanda oldukça büyük gelişmeler gösteren beyin çipi sektörünü ve bu sektörün geleceğinin ne yöne gideceğini inceledik.
Umarım sizlere faydalı bilgiler sunabilmişimdir. En kısa sürede yeni yayınlarda görüşmek üzere, kendinize çok iyi bakın hoşçakalın.
Referanslar
Kawala-Sterniuk, A., Browarska, N., Al-Bakri, A., Pelc, M., Zygarlicki, J., Sidikova, M., Martinek, R., & Gorzelanczyk, E. J. (2021, January 3). Summary of over fifty years with brain-computer interfaces-A Review. Brain sciences. https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC7824107
Vance, A. (2023, November 7). Elon Musk’s Neuralink brain implant startup is ready to start surgery. Bloomberg.com. https://www.bloomberg.com/news/features/2023-11-07/elon-musk-s-neuralink-brain-implant-startup-is-ready-to-start-surgery
Turkish Coffee Podcast Youtube Sayfası:
Turkish Coffee Podcast Haftalık Blog Sayfası:
#elonmusk#beyinçipi#neuralink#teknoloji#yazılım#yapayzeka#gelecek#neuroscience#tesla#spacex#openai#makineöğrenmesi#chatgpt#machinelearning#artificialintelligence#verianalizi#startup#belgesel#araştırma#podcast#türkçepodcast#sağlık#beyin#nörobilim#kişiselgelişim#turkishcoffee#turkishcoffeepodcast#spotify#eğitici podcast#keşfet
0 notes
Text
Türkiyeye Kot Pantolonu Getiren Girişimci: "Muhteşem Kot"
youtube
Herkese merhabalar, yeni bir yayına daha hoş geldiniz. Kot pantolona ismini veren ve Türkiyeye ilk defa kot pantolonu getiren harika girişimcilerden biri olan Muhteşem Kot’un hikayesini ve neler başardığını bu yayında inceleyelim istiyorum .İsterseniz daha fazla beklemeden buyrun hemen konunun detaylarına geçelim.
Bu arada yaptığım yayınları beğeniyor ve yeni yayınları kaçırmak istemiyorsanız dinlediğiniz platformlardan abone olarak tüm yayınlara anında ulaşabilir veya [patreon] üzerinden bana destek olabilirsiniz.
Blue Jean’nin Hikayesi
Jean, Blue Jean yada biz deki ismiyle kot pantolon her yaşdan ve her kesimden insanın en çok tercih ettiği kıyafetlerden bir tanesi. Günlük hayatımızda, belkide dur durak bilmeden her gün kullandığımız ama hikayesini bilmediğimiz o kadar çok ürün var ki; kot pantolonda bunlardan sadece bir tanesi.
Kot pantolon çok uzun yıllar önce hayatımıza girmesine rağmen modasını hiç yitirmedi hatta tam aksine sürekli olarak karşımıza daha fazla şekilde çıkmaya başladı. Sadece pantolon olarakta değil, ceket, gömlek, etek ve çanta gibi daha pek çok eşya kottan üretilmeye devam edildi. Peki tüm Dünyaya yayılan blue jean ile bizler nasıl tanıştık gelin önce buna bir göz atalım.
BlueJean Nasıl Ortaya Çıktı?
Bluejean’nin patenti ilk olarak 20 Mayıs 1873 yılında Levi Strauss , San Fransisco’daki maden işcilerine özel, mavi renkte ve metal perçinlerle güçlendirilmiş bir pantolan dizayn edip Levis 501 adıyla blue jean patentini almış.
Levi Strauss Fransa’dan gelen mavi renkte ve dayanıklı, pamuklu denim kumaşa (ki bu kumaş türü İngilizcede Jean olarak adlandırılıyor ancak pek çok ingilizce sözcük jean yazdığınızda kot olarak çeviriyor) Jacob Davis’in bulduğu dikiş stili ile bakır perçinle tutturulan yan cepleri ekleyince blue ve jean sözlerini bir araya getirmeye karar vermişler. Böylelikle Blue Jean ismi ortaya çıkmış.
Ancak ilk üretilen pantolon mavi renkte değilmiş. Maden işçilerinin kiri göstermeyen ve uzun süre yırtılmadan dayanabilecek bir pantolon isteği üzerine Levi Strauss kahverengi renkten ilk pantolonunu üretmiş. İlerleyen süreçte bu işe mavi renk ile çoğunlukla devam edince Blue Jean ismi doğmuş.
1873 yılında blue jean olarak piyasa çıkan bu pantolon diğerlerine göre daha dayanıklı olduğu için çoğunlukla işçi ve yoksul kesimin tercih ettiği bir kıyafet olma yolunda ilerlemiş. 2.Dünya savaşının bitmesi ile de emekçi kesimin simgesi olan Blue Jean, sokakta daha fazla görülen ve popülerlik kazanan bir hal almaya başlamış.
Hatta 1950’lerde James Dean‘in baş rolünü oynadığı “Rebel Without A Cause” (”Devlerin Aşkı” adıyla türk sinemasında yer almış) filminde isyankar bir genci oynar ve biranda asi genç modası Blue Jean giymek ile birleştirilir. Bu dönemlerde çoğunlukla asi genç olarak kendini tanımlayan bir nesil, sadece blue jean giymeyi tercih etmeye başlamışlar. Durum böyle olunca Blue Jean ile restorana, tiyatroya ve zamanın elit yerlerine gitmeye çalışanlar, çoğunlukla kapıdan çevrilmeye başlamış.
İlerleyen zamandada , Amerika’da Vahşi batı filmlerinde bu pantolonların kullanılması ile bir anda blue jean pantolonlar tüm Dünyaya yayılmış. Artık Dünyanın dört bir tarafından insanlar bu pantolonlara talep göstermeye başlamış. Dönemin ünlü isimleri Marlon Brando, Marilyn Monroe, Elvis Presley ve James Dean gibi isimler blue jean pantolonları giymeye ve bu kıyafetler ile konserler, resim çekimleri ve reklam filmleri gibi etkinliklerde de boy gösterince Blue Jean’nin popüleritesi inanılmaz bir hız kazanmaya başlamış.
İlk başlarda emekçi kesimin simgesi olan, sonra asi gençlikle özdeşleştirilen blue jean artık hippilerden anarşistlere, işçilerden zenginlere kadar herkesin tercih ettiği bir kıyafet türüne dönüşmüş.
Muhteşem Kot Blue Jean ‘le Nasıl Tanıştı?
Peki Muhteşem Kot, blue jean ile nasıl ve nerede tanıştı? Terzi çırağı olarak kariyerine ilk adımı atan ve ardından Fransa’da o dönemin en prestijli terzilik okulu olan La Deveze Derrox’ta eğitim alan Yugoslavya göçmeni Muteşem Kot, 1940 yılında blue jean ile ilk defa tanışır.
1940’ların sonunda Fransa’da işçi ve köylü kesiminin giyebileceği dayanaklı ve ucuz bir malzeme arayan Muhteşem Kot, blue jean’i keşfeder ve blue Jean’nin sağlamlığı ve dikim tarzını çok beğenir. Fransdan Türkiyeye dönüncede bu pantolonları üretmeye karar verir. 1960’lı yıllarda Türkiyede Osmanbey’de Rumeli Caddesi üzerinde 56 numaralı atölyede üretime başlayan Muhteşem Kot, günde 200 adet blue jean üretmeye başlar.
Bu pantolonları satmaya başlayıncada Blue Jean ismini kullanmak yerine kendi soyadını kullanmaya karar veren Muhteşem Kot, blue jean isminin türkçe karşılığının kot olmasını sağlar. Eğer şu an türk dil kurumunun sitesine gider ve türkçe sözlük bölümünde kot ismini yazarsanız bu kelimenin dilimize resmi anlamda da geçtiğini göreceksiniz.
Muhteşem Kot’un Kotlarına Ne Oldu?

1980’li yıllarda serbest piyasa ekonomisiyle yabancı markların pek çoğu yerli piyasaya girmeyi başardı. Durum böyle olunca yerli üretim olan, Muhteşem Kot’un ürettiği kotlar yabancı markalar karşısında değer kaybetmeye başlar. Muhteşem Kot’un oğlu Aytaç Kot verdiği bir röportajda dilimize dahi yerleşen Kot markasının, yabancı markaların Türkiyeye gelmesi ile otomatik olarak 2.lige düşmelerine sebep olduğundan bahsetmiş. Türkiyenin 80’li yıllarda dış pazara açılması yerli üretim olan ve aslında bizim gibi ülkeler için çok önemli bir değer arz eden böyle girişimler ve girişimciler, kapılarına kilit vurmak zorunda kaldılar.
1990’a kadar yabancı firmalarla savaşa devam eden kot firması, 1992 senesine geldiklerinde artık kar edemez bir duruma ulaştıklarından dolayıda fabrikalarında kot üretimini durdururlar ve fabrikayı başkasına kiraya verirler.
İlk Blue Jean kumaşının Türkiyede Üretildiği İddiası
Aslında Blue Jean’nin Türkiyede ki hikayesi burdada bitmiyor. Kaynağı tam olarak doğrulanmamış olsada, 15. ve 17. yüzyıllar arasında Denizli ve Akhisar bölgesinden yetiştirilen pamuklar Hindistandan gelen mavi boya ile boyanmaya başlanmış. Çünkü o dönem yetiştirilen her pamuk ince pamuk değilmiş ve bu kalın olan pamuklar İzmire getirilmiş. Diğer bir adıyla denim kumaşı olarak adlandırılan bu pamuklar, Fransanın güney doğusunda yer alan Marsilyaya ihraç edilmiş. Burdanda İspanyollar bu kumaşı Amerikadaki kolonilere götürmeye başlarar ve böylelikle Amerikada Blue Jean devrimi başlar.
Her hangi bir bilimsel kaynak ile kanıtlanamayan bu şehir efsanesinde ise Türklerin ilk defa üretmiş olduğu kot pantolonun ana malzemesini sanayileştirilemediklerinden dolayı Fransızlara bu malzeme satılmaya başlanmış ve Fransızlarda bu malzemeyi tüm Dünyaya yaymayı başarmadıklarından dolayı, girişimlerin ülkesi olan Amerika Blue Jean’i keşfetmiş. Tabi yine bu bilginin sadece halk arasında dilden dile dolaşan bir efsane olduğunu unutmamakta fayda var.
Son Söz
Bu bölümde Türkiye’ye ilk defa kot pantolonu getiren ve kot kelimesinin dilimize yerleşmesini sağlayan Muhteşem Kot’un hikayesinin inceledik.
Umarım sizlere faydalı bilgiler sunabilmişimdir. En kısa sürede yeni yayınlarda görüşmek üzere, kendinize çok iyi bakın hoşçakalın.
Referanslar
Kota Adını Veren “muhteşem kot”un Muhteşem Hikayesi. Marketing Türkiye. (2018, September 7). https://www.marketingturkiye.com.tr/haberler/kota-adini-veren-muhtesem-kotun-muhtesem-hikayesi/
Bulut, S. (2021, May 5). Muhteşem Kot’un Muhteşem hikâyesi. Milliyet. https://www.milliyet.com.tr/molatik/galeri/muhtesem-kotun-muhtesem-hik-yesi-84040/5
A&E Television Networks. (n.d.). Levi Strauss and Jacob Davis Patent Blue jeans. History.com. https://www.history.com/this-day-in-history/levi-strauss-and-jacob-davis-receive-patent-for-blue-jeans
. (2020, January 24). A riveting idea: Reno tied to the history of Levi Jeans. Reno Gazette Journal. https://www.rgj.com/story/news/local/leader-courier/2020/01/24/riveting-idea-reno-tied-history-levi-jeans/4566278002
Denim’in Yolculuğu. AK Kumaş. (n.d.). http://www.akkumas.com.tr/Haberler/Detay/3
Turkish Coffee Podcast Youtube Sayfası:
Turkish Coffee Podcast Haftalık Blog Sayfası:
#kotpantolon#levis501#levis#levistrauss#girişimcilik#başarıhikayeleri#işkurmak#türkgirişimci#moda#lacivertkotpantolon#giyim#giyimtavsiyeleri#erkekgiyim#pamuküretimi#mavipamuk#denimkumaş#motivasyon#belgesel#startup#kot#jeans#bluejean#pamuk#cotton#fashion#levi#fashiontips#streetwear#vintage#girişimci
0 notes
Text
Bu girişim iklim değişimini durdurabilir mi?
youtube
İklim değişiminin önüne geçmek için çabalayan pek çok girişime bugüne kadar şahit olduk fakat Climeworks adlı girişim 1 milyar ton karbon kirliliğini ortadan kaldırma amacı ile bu alanda en iddalı firmalardan biri olma yolunda ilerliyor. Bu yayında Climeworks’ün hikayesinden ve neler başardıklarından sizlere bahsedeceğim. İsterseniz daha fazla beklemeden buyrun hemen konunun detaylarına geçelim.
Bu arada yaptığım yayınları beğeniyor ve yeni yayınları kaçırmak istemiyorsanız dinlediğiniz platformlardan abone olarak tüm yayınlara anında ulaşabilir veya [patreon] üzerinden bana destek olabilirsiniz.
Christoph Gebald
Christoph Gebald, Almanyanın Bavaria bölgesinde doğmuş ve ardından 20 yılını İsviçrenin harika doğasında geçirmiş. Bu yıllarda da İsviçredike ki karla ve buzla kaplı dağlarda ve zirvelerde iklim değişiminden ötürü bazı değişimler meydana gelmiş. İlk olarak yamaçlara tutunan buzların daha önce görülmediği bir hızla eridiği fark edilmiş. En iyimser senaryolarda bile Alpler’deki buzların üçte ikisinin erimeside tahmin ediliyormuş.
Çoğu insana çılgınca gelen bu fikir Cristoph için hayatının en büyük girişimi ve hedefi olmuş. Bu hırs geçtiğimiz sene Cristoph’u TIME100 Next listesine girmesini dahi sağlamış. Geçen sene Climeworks, 650 milyon dolarlık yatırım toplamış. Ancak Climeworks koyduğu hedefe ulaşabilmesi için şu ankinden çok daha büyük miktarlarda karbondioksit toplaması gerecek çünkü geçen yıl aktif olarak çalışan kamplarında yılda 4 bin ton karbondioksit toplamışlar. Şirketin amacı ise bu girşimi büyüterek bu rakamı yıllık 1 milyar tona çıkarabilmek.
Climeworks Nasil Ortaya Çıktı?

İsviçre merkezli Climeworks şirketi, uzay mekikleri ve denizaltılar tarafından ilham alarak, havayı temizlemek için CO2 emici sistemler geliştirmeye odaklanmış. Kurucularından biri olan Gebald, ETH Zurich‘de doktora yaparken bu sistemlerden etkilenmiş ve havayı temizlemek için bu tekniklerin kullanılıp kullanılamayacağını görmek istemişt. 2008’de bu hedefle yola çıkan Gebald ve arkadaşı Wurzbacher, atmosferden karbonu çekmek için bir yol geliştirmeyi amaçlamışlar. Başlangıçta, atmosferden CO2’yi ucuz bir şekilde yakalayıp sera gazlarını azaltmak için endüstriyel amaçlarla satmayı planlamışlar. Ancak zamanla, Climeworks planlarını değiştirerek, atmosferden yakaladıkları karbonu yeraltında kalıcı olarak depolamaya odaklanmış.
İklim Değişimini Durdurabilecekler mi?

Peki, yılda 1 milyar ton karbondioksiti havadan toplayabilirsek bu iklim değişimini birazda olsa kontrol altına almamızı sağlayabilir mi? Bu rakamlar çok fazla gözüksede Dünyanın yılda 10 milyar tona kadar karbonu atmosferden temizlenmesine ihtiycı var ve bu gerçekleşse dahi bu yüzyılın ortasında kürsel ısınmayı ancak 1,5°C ile sınırlandırmamıza olanak sağlıyormuş. Climeworks’ün ilk oluşma sebebi olan dağları ve buzulları koruma amacından bakılacak olursa da iklim değişimi dağcılıkta en tehlikeli seviyelere ulaşmış durumda. Hatta dağların iklim değişiminden nasıl etkilendiği anlatan oldukça detaylı bir rapor dahi yayınlandı ve bununda linki merak ederseniz sizler için bırakırım.
Climeworks şu an itibariyle tüm bu krizin önüne geçebilecek bir altyapıya yada teknolojiye sahip olmasada bu şirketin kurucusu olan Cristoph, bununla alakalı kendisine yöneltilen sorulara şu şekilde cevap vermiş.
Eğer ki bir dağın sadece zirvesine odaklanırsanız çok büyük bir hüsrana uğrarsınız, çünkü dağın zirvesine ulaşana kadar 5 hafta boyunca sizi hüsrana uğratacak pek çok zorlu koşula maruz kalırsınız. Bizim için de önemli olan sadece dağın zirvesine ulaşmak değil, önümüzdeki adımları doğru ve kararlı bir biçimde planlayıp tek tek aşabilmek. — Christoph Gebald
Önümüzdeki 50 yılda İklim Değişimi
Önümüzdeki 50 sene içerisinde aslında sadece özel şirketler değil pek çok ülke Türkiye’de bu ülkere dahil olmak üzere “net sıfır emisyon” projesi üzerinde uğraşıyorlar. 2070 senesinde tüm Dünyada net carbondioksitin sıfıra düşürülmesi projesi aslında 20 yıl kadar geç kalınmış bir proje diyebiliriz.
Çünkü her geçen yıl iklim değişimiyle meydana gelen hasarı onarmak çok daha zor bir hale geliyor. Aslında climateworks gibi daha pek çok şirket CDR (Carbondioksit Removal) denilen ortak bir hedef için çalışıyorlar. Bu alanda 2024 yılı itibariyle apayrı bir endüstri haline gelmiş durumda.
Küvet Metaforu

Bunu başarabilmenin de bir kaç yolu var ve bu yollardan bir taneside Climeworks’ün kullandığı “Direct Air Co2 Capture” denilen yani türkçeleştirecek olursak havadan direk olarak CO2’nin yakalanması methodu diyebiliriz.
Fakat bu teknolojilerin geliştirilmesi ve bu alanda faliyet gösteren firmaların artmasıylada ayrı bir tartışma konusu ortaya çıktı. Eğer bu tarz teknolojiler ileride daha da yaygınlaşır ve bizim havayı kirletmemize sebep olan her aktivitenin önüne geçebilirse, bu endüstrülerin aynı şekilde çalışmasına izin verilebilir mi?
Bu sorunun cevabi oldukça tartışılsada Amerika 2050 yılında 500 metrik ton CO2 din atmosferden temizlenmesi hedeflenmiş olsada pek çok gelişmemiş ülkenin bu alanda uzun yıllarca faliyet gösteremeyeceği hesaba katılınca 2050 senesinde Dünyada 3.8 milyarlık Co2’in kaldırılması gerekeceği ön görülüyor.
Bu işe katılan diğer firmalar
Atmosferimizdeki kirli havayı temizlemek için aslında sadece Climeworks firması değil Dünya devi pek çok şirkette bu işe yatırım yapıyor. Microfost, Meta, Apple, Spopify ve Musk Fondation gibi kuruluşlar sıfır emisyon hedefi için yatırımlar yapıyorlar. Tabi birde bu firmaların tüm Dünyada bunca sene yaratmış oldukları çevre kirlikleride tarihten silinmiş değil. Warren Buffett’ın desteklediği Occidental Petroleum firması 100’den fazla karbon yakalama tesisi kuracaklarını açıklasalarda yakalanan karbonun bir kısmını daha fazla petrol çıkarmak için kullanmak istiyorlar buda tabiki bu alanda büyük bir çelişki yaratıyor.
Bu sektöre pek çok özel kuruluş ve devleter yatırım yapıyorlar. Amerikan başkanı Joe Biden bu sektör içinde $3.7 milyar dolarlik bir bütçe ayıracaklarını da duyurdular.
Sonraki Adım Ne?
2018’de Birleşmiş Milletler’in iklim raporu, küresel ısınmayı 1.5C ile sınırlamak için önümüzdeki on yıllarda milyarlarca ton karbonu gidermek gerekeceğini açıkladı. Şirket, İzlanda’daki benzersiz jeolojik yapıyı kullanarak bu hedefe ulaşmayı amaçlıyor. Climeworks, Mammoth adını verdiği büyük ölçekli DAC (Direct Air Capture) yani direk hava yakalama tesisini İzlanda’nın en büyük jeotermal enerji santrali olan Hellisheioi‘ye kurmayı planlıyor.
Climeworks’in geleceği, özellikle ABD’de büyük müşterilerin bulunduğu ve hükümet teşviklerinin var olduğu yerlerde devam edecek gibi gözüküyor. Şirket, bu sayede de farklı coğrafi koşullarda makinelerini test etmeyi ve endüstrinin büyümesi için gereksinimleri anlamayı amaçlıyormuş.
Bu endüstrisinin geleceğini ise talebin artışı belirleyecek. Araştırmacılar, CO2’nin bir tonunun yakalanması için maliyetin 100 dolar civarına düştüğünde ise bu sektörün ancak bu şekilde istikrarlı hale gelebileceğini söylüyorlar. Fakat şu ana kadar maliyetler bu seviyenin çok daha üzerinde. Bu endüstrinin de gelcekte çok fazla büyüme yakalayıp her yere yayılıp yayılamacağını ise bize zaman gösterecek.
Son Söz
Bu bölümde atmosferdeki CO2 temizlemek için çabalayan Climeworks girişimini inceledik. Umarım sizlere faydalı bilgiler sunabilmişimdir. En kısa sürede yeni yayınlarda görüşmek üzere, kendinize çok iyi bakın hoşçakalın.
Referanslar
Kahn, B. (2023, October 19). Climeworks battles big oil for $1 trillion carbon capture market. Bloomberg.com. https://www.bloomberg.com/news/features/2023-10-19/climeworks-battles-big-oil-for-1-trillion-carbon-capture-market?utm_campaign=news&%3Butm_medium=bd&%3Butm_source=applenews
Ccp5 mountains. (n.d.). https://www.ipcc.ch/report/ar6/wg2/downloads/report/IPCC_AR6_WGII_CCP5.pdf
#iklim değişikliği#iklim#hava değişimi#hava kirliliği#net zero by 2050#çevre kirliliği#çevre kirliliği nedir#climeworks#yenilenebilir enerji#temiz enerji#iklim krizi#türkçe podcast#turkish coffee podcast#learn turkish#motivasyon#girişimcilik#başarı#kendi işini kurmak#sıfır emisyon#karbon ayak izi#doğayı sev#küresel ısınma#canlı yayın#cnn türk#girişimcilik hikayeleri#kolay değil#belgesel#doğa#orman#story box
0 notes
Text
Spor bizi daha zeki yapar mı? – Wendy Suzuki
Wendy Suzuki ismini daha önce duymamış olabilirsiniz fakat kendisi dünyaca tanınmış bir sinir bilim uzmanı ve depresyona girdiği bir dönemde egzersiz yapmanın insana ne gibi yararlar sağlayacağı üzerine yaptığı araştırmalar oldukça ilgi çekici sonuçları ortaya çıkardı .İsterseniz daha fazla beklemeden buyrun hemen konunun detaylarına geçelim.
Bu arada yaptığım yayınları beğeniyor ve yeni yayınları kaçırmak istemiyorsanız dinlediğiniz platformlardan abone olarak tüm yayınlara anında ulaşabilir veya [patreon] üzerinden bana destek olabilirsiniz.
Yayına başlamadan önce bu bölümün araştırmasını ve yazılı metnini yayın direkötürümüz Monika Karapınar hazırladı ve kendisine de katkılarından dolayı teşekkür etmeden geçmek istemedim.
Wendy Suzuki
Wendy Suzuki, New York Üniversitesinde çalışan bir sinirbilim uzmanı ve psikolog, kendisi beynin insanlığın yaşadığı tüm çağlar boyunca değişme ve yaşadığı ortama uyum sağlama yeteneğine ilişkin araştırmalar yapıyor. Hatta bununla alakalı olarak “Healthy Brain, Happy Life” (Sağlıklı Beyin, Mutlu Yaşam) adlı harika bir kitap yayınlamış. Ayrıca 2014 yılında tam da bu konuyla alakalı yapmış olduğu oldukça enerjik bir Ted Talks’ta mevcut.
Wendy, kırk yaşlarına yaklaştığında kariyerinin zirvesinde olan ödüllü bir üniversite profesörü ve Dünyaca tanınan bir sinir bilim uzmanı olmayı başarmış. Ancak tüm bu başarılara rağmen kendisini hiçte harika hissetmemeye başlamış. 40’lı yaşlarına geldiğinde hayatının büyük kısmının labratuarda geçtiğini fark etmiş. İşten çoğunlukla geç saatlerde ayrıldığı içinde dışardan yemek alıp eve gidiyormuş. Ve bu ağır çalışma temposu kariyerinde harika yükselişleri kendisine getirsede, 25 pound yani 11 kg kilo almasına sebep olmuş.
Bu yaşam tempsosu Wendy’nin fazla kilolu, yalnız ve çok çalışmaktan ötürü sürekli yorgun hisseden bir birey haline dönüşmesine sebep olmuş. Wendy’nin doğum günü yaklaştığında ise bu ruh halinden kurtulmak için bir intensati adı verilen egzersiz sınıfına yazılmaya karar vermiş. Bu egzersiz müzik eşliğinde yapılan bir dizi kardio egzersizinden oluşuyor.
Bu sınıfa yazıldıkta belirli bir süre sonra hayatında bazı olumlu değişimler olduğunu fark eden Wendy, bir bilim insanı olarak bunları tek tek analiz etmeye başlamış.
Sporun Beyin Üzerindeki Etkisiyle İlgili Yapılan İlk Çalışma
Spor yapmanın beyin üzerinde etkisini araştıran ilk çalışma 1960 yılında Marian Diamond adı verilen bir bilim insanı tarafından gerçekleştirilmiş. Bu bilim insanı ise Wendy Suzukinin eğitim aldığı UC Berkley üniversitesindeki profesörlerinden biriymiş. Bu deneyde fareler iki gruba ayrılmış, ilk grup sadece diğer farelerle çevirili bir ortamda zaman geçirirken, ikinci grup farelerin kullanabileceği pek çok egzersiz aleti ile donatılmış.
Wendy Suzuki bu ortamı farelerin Disneyland’i olarak adlandırıyor. Bu araştırmanın sonunda ise egzersiz çemberi gibi aletleri kulllanan farelerin beyinlerinin dış kısmındaki korteksin çok daha kalın olduğu bulunmuş. Buna bağlı olarak deneyin sonucunda ise spor yapan farelerin hafızalarının, birinci gruptaki farelere oranla çok daha iyi olduğu bulunmuş.
Spor Yapmak Ne Gibi Bir Etki Yarattı?
Wendy Suzuki bir yandan bu veriler üzerinde çalışır iken bir yandan da spora başladığında enerji seviyesinde büyük miktarda bir artış olduğu görmüş. Ardından hafızasında, yaptığı çalışmalarda, daha rahat odaklanabilmesinde ve bir görevden diğerine daha kolay şekilde geçebilmesinde iyileşmeler olmaya başlamış. Wendy bu tür gelişmelerin temel nedenlerini merak edip araştırmasına devam etmeye karar vermiş.
Düzenli egzersiz yaptığınızda ruh haliniz iyileşiyor, stres miktarınız düşüyor, hafıza ve öğrenme yeteneğiniz gelişiyor ve tüm bunlara ekstra olarak Alzheimer ve Parkinson hastalıklarının riskleri azalıyormuş. Egzersizden böyle faydalar sağlayabilmek için de Profesör Wendy’nin bulgularına göre spor süresi minimum 30 dakika olmak şartıyla, haftada 3 gün spor yaparsanız bu faydaları sizde rahatlıkla görebilirsiniz. Belki yakınınızda bir spor salonu olmayabilir veya spora gidecek zamanı bulamıyorda olabilirsiniz. Böyle durumlarda da günlük 10 ila 30 dakikalık yürüyüşler yapmak yine benzer faydaları sağlayacaktır. İneceğiniz duraktan bir önceki durakta inip eve yürümek, öğle arasında parkta bir yürüyüş yapmak gibi alışkanlıklar sağlığınızda önemli değişimlere sebep olabilir.
Odaklanma Ve Konsantrasyon
Özellikle kalp atış hızını arttıran aktivitelerin vücudumuzda daha fazla yarar sağladığıda keşfedilmiş. Tempolu yürüyüş, koşu, yüzme, bisiklet sürme, tenis oynama veya ip atlama gibi aktiviteler, kalp ritminizi artıracak ve olumlu değişimleri sağlayacaktır. Sürekli olarak bu tarz aktiviteler tekrar edildiğinde ise odaklanma ve konsantrasyonunuzda artacaktır. Yapılan bir araştırmada, egzersiz yapan bireylerin tepki sürelerinin arttığı bulunumuş. Örneğin masanın üzerindeki bir bardağı düşürdüğünüzde bunu yakalamak için verdiğiniz tepki, spora yaparsanız çok daha hızlı gerçekleşiyormuş.
Yeni Beyin Hücrelerinin Oluşumu
Bilim insanlarına göre egzerisin en önemli faydalarından bir diğeri ise “neurogenesis” olarak adlandırılan, beyin hücrelerinin yenilenmesi olayının desteklenmesiymiş. Bu sayedede öğrenme yeteneği daha fazla oranda artıyor ve hafızamız güçleniyormuş. Kitapta aslında sadece egzersizin beyin üzerindeki etkilerinden bahsedilmiyor. Egzersiz dışında yapılan bir kaç aktive daha bu tarz olumlu değişimleri getirebiliyor. İsterseniz gelin birde bu aktivitelere göz atalım.
Egzersiz dışında ki Faydalı Aktiviteler
Spor yaptığımızda ki gibi benzer etkileri yaratan ilk aktivite, yeni şeyler öğrenmek imiş. Yeni bir bilgi öğrendiğimizde beynimiz daha zinde kalıyor ve daha aktif şekilde çalışıyormuş. Sosyal bağlantılar kurduğumuzda, yani diğer insanlarla etkileşime geçtiğimiz zaman, bir arkadaşımızla derin bir sohbetin içine düştüğümüzde veya yeni bir kişiyle muhabbet etmeye başladığımızda beynimiz aktif faza geçiyormuş.
Ben uykunun faydaları ile bu podcastte oldukça fazla sayıda yayın hazırladım, eğer dinlemediyseniz yine linklerini sizler için bırakırım, uyku bu alanda da yeniden karşımıza çıkıyor. Sağlıklı bir uyku, yetişkin bireyler için minimum 7 saat olmak üzere, hafızanızı güçlendiriyor, metabolizmanızı düzenliyor, bağışıklılığınızı arttırıyor, fiziksel ve mental sağlığınızıda olumlu etkiliyor.
Kitapta bir bölümde yeni bir şeyler denemenin ve öğrenmenin beynimiz için inanılmaz faydaları olduğundan bahsediyordu. Örneğin daha önce hiç bilginiz ve deneyiminiz olmayan bir aktivite yapmak, bu belki bir dans kursuna yazılmak, belki kano yapmak, belkide daha önce hiç pişirmediğiniz bir yemeği yapmaya çalışmak, hiç duymadığınız bir podcast’i veya bir Ted Talk’ı dinlemek olabilir. Bu tarz yeni aktiviler, beyni otomatik çalışma modundan çıkarıp, aktif öğrenme moduna geçirdiğinden dolayıda, spor yaparken salgılanan benzer hormonların salgılanmasına ve bundan faydalar sağlamamıza olanak tanıyor.
Yemek ve Çevre İlişkisi
Yemek yapmaktanda bahsetmiş iken, geçenlerde dikkatimi çeken bir araştırmayıda sizlerle paylaşmak isterim. Yemek yenilen ortamı değiştirdiğimiz zaman, yemekten aldığımız keyif miktarıda değişiklik gösterebiliyormuş. Belki çok uzun süredir belirli yiyecekleri sıklıkla tüketiyor olsanız dahi, eğer ki normalden farklı bir çevrede bu yemeği yerseniz aldığınız tat miktarıda değişkenlik gösterebiliyormuş.
Ben genellikle iş yerinde yiyeceğim yemeği evde hazırlıyorum ve geçenlerde ilk defa alelacele yemek yemek yerine bir boşluk oldu ve yakında ki bir parka gidip bankın üstüne oturup yemek yemek için vakit ayırdım. Öğlenleri çoğunlukla aynı öğünü yememe rağmen, ilk defa yediğim yemekten çok daha fazla keyif aldım. Bende bu araştırmayı birebir test etmiş oldum diyebilirim.
Son Söz
Bu bölümde beynimize yarar sağlayabilecek olan aktiviteleri Wedny Suzukinin kaleme aldığı “Healthy Brain, Happy Life” (Sağlıklı Beyin Mutlu Yaşam) kitabı üzerinden inceledik.
Umarım sizlere faydalı bilgiler sunabilmişimdir. En kısa sürede yeni yayınlarda görüşmek üzere, kendinize çok iyi bakın, hoşçakalın.
Referanslar
Toda, T., Parylak, S. L., Linker, S. B., & Gage, F. H. (2019, January). The role of adult hippocampal neurogenesis in brain health and disease. Molecular psychiatry. https://t.ly/uLlY0
Health, C. (Ed.). (2023, June 4). Better sleep: Why it’s important for your health and tips to sleep soundly. health. https://t.ly/6Dujo
Wendy, S. (2016). Healthy Brain, happy life: A personal program to activate your brain and do everything better. HarperCollins. https://amzn.to/3ICwX1a
Turkish Coffee Podcast Youtube Sayfası:
Turkish Coffee Podcast Haftalık Blog Sayfası:
#spor#sağlıklıyaşam#wendysuzuki#tedtalks#türkçepodcast#keşfet#podcast#turkishcoffeepodcast#zeka#egzersiz#sporyapmak#odaklanma#konsantrasyon#motivasyon#kişiselgelişim#health#life#work#happiness#mutluluk#fit#squat#bel#pilates#yaşam#araştırma#bilgi#türkçepodcastdinle#psikoloji#turkish
0 notes
Text
Artık Para Biriktirmek mümkün değil mi?
youtube
Herkese merhabalar, yeni bir yayına daha hoş geldiniz. Ekonomik koşulların giderek daha da zor hale geldiği bu dönemde para biriktirebilmek çoğu insan için imkansız mı? Yoksa herkes kazandığı miktar fark etmeksizin para biriktirebilir mi? İsterseniz daha fazla beklemeden buyrun hemen konunun detaylarına geçelim.
Bu arada yaptığım yayınları beğeniyor ve yeni yayınları kaçırmak istemiyorsanız dinlediğiniz platformlardan abone olarak tüm yayınlara anında ulaşabilir veya [patreon] üzerinden bana destek olabilirsiniz.
En çok dinlenene podcastlerden birini yapan Dave Ramsey, 2003 senesinde Total Money Makeover (Toplam Para Değişimi) kitabını yayınladı ve bende bu kitabı satın alıp okuyanlardan biri oldum. Bu kitaptada en çok hoşuma giden kısım, ekonomi ve para biriktirme ile ilgili yazılan diğer kitaplara nazaran borsa, bitcoin gibi kısa yoldan zengin olma vaadi sunan bir kitap olmaması oldu.
Bunun tam tersine nasıl gereksiz harcamalardan kurtulabileceğinizi ve nasıl en mantıklı şekilde para biriktirebileceğinizin yollarından bahseden bir kitap ve bende bu yüzden bu yayına bu kitabı taşımak istedim.
Pek çok insan para biriktirebilmek için büyük miktarda para kazanması gerektiğini aksi takdirde ekonomik olarak giderek her şeyin daha da pahalandığında bu dönemde para biriktirmenin mümkün olmadığını düşünüyor. Ancak birikim yapmak kazandığınız paradan çok para biriktirebilme yetinize bağlı. Peki bu iş madem sadece bir yeteneğe bağlı neden toplumun büyük kesimi para biriktiremiyor? Bunu anlamak için kitapta “Baby Steps” yani “ilk adımlar” olarak geçen maddelere bakmamız gerekiyor.
İlk Adımlar (Baby Steps)
Acil Durum Fonu
Para biriktirebilmek için ilk atılması gereken adım, bir acil durum fonu oluşturmaktan geçiriyor. Eğer acil durumlar için birikmiş br paranız yok ise para biriktirebilmeniz oldukça zor olacaktır. Çünkü hayatımızda acil durumlar sürekli karşımıza beklenmedik anlarda çıkıyor ve pek çok insan bu tür acil durumlar için nakit paradansa kredi kartlarını tercih ediyorlar. Kitabın önerdiği fiyat, Amerika koşulları için en az $1000’lık acil durum fonu oluşturmanız gerektiğinden yana. Amerikada ortalama aylık asgari ücretin $5,546.67 olduğu düşünülürse maaşınızın beşte birini acil durum fonuna atabilirseniz, ilk adımı da atmış olacaksınız.
Borçtan Kurtulmak
İkinci olarak borcunuz olduğu sürece para biriktirebilmek oldukça zor olacaktır. Bir yanda borcunuzu ödemeye çalışırken bir yandanda para biriktirmeye çalışmak çoğu kişiyi bu işten hızlıca vazgeçirecektir. Evet bazı borçları çok kısa sürede kapatmak oldukça zor, ev kredisi veya araba kredisi gibi uzun yıllar devam eden ödemeleri belki bir anda kapatamasanız dahi, küçük harcamalarda kredi kartlarına başvurmak, elektronik araçları taksitle almak para biriktirme oyununda sizi oldukça geriye atacaktır.
Kredi Kartı Kullanmamak
İnsanların borçlardan kurtulamamasınız ve pek çok insanın sürekli olarak borçlarla mücadele etmeye çalışmasının arkasında ki en büyük suçlulardan bir tanesi de kredi kartları.
Mümkün mertebe kredi kartı kullanmamak, harcamalarınızın hepsini nakit yapmaya çalışmak para biriktirmek isteyen içinler izlenecek en güzel yöntemlerden bir tanesi. Çünkü kredi kartları veya firmaların sağladığı taksit olanakları ile bir şey aldığınızda nakit harcamalara göre çok daha yüksek miktarları harcamış şekilde kendinizi buluyorsunuz. Yapılan bir araştırmaya göre insanların kredi kartları ile yaptıkları harcamaların nakit harcamalara göre %83 oranında daha fazla olduğu keşfedilmiş.
Kredi kartları ile yapılan harcamalarda henüz elimizde olmayan bir parayıda harcadığımızı unutmamak gerekli, birde kredi kartı borcu biriktikçe bu işin içinden çıkmak ve para biriktirme hedefini tutturmak her geçen gün daha da zor olacaktır.
Ayrıca kredi kartlarının tek amacı bankaya para kazandırmak olduğuda bir gerçek ve kredi kartları her ne kadar harika kampanyalar yapsalar, ve harika reklam ve pazarlama yollarıyla insanların rahatı ve konforu için var olduklarını söyleselerde, tek amaçlarının daha çok müşteri kazanmak ve bu müşterilerin üzerindende daha fazla para kazanmak olduğunu unutmamak gerekli.
3 ila 6 aylık harcamayı biriktirmek
Borçlarınızdan kurtulur ve maaşınızın en azından beşte birini kenara atabildiyseniz, bundan sonraki adım 3 ila 6 aylık harcamanız kadarını biriktirebilmekten geçiyor. Her ne kadar belirli bir miktar birikiminiz olsada, acil durumlar için yeterli miktarınız yoksa ise bu birikim kolaylıkla harcanıp gidecektir. Bir gün arabanız sizi yolda bıracak, bir gün sağlık sorunları yüzünden harcama yapacak, belki de bir gün evinizi su basacak ve böyle acil durumlarda köşeye attığınız ufak miktar hemen silinip gidecektir.
Acil durumlar için kredi kartlarını tutmak yerine, en az 3 aylık harcamanızı biriktirebilmek ilk hedefiniz olmalı. Şahsen ben bu kitabı okuduktan sonra bankada bir birikim hesabı açıp her ay otomatik olarak ufak bir yüzdeyi bu hesaba aktarmaya başladım. Ve yaklaşık 3 yıldırda bu paraya hiç dokunmamayı başardım.
Aslında kitabın bahsettiği önemli konulardan biri, kazandığınız ücret asgari ücretin altında dahi olsa birikim yapacağınız miktarın sizi çok fazla yaralamayacak bir para olmasıydı. Ben Dave Ramsey’nin yaptığı bir konuşmayı izledim ve alttaki yorumların pek çoğu “hayatta kalacak parayı zor kazanıyoruz, bu koşullarda para biriktirmek imkansız” şeklindeydi. Ancak Dave Ramsey’nin kitapta bahsettiği bir bölümde para biriktirmenin aslında kazandığınız paradan çok sahip olduğunuz alışkanlık ve disiplin miktarına bağlı olduğunu söylüyordu.
Emeklilik için Birikim Yapmak
Bir diğer adım ise emekliliğiniz için birikim yapabilmek. Eve giren toplam miktarın minimum %15’nin emeklilik hesabına gitmesi oldukça önemli çünkü hepimiz gün gelip yaşlanacağız ve bir gün çalışamaz duruma geleceğiz. Keza eğer hala sağlınız yerinde iken emekli olmak istiyorsanız, emeklilik için bugünden birikim yapmaya başlamak atılacak en güzel adımlardan bir tanesi olacaktır.
Ev kredinizi erkenden ödemek
Toplumun çok büyük bir kesimi ev ve araba gibi eşyaları nakit alacak güce sahip değil ve bu yüzdenden pek çok kişi bu tür harcamalar için kredilere başvurmayı tercih ediyorlar. Maaşlı bir işte çalıştığınız sürecede böyle büyük harcamaları nakit olarak almak haliyle çok zor olduğu için krediler bu durumlarda vazgeçilmez araçlar oluyorlar. Fakat ev kredisi ile bir ev aldığınızda nakit almaya oranla evin değerinin %60 oranında daha fazla ödeme yapmış şekilde kendinizi buluyorsunuz. Bu yüzde tabiki kredi oranlarına ve kredi miktarına bağlı olarak değişkenlik gösterebilir.
Eğer ilk 5 adımı gerçekleştirmeyi başardıysanız, saldırmanız gereken bir sonraki adım ise ev ve araba kredisi gibi uzun yıllar süren kredileri mümkün mertebe daha kısa sürede bitirebilmek olmalıdır. Bu sayede yüksek faizleri ödemekten kurtulabilir ve emekliliğinizi daha erken yaşlarda yaşayabilme şansına sahip olabilirsiniz.
Son Adım
Eğer bütün adımları tamamladıysanız, geride hiç bir borç bırakmamış, ev ve araba gibi eşyaların borçlarını silmiş, büyük miktarlarda birikimi elde etmiş ve erken emekliliği yaşama şansına sahip olmuşsunuzdur demektir. Pek çok insan için hayal gibi dursada aslında bunu başarabilmek sadece bir kaç para alışkanlığımızın değişmesinden geçiyor. Kitabın son bölümünde bahsedilen adım ise, bu parayı sevdiğiniz insanlarla paylaşmak ve parayı sadece kendi keyfi ihtiyaçlarınız için değil, çevrenizdeki insanların huzuru ve mutluluğu için harcamanın, daha fazla huzur ve mutluluğu bizlere getireceğinden bahsetmeside güzel bir detaydı diye düşünüyorum.
Son Söz
Bu bölümde para biriktirebilmek için neler yapılması gerektiğinden konuştuk. Bu konu hakkında daha fazla bilgi almak istersenizde Dave Ramsey’nin yazdığı bu kitabın detaylarını yine ben sizler için bırakacağım.
Umarım sizlere faydalı bilgiler sunabilmişimdir. En kısa sürede yeni yayınlarda görüşmek üzere, kendinize çok iyi bakın hoşçakalın.
Turkish Coffee Podcast Youtube Sayfası:
Turkish Coffee Podcast Haftalık Blog Sayfası:
#yatırım#para#birikim#kredikartı#evkredisi#arabakredisi#tasarruf#eğitim#konutkredisi#konutfiyatları#ekonomi#dolar#kira#meseleekonomi#trend#keşfet#türkçepodcast#eğiticipodcast#turkishcoffeepodcast#turkishcoffee#borçtankurtulma#emeklilik#maaşlıçalışmak#maaşlıçalışmaveemeklilikbitiyor#kendinigeliştir#motivasyon#daveramsey#thetotalmoneymakeover#podcast#psikoloji
1 note
·
View note
Text
iPad’in üretkenlik için en iyi uygulamaları (2024)
youtube
Herkese merhabalar, yeni bir yayına daha hoş geldiniz. Ben genellikle en az sayıda araç gereç ile üretkenliğimi arttırmaya çalışıyorum ve çoğunlukla sadece en çok işime yarayan programları ve elektronik araçları elimde tutmaya çalışıyorum. Daha önce hiç iPad kullanmamış biri olarak, 2023 senesinde iPad benimde edindiğim araçlar listesine girmeyi başardı. iPad üzerinde de üretkenlik için kullandığım en iyi uygulamaları bu yayında sizler için bir araya getirdim.İsterseniz daha fazla beklemeden buyrun hemen konunun detaylarına geçelim.
Bu arada yaptığım yayınları beğeniyor ve yeni yayınları kaçırmak istemiyorsanız dinlediğiniz platformlardan abone olarak tüm yayınlara anında ulaşabilir veya [patreon] üzerinden bana destek olabilirsiniz.
Artık her yıl elektronik cihazların yenileri piyasa çıkıyor ve sürekli olarak aldığınız cihazlar değer kaybediyorlar. Ben çok fazla eşyanın, insanın üretkenliğini düşürdüğünden ve dikkatini daha fazla dağıttığından yanayım. Bu yüzden de hem tam zamanlı olarak yaptığım mühendislik işlerim, hem bu podcast, hem klarnet için kullandığım uygulamalar ve hobisel olarak uğraştığım tüm işler için sadece bir adet laptop kullanıyorum.
Şu an itibariyle de 2022 M2 giriş model Macbook Air kullanmaktayım. Şirketin vermiş olduğu Windows Surface Laptop 4’ü ise Solidworks dışında kullanmıyorum. Solidworks kullanıcılarının sanırım en çok yakındığı konulardan biride Solidworks’ün sadece windows platformunda desteği olmasıdır sanırım.
Geçenlerde iPad kullanıcılarının kaçının pro olarak adlandırılan özellikleri kullandıkları ile alakalı bir anket yapılmıştı ve iPad satın alan insanların %85’i pro özellikleri kullanmadıklarını bu ankette paylaşmışlardı. Şahsen bende hem çalıştığım işte hemde ürettiğim bu podcastte çok fazla ram ve işlemci gücüne ihtiyaç duyan uygulamalar kullanmadığım için giriş seviye bir bilgisayar seçtim.
Bundan dolayıda yine iPad alırkende 2021 yılında piyasaya çıkan 6.nesil iPad miniyi hücresel veri desteği olan versiyonu ile Amazondan yenilenmiş ürün kategorisinden $435’a satın aldım. Tabiki not olmak istiyorsanızda Apple Pencil’da almanız gerekiyor. Bende Apple Pencil, Paperlike ekran koruyucu ve bir adet not defterine benzeyen kılıf satın aldım. Tüm bu bahsettiğim ürünlerede göz atmak isterseniz linklerini sizleri için bırakırım.
Üretkenlik için En İyi Uygulamalar
Şahsen üretkenlik için yıllardır o kadar değişik uygulama kullandım ki burda bunları listelesem herhalde bu yayın bitmez. Ve bunca yılın sonunda en iyi üretkenlik uygulamalarının, cihaz ile birlikte gelen uygulamalar olduğunu gördüm. Bu neden böyle derseniz; bir ara not almak için Apple Store’dan indirdiğim bir uygulamayı kullanıyordum fakat bir kaç sene sonra bu uygulama ortadan kalktı ve yeni sürümlere olan desteğide zamanla kaldırıldı. O yüzden bu listede öncelikli olarak neredeyse her Apple cihazın içerisinde var olan uygulamalardan bahsedeceğim ve ardından da üçüncü parti uygulamalarada bu listede yer vereceğim.
Freeform
Apple’ın 13 Aralık, 2022’de ilk defa yayınladığı Freeform uygulaması benim en çok sevdiğim not alma uygulaması oldu. Neden derseniz; ilk olarak bu uygulama tamamen ücretsiz ve ayrıca uygulama içerisinde hiç bir limitleme yok. Ben tüm kitap özetlerini Freeform’da alıyorum ve yayında kullanacağım araştırmalar içinde yine Freeform’u tercih ediyorum.
Birazdan bahsedeceğim üçüncü parti uygulamalardaki kadar kompleks özelliklere sahip olmasada bu basit arayüz, ücretsiz ve tamamen sınırsız kullanım, çok fazla kalem seçeneği ve bitmeyen not alma alanı ile Freeform benim en sevdiğim Kalemle not alma uygulaması oldu. Freeform’u daha önce kullanmadıysanızda Apple’ın hazırladığı 3 dakika 50 saniyelik kısa eğitim videosunun linkini sizler için bıraktım. Eğer ki Freeform’un bütün özelliklerini öğrenmek isterseniz de 13 dakikalık eğitim videosunun linkinede göz atabilirsiniz.
Üçüncü Parti Not Alma Uygulamaların Beğenmedim Yanları
2024 yılı itibariyle en popüler üçüncü parti not alma uygulamalarına bakacak olursak Notability ve Good Notes 6 karşımıza çıkıyor. Şahsen bu iki uygulamayıda denemiş biri olarak, iki uygulamanın en beğenmediğim yanı; uygumalar ücretsiz olsada içerisinde alabileceğiniz not sayısında kısıtlamaların olması oldu. Tam uygulamara alışmış ve bir kaç notunuzu burda almaya başlamış iken ücretsiz versiyondaki limite ulaşmış halde kendinizi buluyorsunuz ve bir ücret ödemeden bu uygulamaları kullanmaya devam edemiyorsunuz. Benim şahsen beklentim; not almada limit konması yerine bu uygulamaların pro özelliklerinin sadece paralı versiyonda yer almasıydı. Ama ne yazık ki sistem şu an için böyle ilerlemiyor.
Notability
Notability uygulamasının ücretsiz versiyonunda iCloud ile notların bulut üzerine aktarılması seçeneğide yok, yani kullandığınız cihaza bir şey olursa notlarınızda o cihazla gitmiş oluyor. Ancak premium versiyona geçerseniz iCloud eşleşmesi yapabiliyorsunuz.
Notability’nin Premium versiyonunda kalemle yazdığınız matematik formülleri algılanıp klavyedeki karakterlere dönüştürülebiliyor. Notability web sitesinde premium versiyonun platformlara göre farklılık gösterdiğini söylüyor Apple platformları için yıllık üyelik 2024 senesi itibariyle $14.99 ve bu uygulama Apple store’dan 286.000’den fazla değerlendirme almış ve genel değerlendirme puanında ise 5 üzerinde 4.7 oy almayı başarmış.
Goodnotes 6
Goodnotes 6, iPad’i alır almaz ilk denediğim uygulamalardan biri oldu. Ben amatör bir müzisyenim ve çoğunlukla müzikle alakalı notlarımı fiziksel olarak sahip olduğum müzik defterine alıyorum. Fakat goodnotes, müzik defteri formatı dahil olmak üzere pek çok farklı not defteri formatını size sunuyor. İsterseniz bir ajanda, isterseniz çizgili bir not defteri veya kareli bir matematik defterine Goodnotes 6’da ulaşabiliyorsunuz. Bende durum böyle olunca tüm müzik çalışmalarımı burdaki deftere not almaya başlamıştım ki yine ücretsiz versiyonun limitine ulaştım.
Şahsen not defterlerinin farklı formatlarda sunulması fikri benim oldukça hoşuma gitti. Eğer goodnotes 6’nın tüm özelliklerine ulaşmak ve not alma limitini kaldırmak isterseniz, yine 2024 senesi itibariyle yıllık $9.99 veya bir defaya mahsus $29.99 ödeyerek ömür boyu bu programın premium versiyonuna ulaşabilirsiniz. Ayrıca eğer öğrenci email adresiniz var ise Goodnotes 6’nın premium versiyonunu ücretsiz olarak kullanabiliyorsunuz.
Apple Notes Uygulaması
Eğer ki sizde benim gibi yapılacaklar listesi hazırlamaktan hoşlanıyorsanız ve aklınıza gelen şeyleri hemen hızlıca not almak istiyorsanız, bunun için en sık kullandığım uygulama Apple cihazların içerisinde ücretsiz olarak gelen Notes uygulaması. Ara tasarımı çok basit olan Notes aslında pek çok insanın not alma ihtiyaçlarının tamamını karşılayacak kapasiteye sahip.
Notes uygulamasının eğitim videolarına göz atınca aslında bu uygulamanın ne kadar çok özelliğe sahip olduğunu ve pek çoğundan bihaber olduğumu gördüm. iPadOS 17 ile güncelenen Notes uygulamasının özelliklerini 5 dakika içerisinde anlatan bir videoyuda yine sizler için bıraktım. Ancak Notes uygulamasının en baştan tüm özellikleri ile öğrenmek istiyorsanız her biri 5’er dakika civarında olan ve toplam 19 videodan oluşan bir eğitim serisinin linkinide yine sizler için bıraktım.
Notion
Bu listede yer vermeden geçemeyeceğim uygulamalardan bir taneside Notion uygulaması. Ben bütün podcast metinlerini Notion uygulaması üzerinden hazırlıyorum. Genellikle basit arayüze sahip olan ve kullanımı basit olan uygulamalar benim ilgimi çekiyor. O yüzden Notion uygulaması benim podcast metinlerimi yazmak için tercih ettiğim ilk uygulama. Ayrıca ücretsiz versiyonunda herhangi bir karakter veya sayfa limitide şu an için yok.
Notion uygulamasının kendi Youtube kanalı var ve en basit özelliklerden en kompleks özelliklere kadar her şeyi bu kanal üzerinden öğrenebilirsiniz. Eğer sizde benim gibi sadece en temel özellikleri kullanacak olan biriyseniz 6 videodan oluşan temel eğitim serisi işinizi görecektir. Ancak bu uygulamayı daha kompleks işler için kullanmak istiyorsanız 30 videoluk eğitim serisinin linkini sizler için bıraktım.
Apple Reminders ve Apple Calendar
Üretkenlik için en sık ziyaret ettiğim ve değerini sonradan öğrendiğim iki uygulama ise Apple Reminders ve Apple Calendar. Hatırlatmalar kurmak ve yapılacaklar listesi düzenlemek için bu iki uygulama benim en fazla vakit geçirdiğim uygulama oldu. Apple Calendar ve Apple Reminders uygulamalarının özelliklerini pek çoğuna sizde benim gibi büyük ihtimalle hiç dokunmadıysanız ben her iki uygulamanın detaylı eğitim videolarını bıraktım.
Microsoft Office Uygulamaları
Tüm herkesin dijital araçlarında temel taşı haline gelmiş olan Microsoft Office uygulamalarını bu listede yer vermeden geçmemiz mümkün değil diye düşünüyorum. Tam zamanlı olarak çalıştığım Proje mühendisliği işinde her gün bu uygulamaları ben şahsen kullanıyorum. Telefonumda bu uygulamalar yıllardır var olmuş olsada, iPad versiyonlarını neredeyse bilgisayardaki versiyon ile aynı sevivye ulaşmış durumda. Outlook,Office, Excel ve PowerPoint uygulamalarını her gün raporlama işleri için kullanıyorum.
iPad’te icloud hesabına tüm bu dosyaları kaydettiğim için yazdığım raporların hepsi akşam eve geldiğimde bilgisayarımda kayıtlı halde oluyor. Bundan dolayı bu uygulamalar hayatımı oldukça kolaylaştırdı diyebilirim. Birde Timestamp Camera uygulaması ile raporlar için çektiğim fotoğraflarda lokasyon, tarih ve saat sağ üst köşede yer alıyor bu sayede daha detaylı raporlar oluşturuyorum. Bu arada office uygulamalarının ipad için eğitim videosuna da göz atabilirsiniz.
iMovie
Listemizin sonlarına doğru yaklaştığımızda ise iMovie benim ipad’te hızlı video düzenlemek için başvurduğum tamamen ücretsiz ve kullanımı çok basit olan bir uygulama. Ayrıca yine iCloud üzerinden eşleşme özelliğide mevcut olduğu için bazen üzerinde çalıştığım bir projeye bilgisayara geçtiğimde kolaylıkla ulaşabiliyorum. iMovie’nin en son versiyonu ile de artık bilgisayar versiyonunda sahip olduğunuz neredeyse her özelliğe sahip oluyorsunuz. Eğer baştan sona iMovie’nin iPad ve iPhone üzerinde neler yapabileceğini öğrenmek istiyorsanız bıraktığım linkten eğitim videosuna göz atabilirsiniz.
Kişisel Veri Güvenliği Uygulamaları
Listenin son sırasına ise kişisel güvenlik uygulamalarını bıraktım. Yıllar boyunca yüzlerce farklı VPN ve reklam engelleme uygulamalarını denemiş biri olarak en çok işime yarayan ve en kullanışlı bulduğum sadece iki uygulama oldu. Bu uygulamaların hiç biri bu yayınada sponsor olmuş değiller. İlk olarak isviçre tabanlı bir uygulama olan Proton VPN bence en başarılı VPN uygulamalarından bir tanesi, ücretsiz versiyonunda P2P yani torrent desteği gelmiyor ve ben aylık $5 karşılığında Proton VPN Plus’ı yaklaşık 3 yıldır kullanıyorum ve oldukça memnunum.
Reklam bloklama uygulaması olarakta AdGuard bütün platformlarda ve cihazlarda desteği olan ve ücretsiz bir uygulama. Sadece reklam engelleme değil, diğer uygulamaların ücretli olarak sunduğu pek çok ekstra koruma özelliğini ücretsiz olarak sunuyor. Bu yüzden uzun süredir bu uygulamayı da tüm cihazlarımda kullanıyorum.
Son Söz
Bugünkü konuyu toparlayacak olursak, bu bölümde iPad’te üretkenliğinizi arttıracak en yararlı uygulamaları beraber inceledik. Umarım sizlere faydalı bilgiler sunabilmişimdir. En kısa sürede yeni yayınlarda görüşmek üzere, kendinize çok iyi bakın hoşçakalın.
Turkish Coffee Podcast Youtube Sayfası:
Turkish Coffee Podcast Haftalık Blog Sayfası:
#ipadpro#üretkenlik#uygulama#eniyiüretkenlikuygulamaları#notalmauygulaması#applenotes#notability#goodnotes6#imovie#eğitimvideoları#ipadmini#kişiselgelişim#verimlilik#applepencil#protonvpn#adguard#freeform#notion#applecalendar#applereminders#goodnotes#ipad#teknoloji#ipadilenotalma#dijitalnotalma#notabilitynotes#goodnotesvsnotability#keşfet#türkçepodcast#microsoftoffice
0 notes
Text
Küçük işletmelerin çoğu neden batıyor?
youtube
Herkese merhabalar, yeni bir yayına daha hoş geldiniz. Açılan küçük işletmelerin pek çoğu, çok kısa süre içerisinde iflas bayrağını çekiyor. Peki, çoğu küçük işletmenin başarısız olmasının arka planında ne gibi sorunlar var? İsterseniz daha fazla beklemeden buyrun hemen konunun detaylarına geçelim.
Bu arada yaptığım yayınları beğeniyor ve yeni yayınları kaçırmak istemiyorsanız dinlediğiniz platformlardan abone olarak tüm yayınlara anında ulaşabilir veya [patreon] üzerinden bana destek olabilirsiniz.
Severek okuduğum kitaplardan biri olan Michael E. Gerber tarafıdan yazılmış olan The E-myth yani “entrepreneur myth” bunuda türkçeleştirecek olursak girişimci efsaneleri veya mitleri diyebiliriz. Bu kitap pek çok küçük işletmenin neden dolayı başarısız olduğunu inceliyor. Uzun süredir yayına taşımak istediğim kitaplardan birisiydi bu. Kitabın beğendiğim ve beğenmediğim yönleri oldu. Fakat bunuda yayının sonunda sizlerle paylaşıcam, öncelikle gelin bir örnek ile başlangıç yapalım.
Sizde benim gibi hep kendi işinizi kurmak isteyen biriyseniz, muhtemelen kafanızda kendi kuracağınız işleri dur durak bilmeden planlıyorsunuzdur. Ve gün gelip bu hayali hayata geçirmeye karar verdiğinizde ise pek çok girişimcinin karşılaştıkları zorluklar ile sizde karşılaşacaksınızdır.
İş Yeri Açmak ve Çalışan Bulmak
Diyelim ki harika bir web tasarımcısısınız ve çalıştığınız firmada yaptığınız işin tam karşılığını alamadığınızı düşünüyorsunuz ve gidip kendi iş yerinizi açmaya karar verdiniz. Daha önceden birlikte çalıştığınız bir kaç müşteri, size bazı işleri getirmeyi başardı. Günde 14 saat aralıksız olarak web tasarım yapıyorsunuz ve maaşınızın çok daha üstünde gelir elde etmeye başladınız.
Bir rüyanın içinde gibi büyük ihtimalle hissediyorsunuz. Fakat, yeni işler geldikçe daha uzun saatler çalışmaya başladınız eve sadece uyumaya gidip uykunuzu dahi alamadan işe geri dönüyorsunuz.
Bu işin böyle gitmeyeceğini anlayıp birilerini işe almaya karar verdiniz. Başka bir firmada yıllarca web tasarım işi yapmış birini işe aldınız. Ancak pazarlama ve finans işleri içinde birilerine ihtiyacınız var. Günlerce, hatta haftalarca adaylarla görüşüp en fazla tecrübesi olan insanlar arasında doğru olduğunu düşündüğünüz kişileri işe aldınız.
Artık günde 14 saat çalışmak zorunda değilsiniz. Sizin için bazı iş kalemlerini halleden çalışanlarınız var her şey tıkırında ilerliyor. Fakat bir kaç ay sonra işe aldığınız web tasarımcısı tüm işleri bir birine karıştırmış, yanlış ürünleri teslim etmiş. Pazarlamacınız ayrılan bütçenin üzerine çıkmış, finans departmanı ise ayrı karışmış. Her şey harika giderken nasıl oldu da bir anda insan kendini böyle bir durumun içerisinde bulabilir diye sormaya başladınız. Ve tekrardan bütün işleri tek başınıza üstlenmek zorunda kaldınız.
En Büyük Sorun
Micheal Gerber’e göre burdaki ve çoğu küçük işletmedeki en büyük sorun açılan işletmelerdeki her sorumluluğun bir bireye dayanmasından kaynaklanıyor. Bunun yerine siz olmadan çalışabilen bir sisteme sahip olabilirseniz ve bu sistemin içerisindeki çalışan değil bu sistemdeki kuralları ve işleyişi inşa etmek için çalışırsanız, ancak bu şekilde işletmeniz başarılı bir iş modeline sahip olabilir.
Kurduğunuz işletme, eğer siz olmadan çalışamıyor ise siz bir işletmeye değil sadece yeni bir işe sahip olmuş oluyorsunuz. Ve bu işte Dünyada hiç kimsenin sahip olmak istemediği bir iş. —Michael E. Gerber
Başka bir örnekle bunu açıklayacak olursak; kahve konusunda bir ömür harcamış biriyseniz ve gidip kendi kahve dükkanınızı açmak istiyorsanız. Açtığınız kahve dükkanında sabahtan akşama çalışıp en iyi kahveyi yapmaya çalışmak bir gün gelip sizi bunaltacak ve bu işi yapmaktan sizi vazgeçirecektir.
Ancak kahve üzerine çok fazla tecrübesi olan bir girişimci iseniz en iyi kahveyi yapacak tüm kuralları A’dan Z’ye bulup, siz işin içine hiç dahil olmadan bunu üretebilecek sisteme sahip olmak burdaki ana amacınız olmalıdır. Bu sayede diğer şubeleri açmaya ve sahip olduğunuz sistemi kopyalamaya devam edebilirsiniz.
Sistem Nasıl İnşa Edilir?
Peki, içerisine siz hiç dahil olmadan çalışacak bir sistem nasıl inşa edilir. Burda da sorulması gereken ilk soru; açtığınız işletmenin 5 yıl sonra nerede olacağını belirlemekten geçiyor. İlk olarak her bir iş pozisyonunu sizin çok iyi anlamanız ve bu pozisyonlardaki 3 temel maddeyi çok iyi anlamanız gerekiyor; Sorumluluk, Standartlar ve İşlemler. Her bir iş pozisyonu için bu 3 ana maddeyi çok iyi belirledikten sonra işe alacağınız hiç bir vasfı olmayan biri bu görevleri rahatlıkla yerine getirebiliyor ve bu kişi, işten bir anda ayrılsa dahi yerine gelen kişi, kolaylıkla bu görevi üstlenebiliyor ise sistemi doğru inşa etmişsiniz demektir.
Mcdonalds bunun için harika bir örnek diyebiliriz. Çünkü Mcdonalds’ın Dünyadaki hangi şubesine giderseniz gidin her aşamanın nasıl uygulanacağı, çalışanların hangi kuralları takip edeceği, kullanılan malzemelerin hangi standartta olacağı çok iyi şekilde belirlenmiş durumdadır.
Halbuki, on binlerce farklı birey bu işletme için çalışıyor olsada ortaya çıkan ürün sürekli olarak aynı olmayı başarabiliyor.
İkinci adım olarakta eğer bu sistemin herkes tarafından rahatlıkla takip edilebilir olmasını istiyorsanız, tüm aşamaları en ince detayına kadar açıklayan ve anlatan bir “Company Operation Manual” yani bunu türkçeleştirirsek “Şirket İşleyiş Kullanım Kılavuzuna” sahip olmanız gerekiyor. En başarılı kılavuz ise siz bu hayattan ayrıldıktan sonra dahi işlemeye devam edebilen kılavuz olmalıdır şeklinde yazar bunu açıklıyordu.
Franchising Game
Yazar bu sisteme Franchising Game, yani bayilik oyunu ismini vermiş. Ve buradaki sistemi yaratırken sistemin 5 ana özelliğinin şu şekilde olması gerektiğinden bahsediyor;
Sistem, müşterilere, çalışanlara, tedarikçilere ve yatırımcılara tutarlı ve tahmin edilebilir bir hizmet sunacak.
Sistem, mümkün olan en düşük beceri seviyesine sahip kişiler tarafından çalıştırılabilecek.
Sistem her alanda kusursuz bir düzeni sağlayacak.
Sistemdeki tüm çalışmalar İşletme Kullanım Kılavuzunda çok detaylı şekilde yer alacak.
Sistemde tek tip bir renk, kıyafet ve tesis kodu kullanılacak.
Yazarın kitapta bahsettiği bir konu benim oldukça ilgimi de çekti. Bir bölümde, bir iş yerinde nasıl yenilik yapılabilir konusundan bahsediyordu ve çoğu mağaza çalışananın içeriye giren müşteriye sorduğu bir sorunun acilen değişmesi gerektiğinden bahsediliyordu. Bu soruda “yardımcı olabileceğim bir şey var mı?” her seferinde müşteriler bu soruya “teşekkür ederim sadece bakınıyorum” diyerek cevap veriyor ve konuşma sonlanıyor. Halbuki “buraya daha önce geldiniz mi?” gibi bir soru yöneltilse gelen cevaba göre “yeni müşterilere özel şu ürünlerde indirimimiz var” veya “daha önce bizden alışveriş yapmış olan müşterilerimize; şöyle özel bir kampanya yapıyoruz” gibi yanıtlar verilse çok daha başarılı sonuçlar alınabilir.
Bu franchising game denilen olayı çok başarılı uygulayan firmalar var, örneğin starbucks’ta tam olarak bu oyunda oldukça başarılı olan bir firma. Starbucks Dünyadaki en iyi kahveyi yapmamasına rağmen, Dünyanın hangi köşesine giderseniz gidin nasıl bir lezzete sahip olan kahveyi alacağınızı bildiğiniz için Starbucks’ı tercih edersiniz.
Keza Mcdonalds ve Burger King’te öyledir, herkes bu firmalardan çok daha iyi hamburgeri yapabilir ancak insanlar, en iyi hamburgeri almak için değil kurulmuş olan sistemden aynı ürünü, aynı lezzette ve bildikleri fiyat aralığında alacaklarından dolayı burayı tercih ederler. Bu firmalar en iyi ürünü satmasalar dahi kurdukları sistemlerin çok başarılı ilerlemesi ve yaygınlaşması sayesinde bu oyunda lider olmayı başardılar.
Sistem kurabilmek ile alakalı Türkiyede benim severek takip ettiğim isimlerden biride Edelkrone’nun kurucusu Kadir Köymendir. Bir ara podcastte yapıyorlardı bu konularla alakalı ancak devamı gelmedi. Başka bir şey adlı Youtube kanalı ile bu firmayı ve Kadir Köymeni tanımıştım.
Beğenmediğim Bölümler
Konuyu toparlayacak olursak, şahsen The e-myth kitabı benim beğendiğim kitaplardan biri oldu. Fakat böyle iş ve kariyer ile alakalı kitaplarda benim sürekli karşıma çıkan ve beğenmediğim bir olay burda da karşıma çıktı. Bu tarz kitapların sonunda sürekli olarak kendi firmalarından, kendi hizmetlerinden bahsetmeleri ve bizden danışmanlık alın, ürün alın gibi bölümlerin olmasını; ben çok can sıkıcı ve yanlış buluyorum.
Mesela LinkedIn’in kurucusunun yazdığı “The start up of you” kitabıda çok güzel bir kitaptı ama her iki sayfada bir LinkedIn şöyle iyi, böyle güzel, LinkedIn sayfanızı güncellemeyi unutmayın gibi sürekli kendi işlerinin reklamlarının yapılması biraz can sıkıcıydı. Başka bir yayında kullandığım kitaplardan biri olan “Creativity Inc.” kitabıda Pixar firmasının kurucusu tarafından yazılmıştı ve Pixarı öve öve bitirememişlerdi.
Son Söz
The e-myth kitabında ise her işin franchising sistemine, yani bayilik sistemine uyarlanması gerektiği yoksa başarısız olacağı yaklaşımıda biraz dar bir yaklaşım olmuş diye ben değerlendirdim. Fakat her işin bir sistemle ilerlemesi gerektiği kısmınada katıldım. Ancak bu kitabın ilk yayınlama tarihinin de 1986 olduğu düşünülünce bazı yaklaşımlarının o yıllara göre ortaya çıktığınıda unutmamak gerekli. Bu kitabın en son düzenlemesi ise 1995 yılında The E-Myth Revisited adıyla yapıldı.
Bu bölümde çoğu küçük işletmeyi başarısızlığa götüren etkenleri the e-myth kitabı üzerinden inceledik.
Umarım sizlere faydalı bilgiler sunabilmişimdir. En kısa sürede yeni yayınlarda görüşmek üzere, kendinize çok iyi bakın hoşçakalın.
Referanslar
Gerber, M. E. (2017). The E-myth revisited: Why most small businesses don’t work and what to do about it. HarperCollins e-books.
Turkish Coffee Podcast Youtube Sayfası:
Turkish Coffee Podcast Haftalık Blog Sayfası:
#başarı hikayeleri#girişimcilik hikayeleri#girişim#başarı#kariyer#iş yeri açmak#bayilik almak#sistem inşa etmek#başka bir şey#kadir köymen#pasif gelir#teknoloji#kişisel gelişim#motivasyon#eğitim#girişimcilik#keşfet#michael e gerber#franchise#bilgi#para kazanma#internetten para kazanma#e ticaret#meslekler#edelkrone#iş kurmak#dijital pazarlama#kitap#kitap inceleme#kitap önerileri
0 notes
Text
Zamanımızı en çok neye harcıyoruz?
youtube
Herkese merhabalar, yeni bir yayına daha hoş geldiniz. Hayatımızda ki en değerli şey olan zamanı, pek çok aktivite için harcıyoruz fakat 2024 yılı itibariyle tüm hayatımız boyunca en çok zamanımızı alan aktivitenin ne olduğunu araştırınca çok ilginç bulgular ile karşılaştım. Sizleri daha fazla bekletmeden isterseniz buyrun hemen konunun detaylarına geçelim.
Bu arada yaptığım yayınları beğeniyor ve yeni yayınları kaçırmak istemiyorsanız dinlediğiniz platformlardan abone olarak tüm yayınlara anında ulaşabilir veya [patreon] üzerinden bana destek olabilirsiniz.
Ortalama Yaşam Süresi
Yapılan araştırmalara göre 2024 yılı itibariyle ortalama yaşam süresinin 78.7 yıl olduğu bulunmuş ama işin iyi yanı 2054 yılına geldiğimizde bu yaşın 81.9 olması bekleniyormuş. Bu yayını dinleyen çoğu kişi bu yaş artışından faydalanacak gibi dursada Project Reboot kurucusu Dino Ambrosi yaptığı araştırmada bu zamanın büyük bir kısmının bizlere yarar sağlamayan aktivitelere harcandığını söylüyor.
Bu arada Project Reboot okul çağında olan bireylerin elektronik cihazlarla olan iletişimlerini daha kullanışlı ve zararsız hale getirmeye çalışan bir kuruluş.
Uyku – 288 ay (24 yıl)
Konumuza geri dönecek olursak, eğer şu an 18 yaşında iseniz ve bir felaketin başınıza gelmediği varsayarsak 90 yaşına kadar sağlıklı bir biçimde gelebilirseniz, önünüzde tam tamına 864.5 ay var demektir. Fakat hayatımızın ne yazık ki üçte biri uyuyarak geçiyor buda 288 ayın (24 yılın) uykuya gittiği anlamına geliyor. Uykuyu şu an için hayatımızdan çıkarma şansımız olmadığı ve her insanın şartsız koşulsuz uyuması gerektiği düşünülünce bu aslında o kadarda üzücü durmuyor.
Okul ve Çalışma Hayatı – 126 ay (10.5 yıl)
Hala hayatımızı yaşamak için 576.5 harika ayımız kalmış durumda ve bu süreyi ne yazık ki herkes istediği şekilde kullanamıyor ve işin rengi burdan sonra değişmeye başlıyor. İlk olarak aileden gelen bir varlığınız yok ise veya milyar dolarlık bir şirketi 18 yaşına gelene kadar bulmadıysanız, okul ve çalışma hayatına bu ayları harcamanız gerekiyor.
Yine 2024 senesi için konuşursak, okul ve iş hayatına toplam 126 ay harcıyormuşuz. Bu sürelere okuldan çıkıp dershanede harcadığınız veya mesaiye kaldığınız sürelerde dahil değil. 126 ay neredeyse 10.5 yıla denk geliyor. Pek çoğumuz okul ve çalışma hayatından taviz verecek lükse sahip değiliz ve Dünyadaki popülasyonun pek çoğunun yine bu süreleri harcadığı düşünülünce aslında hala moral bozulacak bir durum yok.
İnsani İhtiyaçlar – 117 ay (9.7 yıl)
Birde tabi pek çok insanın temel ihtiyaçları için harcadığı süreler var. Bir birey hayatının 18 ayını araba sürerek ve toplu taşımayı kullanarak geçiriyormuş. Yemek yapmak ve yemek içinde 36 ayımızı harcıyormuşuz. Çamaşır yıkamak, bulaşık yıkamak, evi süpürmek gibi genel ev işlerine ise bir 36 ayımız daha gidiyormuş.
Tuvalette ve banyoda geçirdiğimiz ortalama sürede 27 ay olarak bulunmuş. Bu süreler gelecekte teknolojinin yardımıyla çok daha az miktarlara tabiki düşebilir. İnsani ihtiyaçlar olarak bir çatı altında toplayabileceğimiz tüm bu işlere toplam 117 ay yani 9.7 yıl harcıyormuşuz.
Her insan bu işleri kendi yapmıyor tabiki, burda harcadığımız süreleri yeterli miktarda paranız var ise firmalardan hizmet şeklinde alıp bu zamanlarıda kurtarabilirsiniz. Ancak popülasyonun büyük çoğunluğunun elinde böyle imkanlar olmadığı için pek çok insan neredeyse 10 senesini bu işleri yapmak için harcıyormuş.
Bize Kalan Zaman 334 ay (27.8 yıl )
Tüm bu süreleri harcadıktan sonra sağlınız bozulmaz, bir felakete maruz kalmaz ise 90 yaşına kadar yaşayacak kadarda şanslı iseniz, tam tamına 334 ay yani 27.8 yıl tamamen sizlere kalmış durumda. Hayat amacımızı gerçekleştireceğimiz, sevdiğimiz ve değer verdiğimiz kişilere zamanlar ayırabileceğimiz, hedeflerimizi yerine getirebileceğimiz tam tamına 334 ayımız, yani neredeyse 28 senemiz var.
Hayatta var olma sebebinizi ortaya çıkarabilecek olan bu süre, ölmeden önce bu Dünyaya bırakacağınız imzayı oluşturabileceğiniz dolu dolu 334 ay anlamına geliyor.
Ölmeden önce size kalan bu zamanı Netflix izlemek, sosyal medyada dolanmak, TikTok videolarına bakarak harcayacağınızı büyük ihtimal düşünmemişsinizdir. Fakat 18 yaşında olan bir birey bu zamanın tam tamına %93’ünü ekranlara bakarak harcıyormuş. Yeniden tekrar etmek istiyorum; kalan zamanın %93’ünü ekranlara harcamayı tercih ediyormuşuz.
Bize kalan 334 ayın, keza bu 90 yaşına kadar sağlıklı yaşamamız koşuluyla, bu kadar süreye sahip oluyoruz, bu sürenin 312 ayı ekranlara bakarak geçiriyormuş. Bu süreye iş yerinde ve okulda iken ekranlara baktığımız süre de dahil değilmiş.

90 yaşına gelip, geri dönüp baktığınızda 18 yaşından sonra hayatınızın büyük kısmını temel insani ihtiyaçlar dışında, ekranlara bakarak geçirdiğinizi düşününce ne kadar fazla insanın hayatını pişmanlıkla bitireceği gerçeği eminim bu yayını dinleyen herkesi derinden sarsmıştır. Sağlığınız yerindeyken ve enerjiniz var iken bu sürede yapabileceğiniz, başarabileceğiniz onlarca şey var iken, sadece ekranlara bakarak bu potansiyeli boşa harcayarak bu hayattan bu şekilde ayrılmak sanırım hiç bir insanın istemeyeceği bir şeydir.
26 yıllık Ekran Süresinin Etkileri
26 yılın ekranlara bakarak geçmesi bizlerin sadece eğlenmesine yaramıyor aslında çok fazla sayıda olumsuz etkiyide bizlere getiriyor. Ortalama bir TikTok videosu 15 saniye sürüyormuş, websitelerinin %55’i 15 saniyeden daha az sürede kontrol ediliyormuş. Bir gün içerisinde 8 saat 39 dakikanın, her 15 saniyesinde başka bir şeye bakılarak geçirilmesi bizlerin eşi görülmemiş derecede dikkat dağınıklığı yaşamasına sebep oluyormuş. Bundan dolayıda tarihte görülmediği kadar yüksek derecede dikkat dağınıklılığı olan bir toplum haline dönüşmüş durumdayız.
İşin acı yanı ise bu kadar insanın ekranlara bakarak yaşamını geçirmeside tesadüfi olarak ortaya çıkmadı. Bizi ekranlara bağlı kılan tüm sosyal medya platformları ve diğer Teknoloji firmaları bizlerin bu platformlara daha da bağımlı olması için eşi görülmemiş işletme modellerini yıllar önceden tasarladılar. Bilinçaltımızdaki her duyguyu çok iyi okuyup bizlere anlık dopamin salgılatacak tasarımları kendilerine adapte etmiş durumdalar. Uyuşturucadan dahi daha fazla bağımlılık yapan yüz binlerce platforma karşıda bireysel olarak karşı koymak ise oldukça zor.
Geçen yıl Elon Musk’ın biografisini okurken kitabın girişindeki bir bölüm benim oldukça ilgimi çekmişti. Yazar, bizlerin 90’lı yıllarda teknolojiden beklediğimiz en temel şeyin hayatımızı daha kolay hale getirecek yenilikler olduğunu söylüyordu. Tıpkı Jetgillerdeki gibi evimizden gelip bizi alan arabalar, ev işlerini yapan yemek pişiren robotlar gibi teknolojiler sayesinde hayatımız daha kolay hale gelecekti. Ancak teknolojiden beklenen bu gelişmelerin tam tersine, insanların sorunları çözme önceliği arka plana atılıp en kısa sürede büyüyüp en fazla parayı kazandıracak platformlar teknoloji alanında zirveye çıktılar.
Halbuki ana amaç bizlerin hayat kalitesini yükseltecek teknolojilere sahip olmamız iken; hayat kalitemizi düşüren, psikolojimizi bozan, zamanımızı çalan ve bizi bir ürün gibi değerlendiren platformlara sahip olduk. Tüm bu platformlarda farkına dahi varmadan bütün hayatımızın büyük bölümüne el koymayı başardılar.
Son Söz
Konuyu toparlayacak olursak, hayatımıza giren her teknoloji bizlere sadece böyle olumsuz etkileri getirmemiş olsada eğer şu an 18 yaşında iseniz ve 90 yaşına kadar yaşacak kadar şanslıysanız, kalan 334 ayınızı hiç fark etmeden dahi sadece ekranlara bakarak geçirmiş halde kendinizi bulma olasılığınız oldukça yüksek gibi gözüküyor. Her ne kadar ekranlara harcadığımız her süre tamamen boşa harcanan süre olmasada bir ömrü böyle harcayıp harcamamak tamamen bizlerin elinde olan bir seçim.
Bu bölümde hayatımızda ki en değerli şey olan zamanı pek çok insanın ne şekilde kullandığını ve bunun sonucunda neler olabileceğini konuştuk. Umarım sizlere faydalı bilgiler sunabilmişimdir. En kısa sürede yeni yayınlarda görüşmek üzere, kendinize çok iyi bakın hoşçakalın.
Referanslar
Ambrosi, D. (n.d.). School services. Project Reboot. https://www.projectreboot.school/school-services
Screen Time Side Effects in kids and teens. Johns Hopkins Medicine. (2023, December 13). https://www.hopkinsmedicine.org/health/wellness-and-prevention/screen-time-side-effects-in-kids-and-teens
Howarth, J. (2023, December 4). Alarming average screen time statistics (2024). Exploding Topics. https://explodingtopics.com/blog/screen-time-stats
#zaman yönetimi#kişisel gelişim#türkçe podcast#turkish coffee#sosyal medya yönetimi#ekran süresi#internet kullanımı#ortalama yaşam süresi#uyku#kariyer#okul hayatı#çalışma hayatı#zaman#oyun oynamak#bağımlılıktan kurtulma#teknoloji bağımlılığı#psikoloji#dopamin detoksu#nasıl#beyin#social media#motivasyon#hayat amacı#hayat#türkiye#dikkat dağınıklığı#hayat kalitesi#verimlilik#sağlıklı yaşam#dijital denge
0 notes
Text
Oyuncak Devi ToysRus neden yok oldu?
youtube
Herkese merhabalar, yeni bir yayına daha hoş geldiniz. 90’lı yıllarda tüm çocukların ve şahsen benimde en çok sevdiği markalardan biri olan ToysRus piyasaya çıktığında inanılmaz satış rakamlarına ulaşmasına rağmen, nasıl oldu da iflas edip lider olduğu bu sektörden çekilmek zorunda kaldı? İsterseniz daha fazla beklemeden buyrun hemen konunun detaylarına geçelim.
Bu arada yaptığım yayınları beğeniyor ve yeni yayınları kaçırmak istemiyorsanız dinlediğiniz platformlardan abone olarak tüm yayınlara anında ulaşabilir veya [patreon] üzerinden bana destek olabilirsiniz.
ToysRus Nasıl Kuruldu?
Ben 1990’da doğmuş biri olarak çocukken ne zaman bir ToysRus görsem ailemi zorla oraya sürüklerdim. ToysRus 1996 yılında Türkiye de ilk bayisini açmış ve 2010 yılında ise Türkiye piyasasından tamamen çekilmişler. Aslında ToysRus’ın geçmişi bundan çok daha eskiye dayanıyor. Charles P. Lazarus ilk olarak 1948’te Children’s Bargaintown adıyla bebek eşyaları satan bir mağaza açmış ve 1966 yılında ise bu mağazayı devretmiş.
Sonrasında 1957 senesinde oyuncaklara odaklı bir mağaza açmaya karar vermiş ve Toys are Us cümlesini daha kısa hale getirip Toys R uS ismi ile oyuncak ve bebek eşyası satan dükkanını Rockville, Maryland’de açmış. 1978 yılında ToysRuS Amerikada 72 adet daha dükkan açmış ve oyuncak sektörünün %5’lik dilimine sahip olmayı başarmış.
ToysRUs Türkiyeye Nasıl Geldi?

70’li, 80’li ve 90’lı yıllarda inanılmaz bir büyüme yakalayan bu şirket, 90’lı yılların sonunda Amerikada 739 dan fazla ve Amerika dışındaki ülkelerde ise 750 den fazla mağaza açmayı başarmış. ToysRUs’ın türkiyeye gelme hikayesi ise 1985’te İngilterede açtıkları mağaza ile olmuş.
Bu mağazayı açtıktan sonra Toys R Us Avrupanın her bir köşesinde mağazalar açmaya başlamış. Türkiyede ise ilk ToysRUs mağazası 1996 yılında açılmış ve bu mağaza tüm Avrupada en çok başarı sağlayan ikinci mağaza olmuş. Avrupada ilk açılan İngiltere mağazası ise birinci olmayı başarmış.
ToysRUs’ın Yükselişi ve Düşüşü
Toys R Us’ın kurucusu Charles Lazarus’un bu başarıyı yakalamasınında ki en büyük etkenleri şu şekilde listelemiş; tüm Dünyada savaşların bittiği ve askerlerin evlerine dönüp aile kurmaya başladıkları dönemdeki nüfusun hızlı şekilde yükselişi, bebek sayısındaki inanılmaz artış ve savaş sonrası ekonomide ki hızlı büyüme. 1957 yılında kapılarını açan ToysRuS 1990’lı yılların ortalarına gelindiğinde oyuncak sektörünün liderlerinden biri olmayı başarmış. Sadece Amerika’da değil tüm Dünyada ismini duyurmayı başaran Toys R Us’ın hisseleri de uçuşa geçmiş. Tüm çocukların hayallerini süsleyen ToysRuS 2000’li yıllarda ilk darbesini almaya başlamış.

Amerikada büyük süpermarketlerin yaygınlaşması ile Walmart, Kmart gibi dev markalar oyuncak satmaya başlamışlar. ToysRuS sektörün lideri konumunda olduğundan dolayı marketteki oyuncakların fiyatlarını o güne kadar özgürce kendisi belirleyebiliyor iken Walmart çok daha ucuza benzer oyuncakları satmaya başlayınca işin rengi değişmeye başlamış.
Bunun üzerine ToysRuS oyuncak üreticilerinin sadece kendilerine oyuncak üretmeleri için şartlar koşmaya başlamış böylelikle Walmart gibi mağazaların bu oyuncaklara olan ulaşımını kesmeye çalışmışlar. Fakat bu mağazalar ToysRUs’ı haksız rekabetten dolayı dava etmiş ve Amerikada yer alana Federal Trade Commission organizasyonu bu davayı almış ve Toys R Us’ı haksız rekabetten dolayı suçlu bulup, 1998 yılında 1.3 Milyon dolarlık ceza kesmiş.
Online Satışın Patlaması
ToysRUs aldığı cezanın şokunu atlatamadan ikinci bir darbeyi ise online satış patlmasından dolayı yaşamış. 2000’li yıllarda Amazon ve diğer online satış mağazaları çok büyük bir ivmelenme yakaladılar ve insanlar artık sadece fiziksel mağazalardan değil online mağazalardanda alışveriş yapmaya başladılar.
ToysRUs bunun üzerine kendi websitelerinden satış yapmak yerine Amazon ile büyük bir antlaşma imzalamaya karar vermiş. 2000 senesinde Amazon ile 10 yıllık antlaşma imzayan ToysRUs Amazona yıllık $50 milyon dolar ve satışlardanda belirli bir yüzde ödemeyi kabul etmiş. Pek çok insan ToysRUs’ın kapanmasının sebebinin Amazon ile yaptıkları antlaşma olduğunu söylüyor.
Çünkü Amazon bu antlaşmaya benzer daha pek çok antlaşmayı diğer oyuncak üreticileri ile de yapmış. Durum böyle olunca amazonda sadece ToysRuS’ın sattığı oyuncaklar değil benzer başka bir oyuncak başka bir firma tarafından neredeyse yarı fiyatınada satılmaya başlamış.
Tam bu esnada da Walmart, Kmart, Target, Costco gibi uygun fiyatlı perakende satış yapan mağazalar kendi websitelerinden online satış işine adım atmışlar ve giderek daha da güçlü hale gelmeyi başarmışlar.
ToysRus Kapılarını Kapatıyor
2000 lerin ortasına gelindiğinde ise fiziksel mağazalardan büyük satış yapmamasına rağmen tüm Dünyada çok fazla mağazası olan ToysRuS’ın inanılmaz bir borcu birikmeye başlamış. Elde ettikleri gelirin büyük kısmı bu borcu ödemeye harcanmaya başlanıncada mağazalardaki alışveriş deneyimi daha kötü hale gelmeye başlamış. Personel yetersizliği dükkanlarının bakımlarının zamanında yapılamaması ToysRUs’ı daha da dibe sürüklemiş.
2017 senesine kadar bu şekilde idare eden ToysRuS $5 milyar dolarlık borca ulaşmış ve bu borcu ödeyemeceklerinden dolayıda iflas başvurusunda bulunmuşlar. 2021 senesinde ise Amerikadaki tüm mağazalarını kapatmışlar. Avrupada ise Smyths Toys adlı bir kuruluş ToysRuS işletmlerini satın alıp bu markayı yeniden inşa etmiş. Şu an için tabiki bu firmada ToysRUs adını kullanmasada oyuncak sektöründe kendi işletme modelleri ile Avrupada bu işi devam ettiriyorlarmış.
Asyada ise Hong Kong tabanlı Fung Retailing adlı organizasyon ToysRus mağzalarını devr almış ve 2024 yılı itibariyle de oyuncak sektöründe halen faliyet gösteriyorlar. Avustralyada ise Hobby Warehouse adındaki bir firma ToysRUs mağazalarını devr almış ve satışların büyük çoğunu websiteleri üzerinden yapmaya karar vermişler.
ToysRuS neden başarısız oldu?
1990’ların sonlarına doğru, Walmart, Kmart, Target ve Costco gibi büyük mağazalar ve diğer oyuncakçılar da dahil olmak üzere marketteki rekabetten dolayı düşük fiyata ürün satma yarışına girdiler. Ancak ToysRus ürettiği oyuncakların fiyatlarında herhangi bir değişim yapmadı, her ne kadar oyuncak sektöründe lider markalardan biri olmayı başarsada fiyat avantajından dolayı pek çok insan büyük mağazalardan uygun fiyata oyuncak almayı tercih etti.
Toys R Us teknoloji devriminin yaşandığı 2000’li yıllarda ne yazık ki bu devrimi çok iyi anlayamadı ve attığı yanlış adımlardan dolayı son kurtulma şansınıda yakmış oldu. Bu pazardaki yerini hızla kaybeden Toys R Us, çok fazla fiziksel dükkana sahipti ve online satış yapan Amazon gibi firmalar bir depo ve az çalışan ile bu işi çözerken Toys R Us bunun tam tersi bir yol izledi.
1998 yılında online satış işini deneyen Toys R Us yılbaşı döneminde oyuncaklarının büyük bir kısmını zamanında teslim edemeyince bu işi Amazona bırakmaya karar kıldı. Ama Amazonun da Toys R Us’ı resmen sırtından bıçaklaması işleri tam bir çıkmaza sürükledi. 2006 yılında Amazonu bu yüzden dava eden Toys R us 2009 yılında bu davadan 51 milyon dolar kazansada 5 milyar dolarlık borçlarının yanında bu hiç bir şey olarak kaldı.
2017 senesinde ise Amazon, Walmart ve Target gibi firmalar oyuncakları tatil döneminde o kadar büyük indirimlerle satmaya başladılar ki Toys R Us bu oyunun tamamen dışında kaldı. Ayrıca tüm bu firmaların aynı gün içinde teslimat yapması, sorgusuz sualsiz geri iade almaları ve online alışverişi domine etmeleri Toys R Us’ın sonunu getirdi.
Birde 2010’lı yıllardan sonra çocuklar fiziksel oyuncaklardan çok dijital oyunlara yöneldiler. Artık bir çocuk puzzle almak yerine puzzle uygulamasını tabletine indirmeyi tercih ediyor. Bu yüzden fiziksel oyuncaklara olan talebinde azalması Toys R Us için ayrı bir vurgun oldu.
ToysRus geri dönecek mi?
2021 yılında bütün mağazalarını kapatan Toys R Us için aslında her şey bitmiş sayılmaz. Avustralyada online satışa devam eden firma bu sene Avustralyada mağaza açacaklarını duyurdular.
Toys R Us iflas başvurusunda bulunduktan sonra Tru Kids adı altında yeni bir iş modeli ve firma ile bu işe yeniden adım attılar. 2019 yılında Target ile iş birliği yapıp Toys R Us websitesini kurdular fakat 2020 yılında COVID’in tüm Dünyayı vurmasından dolayı bu antlaşmada başarısız olmuş. Tru Kid bunun ardından Amazon ile antlaşmış. Şu an Toys R Us adıyla olmasada Amazon üzerinden oyuncak satışına devam ediyorlar.

2021 senesinde de WHP Global adı verilen bir firma bu markayı satın almış ve Amerikada yer alan Macy’s mağazalarında hem fiziksel satış hemde Macy’s in websitesinde online satışa başlamışlar.
Avrupada ise İngiltere merkezli bir e-ticaret sitesiyle 14.000 den fazla ürünü bu websitesinde satmaya başlamışlar ve 1 gün içerisinde teslimat seçeneği ile teslimata başlamışlar. 2000’li yılların ortasında Birleşik krallıkta 105 adet fiziksel mağazası var olan Toys R Us artık bu mağazaların hepsini kapatmış durumda ve artık sadece online olarak satış ile Avrupa pazarında yer alacaklarınıda açıkladılar.
Son Söz
Konuyu toparlayacak olursak, oyuncak sektörünün uzunca yıllar lideri konumunda olan Toys R Us gelişmelere ayak uyduramadığı ve pek çok yanlış adımı attığı için iflas bayrağını çekti. 2024 yılı itibariyle yeniden hayata dönmeye çalışan Toys R Us, yeni adıyla Tru Kids bu sefer doğru adımlar atıp bu sektörde kaybettiği yeri tekrar kazanabilecek mi? Bunu da ilerleyen zamanda hep beraber göreceğiz.
Bu bölümde Toys R Us’ın inişlerle ve çıkışlarla dolu hikayesini inceledik. Umarım sizlere faydalı bilgiler sunabilmişimdir. En kısa sürede yeni yayınlarda görüşmek üzere, kendinize çok iyi bakın hoşçakalın.
Referanslar
Failory. (2023, December 26). Rip toys R us: What happened & 3 reasons for failure. RSS. https://bit.ly/3SZPBpR
#toys r us#girişimcilik#teknoloji#başarısızlık#iflas#şirket kurmak#genç girişimci#e-ticaret#amazon#jeff bezos#oyuncak#oyuncak sektörü#motivasyon#ekonomi#startup#para#psikoloji#e ticaret#toys r us closing#başarı#girişimcilik hikayeleri#charles lazarus#target#walmart#kmart#amerika'da iş kurmak#yapay zeka#amerika#marka yaratmak#türkçe podcast
0 notes